Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Putların Alacakaranlığı ya da Çekiçle Felsefe Yapmanın Yolları
Putların Alacakaranlığı ya da Çekiçle Felsefe Yapmanın Yolları

Putların Alacakaranlığı ya da Çekiçle Felsefe Yapmanın Yolları

Friedrich Nietzsche

“Ahlaksal olgu diye bir şey yoktur. Ahlaksal yargı ile dinsel yargının ortak yönü, ikisinin de aslında olmayan gerçekliklere inanmasıdır. Ahlak, belli olayların bir yorumudur,…

“Ahlaksal olgu diye bir şey yoktur. Ahlaksal yargı ile dinsel yargının ortak yönü, ikisinin de aslında olmayan gerçekliklere inanmasıdır. Ahlak, belli olayların bir yorumudur, daha kesin konuşmak gerekirse, yanlış bir yorumdur. Ahlaksal yargı da dinsel yargı gibi, gerçek kavramını, gerçek ile düşsel olanın ayrımını henüz içermeyen bir bilinçsizlik basamağıdır.”

Putların Alacakaranlığı, Nietzsche’nin felsefesinin mikro bir yansımasıdır. Filozofun 1888’de kısa bir sürede yazıp tamamladığı bu eser, Nietzsche’yi tüm düşünce hayatı boyunca meşgul eden meselelerin yoğun bir özeti niteliğini taşır. Aforizmadan denemeye geniş bir ölçeğe yayılan, biçim ve üslup bakımından Böyle Buyurdu Zerdüşt’le benzerlik gösteren Putların Alacakaranlığı’nda Nietzsche, hakikat kabul edilen değişmezlerin, putların sonunu müjdeler. Nietzsche’nin de dediği gibi, “Bu küçük kitap, büyük bir savaş ilanıdır,” doğa, akıl ve ahlaktan bahsederken kendini kutsallaştıran bütün putlara savaş açar.

İÇİNDEKİLER

Önsöz …………………………………………………………………………. 11
Özdeyişler ve Oklar ………………………………………………………. 13
Sokrates’in Sorunu ………………………………………………………… 19
Felsefede “Us” ……………………………………………………………….. 25
“Gerçek Dünya”nın Sonunda Masala Dönüşmesi ……………….. 30
Doğaya Aykırı Olarak Ahlak ……………………………………………. 32
Dört Büyük Yanılgı ………………………………………………………… 38
İnsanlığın “Islahatçıları” ………………………………………………….. 46
Almanlarda Eksik Olan ………………………………………………….. 51
Bir Çağdışının Gezintileri ……………………………………………….. 58
Eskilere Olan Borcum ……………………………………………………. 95
Çekiç Konuşuyor …………………………………………………………. 102

ÖNSÖZ

Kasvetli ve olağanüstü sorumluluk gerektiren bir olayın tam ortasındayken neşeyi koruyabilmek öyle küçümsenecek bir beceri olmasa gerek: Hal böyleyken neşeden daha gerekli ne olabilir ki? Coşkudan payını alamamış hiçbir şey başarıya ulaşamaz. Gücün fazlası, gücün kanıtıdır. –Değerlerin yeniden değerlendirilmesi; bu soru imi öylesine kapkara, öylesine kocamandır ki, gölgeler düşürür koyanın üzerine– yazgı denen bu görev çetin, pek çetin bir ağırbaşlılığı üzerinden atmak için kişiyi güneşe doğru koşmaya zorlar her an. Her araç mubahtır bunun için, her “durum” bir mutluluk. Özellikle de savaş. Savaş, çok içe dönmüş, fazlaca derinleşmiş bütün ruhların büyük bilgeliği olmuştur her zaman; yaralanmada bile sağaltıcı bir güç vardır. Kaynağını bilge meraktan gizlediğim bir özdeyişi nicedir dilime doladım:

Increscunt animi, virescit volnere virtus.

Hatta bazı durumlarda yeğlediğim başka bir sağalmadır putları sorgu sual etmek… Dünyada gerçeklerden fazla putlar vardır: Budur benim “kem gözüm” bu dünya için, dahası budur benim “kem kulağım”… Burada çekiçle sorular sormak ve belki de yanıt olarak şişmiş bağırsaklardan gelen o ünlü içi boş tınıyı duymak –kulaklarının arkasında başka kulakları olan biri için nasıl bir zevktir bu– benim gibi tam da sessiz kalmak isteyenlerin gürlemek zorunda bırakıldığı yaşlı ruhbilimci ve fareli köyün kavalcısı için…

Bu kitap da –başlığın ele verdiği gibi– her şeyden öte bir rahatlamadır, güneşten nasiplenmedir, bir ruhbilimcinin avareliğine doğru bir kaçamaktır. Belki de yeni bir savaş? Ama sakın yeni putların sorgu sual edilmesi olmasın?.. Bu küçük kitap, büyük bir savaş ilanıdır. Putların sorgu sual edilmesine gelince; çağın putları değildir bu defa söz konusu olanlar; sanki diyapazonla dokunurmuşçasına bir çekiçle üzerlerine vurulan ebedî putlardır bunlar – bunlardan daha yaşlı, daha inandırıcı, daha şişirilmiş putlar kesinlikle yoktur… İçleri daha boş olanlar da… Böyle olmaları, onların en iman edilen putlar olmalarını engellemez; zira en önemli durumda, bunların put olmadıkları bile söylenmektedir…

Torino, 30 Eylül 1888

“Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi” adlı eserin ilk cildinin tamamlandığı gün.

