Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Prosper Redding`in Tüyler Ürpertici Hikâyesi
Prosper Redding`in Tüyler Ürpertici Hikâyesi

Prosper Redding`in Tüyler Ürpertici Hikâyesi

Alexandra Bracken

“Ben Prosperity Oceanus Redding, belki de Prens Alastor… Sana bilmediklerini anlatmaya geldim. Yaklaş, duyman gereken şeyler var. Yalnız senden mi ibaret sandın bu dünya?…

“Ben Prosperity Oceanus Redding, belki de Prens Alastor… Sana bilmediklerini anlatmaya geldim. Yaklaş, duyman gereken şeyler var. Yalnız senden mi ibaret sandın bu dünya? O hâlde çok yazık sana.” Üçüncü Âlem’in soylu prensi şeytan Alastor… Asırlar sonra yattığı uykudan tek bir amaçla uyandı: Kendisine ihanet edenleri bir bir avlayıp yok etmek. Hain aile Reddinglerin en genç üyesi Prosper’in bedenine hapsolmuşken özgürlüğüne kavuşup intikam almasının tek yolu ise konakçısıyla bir sözleşme imzalamak. Fakat bu o kadar kolay olmayacak. Kimin gerçekleri anlattığını kimin yalan söylediğini bilmediğiniz bir dünyada doğru yolu bulmak imkânsız bir hâl alırsa… İçinizdeki şeytana sarılır mıydınız? Ya da insana?

ŞEYTANDAN HABER VAR

Bir mum yak ve aynaya yaklaş. Vakit kalmadı artık, yok erteleyecek zaman. Başka bir zamanda ve başka bir dünyada olsak ufacık bir bakışımı bile hak etmezdin ancak ben bile sözleşmemizin şartlarını bozamam. O yüzden insanoğlu, hâlâ bu anlaşmaya uyacak kadar ahmaksan üç şey var bilmen gereken; ne eksik ne fazla. Dinlenmesi, itaat edilmesi ve hatırlanması gereken üç ders. Bunlar gün gelir hayatta kalman için gerekli olabilir. Yine de sözlerime kulak verip vermemek tamamen sana kalmış. Benim sersemlere katlanacak vaktim olmadı hiç. Bilmen gereken ilk şey bir Redding’e asla güvenemeyeceğin. Bu aile sana yalanlar fısıldayıp geveze çeneleri yorulana dek merhamet dilerler; onlara inanma. Kulaklarını tıka, gözlerini kapa ve o korku dolu pis kokularını duymamaya çalış. Bu insanlar servetlerinin tehlikeye gireceğinden endişe ettikleri anda kanla yazılmış bir sözleşmeyi bozdular. Ahmaklık, onlarda âdeta bir aile geleneğidir ve onlar senin ailen değiller. Dinle; bana kulak ver. Işık sönmekte ve saatimiz gelmekte. Reddingler sana haksızlığa uğradıklarını, yanlış anlaşıldıklarını söyleyecektir. Sana benim bir yalancı, bir şarlatan, bir hain olduğumu anlatacaktır fakat şunu unutma ki onlar ben uyurken dahi benden korkuyorlardı. Sen de korkmalısın. Öğrenmen gereken ikinci şey; onların geleneği ahmaklıksa benimkinin intikam olduğudur. Ve nihayet son şey: Unutma ki sana verdiklerimi büyük bir memnuniyetle geri alabilirim; inan bana, alacağım da. Reddinglerin durumunda bu; her şeyleri demek.

1
KURUCULAR GÜNÜ

Bakın şimdi, size birazcık gerçeklerden bahsedeyim. Hayatın geneli ve dünya gezegeni düşünüldüğünde Redhood Kasabası âdeta bir zerredir; hem de ufacık tefecik, zerrenin de zerresi kadar küçük bir zerre. Bir harita çıkarıp burayı aramak için uğraşmayın bile çünkü kasabayı pek çok haritada bulamazsınız. Bu kasaba tarih boyunca hiçbir cadı mahkemesi kurmadı ya da devrim başlatmadı; üstelik üç yüz kilometre içindeki bir taşlıkta da Pilgrim yerleşkesi var. Çoğu insana göre Redhood’un tek ilginç yanı onu kuran aile. Şey, aslında biz Reddinglerin ilginç herhangi bir yanımız olmadığını bilmek de ilginizi çekebilir. Yani, mesela büyük büyük büyük büyük büyük bilmem kimim neredeyse Bağımsızlık Bildirgesi’ni imzalayacakken bir boğaz enfeksiyonuna yakalanıp iki gün sonra ölmüş. Evet, boğaz enfeksiyonu. Affedersiniz ama bu bir insan için en uyduruk ölüm şekli olmalı. Bana kalırsa bildirgeyi neredeyse imzalayacak olmak övgü almayı hak etmiyor. Bu, aileme matematik sınavında neredeyse A aldığımı söylemem gibi bir şey; ne de olsa D, A’dan sadece dört not düşük, öyle değil mi? Her neyse, mesele şu ki ailem epeydir buralarda ve bir yere gideceğe de benzemiyor.

Duvarları siyah giysileri ve başlıkları üzerlerinden eksik olmayan, asık suratlı atalarımızın portreleriyle dolu kır evimizde her gün, sıkıcı bir Şükran Günü kutlaması gibidir. Bu resimlerin hemen altında kıdemli generallerin, önemli meclis üyelerinin ve bazı yönetim kurulu başkanlarının bir düzine kadar resmi vardır. Büyükannem hep bir gün aramızdan biri (yani kendisi) başkanlık seçimlerine katılmaya karar verirse ülkenin bu sinir bozucu demokrasiden kurtulacak kadar sevgi dolup (ona karşı) Başkan Redding’e (kendisine) mutlak hükümdar (kraliçe) unvanı vereceğini söyler durur. Ailemdeki kişilerin yüzleri her nesilde biraz değişse de aynı şeyi Redhood için söylemek pek mümkün değil.

Burası ufak tefek şeyler dışında hiç değişmez; bunun sebebi muhtemelen herhangi bir şey yaptırmak için ardı arkası kesilmez kasaba toplantılarıyla oylamalar gerekecek olması. Kasabanın valisi olan büyükannem hızlı internetin gelişini sonunda onayladığında bu durum gazetelerin ön sayfalarından duyurulmuştu; varın gerisini siz düşünün. Oysa o günden önce bilgisayara bir kez bile dokunduğunu sanmıyorum.

Redhood eski bir tarih kitabından kopup düşmüş ve bir sıranın altında sıkışıp unutulmuş bir sayfaya benzer. Hâlâ toz toplamaya devam eder ama dikkatlice bakmazsanız onu asla bulamazsınız. Aileler gelir, gider ancak sonunda hep geri döner. En kötüsü de herkes birbirinin işine karışır; özellikle de benim aileminkine. Burası her geçen yıl daha da küçülüyor gibi. Kasabaya bir yabancı geldiğinde onu kimsenin fark etmemiş olması da işte tam bu yüzden oldukça tuhaftı. Kurucular Günü’nde herkes, Peregrine S. Redding Akademisi’yle Adalet Sarayı arasında gerili iplerden sarkan sıcak, parıldayan ışıkların altındaki Main Caddesi’nde toplanır. Kırmızı tuğladan yapılmış bu iki binanın basamakları da hasır minderler ve katlanır sandalyelerle dolar; her bir boşluk gece gerçekleşecek Mum Işığı Geçidi’ni izleyen kasaba halkıyla tıklım tıklım olur. O ünlü panayırına tanıklık etmek için Redhood’a gelmiş turistler her şeyden o kadar etkilenirler ki gün batımından önce yer tutmaları gerektiğini fark edemezler bile. Çoğu zaman, buradan kaçmak için her şeyi yapabilecekmiş gibi hissederim.

Ama Kurucular Günü bir istisna; kasaba o gün terli yaz uykusundan uyanır ve içinde dolaşan tuhaf sihri etrafa yayar. Kitap sırtı kadar sert bir yerin saman yığınlarından labirentlere, çelenklere ve süslere evrilişini hissedersiniz. Hava gevrek ve tatlı bir hâl alır, nefes almak dalından yeni koparılmış taze bir elmadan ilk ısırığı almaya benzer. Main Caddesi’nin ağaçları ekim ayının karanlık gece yarılarında rengârenk aydınlanır. Caddeye doğru eğilmiş dallar güneş ışığı ile buluştuğunda göz alıcı bir altın rengine bürünür. Bu tabloyu resmedebilecek renk karışımını hâlâ bulmuş değilim, belki hiçbir zaman da bulamayacağım. Dökülen yaprakların çoğu sonrasında toplanır ve konukların yanlarında götürebilecekleri korkuluklara doldurulur.

O günün en iyi yanı sokaklarda gezinip buraya dair çirkin ve kokuşmuş ne varsa gizleyecek kadar parlayan sabah sisidir. Serin bir esinti aniden okul üniformamın ceketini kaldırarak defterimin sayfalarını hışırdatınca yerdeki yapraklarla birlikte havalanıp gitmesin diye onu sıkıca tuttum. Okuldan çıkmadan önce kalemimin ucunu açmam gerekirdi. Oyulmuş bal kabaklarına halka geçirmeye çalışan çocukları resmedeyim dedim ama işin sonunda herkes şu trol bebeklerine benzedi. Ebeveynler hemen ileride, yerel bir kafe olan Seyyahın Tabağı’nın turta, pay ve elmalı donut satmak için kurduğu turuncu-beyaz çizgili çadırın orada toplanmış, çocuklarını izliyordu.

Sanırım onu fark etmemin sebebi de buydu. Diğer ailelerle birlikte sıcak elma şarabı yudumlamak yerine caddenin öteki tarafında tatlı kokulu kestaneler satan bir arabanın hemen yanında dikilmiş, duruyordu. Çalı süpürgesi gibi incecikti; yüzünü çizmek zorunda kalsam önce o uzun burnundan başlardım. Biri ona meydanın ortasında gittikçe büyüyen panayır ateşi için bir parça kâğıt uzatmaya çalıştığında küçümser bir ifadeyle gülümsedi.

Bir Pilgrim gibi giyinmişti ve bu ne üzücü ki hiç tuhaf değildi. Redhood’taki çoğu kişi Kurucular Günü için özel kostümler giyerdi; özellikle de kasabanın yaşlıları. Sanırım ihtiyarlar o büyük siyah şapkaları ve bol beyaz gömlekleri seviyorlar. Önce kafasındaki geniş kenarlı hasır şapkaya sonra da ayakkabılarına baktım. Boyasız ve bağcıksızdı. Büyükannem etrafta olmadığı için şanslıydı. Bu adamı şu kılığıyla görse muhtemelen âdet olduğu üzere pişmanlıklarını yazdığı kâğıt yerine panayır ateşine direkt onu atardı. Kurucular Günü Festivali’nin asıl etkinliği bu ateşti. Sahip olduğumuz tüm kötü hisleri, düşünceleri ya da sırları alevlerin arasına atıp özgür kalırdık. En azından büyükannem böyle olduğunu söylüyor.

Bana kalırsa çoğu insan buraya sadece marşmelov ve çikolatayla yaptıkları sandviçleri pişirmeye geliyor. Bu adam her kimse, kestaneci bir başka müşterisine yardım etmek için dönene kadar bekleyip bir avuç kestaneyi cebe indirmişti. Benim ona baktığımı hissetmiş olmalıydı ki yüzünde çarpık bir gülümsemeyle dönüp göz kırptı. Peki, o zaman, diye düşünerek yeniden çizimlerime dönmüştüm ki birden yerimden fırlayıverdim. “Ah, lanet olsun!” Bir damla akçaağaç şurubu elimdeki Silence Pastası’ndan defterimin yapraklarına düştü ve ağır ağır en olmaması gereken yere doğru ilerleyip pantolonumu lekeledi. Harika. Ufak bir iç çekerek tatlımın kalanını ağzıma atıp lekeli sayfayı yırttım. Bir saattir emek verdiğim iş şimdi yapışkan bal kabağı yapraklarını temizleyecek bir mendile dönmüştü. Hayır, yanlış okumadınız. Bazı kasabalarda karamel kaplı elma şekerleri yaparlar, bazılarında da kendilerine özgü çikolatalı tatlılar.

Bizimse kızarmış bal kabağı yapraklarımız var. Bu tatlının hikâyesinden de biraz bahsedeyim. Çok eskiden ama cidden çok eskiden, Redhood’un henüz adı bile konmamışken, korkunç şapkaları ve asık suratlarıyla buraya gelip yerleşen küçük bir grup bitmek tükenmek bilmeyen kötü hasatlar yaşamış. Hele bir tanesinde kasabamızın kurucusu Honor Redding’in karısının elinde kurumuş, perişan tarlalarındaki bal kabağı yaprakları dışında pişirilecek bir şey kalmamış. Kadının adı Silence’mış. Sessizlik anlamına gelen bu isim muhtemelen kadından ömrü boyunca beklenen tek şeyin ne olduğunu kolaylıkla anlatıyordur.

Her neyse, anlatılanlara göre Silence bu bal kabağı yapraklarını paylaşıp kışı atlatacak farklı tarifler bularak yeni yeni kurulmakta olan kasabamızı açlıktan kurtarmış. Tabii, açlıktan ölecek duruma gelmediği sürece kimse sade bir bal kabağı yaprağı yemek istemeyeceğinden şimdi bu yaprakları kızartıp bal, akçaağaç şurubu ya da çikolataya batırarak bir sopaya geçirip mideye öyle indiriyoruz. O yüzden de bu tatlıya hemen her şeyden paye alan kocası Honor’ı değil de bir kez olsun onu onurlandırmak adına Silence’ın adını verdik.

Saat kulesinden üç defa çalan çanın sesi duyuldu. Endişeyle başımı kaldırıp saate baktım; ne ara beş olmuştu? Oturduğum bankın üzerinde ayağa kalkıp toplanan kalabalıktaki kafaları ve şapkaları incelemeye koyuldum. Bunlar, su dolu kaplara konacak ya da panayır süresince şarkı söyleyecek olan okul korosunun taşıyacağı binlerce mumu yakmak için gönüllü olan insanlardı. Prue, her biri Akademi’nin lacivert ceketi ve ekoseli eteği içindeki arkadaşları tarafından bir kenara çekilmiş; benim kalbimse kendi aptal çizimime dalıp onu tamamen unuttuğum için çarpmaya başlamıştı. Ama işte şimdi orada, samandan labirentin hemen yanındalardı. Aşağı inerek bal kabaklarını boyamak için kendi sıralarını bekleyen turistlerin arasına daldım.

Beyaz çardakta, ‘REDHOOD’UN 325. YILI’ yazan afişin altında, ölü bestecilerden birinin şarkısını çalan bir vokal grubu vardı. Tam şarkılarını bitirmiş, insanlar da alkışlamaya başlamıştı ki siyah demirden sokak lambalarının ışıkları titredi. Kaldırım kenarındaki bal kabağı fenerlerinden birine takıldım. Kahretsin. Koşmam gerekecekti. Çardağın çevresindeki kalabalıklar içinde, dirsekler ve bebek arabaları arasında yolumu aça aça ilerledim. “Dikkat…” “Hey!” Kimseye aldırış etmedim. Ta ki bir el beni ensemden yakalayıp hızla savurarak sırt çantamı düşürene kadar.

Burnuma gelen koku elin sahibinin kim olduğunu anlamama yetmişti. Bay Wickworth limon ve kurumuş tahta kalemi gibi kokardı. Midem, içinde binlerce kurt kaynıyor gibi altüst oldu. “Bay Redding, sergilemiş olduğunuz fazlasıyla kaba bu davranışların sebebini açıklamak ister misiniz?” İnsanların gerçek anlamda gıdaklayabileceklerini biliyor muydunuz? Akademi’nin yedinci sınıfına başladığım gün Bay Henry Wickworth beni İngilizce dersinde uyurken yakalayana kadar ben de bilmiyordum. Yüzü, normalde doğada rastlanmayacak bir mora dönmüştü ve ben de dâhil tüm sınıf on dakika boyunca saygılı olmak ve kabalık etmemek hakkında yüksek perdeden bir konuşma dinlemek zorunda kalmıştık. Bu da yetmezmiş gibi o gün öğleden sonra okulda kalıp aralarındaki farkı anlatacağımız bir kompozisyon yazacaktık.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıProsper Redding`in Tüyler Ürpertici Hikâyesi
  • Sayfa Sayısı352
  • YazarAlexandra Bracken
  • ISBN9786057843395
  • Boyutlar, Kapak12,5 x 19,5, Karton Kapak
  • YayıneviParodi Yayınları / 2021

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Ateş Çemberi ~ Alexandra BrackenAteş Çemberi

    Ateş Çemberi

    Alexandra Bracken

    Bu bir son değil, sonun başlangıcı.Artık lider benim. Bütün bir neslin kaderi benim ellerimde. Kuzeye, tutsak olmuş binlerce çocuğu özgürlüğe kavuşturmaya gidiyorum. Zihnimi bir...

  2. Prosper Redding`in Tüyler Ürpertici Hikâyesi ~ Alexandra BrackenProsper Redding`in Tüyler Ürpertici Hikâyesi

    Prosper Redding`in Tüyler Ürpertici Hikâyesi

    Alexandra Bracken

    Etta ve Nicholas. Kadere yön verenin tesadüfler değil seçimler olduğu bir dünyada âşık oldular. Birlikte de kalabilirlerdi, sonsuza dek ayrı da düşebilirlerdi. Tarih ellerinde...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kırılgan Sonsuzluk ~ Melissa MarrKırılgan Sonsuzluk

    Kırılgan Sonsuzluk

    Melissa Marr

    SETH, HAYATININ GERİ KALANINI TEK BİR İNSANLA GEÇİRMEK İSTEYECEĞİNİ HİÇ DÜŞÜNMEMİŞTİ. Tabii bu Aislinn’le tanışmadan önceydi. Aislinn hayallerinin kadınıydı ve Seth sonsuza dek onunla...

  2. Pan ~ Knut HamsunPan

    Pan

    Knut Hamsun

    Umut etmek ilginç bir şey, evet çok tuhaf bir şey. İnsan bir sabah bir yola çıkabilir, o yolda sevdiği biriyle karşılaşmayı umut edebilir. Peki...

  3. Cennet ~ Mieko KawakamiCennet

    Cennet

    Mieko Kawakami

    “Hep acı çektiğimiz için, başkasını incitmenin ne demek olduğunu çok iyi biliyoruz.” 14 yaşında ortaokul öğrencisi sürekli olarak sınıftaki bir grubun ağır zorbalığına uğrar...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur