Talat Parman’ın yönetiminde hazırlanan bu sayı kıskançlık ve haset konusunu ele alıyor. Birbiriyle ilişkili olan ve karıştırılan bu iki kavram psikanalizin kuruluşundan beri ilgi gösterdiği başlıca kavramlardan. Yazarlar konuyu kardeş kıskançlığı, babanın oğluna olan hasedi, arkadaşlık ilişkilerindeki kıskançlık gibi çok çeşitli veçheleriyle ele alıyor. Bu sayıda psikanalitik roman analizleri de her zamankinden çok yer kaplıyor. Söz gelimi Yavuz Erten’in yazısı tamamen Nahit Sırrı Örik’in Kıskanmak romanına ayrılmış. Kerime Camadan’ın yazısında Musil’in ilk romanı Genç Törless inceleniyor. Bernateau ise Proust romanlarını aşk ve kıskançlık nesnesi bağlamında irdeliyor.
Haset konusunu ilk kez kendi kavramlaştırdığı ve büyük tartışma yaratan “penis hasedi” çerçevesinde ele alan Sigmund Freud’un da bir yazısı var.
Sigmund Freud
Kıskançlık, Paranoya ve Eşcinsellikte Bazı Nevrotik Düzenekler
Talat Parman
Freud ve Lacan’da Kıskançlık ve Haset
Daniel Marcelli
Çocuklarda Kıskançlık ve Haset: Söylence mi, Gerçek mi?
Bianca Lechevalier
Çocuk ve Annebabanın Psikanalitik Tedavi Sürecinde Kıskançlık veya Haset
Alper Şahin
Baba’nın Hasedi
Bernard Penot
Evlat Edinme Kökene Tuzak Kurduğunda
Pınar Kanlıkılıçer
Yakan, Yok Eden, Parçalayan Duygular
Yasemin Cengiz
Haset Kavramı ve Yorumlanma Farklılıkları
Ayla Yazıcı
Kıskançlık ve Hasedin Sınadığı Arkadaşlık
Meltem Narter
Ayna Ayna Sen de Kimsin? Sosyal Psikoloji Açısından Ergenlik Krizi, Kıskançlık ve Haset
Kerime Camadan
Baharın Buhranlı Uyanışı
Yavuz Erten
Nahid Sırrı Örik’in Kıskanmak Romanı Üzerine
Isée Bernateau
Proustçu Kıskançlık ya da Aşk Nesnesini Bütünüyle Ele Geçirme Düşlemi
İçindekiler
7 • Gerekçe Yayın Kurulu
9 • Önsöz Talat Parman
17 • Kıskançlık, Paranoya veEşcinsellikte Bazı Nevrotik Düzenekler
Sigmund Freud
27 • Freud ve Lacan’da Kıskançlık ve Haset Talat Parman
49 • Çocuklarda Kıskançlık ve Haset: Söylence mi, Gerçek mi?
Daniel Marcelli
67 • Çocuk ve Annebabanın Psikanalitik Tedavi Sürecinde
Kıskançlık veya Haset Bianca Lechevalier
81 • Baba’nın Hasedi Alper Şahin
93 • Evlat Edinme Kökene Tuzak Kurduğunda Bernard Penot
103 • Yakan, Yok Eden, Parçalayan Duygular Pınar Kanlıkılıçer
119 • Haset Kavramı ve Yorumlanma Farklılıkları Yasemin Cengiz
133 • Kıskançlık ve Hasedin Sınadığı Arkadaşlık Ayla Yazıcı
143 • Ayna Ayna Sen de Kimsin? Sosyal Psikoloji Açısından Ergenlik
Krizi, Kıskançlık ve Haset Meltem Narter
165 • Baharın Buhranlı Uyanışı Kerime Camadan
175 • Nahid Sırrı Örik’in Kıskanmak Romanı Üzerine Yavuz Erten
187 • Proustçu Kıskançlık ya da Aşk Nesnesine Bütünüyle Sahip
Olma Düşlemi Isée Bernateau
199 • Katkıda Bulunanlar
Önsöz
Kıskançlık ve Haset başlıklı kitabın ilk yazısı psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un 1922 tarihinde ilk kez Uluslararası Psikanaliz Dergisi’nde (Internationale Zeitschrift für Psychoanalyse) yayımlanmış olan “Kıskançlık, paranoya ve eşcinsellikte bazı nevrotik düzenekler” metnidir. Onun en önemli biyograflarından olan Ernest Jones’a göre Freud bu yazıdan 1921 yılı sonbaharında Komiteyle birlikte Kuzey Almanya’daki Harz bölgesinde yaptıkları bir yolculuk sırasında söz etmiştir. Şöyle der Jones: “… bu yazıyı hepimiz biliyoruz çünkü bir yıl sonra yayımlandı. Freud bir önceki yılın Ocak ayında paranoyak kıskançlığı oluşturan düzeneği ‘kökenine kadar’ anlayacak derin bilgiye aniden kavuştuğunu açıklamıştı.”1 Sigmund Freud üç bölümden oluşan bu metninde kıskançlık, paranoya ve eşcinsellik konularında daha önce geliştirmiş olduğu görüşlerinden yola çıkarak kliniğe dayanan yeni kuramsal önermelerde de bulunur. Sigmund Freud’un bu önemli metnini Fransızcaya çeviren ilk kişinin Jacques Lacan olduğunu ve çevirinin 1932’de Fransız Psikanaliz Dergisi’nde2 yayımlanmış olduğunu da belirtmek gerekir. Bu arada Lacan’ın aynı yıl tıp doktorluğu tezini paranoyak psikoz üzerinde yapmış olduğunu da eklemeliyim. İkinci yazı bana ait. “Freud ve Lacan’da Kıskançlık ve Haset” başlıklı yazımda önce her zaman olduğu gibi konumuz olan kıskançlık ve haset sözcükleri üzerine birçok dilde kökenbilimsel bir araştırma yaptım. Daha sonra Sigmund Freud’un yapıtında hasede verdiği yere değindim ve bunu elbette üzerinde hayli fırtına kopmuş olan “penis hasedi” bağlamında ele alarak yaptım. Kıskançlığa gelince, psikanalizin kurucusunun yapıtında ağırlıklı olanın kardeş kıskançlığı olduğundan yola çıkarak Jacques Lacan’ın “müdahale karmaşası”, Gérard Haddad’ın “Kabil karmaşası” önermelerine değiniyor ve insan ruhsallığının oluşumunu yalnızca Oidipal karmaşa odağında tanımlamanın yeterli olmayabileceğini, yapılandırıcı bir “Kardeş Karmaşası”nı da tartışmaya açmanın önemini vurguluyorum. Üçüncü yazıyı Fransız çocuk ve ergen psikiyatrisi profesörü Daniel Marcelli yazdı. Marcelli çocuk ve ergenlerde kıskançlık ve haset konusunun gerçekliğini sorguladığı hayli kapsamlı bu yazısında önce Melanie Klein’ın psikanalitik kuramın dönüm noktalarından birini oluşturan Haset ve Şükran kitabını ele alıyor. Daha sonra Sigmund Freud’un “penis hasedi” kavramıyla çocukların herkesin bedenlerinin aynı olmadığını fark etmesine vurgu yaptığını ancak her hasedin temelinde de arzu olduğunun bir gerçek olduğunu belirtiyor. Marcelli daha sonra kardeş kıskançlığı konusuna dinsel kaynaklara da gönderme yaparak değiniyor ancak kardeşlik bağının yalnızca kıskançlığa indirgenemeyeceğini, paylaşımın ve farklılığın kabullenilmesinin de önemli bileşenler olduğunu belirtiyor. Marcelli’ye göre kardeşlik ilişkileri iki farklı şekilde açıkça patolojik bir hal alabilir: Fiziksel veya psikolojik şiddet ve ensest nitelikli ilişkiler. Şiddetin, kardeş ilişkilerinde ensestüel işleyişin baskın olduğu ailelerde çok daha sık olduğu belirten Daniel Marcelli, aile içi kardeşlik ilişkileri ele alınırken özellikle annebabanın kıskançlık düşleminin üzerinde pek durulmamış olmasının yarattığı eksikliği de bu önemli yazısında sorguluyor. Türkiye asıllı Fransız çocuk ergen ve erişkin psikanalisti Bianca Lechevalier bu kitabın dördüncü yazısını kaleme aldı. Lechevalier yazısında çocuk ve annebabayla birlikte yapılan psikanalitik çalışmalarda ortaya çıkan kıskançlık ve haset hareketlerini ele alıyor. Ona göre haset iki kişi arasındaki ilişkide oluşur ve anne ile kurulan birincil ilişkideki yıkıcılık ve hayranlığın eşleştiği derin düzeneklere bağlıdır. Lechevalier kıskançlığın ise üç kişinin içinde olduğu nevrotik bir ilişkide ortaya çıktığına, o nedenle rekabetin söz konusu olduğuna ve sıklıkla dölsellikle (genital) ilgili ve Oidipal sorunsalla bağlantılı oluşuna vurgu yapıyor. Bianca Lechevalier hayli uzun zamandır sürdürdüğü çocuk-annebaba psikanalizi çalışmalarından kaynaklanan zengin deneyimiyle bu çalışmanın özellikle annedeki hasedin kuşaklararası köklerinin daha iyi bir şekilde anlaşılmasını olası kıldığını belirtiyor. Lechevalier yazısının ikinci bölümünde klinik örnekler verirken, annebabalardaki haset ve kıskançlık, tedavinin oluşturulmasına daha başından engel olabilir diyor. Ayrıca tedavinin sürdürülebilmesinde çocuk veya ergenin içinde yaşadığı dış zarfın yeterince güven verici olması gerektiğini de belirtiyor. Yazısının sonunda ise analitik tedaviler sırasında çocuk veya ergenin şükranını dile getirmesinin çok ender olduğunu belirten Lechevalier “burada çözümlenmemiş bir haset mi yoksa ifade etme utangaçlığı mı vardır” diye soruyor ve annebabaların tedavi sırasındaki şükranlarını, sıklıkla tedavinin gerçekleştiği kurumun bir üyesine doğru yer değiştirdiği saptamasını yapıyor. İstanbul Psikanaliz Derneği üyesi psikanalist Alper Şahin ise “Baba’nın Hasedi” başlıklı yazısında babaların çocuklarını öldürmesi konusunu Dede Korkut Oğuznameleri’nden Dirse Han oğlu Boğaç Han’ın öyküsünden yola çıkarak ele alıyor. Şahin de bu kitapta yer alan birçok yazıda yapıldığı gibi Melanie Klein’ın Haset ve Şükran kitabına gönderme yapıyor ancak bunu Klein’ın haset kavramının özünde derin bir yoksunluğu ve ona bağlı olarak güçlü bir yıkıcılığı tanımlamasını vurgulamak için yapıyor. Kleincı “… bu yıkıcılık kişinin sahip olamadığı her şeyin yok olmasını arzulamasıyla ilgilidir” diyor. Alper Şahin daha sonra Sigmund Freud’un ilk kez Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme başlıklı kitabında yer verdiği gaddarlık dürtüsünden söz ediyor. Freud daha sonra “Benlik ve Altbenlik” metninde bu kavramı, erotik unsurların dengeleyemediği yıkıcılığın ve saldırganlığın bir ifadesi olarak ele alır, yani gaddarlık libidonun bağlayamadığı ölüm dürtüsünden arta kalanların ifadesi olur. Fransız psikanalist ve araştırmacı Florian Houssier’nin çocuklarını öldüren babalar üzerine yaptığı çalışmaları ele alan Şahin, baba ruhsallığındaki şiddetin çeşitli yönleri üzerinde durulurken öncelikli olarak Oidipus karmaşasının yarattığı rekabetin baba olan erkekte oluşturduğu narsisistik yaralanma ve bunun ruhsal çiftecinsellikle ilgisinin ön plana çıkarılmış olmasına dikkat çekiyor. Ancak babaların Oidipus öncesi döneme ait ruhsal gerilemeleri ile ilgili bulgulardan pek söz edilmemektedir. Baba olma durumundaki erkeğin, bebekliğinde sütten kesilme ile kaybettiği memeyi eşi aracılığıyla bulmasının geçmişte travmatik olarak deneyimlenen ve bilinçdışında kayıtlı olan memeden ayrılma sürecinin “eylemler” aracılığıyla hızla kendini göstermeye eğiliminde olduğunu belirtiyor. O nedenle burada şiddet olarak yansıyan unsurun altında yatanın, babanın bebeğe duyduğu haset (memeyi bir kez daha kaybetmek) olduğu ortaya çıkıyor. Paris Psikanaliz Kurumu üyesi psikiyatr-psikanalist Bernard Penot da annebaba konusunu evlat edinme sorunu çerçevesinde ele alıyor. Penot çok sık değinilmeyen bu konuyu “Evlat edinme kökene tuzak kurduğunda” başlıklı yazısında uzun yıllar yönettiği bir ergen psikiyatrisi gündüz hastanesi olan Paris’teki CEREP Montsouris’deki deneyiminden yola çıkarak klinik örnekler vererek inceliyor. Evlat edinen kimi annebabaların çocuklarının varsayımsal biyolojik annebabaları hakkında canlandırdıkları kötücül düşlemlerin duyulmasını istediklerini belirten ve bu düşüncelerin çocuklar üzerindeki olası olumsuz etkilerini sorgulayan Bernard Penot bunların “çocuk tarafından bir saldırı olarak deneyimlenebileceğini” vurguluyor. Öte yandan Penot’nun evlat edinme olgusu olan ailelerle olan deneyimi ona “annebabaya ait bunlar gibi savunmacı imgesel oluşumlar bilinçdışında kaldığında, genç bireyin narsisistik dayanakları üzerindeki “zehirleyici” etkisi daha da büyük olacaktır” saptamasını yapmaya da götürüyor. Bernard Penot yazısını “Herhangi bir evlat edinme sürecindeki sorun, evlat edinen ve edinilenlerin kökenlerine dair –büyük olasılıkla birbirinden ayrık duran– tüm verileri iyi ifade eden bir süreç dolayımıyla yeni bir annebaba-soy zinciri oluşturmayı başarmak değil midir?” sorusuyla bitiriyor. İstanbul Psikanaliz Derneği üyesi psikanalist Pınar Kanlıkılıçer de “Yakan, yok eden, parçalayan duygular” başlıklı yazısında kıskançlık ve hasedi önce Melanie Klein ve André Green’e sonra da özellikle İngiliz feminist psikanalist Juliet Mitchell’in kuramına gönderme yaparak ele alıyor. Mitchell’in Kardeşler kitabından yola çıkan Kanlıkılıçer, Mitchell’in kardeşlik ilişkisinde aşk ile ölümün çok ince bir çizgiyle ayrıldığını ve yeni bir kardeşin gelişinin, önceki çocukta bir kimlik krizini tetiklediğini öne sürdüğünü belirtiyor. Onun adlandırmasıyla “Biricik olmama travması” temelinde “kardeşle olan rekabetin içinde annebaba sevgisini kaybetme korkusundan kaynaklanmaz, tersine çocuğun tüm kimliğini kaybetme korkusunu içerir.” O nedenle kardeşi doğan çocuğun “… ilk tepkisi rekabet ya da kıskançlık değil, öldürme arzusudur.” Pınar Kanlıkılıçer yazısında daha sonra iki örnek veriyor. Bunlardan birincisi bir kardeş kavgası romanı olan William Golding’in 1954 tarihli Sineklerin Tanrısı’dır. Sineklerin Tanrısı bir grup çocuğun sınırları olmayan ve kapsanmadıkları bir dünyada kendi kıskançlık, haset ve yıkıcılık dürtüleriyle kendi kendilerini yok edişlerini anlatmaktadır. Kanlıkılıçer’in verdiği ikinci örnek ise M. Klein’ın Erna olgusudur. Tek çocuk olan Erna kardeşlerinin dünyaya gelmesiyle ilgili düşlemlerle meşguldür. Klein bu olgu hakkında “Bu ve diğer çocukların benzer düşlemlerine bakılırsa, diğer çocuklara göre ailede tek olan çocukların her zaman bekledikleri kız ve erkek kardeşler ile ilgili daha çok kaygı duydukları ve kardeşlerin anne karnındaki hayali varlıklarına karşı bilinçdışı saldırgan dürtülerinden dolayı daha yoğun suçluluk duygusu hissettikleri gözlemlenir” diye yazmıştır. Pınar Kanlıkılıçer kardeş kıskançlığı veya hasedinin aslında insan oluşla ilgili bir temel unsura gönderme yaptığını ve psikanalizin de bireyin kendi yaşamı ve gelişimiyle en ilgili olanı yaşayabilmesinin ve bir katılımcının yardımıyla bunun ne anlama geldiğini yavaşça dile getirip anlamasının bir yolu olarak ortaya çıktığını belirtiyor. Psike İstanbul derneği üyesi psikanalist Yasemin Cengiz, “Haset kavramı ve yorumlanma farklılıkları” başlıklı yazısında haset kavramının psikanaliz tarihindeki gelişimini özetliyor. Sigmund Freud, Karl Abraham ve Melanie Klein ve Donald Winnicott Cengiz’in görüşlerine yer verdiği psikanalistlerdir. Ona göre haset kavramı tarihsel süreç boyunca hayli değişmiş ve bütün bu psikanalistlerin aralarındaki kuramsal farkları en belirgin bir biçimde ortaya koyan kavramlardan bir olmuştur. Örneğin Winnicott ölüm dürtüsünü reddetmesi nedeniyle haset konusunda Freud ve Klein’dan ayrı düşmüştür. Ayrıca Klein sonrası analistlerin de bu konudaki görüşleri farklı olmuştur. Wilfred Bion hasedin iki kişi arasındaki bağa yönelik olduğunu söylemiş, hasedin kökeni olarak bünyeselliği savunmuş, anneyle uyumun önemine değinmiş ayrıca bebeğin mizacına bağlı olarak haset ve yıkıcılığın şiddetlenebileceğini de ifade etmiştir. Yasemin Cengiz yazısının ikinci bölümünde seans sırasında ortaya çıkan haset ve yıkıcılığa değiniyor. Burada elbette sorun analitik çalışmada hasedin nasıl yorumlanacağı ya da yorumlanıp yorumlanmayacağıdır. Klein’ın haset ve rekabet duygularının aktarımda ortaya çıkmasının çok acılı ve zor bir deneyim olduğunu, bu çatışmaların analizin derinlemesine çalışılmasının hastanın bütünleşmesine en önemli katkıyı sağlayacağını söylemiş olduğunu aktaran Cengiz, Klein’ın analiz süresince ortaya çıkan haset ve yıkıcı itkilerle bağlantılı kaygı ve savunmaların tekrar tekrar analiziyle bütünleşme yolunda ilerleme sağlanacağını söylediğini ve bu nedenle yorumlanmasının önemli olduğuna işaret ettiğini de belirtiyor. “Kıskançlık ve hasedin sınadığı arkadaşlık” başlıklı yazısı ile Psike İstanbul üyesi psikiyatr ve psikanalist Ayla Yazıcı psikanaliz yazınının çok da yer vermediği bir konuyu mercek altına alıyor. Yazının başında aşk ve arkadaşlığı karşılaştırırken arkadaşlığın erotik olmayan sevgi yönüne, karşılıklı saygı içermesine, daha entelektüel ama daha az duygusal oluşuna ve elbette karşılıklılığına gönderme yapıyor. Yazıcı, daha sonra arkadaşlığın bireysel gelişimin çeşitli yaş dönemlerinde geçirdiği evrimi de Klein, ama özellikle Winnicott’un yaklaşımlarına yer vererek açıklıyor. Ayla Yazıcı klinik bir olgudan ve de edebiyattan verdiği örneklerle (E. Ferrante, Napoli Hikâyeleri) zenginleştirdiği metnini Fransız psikanalist Fr. Richard’ın “Arkadaş aynı zamanda hem narsisizmin çıkmazını hem de ötekiliğe girişi temsil eder” sözleriyle sonlandırıyor. Sosyal psikolog Meltem Narter de “Ayna Ayna Sen de Kimsin?” başlıklı yazısında sosyal psikoloji açısından ergenlik krizi, kıskançlık ve haset konularını ele alıyor. Narter sosyal psikolojinin çalışma alanını belirlerken Durkeim’ın öznel ve kolektif temsiller ayırımına dikkat çekiyor. Ona göre “sosyal psikoloji insanın çok özel, karmaşık ve narin olan sosyal davranışıyla ilgilenir. Grupların ve bireylerin sosyal gerçekliklerini yaratan, farklılıklarını ve bağlılıklarını belirleyen ve birbirlerini kontrol eden sosyal özneler bu davranışın yaratıcısı ve uygulayıcısıdır.” Meltem Narter burada sosyal bilginin önemine dikkat çekerken “sosyal temsiller kuramına göre önemli olan paylaşılan bilgidir ve sosyal bilginin ne olduğu ve nasıl paylaşıldığı önemlidir” diyor. Sosyal temsiller kuramını öneren Serge Moscovici’nin yaklaşımını özetlerken temsillerin kutsal olan ve olmayan olarak ikiye ayrıldığını da vurguluyor. Daha sonra kimlik konusuna değinen yazar, sosyal psikoloji için kimliğin bireyin içsel özelliklerinden değil dış dünyasından kaynaklandığını belirtiyor. Ergenlik döneminin kimliğin oluşumundaki önemini belirtirken de Erikson’un yaşam evreleri yaklaşımına gönderme yapıyor. Meltem Narter ergenlik döneminden söz ederken erginlenme törenlerine de gönderme yapmak gerektiğini belirterek bu törenlerin amacının, çocukluktan yetişkinliğe geçişi sağlamak olduğunu anımsatıyor. Onun tanımıyla erginleme törenleri, çocuğun annebabasından bağımsızlaşacak, yaşamın yasal sorumluluklarını alacak olgunluğa ulaştığını meşrulaştırmak için düzenlenir. Narter yazısını masallardaki kıskançlık ve hasetten örnekler vererek bitiriyor. Bu kitabın son üç yazısı edebiyattan alınan örnekler üzerinedir. Gerçi daha önceki birçok yazıda da edebiyat yapıtlarına gönderme yapılmıştır ancak bu son üç yazı neredeyse tümüyle birer edebiyat yapıtının incelenmesini hedeflemişlerdir. Bu yazılardan ilki klinik ve kuramsal olarak Lacan’ın yaklaşımına hayli yakın duran Kerime Camadan’ın “Baharın buhranlı uyanışı” başlıklı yazısıdır. Camadan bu yazısında Robert Musil’in Türkçeye Genç Törless olarak çevrilen 1906 tarihli ünlü romanını ele alıyor. Romanda bir erkek ergenin ruhsal ve cinsel gelişimi çok ustaca dile getirilmektedir. Burada cinsel arzunun ortaya çıkışı, eşcinsellik ve sadizm eğilimlerinin belirginleşmesi olağanüstü bir dille ortaya konmaktadır. Camadan romandaki göz benzetmesinden yola çıkarak Freud’un ergenin başkalaşımında sözünü ettiği önemli nesneler arasında bakış, ses ve eller üçlüsünün sayılıp sayılmayacağını sorguluyor. Ona göre Lacancı yaklaşımın da etkisiyle “arzunun oluşmasını sağlayan unsur nesnenin… kendini gözler önüne sermesi olamaz mı?” diyor. Kerime Camadan burada Lacancı juissans ve ayna evresi kavramlarına gönderme yapıyor ve bebeğin aynada kendini görüp bir de annesi tarafından adlandırıldığında var olan bedenini, bu adlandırma ile aynı zamanda benzerlerinin dünyasına da soktuğunu söylüyor. Burada Lacan’ın haset ve kıskançlığı birbirinden ayırması ve bakış (nazar) üzerinde durmasının da önemli olduğunu vurguluyor. Psike İstanbul’un kurucularından psikanalist Yavuz Erten ise Nahid Sırrı Örik’in Kıskanmak romanı üzerine yazdığı yazıda kardeş kıskançlığına değiniyor. Yavuz yazısının başında Örik’in 1946’da roman olarak basılan kitabının geniş bir özetini yapıyor. Yaşamı ağabeyi Halit’in gölgesinde kalarak geçmiş ve ailesinin ağabeyine yaptığı fedakârlıklarla mahrumiyet ve mağduriyetlere uğramış Seniha’nın öyküsüdür bu. Seniha, ailenin gözdesi olan Halit’e karşı kin yüklüdür ve iç dünyası intikam ateşleriyle yanmaktadır. Yavuz Erten bu denli güçlü olan kardeş kıskançlığını açıklarken kuramsal kaynak olarak Juliet Mitchell’in tanımladığı “Anne Yasası” kavramını kullanıyor. Burada söz konusu olan annenin çocuklarına kardeş katli ve ensesti yasak etmesidir. Anne bunu yaparken Mitchell’ın “sıralılık” olarak adlandırdığı bir olgunun çocukların iç dünyalarında inşa edildiğini de vurguluyor. Kıskançlık ve Haset kitabının son yazısı da bir edebiyat yapıtının psikanalitik yorumuna ayrılmış. Paris Diderot Üniversitesi Psikoloji ve Psikopatoloji Profesörü ve psikanalist Isée Bernateau “Proustçu kıskançlık ya da aşk nesnesini bütünüyle ele geçirme düşlemi” başlıklı yazısına “Proustçu aşk, sevilen kişiyi elinde tutmaya yönelik umutsuz bir istektir. Hiçbir şeyin yatıştıramadığı ayrılık kaygısının pençesine düşen Kayıp Zamanın İzinde’ki anlatıcı, sonunda onu yitireceğinden emin olsa da her ne pahasına olursa olsun, nesneye sahip olmayı garanti altına almaya çalışır” satırlarıyla başlar. Bernateau, Proust’un Kayıp Zamanın İzinde adlı kitabında Swann’ın Odette’e olan aşkı imgesinde olduğu gibi aşk ilişkisinin, doyum sağlamayı başaramadıkça, ötekini elinde tutmak için deliliğe kadar varan kaçınılmaz bir işkenceye dönüştüğünü hatta Swann’da olduğu gibi aşkın, nesne uzaklaşma tehdidini yaptığında ve artık elinin altında olmadığında başladığının bile öne sürülebileceğini söylüyor. Yazara göre “Proust’un her zaman kendini ona karşı korumak ister gibi göründüğü aşırı kaygı ve bocalama anı, aslında bir bırakma anıdır. Yani ötekinin halâ orada olmasına karşın yok olduğu, varlığının üzerinde artık hiçbir kontrolün olmadığı bir yokluğu yüklendiği andır.” Çünkü Proust’ta, Lacan’ın da belirttiği gibi anne tarafından terkedilme korkusunun ardında, aslında annenin de kendisini asla bırakmayacağı korkusunun yatması söz konusudur: Proust’ta kıskançlık aşkla birlikte var olan, aşk duygusunu temellendirdiği gibi, onun yok olmasıyla birlikte de yok olan bir öze sahiptir. Ayrıca Oidipal bir rakibin olması ve üçlülük ilişkisinin kurulması, ilk sahne düşleminin içinde şekillendiği için bu durumun içsel ruhsal çatışmanın temel düzenleyicilerinden biri olmasından yola çıkan Isée Bernateau, yazısının ilerleyen bölümlerinde çocuğun anneyle olan ilişkisinin onu, annenin yokluğunu babanın varlığıyla ilişkilendirmeye yönelttiğini, annenin aslında babanın yanında olduğu için yok olduğunu ve böylece babanın işlevinin, ayırma işlevi olarak tanımlandığını belirtiyor. Konu kıskançlık ve haset bile olsa bu metinlerin keyifle okunacağını düşünüyorum.
Talat Parman
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Psikolojisi
- Kitap AdıPsikanaliz Defterleri 7 – Çocuk ve Ergen Çalışmaları / Kıskançlık ve Haset
- Sayfa Sayısı204
- YazarHazırlayan: Talat Parman
- ISBN9789750851728
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2021