Friedrich Wilhelm Nietzsche

Özdeyişler ve Oklar

1 Avareliktir her ruhbilimin başlangıcı. Nasıl? Sakın ruhbilim bir ahlaksal bozukluk olmasın?
2 İçimizdeki en yiğitlerin bile, asıl bildiklerini açıklayacak cesareti gösterdikleri pek nadirdir…
3 Yalnız yaşamak için hayvan ya da Tanrı olmak gerek – böyle söyler Aristoteles. Üçüncü durum eksiktir: İkisi birden olmak gerek – filozof.
4 “Bütün hakikat yalındır.” –Çifte bir yalan değil mi bu?–
5 Şu kesindir ki, birçok şeyi bilmek istemem. – Bilgelik, bilgiye de sınır çizer.
6 İnsan, yabanıl doğası sayesinde en iyi kendi doğadışılığından, kendi tinselliğinden arınır…
7 Nasıl? İnsan salt bir yanılgısı mıdır Tanrı’nın? Yoksa Tanrı mıdır salt bir yanılgısı insanın?–
8 Yaşamın savaş okulundan. – Beni öldürmeyen şey güçlendirir.
9 Kendine yardım edersen herkes sana yardım eder. Hayırseverliğin ilkesi.
10 Kendi davranışları karşısında yüreksiz olmamalıdır insan! Yaptıklarının arkasında durmazlık etmemelidir sonradan! – Vicdan azabı, edebe aykırıdır.
11 Trajik olabilir mi bir eşek? – Ne taşıyabildiği ne de sırtından atabildiği bir yükün altında yok olup gider mi kişi?.. Filozofun durumu.
12 İnsan kendi varoluş nedenini bulunca, neredeyse her nasılla da başa çıkabilir mi acaba? – İnsan mutluluk peşinde koşmaz; yalnızca İngilizler yapar bunu.
13 Erkek kadını yarattı –ne’den acaba? Bir kaburgasından Tanrısının– “ülküsü”nün…
14 Ne? Arıyorsun, öyle mi? Onlarca, yüzlerce mi istiyorsun kendinden? Yandaş mıdır aradığın? –Sıfırları arasana!–
15 Çağı geçmiş insanlar –ben örneğin– zamandaşlara kıyasla daha zor anlaşılabiliyorlar, ama daha çok kulak veriliyor onlara. Daha sert bir ifadeyle: Biz asla anlaşılamayacağız – buradan geliyor yetkemiz…
16 Kadınlar arasında. – “Hakikat mi? Ah, siz hakikati bilmezsiniz! Bizim bütün edep yerlerimize bir saldırı değil midir o?”–
17 Benim sevip sanatçı dediğim, gereksinimlerinde alçakgönüllü olandır: Temelde sadece iki şeydir istediği; ekmeği ve sanatı – panem et circen
18 İstencini nesnelere yüklemeyi bilmeyen, hiç değilse bir anlam yükler ona. Bu da onun nesnede istenç bulunduğuna inanması demektir (“İnanç” ilkesi).
19 Bu da nesi? Siz, erdemi ve kalkık memeleri seçiyorsunuz, bir de tasasızlığın çıkarlarını hasetçe kolluyorsunuz, öyle mi? – Oysa “çıkarlar”dan erdemle vazgeçilir… (Bir Yahudi düşmanının evinin kapısındaki yazı.)
20 Kusursuz kadın, küçük bir günaha yönelir gibi yönelir yazına: Geçerken çevresine bakınır, birisi onu fark etti mi diye ve biri fark etsin diye uğraşır…
21 Düzmece erdemlere izin verilmediği, daha ziyade ip cambazlarının ipten düştüğü, ip üzerinde durduğu –ya da canını kurtardığı– birtakım olaylara karışmak…
22 “Hain insanların şarkıları olmaz.” Peki Rusların şarkıları nasıl var öyleyse?
23 “Alman tini”: On sekiz yıldır bir contradictio in adjecto’ dur.
24 Başlangıçların peşinde koşmaktır insanı yengece çeviren. Tarihçiler hep geriye bakarlar; sonunda inançları da hep geriye doğru olur.
25 Esenlik, soğuk algınlığından bile korur kişiyi. İyi giyindiğinden emin bir kadının üşüttüğü duyulmuş mudur hiç? – Bense kadının üzerinde neredeyse hiçbir şeyin olmadığı durumu kastediyorum.
26 Sistematikçilerin hiçbirine güven duymam ve kaça rım onlardan. Sistem istenci, doğruluk açısından bir kusurdur çünkü.
27 “Kadın derindir,” denir – neden? Çünkü onun özüne hiçbir zaman inilemez de ondan. Sığ bile değildir kadın.
28 Erkeksi erdemleri varsa kadının, o zaman kaçmalıdır ondan; bir de yoksunsa erkeksi erdemlerden, o zaman kendisi kaçar zaten.
29 “Bir zamanlar ne çok ısıracak şeyi vardı vicdanın! Ne de sağlam dişleri! – Peki bugün? Nedir sorun?” – Bir diş hekiminin sorusudur bu.
30 Çok nadirdir bir insanın düşüncesizliğe tek bir kez kapılması. İlk düşüncesizliğinde hep aşırı eylemdedir. İşte bu yüzdendir ki hep ikincisi işlenir hatanın – ama gerektiğinden az şey yapılır artık…
31 Üzerine basılan solucan büzüşür. Budur akıllıca olan. Yeniden ezilme olasılığını azaltmış olur böylelikle. Ahlak dilinde söylersek: tevekkül. –
32 Yalana ve sahte duruşa, aşırı duyarlı bir onur kavramından kaynaklanan kin duyulur; eğer yalan tanrısal bir buyrukla yasaklanmışsa, yüreksizliğe de aynı ölçüde kin duyulur. Yalan söyleyemeyecek kadar yüreksiz…
33 Mutluluk için ne az şey gerekir! Bir tulum nağmesi. – Müziksiz bir yaşam, yanılgı olurdu. Almanlar, Tanrı’nın bile şarkı söylediğine inanır.
34 “On ne peut penser et écrire qu’assis.”1 (G. Flaubert). – Seni bu sözlerle çözdüm, ey nihilist! Kutsal ruha karşı bir günahtır lök gibi oturmak. Sadece yürürken edinilmiş düşüncelerin değeri vardır.
35 Biz ruhbilimcilerin atlara benzediği, huzurlarının kaçtığı durumlar vardır: Kendi gölgemizin karşımızda bir aşağı bir yukarı gidip geldiğini görürüz. Ruhbilimcinin kendini göz ardı etmesi gerekir görmeyi becerebilmesi için.
36 Yoksa biz töretanımazlar erdeme zarar mı vermekteyiz? – Anarşistlerin hükümdarlara verdiği zarar kadar azdır bizimki. Silahlar üzerlerine doğrultulduğundan beri tahtları daha bir sağlamlaşmıştır. Çıkarılacak ders: Silahların
ahlaka doğrultulması gerekir.
37 Koşarak ilerlersin, öyle mi? – Çoban olarak mı yaparsın bunu, yoksa kuraldışı bir iş midir bu? Üçüncü olasılık kaçan olur ancak… Birinci ahlak sorusu.
38 Gerçek misin sen? Yoksa sadece bir oyuncu mu? Bir temsilci mi? Yoksa kendisi mi temsil edilenin? – Sonuç olarak düpedüz sahte bir oyuncusun… İkinci ahlak sorusu.
39 Düş kırıklığına uğramışın sözü. – Büyük insanlardı aradığım, ama bulduklarım hep onların ülküsünün maymunları oldu.
40 Sen durup bakan mısın? Yoksa işe koyulan mı? Ya da başını çeviren, kenara çekilen… Üçüncü ahlak sorusu.
41 Birlikte gitmek mi istersin? Yoksa önden mi gitmek? Ya da tek başına mı gitmek?.. Ne istediğini ve istemiş olduğunu bilmelidir kişi. – Dördüncü vicdan sorusu.
42 Bunlar benim için basamaklardı, onlara basarak yükseldim – yükselmem için onları aşmam gerekiyordu. Oysa üzerlerinde dinlenmek istediğimi sandılar…
43 Benim haklı olmam neye yarar ki! Fazlasıyla haklı çıktım. – Ve bugün iyi gülen, son gülen olacaktır.
44 Mutluluk formülüm: Bir “evet”, bir “hayır”, düz bir çizgi, bir hedef…

Sokrates’in Sorunu

1 Bütün çağlarda en bilge kişiler yaşam hakkında aynı yargıya varmışlardır: işe yaramaz… Her zaman ve her yerde ağızlarından aynı seda duyulmuştur – kuşku dolu, melankoli dolu, yaşama karşı bıkkınlık ve tepki dolu bir seda. Sokrates bile ölürken şöyle demişti: “Yaşamak, uzun bir hastalık demektir: Kurtarıcı Asklepios’a bir horoz borcum var.” Sokrates’in bile canına tak etmiştir. – Neyi kanıtlar bu? Neye işaret eder? – Eskiden olsa şöyle denebilirdi: (– Ah, söylediler de, hem de yeterince yüksek sesle; üstelik bizim kötümserler herkesten önce söyledi!): “Bunda mutlaka bir gerçek payı olmalı! Consensus sapientium,  hakikati kanıtlar.” Biz bugün hâlâ bunu söyler miyiz? Buna iznimiz var mı? “Bu işte mutlaka bir terslik olmalı!” diye yanıtlarız: O tüm çağların bilgelerine önce yakından bakmak gerekir! Acaba tümünün ayakları yere artık sağlam basmıyor muydu? Son demleri miydi? Güçleri mi kalmamıştı? Yozlaşmış mıydılar? Yoksa bilgelik, yeryüzünde ufacık bir leş kokusuna tav olan bir karga gibi mi belirdi?..

2 Büyük bilginlerin çökmeye mahkûm tipler olduklarına dair saygısızca yargım, ilk kez sizin öğrenilmiş ve öğrenilmemiş önyargıya en güçlü biçimde karşı koyduğunuz bir olayda ortaya çıkmıştı: Sokrates’in ve Platon’un çöküşün belirtileri, Grek çözülüşünün aracıları, sahte Grek ve Grek düşmanı olduklarını fark etmiştim (Tragedyanın Doğuşu, 1872). Söz konusu consensus sapienitum –ki bunu gitgide daha iyi kavrıyordum– üzerinde görüş birliğine vardıkları konularda haklı olduklarını hiç mi hiç kanıtlamaz: Bu daha çok, o en bilge insanların yaşama benzer olumsuzlukla bakabilmek için –illa böyle bakmak için– fizyolojik açıdan bir şekilde uyum içinde olduklarını kanıtlar. İster yaşamdan yana ister yaşama karşı olsunlar, yargılar ve değer yargıları, nihayetinde asla doğru olamazlar: Bunların yalnızca belirtiler olarak değerleri vardır, ancak belirtiler olarak dikkate alınabilirler – aslına bakılırsa bu tür yargılara varmak aptallıktır. İşe girişip yaşamın bu şaşırtıcı finesse’ini1 , paha biçilemez değerini kavramaya çalışmalıdır. Yaşayan biri bunu yapamaz; çünkü böyle biri taraftır, dahası yargıç değil, tartışmanın parçasıdır; başka bir nedenden dolayı bir ölü de yapamaz bunu. – Bir filozof açısından yaşamın değerinde bir sorun görmek, kendine karşı bir hak arama, bilgeliğine yönelik bir soru imi, bilgisizlik olur. – Ne? Peki bütün o büyük bilgeler sadece décadent2 değiller miydi, dahası bilge bile de mi değillerdi? – Neyse, ben yine Sokrates’in sorununa döneyim.

3 Sokrates köken olarak toplumun en alt kademesinden biriydi: Sokrates aşağı tabakadandı. Ne kadar çirkin biri olduğu bilinir, bugün hâlâ görülebilir. Aslında bir gerekçe olan çirkinlik, Greklerde neredeyse bir çürütmedir. Sahi, Grek miydi Sokrates? Çirkinlik çoğu zaman melezliğin, melezliğin ket vurduğu bir gelişmenin ifadesidir. Diğer bir bakış açısına göre bozulmuş bir gelişme olarak değerlendirilir. Suçbilim uzmanları arasında yer alan insanbilimciler, tipik suçlunun çirkin olduğunu söylerler: “Monstrum in fronte, monstrum in animo.”1 Oysa suçlu, bir décadent’dır. Sokrates tipik bir suçlu muydu? Bu görüş, hiç değilse ünlü bir fizyonomun –Sokrates’in dostlarının çok itici bulduğu– düşünceleriyle çelişmiyor. Yüz okuyan bir yabancı Atina’da dolaşırken, Sokrates’in yüzüne, onun bir monstrum olduğunu, bütün kötülükleri ve kötücül ihtirasları içinde barındırdığını söyler. Sokrates yalnızca şöyle bir yanıt verir: “Beni tanıyorsunuz, bayım.” –

4 Sokrates’te décadence’ı2 gösteren, ona atfedilen içgüdülerinin vahşiliği ve kargaşası değildir yalnızca: Onun belirleyici özellikleri olan mantıksalın süperfetasyonu3 ve o keskin garez de buna işaret eder. Dinde “Sokrates’in cinleri” olarak yorumlanan duyusal halüsinasyonları da unutmayalım. Onun her şeyi abartılmıştır, gülünçtür, karikatürleştirilmiştir, aynı zamanda saklanmıştır, yeraltına aittir, gizlidir. – “Us=erdem=mutluluk” denen şu Sokrates’çi denkliğin hangi kişisel özellikten kaynaklandığını kavramaya çalışıyorum: Özellikle eski Helenlerin tüm içgüdülerine zıt, mümkün olabilecek en tuhaf denklemdir bu.

5 Grek beğenisi, Sokrates’le birlikte diyalektikten yana bir değişime uğrar: Gerçekte ne olup bitmektedir burada? Bu durumda her şeyden önce seçkin bir beğeni yenilgiye uğramıştır; ayaktakımı diyalektikle en tepeye çıkmıştır. Sokrates’ten önce iyi çevrelerde diyalektik tarz yadsınırdı: Küçük düşürücü kötü bir davranış olarak kabul edilirdi. Gençlik buna karşı uyarılmıştı. Kişinin kendi gerekçelerini açıklaması da güvensizlikle karşılanırdı. Şerefli şeyler, tıpkı şerefli insanlar gibi gerekçelerini öyle uluorta ortaya koymazdı. Beş parmağın beşini de göstermek ayıptır. Kendini önce kanıtlamak zorunda olanın değeri de azdır. Yetkenin hâlâ iyi bir gelenek kabul edildiği, kişinin gerekçelendirmeyip yalnızca buyurduğu her yerde diyalektikçi, bir tür soytarıdır: Ona gülerler, ciddiye almazlar onu. – Sokrates, kendini ciddiye aldıran bir soytarıydı: Sahi, gerçekte olup biten neydi burada?–

6 Diyalektik ancak başka bir araca sahip olunmadığında seçilir. Çünkü kişi onunla güvensizlik uyandırdığını, diyalektiğin pek ikna edici olmadığını bilir. Bir diyalektikçi etkisinden daha çabuk silinebilen başka bir şey yoktur: Konuşma yapılan her toplantıda edinilen deneyimler bunu kanıtlar. Diyalektik, ancak başka silahı kalmamış birinin elindeki acil durum silahı olabilir. Kişi, haklarını zorla almaya itilmiş olmalıdır: Yoksa çoğu zaman diyalektiğe başvurulmaz. Yahudiler işte bu yüzden diyalektikçiydi; Reineke Fuchs, diyalektikçiydi: Yoksa? Sokrates de mi öyleydi?–

7 Sokrates’in ironisi bir isyan ifadesi miydi? Alt tabakanın kuyruk acısının? Ezilmiş biri olarak o, kıyaslamanın bıçak darbesiyle kendi canavarlığının tadını mı çıkarıyordu? Büyülediği aristokratlardan öç mü alıyordu? – Diyalektikçinin elinde acımasız bir araç vardır; o araçla bir zalim olunabilir; zafer kazanarak karşıdaki küçük düşürülebilir. Diyalektikçi, kendisinin bir sersem olmadığını kanıtlama işini muhalifine bırakır: Onu hem öfkelendirir hem de çaresiz kılar. Diyalektikçi, rakibinin zekâsını zayıf düşürür. – Nasıl? Sokrates için diyalektik, yalnızca bir öç alma yöntemi midir?

8 Sokrates’in hangi hareketiyle itici olabildiği konusunda imada bulundum. Açıklanması gereken asıl nokta, onun büyülediğidir. – Onun büyüleyici taraflarından biri, hem yeni tür bir agon1 keşfetmesi hem de Atina’nın aristokrat çevrelerinde bu müsabakanın ilk eskrim ustası olmasıdır. Helenleri agonal dürtülerini harekete geçirerek büyüledi – genç adamlar ve delikanlılar arasında düzenlenen güreş müsabakalarına farklı bir tarz kazandırdı. Sokrates aynı zamanda erotisistti.

9 Ancak Sokrates daha fazlasını çözdü. Atinalı aristokratların ötesini gördü: Kendi durumunun, kendi tuhaflığının hiç de sıra dışı bir durum olmadığını anladı. Aynı yozlaşma tarzı her yere yerleşmek için sessiz sedasız hazırlığını yapıyordu: Eski Atina sona doğru gidiyordu. – Ve Sokrates bütün dünyanın ona muhtaç olduğunu anladı – onun yöntemlerine, sağaltmasına, canını korumadaki kişisel becerisine muhtaçtı dünya… İçgüdüler her yerde çığırından çıkmıştı; taşkınlığa her alanda birkaç adım kalmıştı: Monstrum in animo genel tehlikeydi. “Güdüler zorbalık peşinde; daha güçlü bir karşı zorba yaratmak gerek…” Söz konusu fizyonom, Sokrates’in kimliğini, bir kötücül ihtiraslar ini olduğunu ifşa ettiğinde, büyük ironi ustası olayın kontrolünü tek bir sözle ele geçirdi: “Bu doğrudur,” dedi, “ama ben hepsinin efendisi oldum.” – Sokrates kendinin efendisi mi olmuştu? – Onun durumu aslında o çağlarda evrensel bir sıkıntı olmaya başlayan şeyin en uç, göze en batan haliydi: Kimse artık kendinin efendisi değildi, içgüdüleri birbirlerine karşı yönelmişti. Sokrates, olağandışı durumuyla büyülüyor, ürkütücü çirkinliği her gözde ifade bulunuyordu: Kendiliğinden de anlaşılacağı gibi, büyülüyordu Sokrates, yanıttan ve çözümden daha güçlü olarak, bu durumun görünürdeki sağaltımı olarak büyülüyordu.

10 Ustan, Sokrates’in yaptığı gibi, bir zorba yaratma gereksinimi doğduğunda, zorbalık yapacak başka bir şeyin olabileceği tehlikesi az olmasa gerek. O dönemde ussallığa kurtarıcı gözüyle bakılırdı; ne Sokrates ne de onun “hastaları” diledikleri zaman ussal olma özgürlüğüne sahipti – durum de rigueur’dü1 ve onların son kozuydu. Tüm Grek düşüncesinin usa yönelmedeki aşırılığı, acil bir duruma işarettir: Tehlikedeydiler ve yalnızca tek seçenekleri vardı: ya tükenmek ya da absürd ussal olmak… Platon’dan sonraki Grek filozofların ahlakçılığı hastalıklı bir zemine oturur: Benzer şekilde diyalektik anlayışları da. “Us=erdem=mutluluk” denkleminin anlamı yalnızca şudur: Sokrates’in izinden gidilmeli ve karanlık ihtiraslara karşı süreğen bir gün ışığı üretilmelidir – usun gün ışığı. Her ne pahasına olursa olsun zeki, duru olunmalıdır: İçgüdülere, bilinçaltına verilen her ödün, kişiyi aşağıya çekecektir…

11 Sokrates’in insanları neyle büyülediğini ima etmiştim: İnsanlara bir hekim, bir kurtarıcı gibi görünürdü. Onun “ne pahasına olursa olsun ussallık” inancındaki yanılgısını da göstermenin bilmem gereği var mı? – Savaş açtıkları décadence’tan kendilerini bu yolla kurtaracaklarını sanmak, filozofların ve ahlakçıların yanılgısıdır. Oysa décadence’tan çıkmak, onların gücünü aşar: Onların araç ya da kurtuluş olarak seçtikleri şeyler, yine bir décadence ifadesidir – onun anlatımını değiştirirler ama kendisini ortadan kaldıramazlar. Sokrates bir yanılgıydı: tüm iyileştirme ahlakı, Hıristiyanlarınki dahil, bir yanılgıydı… En keskin gün ışığı, ne pahasına olursa olsun ussallık, aydınlık, soğuk, dikkatli, bilinçli, içgüdülere karşı koyan içgüdüsüz yaşamanın kendisi bile bir hastalıktı yalnızca, başka bir hastalıktı – ve asla “erdem”e, “esenlik”e, mutluluğa dönüş yolu değildi… İçgüdülere karşı savaşmak zorunda olmak – décadence formülü budur: Yaşam, terfi ettiği sürece mutluluk, içgüdü demektir. –

12 O kendini kandıranların en kurnazı olan kendisi de anlamış mıydı bunu? Ölüm karşısında gösterdiği cesaretin bilgeliğiyle son kez kendine söyledi mi bunu?.. Ölmek isteyen Sokrates’ti – Atina değildi, kendine zehir kadehini veren kendiydi, oydu Atina’yı zehir kadehindekilerini içmeye zorlayan… “Sokrates hekim değildi,” dedi usulca kendi kendine: “Burada tek hekim ölümdür… Sokrates’in kendisi uzun süredir hastaydı yalnızca…”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Düşünce-Genel Felsefe
  • Kitap AdıPutların Alacakaranlığı ya da Çekiçle Felsefe Yapmanın Yolları
  • Sayfa Sayısı112
  • YazarFriedrich Nietzsche
  • ISBN9789750725777
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Böyle Buyurdu Zerdüşt ~ Friedrich NietzscheBöyle Buyurdu Zerdüşt

    Böyle Buyurdu Zerdüşt

    Friedrich Nietzsche

    Otuz yaşındayken yurdunu ve yurdunun gölünü ardına bırakarak dağa çekildi Zerdüşt. Dağda on yıl zaman zarfında, bıkmadan, usanmadan hep ruhunu dinledi… Ve sonunda içinde,...

  2. Neden Bu Kadar Akıllıyım? ~ Friedrich NietzscheNeden Bu Kadar Akıllıyım?

    Neden Bu Kadar Akıllıyım?

    Friedrich Nietzsche

    Neden Bu Kadar Akıllıyım?, Alman filozof Friedrich Nietzsche’nin otobiyografik nitelikte kurguladığı Ecce Homo’dan bir kesittir. Nietzsche’nin Ekim 1888’den buhran geçirdiği Aralık 1889’a dek üzerinde...

  3. Böyle Buyurdu Zerdüşt ~ Friedrich NietzscheBöyle Buyurdu Zerdüşt

    Böyle Buyurdu Zerdüşt

    Friedrich Nietzsche

    Friedrich Nietzsche’nin 1883-1885 yılları arasında kaleme aldığı Böyle Buyurdu Zerdüşt, filozofun en bilinen eseridir. Nietzsche’nin, yazılmış en derin eser olarak tanımlamaktan hoşlandığı bu kitap,...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur