Psikanalizin uygulanmaya başlandığı yıllarda insan yaşamları günümüzdeki kadar uzun değildi.
Günümüzde ise bireylerin torunlarının çocuklarını görmeleri işten bile değil. Böylece, önceleri sadece iki kuşağı içine alan analitik çalışmanın kapsamı büyükanne ve babaların da çocuğun büyütülmesine katkı vermeleri sonucunda ister istemez genişledi.
“Psikanaliz Defterleri”nin “Nineler ve Dedeler” sayısı, büyükanne ve büyükbabaların torunlarının ruhsal gelişimine katkısını, kuşaklararası aktarım ve çatışma bağlamında ele alan yazılardan oluşuyor.
İçindekiler
7 • Gerekçe Yayın Kurulu
9 • Önsöz – Talat Parman
15 • Freud ve Kuşaklarötesi Bernard Penot
27 • Sonsuz Bir Geri Dönüş mü? Philippe Gutton, Marie-Christine Aubray
43 • Nine-Dedeler, Anne-Babalar, Çocuklar: Kuşaklar Boyu Aktarım
Dinamikleri Üzerine Düşünceler Alper Şahin
55 • Büyükannebabalarımız Ne İşimize Yararlar? Evlat Edinmede
Ne Gibi Bir Rol Oynarlar? Alberto Eiguer
69 • Büyükannebabalar Üzerine Sorular ve Yanıtlar Patrick Avrane
81 • Büyük-Anne Şafak Patavi
91 • Baba-Anne Filiz Torun
101 • Torun Çok mu Sevilir? Sezai Halifeoğlu
109 • Unutulmuş Yollar İrem Göksu
117 • Evcil Hayvanlar, Kuşaklarötesinin Elevericileri Richard Durastante,
Martine Drevon
127 • Nineler ve Dedelerden Torunlara Aile Defterlerinde Yazılı Olan
Borçlar ve Alacaklar Talat Parman
143 • Katkıda Bulunanlar
Önsöz
27 Eylül 1994 İstanbul Psikanaliz Grubu’nun ilk toplantısının yapıldığı gündür. Bu tarihi Türkiye’de psikanalizin kurumlaşmasının doğum günü olarak kabul edebiliriz. Aradan otuz yıl geçti. Otuz yıl özellikle bir psikanaliz topluluğu söz konusu olduğunda birkaç psikanalist kuşağı demektir. Bu saptamadan yola çıkarak İstanbul Psikanaliz Grubu’nun kurulduğu tarihten bu yana en az üç psikanalist kuşağının oluştuğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Üç kuşağın varlığı ise kurumsal bir yapı için bir geleneğin oluşmaya başladığını gösterir. Bu da aynı zamanda bir bilgi birikiminin ve bir uygulama şeklinin kuşaktan kuşağa iletilmesinden oluşan bir “mirasın” ortaya çıktığını anlamına gelir. Miras üst kuşakların alt kuşaklara bıraktığı, onların da paylarına düşeni zamanı geldiğinde kendi katkılarını ekleyerek sonrakilere aktardıklarıdır. Psikanaliz Defterleri’nin bu sayısına “Nineler ve Dedeler” konusunu seçerken hem ülkemiz psikanalizinin artık bir kuşaklar zincirine sahip olduğundan ve bir mirasın iletiminin söz konusu olduğundan yola çıktık, hem de bu konunun psikanaliz yazınında hayli az ele alınmasının yarattığı boşluğu doldurmaya çalıştık. Bu bağlamda bu sayı içinde yer alan yazılar arasında ilk sırayı Türkiye psikanalizini kurumlaştıranların “ağabeyi” olarak kabul edebileceğimiz Fransız psikanalist Bernard Penot’ya verdik. Penot “Freud ve Kuşaklarötesi” başlıklı yazısında önce tüm psikanalistlerin evrensel büyükbabası olan Freud’un kendisinden önceki tıbbi mirası nasıl değerlendirdiğini ve ona ne katkılar sağladığını anlatıyor. Daha sonra Freud’un mirasını ondan sonra gelen psikanalist kuşaklarının nasıl değerlendirdiklerini sorguluyor. Bernard Penot son olarak yazısının da ana mesajı olan Freud’un mirasının bir bütün olarak ele alınması gerektiğine ve yalnızca bir öğesinin ön plana çıkarılmasının psikanalizin kuramsal bütünlüğünü bozduğuna vurgu yapıyor. Ergen psikanalizinin Bernard Penot gibi Fransa’daki bir diğer önemli adı olan Philippe Gutton ise “Sonsuz Bir Geri Dönüş mü?” başlıklı yazısına ergenlerle yaşlıların yollarının sıklıkla kesiştiğini söyleyerek başlıyor. Ergenlik ve yaşlılığı “çeper yaşlar” ve “daha fazlasına ve/veya daha azına sahip olma krizleri” olarak tanımlıyor ve daha sonra kuşaklararası olanın ayırdığı ve çözdüğü yerde, kuşaklarötesinin birleştirdiğini ve bağladığını belirtiyor. Gutton kuşaklararası ve kuşaklarötesi kavramları arasında bir ayırım yaparak büyükannebabalar ile torunlar arasındaki ilişkileri anlamakta ve yorumlamakta biz klinisyenlere çok önemli bir kavramsal çerçeve sunmuş oluyor. İstanbul Psikanaliz Derneği ve Psikanaliz Defterleri yayın kurulu üyesi Alper Şahin “Nine-Dedeler, Anne-Babalar, Çocuklar: Kuşaklar Boyu Aktarım Dinamikleri Üzerine Düşünceler” başlıklı yazısında Yunan mitolojisinin kahramanları Oidipus ve Auge öykülerini, Sofokles’in Üç Tebai Oyunu yapıtıyla birlikte düşünüyor. Şahin, Oidipus ve Telefos’un kişiliklerini üç kuşağı içine alacak biçimde çözümlüyor ve bu öykülerdeki kuşaklararası aktarımın dinamiklerini anlamaya çalışıyor. Psikanalize de temel oluşturmuş bu mitleri incelerken Fransız psikanalist Haydée Faimberg’in ele aldığı şekliyle aile ilişkilerinin kuşaklar boyu süren narsisistik özelliklerine vurgu yapıyor. “Büyükannebabalarımız Ne İşimize Yararlar? Evlat Edinmede Ne Gibi Bir Rol Oynarlar?” başlıklı metninde Fransız psikanalist ve psikanalitik aile terapisti Alberto Eiguer, kuşaklarötesi kalıtımın ailenin evrimi üzerindeki etkisine, özellikle de çocuk edinme bağlamında ışık tutmaya çalışıyor. Büyükannebabaların bu konuda önemli bir rol oynadıklarını düşünen Eiguer onların kendilerinden, geçmişlerinden, kendi ilkelerinden ve yaptıklarından söz ederlerken torunlarının eğitimine doğrudan katılabildiklerinin de altını çiziyor. Ve ayrıca günümüz dünyasında onlara daha fazla gereksinim duyulmakta olduğunu, çünkü yaşam beklentisinin artmasıyla geçmişe oranla çok daha uzun bir süre torunlarıyla birlikte kalabildiklerini belirtiyor. Dördüncü yazı büyükannebabalarla ilgili yazılmış az sayıdaki psikanalitik yapıttan birini kaleme almış olan Fransız psikanalist Patrick Avrane ile yaptığım bir söyleşi. Avrane bu konunun neden psikanalistler tarafından yeterince ele alınmamış olduğunu, buna karşın kendisinin büyükannebabalara neden ilgi duyduğunu yılların birikiminden yola çıkarak açıklıyor. Kuşaklararası rekabet ve benlik idealinin kuşaklararası iletimi üzerine sorduğum sorulara da aynı derinlikle yanıt veren Avrane, son olarak hayli uzun bir zaman dilimine yayılan özellikle çocuklarla olan klinik deneyimine dayanarak bir psikanalistin mesleğini uygulamaya başladığı andan itibaren özellikle de çocuklarla çalışırken kuşak sorunuyla karşılaştığını ve bunun onun karşıaktarımının bir parçası olduğunu kabullenmesi gerektiğini belirtiyor. İstanbul Psikanaliz Derneği’nin formasyonda analistlerinden Şafak Patavi ise “Büyük-Anne” başlıklı yazısına, Sigmund Freud’un Goethe’nin Şiir ve Hakikat adlı yapıtı üzerine olan düşüncelerini içeren “Çocukluktan Bir Anı, Şiir ve Hakikat” başlıklı çalışmasına değinerek başlıyor. Freud’un aktardığına göre şair henüz ölen büyükannesini “Evin başka bir bölümünde sessiz, dostane bir ruh gibi yaşayan büyükanne” sözleriyle anmaktadır. Önce büyükannelik ve annelik arasındaki ilişkiyi ele alan ve daha sonra büyükannebabalığı bir kavram olarak sorgulayan Patavi, “büyükanne ve büyükbaba ile torun arasındaki ruhsallık içi ve kişilerarası ilişkiyi ve bu bağın ruhsal etkilerini belirtmek” için kullanılan bu kavramın kronolojik bir aşamayı değil, belirli bir ruhsal yapıya ve gelişim sürecine sahip bir akrabalık bağını ifade ettiğinin altını çiziyor. İstanbul Psikanaliz Derneği üyesi psikanalist Filiz Torun ise “Baba-Anne” başlıklı yazısında Filistinli filozof, edebiyat eleştirmeni ve aktivist Edward Said’in müzikten ödünç aldığı “kontrpuan” kavramını kuşaklararası ilişkileri açıklamak için kullanıyor. Torun’a göre kuşakların bir aradalığı ancak kontrapuantal bir durumla mümkün olur. Çünkü böylece farklı sesler, farklı yaşlar, farklı cinsiyetler bir arada bulunabilir ve ancak bu şekilde bir uyum (armoni) oluşturulabilir. Torun ayrıca “baba-anne” tanımının aynı sözcükte hem babayı hem de anneyi bir araya getirdiğine ve dolayısıyla cinslerarası ve kuşaklararası tamamlayıcılığa gönderme yaptığına ama aynı zamanda babadaki kadınsıya işaret ettiğine dikkatimizi çekiyor. “Torun Çok mu Sevilir?” metnini Psike İstanbul Derneği ve Psikanaliz Defterleri Yayın Kurulu üyesi psikanalist Sezai Halifeoğlu kaleme aldı. Halifeoğlu bu yazısında ‘bireyin ve türün yaşamda kalmasına hizmet eden bağ kurma eğilimi insanın içgüdüsel bir donanımıdır, diğer canlılarda olduğu gibi bizim içgüdülerimiz de doğal seçilimin bir sonucudur’ diyerek büyükannebabalığı bir içgüdü olarak tanımlamayı öneriyor. Evrim bankasının canlılarda genlerin aktarımını, dolayısıyla devamlılığını kolaylaştıran ve mümkün kılan yollara yatırım yaptığını ve annebabaları çocuklarına tutkuyla bağlayan bu içgüdünün yaşlanıp çocuklarının çocukları olduğunda onları torunlarına da bağladığını belirtiyor. Halifeoğlu kuşaklararası rekabeti de bir içgüdü olarak tanımlayarak üreme içgüdüsünün türün, rekabet içgüdüsünün bireyin hayatta kalmasına hizmet ettiğinin ve her ikisinin de birbirine örülmüş olarak var olduğunun altını çiziyor. İstanbul Psikanaliz Derneği’nin formasyonda analistlerinden İrem Göksu torunların hem yeni bir yaşam hem geleceğe miras hem de geçmiş kuşakların doyurulan ve doyurulmayan arzuları ile yaşanmış veya bastırılmış duyguların birer yansıması olduğunu belirterek başladığı “Unutulmuş Yollar” başlıklı yazısını ‘büyükanne ve büyükbabalar için torunların varoluş sürekliliğini ve yaşam döngüsünde bıraktıkları izleri temsil ettiklerini’ söyleyerek sürdürüyor. Göksu büyükannebaba kuşağı için artık söz konusu olanın yaşlılık ve ölümle yüzleşme olduğundan yola çıkarak yaşlanma sürecindeki bireyin bilinçdışında uzun yıllar boyunca birikmiş ve bastırılmış olan arzular ve duyguların beklenmedik bir şekilde su yüzüne çıktığını François Villa ve Alain de Mijolla gibi yaşlılık üzerine yapıtlar vermiş psikanalistlere gönderme yaparak belirtiyor. Çocuk ve ergenlerin çoğu kez ölümle ilk karşılaşmalarının büyükannebaba kuşağından birinin kaybıyla olduğunu da vurguluyor. Fransız aile psikanalistleri Richard Durastante ve Martine Drevon “Evcil Hayvanlar, Kuşaklar ötesinin Elevericileri” başlıklı yazılarında klinik olgulardan yola çıkarak ergenlerin kökenlerini ve kendilerini çevreleyen gizemleri anlamlandırma arayışlarında, bazen sorularıyla bazen de bu arayış sözcüklerin ötesine geçtiğinde riskli davranışlarıyla annebabalarındaki ve ailelerindeki kuşaklarötesi karanlık noktaları yeniden harekete geçirdiklerini belirtiyorlar. Bu bağlamda bazı ergenlerin ruhsal dengeleri için çok önemli bir unsur olarak gördükleri evcil hayvanlarla aile içindeki annebaba eksikliklerini kısmen de olsa telafi ettiklerini ve bu hayvanların aile içindeki yerlerini ve söz konusu ergenlerin onlarla olan ilişkilerini yorumlayarak bazı ruhsal patolojilerin anlamlandırabileceğini ve bu ailelerin örselenmiş geçmişlerinin bazı yönlerinin aydınlatılmasında bunların kullanılabileceğini belirtiyorlar. Son yazı İstanbul Psikanaliz Derneği ve Psikanaliz Defterleri Yayın Kurulu üyesi olarak bana ait. “Nineler ve Dedelerden Torunlara Aile Defterlerinde Yazılı Olan Borçlar ve Alacaklar” başlıklı metnime ruhsal iletimin kuşaklararası nasıl gerçekleştiğini sorgulamakla başlıyorum. Sigmund Freud’un, ruhsallığın “kalıtsal Altbenlik, Altbenlikten türeyen Benlik, Oidipus’un ve dolayısıyla annebabanın Üstbenliklerinin mirasçısı olan Üstbenlikten” oluştuğu görüşüne yer vererek ruhsallığın oluşumunda kuşaklararası iletimin temel rolüne gönderme yapıyorum. Daha sonra kuşaklararası iletimin önemli unsurlarından olan borçlar, bağışlar ve bunların ödenmesi konusunu Macar asıllı Amerikalı psikiyatr ve aile terapisti Ivan Boszormenyi-Nagy’nin görüşlerinden yararlanarak ele alıyorum. Bu bağlamda aile içi hesaplaşmaların bağışlar, borçlar ve alacakların aile defterlerindeki bu kayıtları üzerinden yapıldığına değinerek “bu aile defterleri sayesinde borçlar, alacaklar, görevler, hak edilenler kısaca tüm hesaplar kuşaktan kuşağa iletilmektedir” diyorum. Son olarak bu borç duygusuyla hesaplaşmanın sıklıkla ergenlik krizi sırasında annebabayla ilişkiler dolayımıyla ortaya çıktığına vurgu yapıyorum. Türkiye psikanalizinin kurumlaşmasının otuzuncu yılında kuşaklardan kuşaklara iletilenlerin değerinin bilincinde olarak nineler ve dedeler üzerine bir sayı hazırladık. Bu sayıya Türkiye’deki farklı psikanaliz kuşaklarına ait yazarlar ve çevirmenler katkıda bulundu. Diğer deyişle Türkiye psikanalizinin nineleri ve dedeleri, anneleri ve babaları ve elbette torunları, ortak mirasın hem korunmasında hem zenginleştirilmesinde üzerlerine düşeni yaparak bu sayıda paydaş bir çalışma ortaya koydular. Türkiye psikanalizini kuranların ve onu yaşatanların miraslarının bir parçası olan Psikanaliz Defterleri’nin “Nineler ve Dedeler” sayısının siz psikanaliz okurlarının ilgisini çekeceğini umuyorum.
Talat Parman
Bernard Penot
Çeviren: Talat Parman
Freud ve Kuşaklarötesi
Freud kuramsal gelişiminin başından sonuna kadar akıl hastalığının oluşumunu açıklayabilecek olan kuşaktan kuşağa iletim aşamalarında nelerin aktarıldığı konusunda kayda değer bir evrim geçirmiştir. Ancak her şeyden önce bu tür bir iletimin somut biçimi konusundaki yaklaşımı değişmiş ve çeşitlenmiştir. Joseph Breuer ile yakın işbirliği içinde yürüttüğü Histeri Üzerine Çalışmalar ile eşzamanlı olan 1890’lardaki ilk yayınları, hâlâ kalıtsal olarak iletilen yapısal bir zeminin varolduğu düşüncesinin etkisi altındaydı.
Psikonevrozların İletimi
Freud’un Viyana’da aldığı eğitim, onu kuşaksal iletimi genel kalıtım kavramı üzerinden düşünmeye yöneltiyordu. Ancak 1884-1885 yıllarında Paris’te yaptığı staj, ona Charcot’nun Salpêtrière’de yatırılan çeşitli histeri türlerinde organik olmayan gerekirciliği (déterminisme) başka bir deyişle olası psikogenezi1 ustalıkla göstermesine tanık olma fırsatı verdi. Ancak Charcot bu durumu yapısal olarak kırılgan bireylerin (yalnızca kadınların değil) yaşadığı bir travmanın etkilerine atfediyordu. Dolayısıyla kırılganlığın kalıtsal olduğu düşüncesi sürüyordu. Paris’te aynı zamanda sinir hastalarında (özellikle halktan gelenlerde) yozlaşma (dégénérescence) olduğu düşüncesi de hakimdi. Freud’un 1896’daki ilk yayınlarında, kalıtsal iletim kavramının onun gözünde hâlâ, bir sinir hastasında psikonevrozun gelişimini destekleyen yapısal zemini oluşturmak için aileden iletilen şeyleri kapsama eğiliminde olduğu görülmektedir. Ancak Freud’un o zamanki temel kaygısı, tıp camiasını bu “kalıtsal” unsurun kesinlikle nöropatik hastalığın bir koşulu olmasına karşın, bunun özgün nedeninin cinsel nitelikteki travmatik deneyimlerde yattığına ikna etmekti.
Bu nedenle şöyle belirtir: “Büyük nevrozların patogenezinde kalıtım, her olguda güçlü ve hatta çoğu durumda vazgeçilmez bir koşul olma rolünü üstlenir. Bunu özgül nedenlerin işbirliği olmadan yapamaz, ancak kalıtsal eğilimin önemi, sağlıklı bir birey üzerinde etkili olan aynı özgül nedenlerin belirgin bir patolojik sonuç yaratmayacağı, oysa yatkın bir kişide bu etkilerin nevroz oluşturacağı, nevrozun gelişiminin yoğunluğu ve kapsamının da bu kalıtsal yapının derecesine uygun olacağı gerçeğiyle kanıtlanmıştır.”2 Freud burada da Charcot’nun bakış açısını sürdürmektedir. Bununla birlikte Josef Breuer tarafından başlatılan hipnotik endüksiyon yöntemini kullanarak izlediği nevrotik hastaların düzenli tedavisi, Freud’un kısa süre sonra bu cinsel travmaların, kendi araştırma yöntemiyle her olguda bulduğu, hastanın yakın çevresiyle ilgili erken deneyimlerine atıfta bulunduğunu düşünmesine yol açmıştır. Daha sonra “şimdiye kadar kalıtımla anlaşılabilir olmasa da bir yatkınlığa indirgenen şeyi erken dönemde edinilmiş olarak açıklayabilme”3 projesini geliştirir ve ekler: “Nevrozun bu ailevi oluşumunun bizi kalıtsal bir eğilim varsayımına yöneltmeye yatkın olup olmadığını kendinize sorun, ancak burada yalnızca sözde bir kalıtım vardır ve gerçekte çocukluktaki bir bulaşmanın aktarımı söz konusudur.”4 İki yıl sonra, bütünüyle genetik bir iletim düşüncesinden daha da uzaklaşmıştır: “Nöropatik eğilimin kendisi genel bir yozlaşma işareti olarak düşünülüyor ve bu nedenle bu kullanışlı teknik terim, doktorların yardım etmekten aciz olduğu bu zavallı hastalara karşı ölçüsüzce kullanılıyor. Neyse ki gerçekte durum farklıdır. Nöropatik eğilim vardır ancak bunun psikonevroza yol açmak için yeterli olduğuna itiraz ediyorum… Bireyin hastalıklı yazgılarını atalarının yaşadığı deneyimlere indirgeyerek çok ileri gittik ve gebe kalma ile bireyin olgunlaşması arasında, daha sonraki bir duygulanımın tohumlarının edinilebileceği uzun ve önemli bir yaşam dönemi, çocukluk dönemi olduğunu unuttuk.”5 Psikonevrozların asıl nedeninin erken çocukluk dönemindeki baştan çıkarma deneyimlerinde bulunduğunu öne sürer. Çok geçmeden, bir yetişkin tarafından baştan çıkarılma eyleminin olgusal gerçekliğinin sıklıkla sorgulanabileceğini fark etmişti. Bu durum her şeyden önce kendi çocukluk deneyimleri için geçerliydi. 1896’da babasının ölümünden sonra yaptığı oto-analizde bunları anlamaya başladı. Söz konusu travmatik deneyimleri, temelinde öznel olarak görmeye başladı, bunlar hastanın kendisine gerçekten yapılan sapkın eylemlerden (ki bunu neurotica
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Psikolojisi
- Kitap AdıPsikanaliz Defterleri 13: Çocuk ve Ergen Çalışmaları – Nineler ve Dedeler
- Sayfa Sayısı152
- YazarHazırlayan: Talat Parman
- ISBN9789750864698
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024