Ey! PTT’nin en haysiyetli, en şahsiyetli, en karakterli ve en şerefli posta kutusu! Görev yaptığın sürede, içine konan mektup, telgraf, davetiye, kutlama mesajları vs. gibi iletişim türlerinin hiçbirinde; ihanet, irtikâp, yolsuzluk, art niyet ve ikiyüzlülük bulunmayan zarfları sahiplerine ulaştırmanın haklı gururunu bizzat yaşadın. Ne mutlu sana! Hiçbir Posta Kutusu senin kadar şanslı olamaz.
Bu yüzden sen, Adana Kültür Derneği’ne ait bir posta kutusu olmanın elbette sevincini ve mutluluğunu duymalısın, çünkü öyle bir yerdi ki senin mensubu olduğun yer; burada ayrılık gayrılık nedir bilinmezdi. Müdavimlerinin tamamı kardeş gibiydi. Gündüz gözüyle eline gemici fenerini alıp ‘Adam arıyorum, adam’ demene gerek yoktu. Çünkü o çatı altına gelenlerin tamamı ‘gibisi yok adam’dı.
İçindekiler
Önsöz ……………………………………………………………………………………………..11
12 Ocak 1979 /Adana Sabahtan akşama kadar…………………………………….13
“Hastane önünde incir ağacı, annem ağacı” ……………………………………….18
Necdet Hoca…………………………………………………………………………………….22
Sürgün …………………………………………………………………………………………….25
Çapa Eğitim Enstitüsü……………………………………………………………………….26
Çukurova bayramlığı giyerken…………………………………………………………….28
Yeni bir dünya……………………………………………………………………………………31
Adana Kültür Derneği………………………………………………………………………49
Ankara…………………………………………………………………………………………….59
12 Ocak 1979 Akşamüzeri………………………………………………………………….67
13 Ocak 1979 ……………………………………………………………………………………69
Posta Kutusu 546 …………………………………………………………………………….74
Oğuz Özkaya ya da Reis …………………………………………………………………….77
Oğuz Kitabevi………………………………………………………………………. 100
Ayşe tatile çıksın……………………………………………………………………………..133
29 Eylül 1979 Cumartesi, sıra bende…………………………………………………139
Bir Gün Gelecek………………………………………………………………………………169
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular………………………………………………172
Adana Kültür Derneği ve geçmiş zaman suretleri ……………………………..180
12 Ocak 1979 /Adana
Sabahtan akşama kadar…
O sabahı unutmam mümkün değil.
Erkenden kalkmıştım, saat altı ya da altı buçuktu.
Yağmurlu gecenin son kırıntıları, sabahın ilk ışıkları gibi dalıvermişti uykumun ortasına. Nedendir bilmem göz kapaklarım pek de istekli olmayarak aralanmıştı. Tavanda bir noktaya takılıp kalan gözlerim kısa bir süre sonra kurulu bir saat gibi birdenbire açılmış ve beni yatağın dışına atıvermişti.
“Haydi, yine geç kalmayın!” diyerek önce ablamı, sonra abilerimi uyandırmıştım. Bir münadi gibi çalıvermiştim kalk borusunu. Sonra da görevimi yerine getirmenin rahatlığıyla gerisin geriye dönmüştüm yatağıma. Onlar hareketlenmiş, bense işsiz, güçsüz ve okulsuz bir miskin gibi kalakalmıştım ortada. Onlar çalışıyordu. Büyük abim kitapçı dükkânına, ablam biçki dikiş kursundaki görevine, küçük abim de İmam Hatip lisesindeki dersine yetişmeliydi.
Takvim yaprakları Ocak ayının 12’sini gösteriyordu.
Hava soğuktu. Yapacak bir işim yoktu, okuluna ara vermiş, aylak bir adamdım. Yatağımın sıcaklığı uykunun davetiyle birleşince sanki asırlık bir girdaba düşüvermiştim.
Bir süre kendimle mücadele etmiş iç parçalayıcı olayları düşünmemeye çalışmıştım. Her şeyi unutmak, hiçbir şeyi hatırlamak istemiyordum. Fakat olmuyordu. Kaç gündür annem ve ablam teyzemin evindeydi. İki hafta önce Ahmet’i vurmuşlardı. Teyzemin tek erkek evladıydı o. Bilenler bilir, henüz 16’sındaydı Ahmet, fırtına gibiydi. Vanlı Ahmet diye nam salmıştı mahallede. Gençlikle ölüm hiç de birbirine yakışmıyordu ama o, ölmüştü. Aralık’ın 25’i miydi, 26’sı mıydı? Ne de çabuk geçiyordu günler. Galiba gece 11 haberlerinde dinlemiştik olayı. Annem uyuyordu, uyandırdık. Evimiz bir ölüm sessizliğine bürünmüştü adeta.
Sonra, sonra teyzemgildeydik. Teyzem de annem gibi gurbeti içinde duyanlardandı. Onlar da bir gün ardımız sıra çıkıp gelmişlerdi Van’dan. Tam hatırlamıyorum, belki de 70’li yılların başlarıydı. Mazhar abi, yani teyzemin kocası Karşıyaka’da hurda alım satımı yapıyordu. İnançlı, imanlı hoş bir adamdı. Kadere imanı tamdı, kaderimizde ne varsa o çıkar karşımıza diyerek gelmişti Çukurova’ya. Kaderlerinde evlerinin tek erkek evladını Adana toprağına bırakmak vardı. Zaten toprak, toprak olmaktan çıkıp vatan olsun diye can vermemiş miydik, can vermiyor muyduk ve vermeye devam etmeyecek miydik?
O akşam Ahmet ve arkadaşları Gülek Camii’nin karşısındaki pastanede otururken kurşun yağmuruna tutulmuşlardı… Ertesi gün gazetelerde sıradan, basit bir haber gibi geçivermişti olay: “Adana’da dün akşam saatlerinde Ülkücülerin uğrak yeri olan İbo Osman Caddesi üzerindeki Duru Pastanesi tarandı. Olayda pastanenin işletmecisi 37 yaşındaki Hasan Koç, Şenol Girit ile 16 yaşındaki Ahmet Serdar Tanrıtanır öldü. Polis saldırıyı gerçekleştirenleri araştırıyor…”
Yine ertesi gün, Adana’nın da içinde bulunduğu 13 ilde (26 Aralık 1978) sıkıyönetim ilan edilmişti. Artık ölümler olmayacak, devlet vatandaşının can ve mal güvenliğini sağ
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı
- Kitap AdıPK 546 - İdealist Bir Neslin Hikayesi
- Sayfa Sayısı192
- YazarMehmet Hayati Özkaya
- ISBN9786051555034
- Boyutlar, Kapak13,5 cm x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2018
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Umuda Doğru – Angela’nın Külleri II ~ Frank Mccourt
Umuda Doğru – Angela’nın Külleri II
Frank Mccourt
Frank McCourt’un çocukluğunu anlatan Angela’nın Külleri dünyanın her yerinde büyük bir okuyucu kitlesi tarafından okundu ve çok sevildi. Büyük bir yoksulluğu anlattığı halde, McCourt’un...
- Katlanılmaz Sığırtmaç ~ Roberto Bolano
Katlanılmaz Sığırtmaç
Roberto Bolano
Latin Amerika Avrupa’nın akıl hastanesi, Birleşik Devletler ise fabrikasıydı. Fabrika şimdi ustabaşıların elinde ve işgüçleri akıl hastanesinden kaçan deliler. Akıl hastanesi, en aşağı altmış...
- Sessizliğin Gürültüsü – Bosna’ya Yolculuk ~ Juli Zeh
Sessizliğin Gürültüsü – Bosna’ya Yolculuk
Juli Zeh
Juli Zeh’in 2001 yazında çıktığı Bosna yolculuğunun izlenimlerinden oluşan Sessizliğin Gürültüsü, doğanın büyüleyici güzelliğiyle yıkımın iç burkan izlerinin iç içe girdiği, savaşın hayaletinin hâlâ...