Georges Bataille’ın önemli eserlerinden Rahip C., İkinci Dünya Savaşı’nın altüst olmuş karanlığında din, ahlak ve etik değerler üzerinden dönemin bütün paradoksunu gözler önüne seriyor.
Rahip C.’de tinin tenle mücadelesi, dindarlık, sapkınlık, sefihlik ve suç gibi temaları işleyen Bataille, Direniş Hareketi’ne ve ihanete dek uzanan izleklerin peşinde koşuyor.
Bataille’ın siyasal görüşlerinin çevresinde şiddetli tartışmaların sürdüğü bir dönemde yazılan bu eser, hem erotik ve mistik, hem de siyasal bir roman olarak değerlendirilmiştir. Sayısız yoruma yol açan Rahip C., Bataille’ın Sade’la derinden kurduğu bağa, Nietzsche’ye ve Zerdüşt’ün kahkahasına, Puşkin öykülerine, Kafka ve Rimbaud’ya göndermelerle örülü, ürkütücü bir anlatı.
*
Şiirimi lanetliyor, resimlerimi küçümsüyorum artık,
Kendimi alçaltıp, kişiliğimi cezalandırıyorum;
Tüykalem dehşetim, kurşunkalem utancım benim,
Gömüyorum yeteneklerimi, ünüm zaten ölü.
William BLAKE
[16 Ağustos 1803, Thomas Butts’a mektup]
CHARLES C.’NİN ÖYKÜSÜ
I
ÉPONINE
Bu öykü başladığında kasaba hayatının laneti kardeşimi neredeyse tamamen baştan çıkarmıştı. Kimse sessizlik arzusuna karşı çıkmak için bu denli çabalamamıştır. Bir gün ona ne hissettiğimi söylemek istedim; tatlı bir gülümsemeyle tuhaf bir
yanıt verdi bana:
“Anlamıyorsun, hayır, kesinlikle böyle değil, düşündüğümüz tek şey bu,” dedi. “Aslında… çevremizdeki herkesi aldatıyoruz; dışarıdan bakıldığında yaşam doluyuz, iyi niyetliyiz ve hatta biraz tuhafız ama aslında hepimizin yüreği kaygı dolu.”
Gözleri kurnazca parlıyordu.
“Tanrı sevgisi,” diye ekledi, “en sahtekâr şey. En kaba sloganı ona ayırmalıydık; böylece, bir zeka pırıltısından içine kapanmış bir sessizliğe hiç fark edilmeden geçerdi…”
Yüzündeki gülümseme kaybolurken dudaklarının arasından şu kelimeler dökülüverdi (pipo içiyordu):
“Say it with flowers!”*
Başımı kaldırdım ve cesaret etmiş olmasına inanamayarak nefretle yüzüne baktım…
Ne aradığını bugün bile bilmiyorum.
O günlerde temkinliliktense sanki iyi niyet ve açıklık kaygısı ele geçirmiş gibiydi onu. Aramızda kurulmuş dostluğun temeline karşı koymaya onu iten şey, hiç kuşku yok ki o ateşli
Katolikliği, sevimli gözüpekliliğiydi.
Vaktiyle öteki benliğim olarak gördüğüm bu kâhin, hoş ve yalancı adama uzun uzun baktım. Rahiplik görevi ona başka insanlar yerine kendini kandırma gücü vermişti: Yaşamın böylesine büyülediği biri için taşkın bir faaliyet sürdürerek köylerde ve kasabalarda erdemin zaferini vaaz etmek ancak yoldan saparak mümkündü. Kadınlar bu masumiyet taşkınlıklarında başarılıdırlar; ama bu tanrısal iyilik komedisinde bir erkek (bir din adamı) ancak gösteriş budalası gibi görünür.
1942 yazında, Rahip, Éponine ve ben, çeşitli nedenlerle, doğduğumuz küçük kasabada bir araya gelmiştik.
Güzel bir pazar öğleden sonrasını Éponine’le içerek geçirmiştim. Sevgilimle kilise kulesinde buluşmaya karar verdik.
Kardeşime de benimle gelmesini söylemek için giderken rahip evine uğradım.
Koluna girdim ve bariz bir durumdan cesaret bularak, onunki kadar kibar bir ses tonuyla şöyle dedim:
“Benimle gel. Bu gece sonsuzluğa susadım.”
Kollarımı açarak ona baktım:
“Reddetmek için bir nedenin var mı?”
“Görmüyor musun,” diye devam ettim başımı öne eğerek,
“Şu an o kadar susamışım ki…”
Rahip kibarca bir kahkaha attı.
Sıkılmış gibi yaparak itiraz ettim:
“Beni yanlış anladın.”
Bu komediyi ölçüyü kaçırarak oynamaya devam ediyor ve sızlanıyordum:
“Beni anlamıyorsun: Sınır, hudut kalmadı benim için. Ne acımasız bir duygu bu! Sana ihtiyacım var, din adamına ihtiyacım var!”
Yalvarıyordum.
“Beni böyle çaresiz bırakma. Görüyorsun, içkiliyim. Kuleye götür beni, biriyle buluşacağım.”
Rahip sadece:
“Seninle geleceğim,” diye yanıt verdi.
Ama gülerek şöyle devam etti:
“Ben de kulede biriyle buluşacağım.”
Tedirgin olmuştum: Kiminle buluşacağını çekinerek sordum. Gözlerini yere indirip aptalca bir yanıt verdi:
“Efendimizin sonsuz merhametiyle.”
Kilisenin yanında dikdörtgen biçimli yüksek bir kule vardı. Çok sert bir rüzgâr esiyordu. İçerdeki ahşap basamaklar neredeyse seyyar bir merdiven gibiydi, kule sanki rüzgârdan sallanıyordu. Merdivenin orta yerinde durdum, güçlükle parmaklıklara tutunuyordum. Kayarsam neler olacağını hayal ettim: Aniden dibi açılan boşlukta dünya yok olur. Nasıl bir çığlık atacağımı ve çığlığın ardından gelecek kesin sessizliği düşündüm. Rahip aşağıdan bacağımı tutuyordu.
“Kendini kilisede öldürmen eksikti,” dedi. “Senin cenazende dua etmem gerekirse, bu hiç de komik olmaz.”
Rüzgârın uğultusunda sesini duyurmaya çalıştı ama sadece ince sesiyle okuduğu “Dies irae”nin ilk kelimeleri seçilebiliyordu.
Öyle acı doluydu ki yeniden kalbim duracak sandım. Onu neden çağırmıştım sanki? Can sıkıcıydı.
……………………………………………………………………………………………….
……………………………………Birden bulunduğum yerden onu gördüm: Otların ve yaban çiçeklerinin çirkinleştirdiği bir cüruf
yığınının üzerinde çaresizce yatıyordu ………………………………..
……………………………………………………………………………………………….
……………………………………………………………………………………………….
………………………………………………………. Boşlukta, tahta merdivene asılmıştım. Kardeşimi, etrafı üniformalı cellatlarla çevrili, can çekişirken gördüm: Birbirine karışmış öfke ve boğulma, çığlıkların, dışkının ve irinin sınırsız utanmazlığı… Yeni zalimlikler beklentisiyle on misli artmış acı… Ama bu karmaşık duyguların en çarpıcısı Rahip’e acıyışımdı: Ben de boğuluyor, sağa sola çarpıyordum ve kuleden düşüşüm bütün evreni baş döndürücü bir boşluk haline getiriyordu…
Gerçekten düşmeye başlamıştım, ama Rahip, kendisi de pek güvende olmamasına rağmen, beni güç bela yakaladı.
“Neredeyse düşüyorduk,” dedi.
Düşerken onu da sürüklemiş olabilirdim ama kendimi onun kollarına öylesine bırakmıştım ki mutlu olduğumu bile düşünebilirdim. Aptallığı beni rahatlatıyordu: Boşlukların, sapmaların ve kasıtlı korkuların dünyasında, yalın bir düşüncenin, kurtuluşun kaçınılmazlığı düşüncesinin ortadan kaldıramayacağı hiçbir şey yoktur. Boşluğun tam üzerinde asılı olmaktan, sadece bir rastlantı sonucu ölümden dönmekten hissettiğim zayıflık bana bir tür mutluluk gibi geliyordu.
Kendimi tamamen bırakmıştım, kollarım bacaklarım cansız bir halde asılı duruyordu; ama sonuçta bu bir horozun ötüşü gibiydi.
O sırada kulenin tepesinden Éponine’in kalın sesini duydum:
“Öldün mü?” diyordu neşeyle.
…………………………………………………………..
“Sabret, geliyoruz,” diye yanıtladı Rahip aşırı tiz sesiyle.
Adamakıllı rahatlamış bedenim hâlâ gevşekçe asılıydı, hafif bir gülümsemeyle sallanıyordum.
“Artık,” dedim yavaşça, “merdivenleri tırmanabilirim.”
Yine de hareketsiz duruyordum.
Yavaş yavaş akşam oldu; dışarıda sert bir rüzgâr esiyordu:
Bu anın güçsüzlüğünde açık bir şey vardı ve bunun sürmesini istiyordum.
Daha birkaç yıl öncesine dek ikiz kardeşim de benim gibi köyün diğer genç erkeklerinden farksızdı: Çocukken Éponine sevgisini ondan eksik etmemiş, yıllarca yanından ayrılmamıştı; daha sonra, Éponine açıkça kötü yola düştüğünde, kardeşim sokakta onu gördüğünde tanımazlıktan gelmeye başlamıştı.
Kulenin tepesine giden yolu yarılamıştık. Alacakaranlıkta ölümle arama sadece kardeşimin kolları girmişti.
Ona kötü niyet besliyor olmak beni şaşırttı.
Ama şu an içinde bulunduğum kayma halinden pek de farklı olmayan ölüm düşüncesinin ifade ettiği tek şey, şu konuda kendimden emin olduğumdu: Her şeyden önce Éponine’in isteklerini yerine getirmeliydim.
Acımasız bir kaprise yanıt verebilmek için Rahip’i çağırmaya gittiğimde, Éponine de en az benim kadar sarhoştu; bütün öğleden sonra sevişmiştik, ben kahkahalar atmıştım. Ama şu anda öyle güçsüzdüm ki, kulenin tepesini ve bunun ifade ettiği şeyi düşündükçe bir arzudan çok –dahası, arzu olarak– büyük bir rahatsızlık duyuyordum. Şimdi Rahip’in yüzü ter içindeydi, bakışları bakışlarımı arıyordu. Ağır, yabancı ve soğuk bir niyet taşıyan bakışlardı bunlar.
Düşündüm ki, aksine, Rahip’in cansız bedenini ben kollarımın arasına almalı, onu en tepeye çıkarmalı ve rüzgârın özgürlüğünde, kötü bir tanrıçaya sunarcasına sevgilimin dengesiz ruhuna sunmalıydım. Ama kötü niyetim güçsüzdü: Bir düşteymişçesine benden kurtulmayı başarıyordu; düşüncesizliğe adanmış şen bir yumuşaklıktım.
Kaba saba sabırsızlık çığlıkları işittim (merdivenin tepesinde Éponine’in eğilmiş başını görüyordum). Rahip’in gözlerinin kısıldığını, bakışlarının nefretle dolduğunu gördüm.
Éponine’in küfürleriyle gözlerini açtı: Dostluk yüzünden düştüğü tuzağın farkına o an varmıştı.
“Bütün bu komedi de ne demek oluyor?” diye sordu.
Sesinde düşmanlıktan çok bıkkınlık vardı.
Kasti bir kabalıkla yanıt verdim.
“Yukarıya çıkmaya korkuyor musun?”
Güldü ama sinirlendiği açıktı.
“Çok oluyorsun. Ayakta duramayacak kadar sarhoşsun, yukarı çıkmaya cesareti olmayan ben miyim?”
Onu kızdırmak hoşuma gitmişti.
“Sesin küçük bir kızınki gibi…” dedim.
Duygusuzca tepki veriyordum, ama ilgisizlik beni bir anlamda özgür kılmıştı: Sanki artık kendimi tutamayacak, gülecektim. Bütün gücümle bağırdım:
“Éponine!”
Bağırdığını duydum:
“Gerizekalı!”
Ve daha yakışıksız başka sözler.
Sonra:
“Geliyorum.”
Sinirden kendini kaybetmişti.
“Hayır,” diye yanıt verdim, “biz geliyoruz.”
Yine de kımıldayamadan kaldım. Rahip, merdivene dayalı dizi ve koluyla beni güçlükle tutuyordu: Bugün o ânı anımsamak başımı döndürüyor ama o gün kendimi iyi hissedişimin
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıRahip C.
- Sayfa Sayısı151
- YazarGeorges Bataille
- ISBN9789755708546
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2017
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Dinle Beni ~ Tess Gerritsen
Dinle Beni
Tess Gerritsen
Anneler her şeyi bilir… Ama dinleyen kim? Dedektif Jane Rizzoli ile adli tabip Maura Isles tuhaf bir cinayetle karşı karşıyadırlar. Çok sevilen, kendi halinde...
- Ayrı Yol ~ Andre Gide
Ayrı Yol
Andre Gide
İlk defa olarak, kendi değerimin bilincine varmamdandı bu: Beni ötekilerden ayıran, farklı kılan şey, önemliydi; benden başka hiç kimsenin söylemediği şey, söylemeyeceği şey, benim...
- Çöplük ~ Andy Mulligan
Çöplük
Andy Mulligan
“Bu kitap hem macera hem de bir toplumsal adalet hikâyesi. Okurlar, kitabın sinemasal sonuyla ve kahramanların aldıkları zor kararlarla büyülenecek.” Publishers Weekly dergisi “Çöplük...