Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ruh Diyeti
Ruh Diyeti

Ruh Diyeti

Salih Uyan

Klimalı seminer salonlarında hayata olumlu bakmak kolay. Ezberlersin rolünü, çıkar oynarsın. Ama ölüm döşeğinde ezberlediğini değil, ancak yaşadığını oynayabilirsin. Birinde rol biter, perde kapanır….

Klimalı seminer salonlarında hayata olumlu bakmak kolay. Ezberlersin rolünü, çıkar oynarsın. Ama ölüm döşeğinde ezberlediğini değil, ancak yaşadığını oynayabilirsin.

Birinde rol biter, perde kapanır. Diğerinde rol biter, perde açılır. Ve bu gerçek, yaşadığın dakikaları okuduğun kelimelerin efendisi kılar.

Okuduklarınla yaşadıkların uyuşmuyorsa eğer, ancak bir su birikintisindeki gökyüzü kadar derin olabilirsin.

Bana kaç yıl yaşadığını, ne kadar çok şey bildiğini anlatma sakın!

En nihayetinde sen, aldığın son nefes ve kurduğun son cümlesin.

Salih Uyan Ruh Diyeti’nde “Bir telaş, bir koşturma. Nereye gidiyoruz böyle?” diye sorduruyor okurlara. Modern hayatın mutluluk reçetelerine, trend olan yaşam biçimlerine ters köşeden bakıp yaşadığımız kültürel değişimlerle fark etmeden kaybettiklerimize dikkat çekiyor. Kof özgüven yerine tevazua, malumatfuruşluk yerine hakiki bilgiye kulak vermeye davet ediyor.

Ve diyor ki, “An gelir, nefesler tutulur. Kelimeler tükenir, bilgi kendinden utanır. İşte o zaman ruhu dinlendirmek gerekir.”

Ruhunuza iyi bakın, biraz dinlenmesi için Ruh Diyeti’ne başlayın.

İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ……………………………………………………..11
Satırlar Arasında Klasik Bir Gezinti ……13
MUTLULUK
Mutluluk ve Haz ………………………………………….19
İçimi Acıtan Gülüşler…………………………………….24
Vazgeçişler…………………………………………………29
Çoktan Seçmeli Hayatlar………………………………34
Miyop Zihniyet…………………………………………….41
Duygularım Delik Deşik…………………………………45
Mutlu Olmak İçin Kendime Tavsiyeler………………50
Hikmet………………………………………………………56
Maskeli Balo ………………………………………………61
Madde Bağımlısı Özlemler…………………………….70
Mevsimine Kavuşan Çiçek ……………………………77
En Sadık Hatıralarım…………………………………….80
Altının Gramı ve Evlenen Gençlerin Dramı ………..84
KİŞİSEL GELİŞİM
Yaşadıklarımız Okuduklarımızın Efendisidir……….91
Kelepçe …………………………………………………….99
Hasbihal…………………………………………………….104
Kişisel Gerilim……………………………………………..107
Yenibosna-Beylikdüzü Hattında
Kişisel Gelişmek ………………………………………….112
Artık Kafama Takmıyorum!…………………………….117
Enerji İsrafı …………………………………………………122
Ergen Emeklilik……………………………………………127
Kendime Mektup 1 ……………………………………..132
Kendime Mektup-2 ……………………………………..136
Kitap Diyeti…………………………………………………140
Süt Liman ………………………………………………….144
Vay Be, Aynı Ben!………………………………………..149
Kızım Sana Söylüyorum ……………………………….155
İçim Dışım Bir Benim Kardeşim!……………………..160
Sosyal Medyada Kariyer İntiharı……………………..165
KÜLTÜREL DEĞİŞİM
Kelimeler ve Sözcükler …………………………………171
Konuklara Yer Yatağı Sermek ………………………..177
Plaza Dili, Jön Türkler ve Hemıngway ……………..183
Senfonik Anarşi…………………………………………..191
Batının Teknolojisi ve Ayakta Yellemek …………….194
Bir İngiliz, Bir Fransız, Bir Türk ……………………….201
Futbol ve Memleket Meselesi ………………………..209
Komşu Komşunun Tülüne Muhtaçtır ………………217
Damacanalar Şahittir Yalnızlığımıza…………………221
Terazi Var, Tartı Var ………………………………………225
Whatsapp Grubundan Çıkmak………………………232
Hayat Tarzı ve İkindinin Farzı………………………….236
Nerede O Eski Ben?…………………………………….242

ÖNSÖZ

Bir kitaba önsöz yazmak kolay değildir. Çünkü yazar, okuyucunun daha asıl sözlere ulaşamadan kitapla ilgili yanlış yargılara sahip olmasından korkar. Bu yüzden çoğu yazar başkasına yazdırır kitabının ön sözünü.

Ben de çok düşündüm ne yazsam önsözde diye. Kitaptan bahsettim, uzun oldu. Kendimden bahsettim, kısa kaldı. Karar veremedim.

En sonunda içinde kitabım ve ben olmayan bir yazı yazmaya karar verdim. Yazarlık serüvenine başlamamda ilham kaynağı olan yazarlar ve eserlerinden bahsetmek iyi bir fikir gibi geldi. Ama liste öyle kabarıktı ki, bir iki sayfaya sığdırmak mümkün olmadı.

Sonra birden eskiden yazdığım bir yazı çıktı karşıma. Türk ve dünya klasiklerinin birçoğunun satır aralarına gizlendiği bir yazı.

“Ben bu yazıyı, bu kitabın önsözü olarak yazmışım da haberim yokmuş,” dedim ve hiç tereddüt etmeden kararımı verdim.

Satırlar arasında klasik bir gezinti yapacaksınız biraz sonra. Kitabımla tanışmadan önce, beni yazmaya teşvik eden, ilham kaynağı olan eserlerle tanışacaksınız. Yani bir bakıma, benim yazarlık hayatımın önsözünü okuyacaksınız.

Şimdi içim rahat. Gerçekten de hayata kelimeleriyle lezzet katan, ruhları besleyen usta yazarların büyük eserlerine bir selam vermeden kitaba başlamak olmazdı.

Bu önsöz aslında geç kalmış bir teşekkür…

Çünkü bu kitaplar olmasaydı, bu kitap da olmazdı.

Satırlar Arasında Klasik Bİr Gezinti

Bir Eylül ayında, Araba Sevdası’nı, ev sevdasını unutup, Şıpsevdi ruhumun gözü yaşlı artıklarını kapımın önündeki paspasın altına süpürdüm. Geçim Dava’sını şehrin beton siluetine gömdüm.

Savaş ve Barış’tan bahsetmeden, bir kuru ekmek Dava’sı için yaşadığım rutin hayattan kopmak için biraz uzaklaşmak istiyorum. Çılgın Kalabalıktan Uzak bir yerlere gitme arzusunda ruhum bugün.

Petrol kokusuyla kan kokusunun birbirine karıştığı ülkelerde Silahlara Veda edemeyen Sefiller’in suçuna ortak değilim bugün… Aşk ve Gurur uğruna yaşanan Budala hayatların uzağındayım.

Bir Dönüşüm istiyor bütün hücrelerim. Ve kendimi dışarı atıyorum.

Yaban arısı gibi ruhumu sokan hatıralarımı altına uzandığım ağacın dallarına asıp uzanıyorum. Ve Memleket Hikâyeleri mırıldanıyorum kendi kendime.

Gurur ve Önyargı’mı ufkun ötesinde bıraktım. Kendi Gök Kubbemiz’in altında Huzur soluyorum.

Keyfim yerinde… Kalkıp yürüyorum.

İnce bir yağmur çiselemeye başlıyor. Yağmur Hüznü çöküyor tarlalara… Yürüdüğüm patikanın sağında Mor Salkımlı Ev, sağında bir Kiralık Konak… Aralanmış perdeden sokağa hüzün akıyor.

Belli ki ikisinde de Kırık Hayatlar yaşanmış. Yüzyıllık Yalnızlık çökmüş gibi çatılarına…

Islak toprak kokusunu içime çekerek kendi evimi düşünüyorum. Çoğu zaman bir Yabancı gibi girip çıktığım odamın perdelerine sinen hüznü hatırlıyorum.

Ama bugün hüzün bile tatlı geliyor bana. İnadına gülümsüyorum. Gün Olur Asra Bedel derler… Bugün öyle bir gün galiba… Bitmek bilmiyor…

Zamanın yavaşlamasını niçin bu kadar çok seviyorum? Yaş 35 şiirini okuyalı sekiz yıl geçmiş. Galiba Ölmeye Yatmak’tan korkuyorum.

Bir söğüt dalı endişemi sezmiş gibi eğilip kulağıma, “Ölürse Ten Ölür, Canlar Ölesi Değil,” diye fısıldıyor.

Rahatlıyorum.

Az ileride bir mezarlık var. Kırık dökük mezar taşlarını otlar sarmış. İsimler okunmuyor. Toprağın üstünde Yaprak Dökümü, altında Ölü Canlar… İş adamları, askerler, büyük insanlar, İnsancıklar ve Tutunamayanlar. Şimdi hepsi yan yana…

Hayat ve ölüm ne garip? Kimileri için Suç ve Ceza, kimileri için ödül ve kavuşma…

Büyük Umutlar’la giriştiğimiz her işin ne kadar manasız olduğunu bir kez daha anlıyorum. Rüzgâr Gibi Geçti hayat diye fısıldıyorum kendi kendime.

Bir Yorgun Savaşçı gibi dünya telaşının eşiğine oturup soluklansam… Ve insanların arasında hiç çıkaramadığım Demir Maske’mi fırlatıp atsam… Bir Veba gibi ruhumu saran yorgunluklarım diner mi acaba yeniden kendim olsam?

Uzaklardan bir Çalıkuşu ötüyor. Yeniden neşeleniyorum.

Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’nda Güneş Uğultulu Tepeler’i kızıla boyarken Bereketli Topraklar Üzerinde patika yollardan geçerek eve dönüyorum.

MUTLULUK

MUTLULUK VE HAZ

İki adam düşünün…

Bir tanesi savaş meydanında aldığı yaradan dolayı bacağı kesilmiş halde kızıla boyanmış sedyede yatıyor. Diğeriyse dünyanın en güzel sahillerinden birinde şezlonga uzanmış, meyve kokteylini yudumlayarak kızıla boyanmış ufku seyrediyor.

Sizce bunların hangisi daha mutlu diye sorsam ne cevap verirdiniz? Siz cevabı düşünedurun, ben devam edeyim.

Fark Var

Mutluluk ve haz arasındaki farkı kaçırıyoruz çoğu zaman. Kısa zaman dilimlerinde yaşanan sevinçler ve yoğun duygular hazdır. Mutluluk ise insanın hayatının geneline yayılan, anlık dalgalanmalardan bağımsız bir olma halidir.

Mesela restoran hazzı, sofra mutluluğu temsil eder. Haz kahkahadır, mutluluk tebessüm.

“İnsanı bedenden ibaret görenlerin kalbi, göğüs kafesinde hapistir. Mutluluğun tarifini yaparken, zahire aldanmamak lazım. Çünkü mutluluk vitrinle değil, fikrin ve zikrinle ilgilidir.”

Mutluluğu sıkıntısız bir hayat olarak görenler, arkalarında dert, tasa ve sıkıntılar, önlerinde hayalini kurdukları mutluluk, bir ömür koşarlar.

İnsan dert ve sıkıntılardan kaçmaya çalıştıkça, mutluluk da hızlanarak arayı açar. Kaçarak ve kovalayarak geçen bir ömrün sonunda da birçok insan mutsuz ve yorgun bir şekilde ölür.

Halbuki mutluluk, sıkıntısız ve engelsiz bir hayat değil, sıkıntılarla başa çıkabilecek, engelleri aşabilecek bir duruşa sahip olabilmektir.

Sıkıntıyı sabırla, sevinci şükürle karşılayan ve tevekkülü elden bırakmayanlar, anlık dalgalanmalardan etkilenmeyecek kadar güçlüdürler. Çünkü onlar için mutluluk, Montesquieu’nin dediği gibi, varılacak bir istasyon değil, bir yolculuk şeklidir.

İnsan bütün yatırımını bu dünyaya yapar ve ahiretini hiç düşünmezse ya acı ve kederin ya da can sıkıntısı ve hiçliğin pençesinde çırpınır durur. Hayalini kurduğu o mutlu günler de bir türlü gelmek bilmez. Çünkü kısa vadeli hesaptan, uzun vadeli mutluluk beklenmez.

Gelelim başta sorduğumuz sorunun cevabına… İnandığı dava uğruna savaşan bir insanın gündeminde kaybettiği bacağı değil, kazandığı onuru vardır. Bu yüzden bütün bedeni acıyla kaplıyken bile ruhu bir göl kadar sakin, kalbi gökyüzü kadar geniştir. Ama varoluş gayesinden habersiz, hedefsiz ve sığ bir hayat yaşayanların, dünyanın en güzel sahilinde de olsa kalbi sıkışır. Maddi imkânların genişliği, ruhun daralmasını önleyemez.

İnsanı bedenden ibaret görenlerin kalbi, göğüs kafesinde hapistir.

Mutluluğun tarifini yaparken, zahire aldanmamak lazım. Çünkü mutluluk vitrinle değil, fikrin ve zikrinle ilgilidir.

Depresyondayım

İnsan eşyadan sıkılır. Gayet yeni olmasına rağmen salon takımını değiştirmek ister mesela. İmkânı varsa atıp yeni bir takım alır. İmkânı yoksa en azından kılıfını değiştirir.

Arabasından da sıkılır insan. “Ayağımı yerden kessin, yeter” diye alınan araba bir zaman sonra insanı kesmez olur.

Ve işin kötüsü insan kendisinden de sıkılır. Bütün can sıkıntılarına eşyayı alet eden insan, içeriden gelen bu sıkıntı için de dışarıda bir suçlu arar. Bulamayınca da “Depresyondayım” diyerek psikoloji bilimine yaslanır. Depresyonun kaynağının kendisinden sıkılma hâli olduğunu fark edemediği için, birinci tekil yerine üçüncü çoğullara yoğunlaşır.

Ve sigortası atmış bir evde bütün elektrik tesisatını elden geçiren ve yine de ışığa kavuşamayan insan, giderek daha öfkeli bir karanlığa sürüklenir.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Kişisel Gelişim
  • Kitap AdıRuh Diyeti
  • Sayfa Sayısı248
  • YazarSalih Uyan
  • ISBN9786050832303
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Öze Dönüş Terapisi ~ Salih UyanÖze Dönüş Terapisi

    Öze Dönüş Terapisi

    Salih Uyan

    Yaşadığımız çağda hayatın anlamı üzerine o kadar yanlış tercümeler yapıldı ki kafalar karmakarışık oldu. Kavramların tercümesi yanlış yapılınca da mutsuzluk ve değersizlik hissiyle baş...

  2. Nasıl Fenomen Oldum? – Acayip İşler Takımı ~ Salih UyanNasıl Fenomen Oldum? – Acayip İşler Takımı

    Nasıl Fenomen Oldum? – Acayip İşler Takımı

    Salih Uyan

    Efe ve arkadaşlarının fenomen olmak için çıktıkları yolda başlarına gelenler, tavuk dürümün arasına konmuş tavuğun başına gelmedi! Efe'nin sosyal medyada yaptığı duygusal paylaşımlar bazı arkadaşlarının “arabeskin kralı” diye alay etmesine, ailesinin ise çileden çıkmasına sebep olur. Ve Efe’ye sosyal medya yasaklanır. Fakat bu yasak öyle bir projeyle delinir ki kimse gıkını bile çıkaramaz.

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur