İhtimamda hep bir eksiğim oldu ama sevgimde kuşkum yoktur. Hayat da benim için böyle bir şey. Sevdim ama herhalde beni tatmin edecek bir ihtimam gösteremedim. Ölümden korktuğumdan mı? Yine de bu korkunun bende uyandırdığı hiçbir saygı yok. Hayata, benim için “yeterli” özeni göstermediğimin sorumlusu ölüm korkusuysa, demek ki tuhaf bir paradoksla yüz yüzeyim. Denemenin, o zor ulaşılan lezzetini ve ele avuca sığmaz sesini, “şair” Akif Kurtuluş’un, bildiği ve düşündüğü, gördüğü ve yazdığı yerde karşılamak için Romantik Korno…
İçindekiler
Teşekkür Ederim ……………………………………………………..13
İzninizle ………………………………………………………………….. 17
Akik ……………………………………………………………………….. 23
Ağbi Gitme……………………………………………………………… 25
Bir Şehri Sevmek………………………………………………………. 29
İnönü ve Üç Doktoruna “Sefa”lar ………………………………… 35
Defterin Sahibi…………………………………………………………. 41
Cesaret Satar Umut Alırım…………………………………………. 47
“Cadının Biridir O”……………………………………………………. 53
İbran Osman’ın Fötr Şapkası ………………………………………. 61
Dil ile Kalp ……………………………………………………………… 67
68 Mehmet ……………………………………………………………… 71
Unutuş Sinsidir Bellek Narin………………………………………. 75
Şerefe Işık! ………………………………………………………………. 79
Romantik Korno……………………………………………………….. 85
Tozar Elif Elif Diye… ……………………………………………….. 93
Elveda …………………………………………………………………….. 99
Çok Korkuyorum, Mine Hanım! ……………………………….. 107
Yassu Takis Binis……………………………………………………… 113
Turgut Uyar’ı Çok Özledim ……………………………………… 121
Ayrıldık …………………………………………………………………. 125
Güç Çocuğun Eğitimi ……………………………………………… 129
zeynep tarkan’a, deniz belendir’e;
iktidar çocukluk kadar eskidir, çocuklar iktidarı kadar çocuk…
Teşekür Ederim
Arkadaşım Adnan Azar’a; kitabın adında, kendisi alçakgönüllülük gösterecektir ama, benim için çok önemli bir katkısı var. Erken Neslihan’a; “Cesaret Satar Umut Alırım”ı dinlerken kalbinden gelen sesi almama izin verdiği resmi için. “İzninizle”yi okuduğunda, neden acaba, “Bunun üstüne daha çok yazarsın,” dedi? dediği için Sincap’a; yağmurlu bir mart gecesi, Mavi, sevgisi ve dostluğu için. Enfes Rembetiko filmindeki, “Kàthe forà pu aniyis drdmo sti zoi,” diye başlayan To Thihti’de üstüme attıkları Ağ için Sarhakos ve Gatsos’a:
“Bir gün ağa yakalanırsan
Kimse seni kurtaramayacak
Ucunu kendin bulmaya çalış
Ve kaderinse yeniden başla.”
Yılmaz Varol’a, bir parasız yatılının bu mütebessim
etüt ağbisi’ne; kitaptaki yazıların birçoğunu yazmamda,
Demokrasi’de yayımlanmasında
gösterdiği ısrar için.
Bu kitap, bir yanıyla ikinci baskı. Bana göre, baskı ve hatta yazım yanlışları korunsa bile, her yeni baskı, “başka” bir kitaptır. En azından kokusuyla… Ali, on üç yıl sonra kitabın yeni baskısını yapmak istediğinde, yaşadığım ilk duygu, üzerimdeki “baskı” oldu. Olduğu gibi bırakıp ya ben de kitapçıların raflarında yerini aldığında görecektim ya da Romantik Korno’nun yayımlanma sürecindeki ruh halimi terk edip şimdiki zamanıma dönecektim, ikincisini tercih ettim. “Bizim Devletimiz Ne Zaman Olacak” başlıklı metni bu baskıya almadım. Yıllar sonra, kitaptaki yazıların ruhuna uymadığını fark ettim. Başka bir nedeni yok. Kitaba son beş yazıyı ekledim. İlk baskıdaki teşekkürüm bakidir. Bir sözcüğü değiştirebilirdim. O sözcük, on üç yıl sonra bugün bende aynı çarpıntıyı yaratmıyor. Sadece tek bir sözcükten söz ediyorum. Teşekkürümü geri almaktan değil. Bu “yeni” kitapta teşekkür bahsine değil, yokluklarından duyduğum acı parantezine iki ismi eklemek isterim. Bu kitabı ellerine aldıklarında en çok sevinecek iki dostum, Reha Mağden ve Ünal Temizyürek olurdu. Bu kitap, onların aziz hatıralarını anma fırsatı verdi, bana. Keşke yazmak acımı dindirebilseydi.
İzninizle
Şurada burada, aslında daha çoğu “bir” yerde yayımlanmış yazıları “kitap” yaparken, bunların başına bir önsöz söylemem gerekir mi, gerçekten emin değilim. Bu kitaptaki deneme mi deniyor, metin mi bilemiyorum– yazıları ben yazdım. Ben şimdi, galiba, biraz konuşmak istiyorum. Şiirlerimi hep daha çok önemsedim. Fakat Demokrasi’de yayımlanan ve bir-iki ekle elinizdeki kitapta toplanan diğer yazılarımı ise daha çok sevdim, ikincisinin benim edebiyat serüvenimde üvey evlat oluşuna ödenen bir bedel ya da vicdan azabı mı bu yoksa? Ya da şöyle mi söylemeliyim? Şiirin dışında yazı adına ne varsa benim için üvey evlattı ve ben “onlar”a üveyliğini hissettirmemeliydim. Evet, tam da bunun için, belki de sevgimi abarttım.
Şimdi bu satırları yazarken, bu abartının hiçbirimizi rahatsız etmeyeceğini umut ediyorum. Bu kitapta, en azından benim hayatımın –özeti demeyi çok isterdim– beni utandırmayacak bir kesiti var. Şimdi bu kesite ben de dönüp bakıyorum; sancı, acı, bir kırgınlık, belki de yine de bir umut görüyorum orada. Bir-iki şey söyleyeceğim; fakat anlaşılabilmek, belki de anlaşmak için bir parantez açmam gerekli. Sevdiklerime, bu ister özne olsun, isterse de nesne, en azından beni rahatlatacak bir özeni gösteremedim. Özen diye yazdığıma bakmayın.
Benim burada kastettiğim aslında “ihtimam”dır. İhtimamda hep bir eksiğim oldu ama sevgimde kuşkum yoktur. Hayat da benim için böyle bir şey. Sevdim ama herhalde beni tatmin edecek bir ihtimam gösteremedim. Ölümden korktuğumdan mı? Yine de bu korkunun bende uyandırdığı hiçbir saygı yok. Hayata benim için “yeterli” özeni göstermediğimin sorumlusu ölüm korkusuysa, demek ki tuhaf bir paradoksla yüz yüzeyim. Bu paradoks, keşke, benim hayatla ölüme bakışımdan ibaret olmasaydı. Hiç farkında değilmişim. Geriye, yani bu kesite dönüp baktığımda, bu kitaptaki yazılarda, derinden derine bu paradoksu görüyorum.
Sevdiğine özensiz, korktuğuna saygısız yazılar bunlar. Size de ilginç gelmiyor mu? Sevgi ve korkuyu karşıt iki sözcük gibi kullandım. Oysa bize öğretilen, sevgiye karşıt sözcüğün nefret olduğudur, değil mi? Ben bunu öğrenemedim. 8 Haziran 1995 tarihinden bu yana görmediğim bir arkadaşım, Ankara Adliyesi’nde kendisiyle karşı karşıya geldiğim bir sabah Ahmet Altan’ın nefreti öven bir yazısını okumuştu. Benim aynı binada, daha bitmemiş bir-iki işim vardı ama onunla o binada artık bir işim kalmamıştı. Adliyeyi terk ederken, bana o yazıyı okumamı kendi üslubuyla öğütledi. Sabah evden çıkarken aynı yazıyı okumuştum ve yazı, yazarının sevmediğim ender yazılarından birisiydi. Çünkü bu duyguyu hiç tanımadım. Bir gün cinayet işleyebileceğimi düşündüm ama nefret edebileceğimi hiç düşünmedim. Sivas Davası, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde görüldü ve ben bu davada avukatlık yapmadım. Bu dava benim için “Behçet Davası”ydı. İlk kez 1997 yılının bir Mart günü bu dava için DGM’ye gittim.
Cüppemi giydim ve müdahil avukatlar arasında yerimi aldım. En arka sıradaydım. Tıp literatürüne de girmiş bir hastalıktır: “Behçet”. Ben de kendi kendime “Behçet hastası” tanısı koymuş birisi olarak bulunduğum duruşma salonunda, tutuklu sanıklar arasındaki dört kişiyi uzun uzun süzdüm, içlerinden birisi, belki de dördü birden Behçet’ in katiliydi. Belki de hiçbirisi. Dördünden herhangi birisini öldüreceğimi düşündüm. Çaresizdim.
Dördünden hiçbirisine benden yansıyan bir nefret duygusu yoktu. Umudum vardı çünkü. Büyük konuşmak istemiyorum; hayat üzerimden akıp giderken daha farklı düşünebilirim. Ama şimdilik –ve hatta bizim dava dilekçelerimizde söylediğimiz gibi fazlaya ilişkin haklarımı saklı tutarak şuna inanıyorum. Kendini ya da başkasını fark etmez; öldürmek, çaresizliktir. Köprüüstü Âşıkları’nı seyrettiniz mi? O âşığın çaresizliğini görmemeniz olanaksızdır. Bir gece yarısı, âşık olduğu Binoche’un resimlerini şehrin duvarlarına kadının zengin babasından aldığı parayla afişleyen, kendisi gibi yoksul bir adamı nasıl yakar! Çünkü ertesi sabah bütün bir şehir kadını elinden alıp babasına teslim edecektir.
Çaresizliği anlıyorum ve benim dünyamda “bir fincan kahvelik” yeri var. Nefreti ise anlamam mümkün değil. Kimseden nefret etmiyorum ama benden nefret edenlere karşı çaresizlikten başka çekeceğim bir silahım da yok. Bu kitaptaki yazılar üzerine “konuşmak” beni sıkmıyor değil. Yine de bu yazıların bir “okur”u olarak, sade bir okur olarak da iki kelime etmek isterim. Sevgiye özensizlikle korkuya saygısızlık, çaresizlikle umut arasında gidip gelen yazılar bunlar. Şehirler, ilçeler, kışlalar, adliye koridorları, otel odaları, arka odalar, şehirlerarası otobüs terminalleri, garlar, havalimanları, artık ne derseniz… Bulunduğu her yeri “yazıhane” olarak kullanmış sayıklamalar belki de.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıRomantik Korno
- Sayfa Sayısı136
- YazarAkif Kurtuluş
- ISBN9789750734366
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2017
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Deliliğe Övgü ~ Desiderius Erasmus
Deliliğe Övgü
Desiderius Erasmus
Yanlış yerde ve yanlış zamanda ortaya çıkan bilgelikten daha delice bir şey olmadığı gibi, orantısız ve dolayısıyla yanlış zekâdan daha ahmakça bir şey de...
- Ayın Büyüttüğü Oğullar ~ Bejan Matur
Ayın Büyüttüğü Oğullar
Bejan Matur
Sessiz bir törenle iç geçirme arasında duran yerde gömdüm onları. Ölü oğullar. Kurban hepsi. Sanki onlara, kurban oluşlarını hatırlatmak için var yeryüzü. Yüzleşiyoruz. Sızlanmaya...
- Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik ~ Umberto Eco
Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik
Umberto Eco
Her kültürün güzellik ve sanata ilişkin görüşleri elbette olmuş ama her kültür bu görüşü açık bir kuramsal çerçeveye oturtmamıştır. Estetik kavramı XVIII. yüzyılda Avrupa’da...