İnsan neyle yaşar sorusunun cevabıydı “kadın”.
Babama desem ki, “’Baba, sen bana adam olamazsın derdin ama bak ben Superman oldum”, kuvvetle muhtemel bana diyeceği şey, “Sigortası var mı?” olur.
Usulca uzandım, çünkü “Beni öper misin?” diye soran kadın, yarın “Beni niye aramıyorsun?” diye trip atacak kadın olacaktı.
Tahmini zorlukları atlatmıştım, ama şimdi daha zorlu bir sınav beni bekliyordu. Sevgili olmadığınızı karşınızdakine nasıl anlatırsınız sınavı.
DERKEN AŞIK OLUR ADAMIMIZ… AMA NİYE? AMA KİME? AMA NASIL?
Sen benim canımsın, işte ben o yüzden ölemiyorum.
. . .
samihazinses Özgeçmiş:
Yeryüzünde 24. yılını geçiren samihazinses için hayat 2’ye ayrılıyor: Kadınlar ve börekler. Nabza göre şerbetin kıvamını iyi tutturduğu için herkesle anlaşabilen yazar, blog âlemine önceleri ekmek düşürmek için giriyor, ardından internet gurusu olup çıkıyor. Kadınlara olan inancını ise hiçbir zaman yitirmiyor.
Bugünlerde kendine ait atölyesinde sanat sepet işleriyle uğraşıp, hayalindeki mükemmel kadın birleşimini düşünerek hayatına kaldığı yerden devam ediyor.
BÖLÜM I
“Uyandığımda saat yediye geliyordu,” diye devam ellim sözüme. Hepsi ağzı açık beni dinliyordu. Sanmayın ki anlattığını çok sürükleyici, çok güzel bir hikâyeydi. Beni böyle hayranlıkla dinlemelerinin nedeni, yarın öbür gün bu hikâyeyi, kendi başlarından geçmiş gibi anlatacak olmalarıydı. “Bir an evvel kalkmak için doğrulurken, duyduğum ses aklımı aldı,” dememle, Ayhan’ın gözlerinin fal taşı gibi açıldı. İçlerinde şüphesiz en dikkatli dinleyen Ayhan’dı. Ket ne kadar uzun süreli bir ilişki içinde olsa da. yıllardır sekse hasret kaldığını hepimiz biliyorduk. “N’oldu ki abi, manitanın sevgilisi mi geldi?” deyince, onun hikâyesinde eve kızın sevgilisinin geleceğini anladım. “Yok be oğlum, keşke öyle olsa. Hatun öyle bir horluyor ki, bir an Ahmet’le Mehmet’le yattığım hissine kapıldım, ‘bu da mı başımıza gelecekti Allah’ım’ diye isyan ettim.”
Anlattığım hikâyenin sonunu herkes kendi kafasına göre yazacağı için, kimse dinlemedi. Murat bilgisayar başına geçti, muhtemelen içinden bir an evvel gitseler de pornoya dadansam diyordu. Ve yine muhtemelen, yarın netten nasıl manita düşürdüğünü anlatacaktı. Esasında hepimiz can ciğer arkadaşlardık, ama birbirimize seks konusunda devamlı yalanlar alıyorduk. Ayhan’ın uzun süreli bir ilişkisi vardı. Devamlı olarak düzenli bir seks hayatının ne kadar güzel olduğunu anlatırdı. Ama olay öyle değildi işte, o öyle değildi. Ayhan’ın sevdiceği Çiğdem, frijit desen değildi, menopozlu desen değildi, ama ruhiyatı ve tabiatı bunlara çok yakın bir kızdı. Yoksa Ayhan seksi seven biriydi, en azından ben Öyle biliyordum. Yo yo, Ayhan’la ilgili bir deneyimim olduğundan değil, onun sekse olan ilgisinden, açlığından biliyordum. Ama sevgilisi böyle olan birinin seks hayatı ne kadar renkli olabilirse, onunki de o kadar renkliydi işte. Ayhan’ı birkaç kere internette seks hikâyeleri okurken yakaladığımda öğrenmiştim ne kadar yavan bir cinsel hayatı olduğunu. Her ne kadar bana, “Moruk bunları okuyup Çiğdem’le fantezi yapıyoruz,” demiş olsa da, göz gezdirdiğim hikâyelerin bize kendi başından geçen olaylar olarak anlattıkları olduğunu fark edip, kendimi aldatılmış hissetmiştim.
Murat, aramızda kadınlara en düşkün olanımızdı. Ama bir Mecnun’un Leyla’ya olan özlemi gibi, bir müebbet mahkûmun özgürlüğe olan özlemi gibi hep hasretli kadınlara, hep hasretti gül yüzlülere. Katolik papazların bile Murat’tan da ha renkli bir cinsel hayatı olduğunu tahmin ediyordum. Ama tabii ki bu durum onun kendi hayal dünyasında her gün biriyle beraber olmasına engel değildi. Murat yakışıklı değildi, zengin değildi, zeki değildi, ağzı laf yapabilen biri değildi; bu yüzden de, bir kadına ulaşmanın en garantili yolu olarak, kadınların en yakın arkadaşı olmayı seçmişti! Gözüne kestirdiği kıza usul usul, bir tilki edasıyla yanaşıp, o kızın en yakın arkadaşı olmayı bir şekilde başarıyordu. Sonra kızı beğendiği, hoşlandığı her erkekten soğutmaya başlıyordu. Hele kızın erkek arkadaşı varsa, bu daha da kolaydı. “O sana göre biri değil”. “Devamlı başka kızlarla geziyor”, “Sadece ‘fuck buddy’ arıyor” gibi, bir kızı can evinden vuran sözlerin ardından, kızın çevresinde kalan tek erkek kendisi oluyordu Bugüne kadar bu yöntemiyle vuslata erişememişti, ama bu akımın yılmaz bir savunucusu olduğunu her fırsatta dile getiriyordu. Peki. ben ona kızabilir miydim bunun için? Bu sinsi, bu her erkeğin nefret ettiği rolü oynadığı için. Elbette kızamazdım. Ben değil miydim ona ekmek için her yola başvurması gerektiğini söyleyen? Gerekirse beni bile ezip geçmesi, eğer sonunda yâr koynu varsa bana bile bok atması gerektiğini ısrarla tembih eden. Şimdi kalkıp da, “Sen yanlış yoldasın!” demezdim, diyemezdim,
Ayhan’ın telefonunun çalmasıyla, artık gideceğimizi anladım. Her erkek gibi bunu kabul etmese de, o bir ‘telefonlover’dır. Saatlerce telefonda konuşmaktan, konuşmadığı zamanlarda SMS atmaktan bıkmayan, usanmayan bir insan.
İkili ilişkilere darbe vurmak, mutlu insan güruhunu azaltmak için icat edilmiş bir şey değil midir zaten telefon? Yaptıktan kampanyalarla, verdikleri bedavayla, “çok muhabbet tez ayrılık getirir” atasözünü desteklediler yıllar yılı. Eskiden. “Ben köyden kız alacam abi yaaağ,” diye ağlayan arkadaşlarımız vardı, saf olana duyulan özlem vardı. Şimdi aynısı, “Facebook’u olmayan, MSN’e girmeyen, cep telefonu kullanmayan kadın” için geçerli, Ayhan’ın minimum yarım saat sürecek konuşması bittikten sonra, “Ben çıkıyorum,” diyecekti. Ben de ona katılıp evimin yolunu tutacaktım. Yolda yalnız yürümeyi pek sevmeyenlerdenim. Şimdi anlamsız bir sanat filminde olsaydık, yalnız yürümek istemememin nedenini, bireyin ana rahmine dönüş isteği, otofobi filan diye alt metinle burada size dayardım. Ama Fransız sanat filminde değil, Bakırköy’deydik ve ben otobüse binmek için yaklaşık yarım saat yürümek zorundaydım. Her otobüse binişimde, her Akbil’ı dolduruşumda, hayatımın aşkının sanki otobüste karşımda oturacağını düşünürüm. Toplu taşıma araçlarında ilik gibi manitaları çaktırmadan süzü vermek, gözler birleşince kaçırıyordu.vermek gözleri ayrı bir duygudur. Hani, “ileri kesiş teknikleri” diye bir ders olsa. üniversitelerde, liselerde, KPSS. MPSS dinlemeden kafadan hocalık alırım gibime geliyor. Ne zordur bilemezsiniz, uzaklara bakma hissiyatı verip de inceden manitayı süzmek, dışarı bakıyormuş gibi yapıp da cama yansıyan aksinden, tipini çıkartmaya çalışmak.
Bu duygular eşliğinde otobüse bindim. Oturacak yer bulduğumda dizelere dökülmüş, “bin atlılar gibi şendik” mısrasının ne diye yazıldığını anladım. Yaklaşık yirmi dakikalık bir yolum olduğundan ve otobüsle göze çarpacak bir kadın olmadığından, çantamdan kitabımı çıkarıp okumaya başladım. Bir aralar pek meşhur olan “sahil kitabı konsepli” benim için otobüs kitabına dönüşmüştü anık. Sadece yolculuk esnasında kitap okumak, oturup üzerine saatlerce tartışılacak bir konuydu belki de. Elimdeki kitap. Gagavuz Türkleri’ni anlatıyordu. Tarih veya sosyoloji öğrencisi değildim, bu konuda bir tez yazmam da süz konusu değildi. Peki. ben niye Gagavuz Türkleri’nin tarihsel sürecini anlatan bir kitap okuyordum? Cevabı basitti yarenler, artistlik için. Gün olur da bir dost meclisinde hu kitapta geçen bir mevzu vukuu bütün sevdasıyla, yedi yüz otuz sekiz sayfalık kitabı okumaktaydım. Zaten hayatta her soy, kız düşürmek için yapılmamış mıdır” Şairlik, mühendislik, yönetmenlik vs dünyada her şey kadınlar için var olmaktadır. İcat edilmiş bütün buluşlar, yapılmış bütün sanal eseleri. Yatay bütün insanlar filan da buna dâhildir. Erkekler, bahsettiğim üzere, malumunuz kadınlar için yaşamaktadırlar. Peki kadınlar? Kadınlar da kendi hemcinsleri için. En erkeksi dişinin bile şu hayatta yakın bir kız arkadaşı olmuştur. Neden? Neden olsun, elbette ki diğer kızı çekiştirmek, arkasından kaptırmak için. “İnsan neyle yaşar” sorusunun cevabıdır “kadın”. Biz okuyorduk, çünkü toplumuzda okumayana kız vermiyorlar inancı vardır. O yüzden devamlı okuyor, çalışıyor, çiziyor, işe giriyor, iş kuruyorduk. Parasız adamı kadın milleti ne yapsın? Okuyor, doktor oluyor, hayat kurtarıyoruz. Kurtarıyoruz ki kız istemeye gidince, “Oğlunuz ne iş yapıyor?” sorusuna, “DOKTOR!” cevabını verelim ve kızı kolumuza takalım. Ama misal bir dost meclisindeyiz ki dost meclisi demek erkek meclisi demektir ve doktor olduğumuzu söyledik, hemen “Ya benim sırtımda bir ağrı var, Allah seni inandırsın, uyutmuyor” veyahut “Görümcem geceleri altını ıslatıyor,” diyerek soru manyağı yaparlar adamı. İster veteriner ol, İster dişçi, sorular hep aynıdır. Avukat da olsan mühendis de olsan, bu değişmeyen bir kuraldır. Karşı cins için sen mutluluğa açılan kapıyı temsil ederken, erkekler arasında sadece işini gören yararlı bir arkadaş durumundasındır.
Her erkeğin mutlaka bir öğrenci evi olmuştur. Toplama kamplarının bile daha insani bir yaşam alanı olduğuna delalet olan bu öğrenci evleri, haftalarca dökülmemiş kül tablaları, pis bulaşıklar, tonlarca tuvale! kâğıdı demektir. Ama olur da bir gün o eve kız gelirse, işte o ev tertemiz, pürü pak olur. O fırçalanmayan dişler fırçalanır, o taranmayan saçlar taranır, sanki bir bayram temizliği hâsıl olur. Birden bu düşündüklerimin ne kadar yerinde tespitler olduğunu fark edip sevindim. Çünkü uygun bir ortamda ve doğru bir zamanda bu fikirlerimi paylaşırsam, prim üstüne prim yapabilirdim. Bu mutluluk anı, babamın arayıp, “gelirken marketten rakı al” demesiyle son buldu. Bir duygu karmaşası içinde otobüsten inip, beni eve götürecek ve eve götürürken de babamın istediği rakıyı alabileceğim marketin bulunduğu caddede yürümeye başla
Bazen, acaba hayalımın amacını yanlış yerde mi arıyorum diye sorgulamam gerekliğini düşünüyorum. Çalışmam, kendime bakmam, sosyal çevre edinmem gibi şeyler aklıma geliyor. Acaba diyorum, tüm bunları bir kenara bırakıp, evde otursam, babamın rakısını alsam, altılısını yatırsam, kalan para üstünü de cebime atsam, nasıl olur. Belki de budur benim hayattaki misyonum diye böyle kafa yorarken, kasiyer çocuğun, “İki büyük Yeni Rakı.” demesiyle lırt düşüncelerimden uyandım ve gülümseyerek başımı salladım. Eğer sevgi ya da aşk. konuşmadan da anlaşmaksa şayet, ben bu kasiyer çocukla yüzyılın aşkını yaşıyordum. Mecnun’la Leyla, Ferhat’la Şirin gibiydi aramızdaki bu sevgi. Zira benim marketten içeri girmemle, çocuğun alkollerin bulunduğu dolaba yönelmesi bir oluyordu. Bana sadece usulca kasaya yaklaşıp parayı ödemek kalıyordu. Tabii bu ilişki her zaman da tıkır lıkır işliyordu diyemem; bazen sadece süt almak için markete girince, rakıyla karşılaşmak da panik yapıyordu insanda. “Düşün düşün yedin kendini be,” diyerek parayı ödedim ve “Üstü kalsın,” dedikten sonra marketten çıktım. Tabii sonra aynen geri dönüp paranın üstünü aldım, yaptığım mallık anlaşılmasın veyahut anlaşılırsa bile bari sempatik olduğumu düşünsünler diye de gülümsedim.
Apartmanın kapısını açarken, vakti zamanında çocukluk aşkım olan, sonrasında evlenip tam karşımıza taşınan Esra’y’la karşılaştım. Çocukluk aşkı dediysem de sanmayın ki yıllarca beraber olduk veya birimiz evde yalnız kaldığında diğerini çağırıp gizli gizli öpüştük. Sadece bir keresinde öpüşmüştük. O da top oynarken çarpışıp, dudaklarımızın birbirine değmesiyle gerçekleşmişti. Dudaklarımız böyle yanlışlıkla birbirine değince, evli sanmıştık kendimizi. Esra kucağında kızıyla beraber kapıyı açmak için çantasını deşiyordu. Kapıyı açıp geçmelerini bekledim ve yardım etmek için elindeki poşeti, sonra da kızını aldım kucağıma. İşimin nasıl gittiğini sordu, ben de ona aynı soruyu sordum. Sonra ben küçük Gözde’nin yaramazlık yapıp yapmadığını sordum. O ise bana bu konuya dair soru sormadı, soramadı. Bir an için evli, çocuklu, işten gelirken markete uğrayıp alışverişini yapan ideal erkek gibi hissettim kendimi. Merdivenleri çıkarken gülüşüyor, Gözde’ye şakalar yapıyor, bir yandan da eşimle ilgileniyordum. “Sikeyim böyle hayatı,” diye düşündüm; hevesimi almıştım zira. Biri bana. “evliliğin nasıl olduğunu biliyor musun?” diye sorarsa, anlatacağım bir şey vardı artık. Evimizin olduğu kata gelince, küçük Gözde’yi indirip kapıyı açmasını bekledim, o esnada kendi zilimi de çaldım. Esra anahtarı ararken, annem kapıyı açmış, sonra da Gözde’yi görüp anlamsız sesler çıkararak onu sevmeye başlamıştı. Al işte, anneme bile babaannelik müessesesinin gerekliliklerini yaptırmış oldum üç dakikada. Birbirimize iyi günler dileklerimizi sunduktan sonra içeri girdik. Annem biraz önce beni kapıda karşılayan, içeriye alan kendisi değilmiş gibiydi; — Sen mi geldin oğlum?
— Belki de anne, belki de ben hiç olmadım. Kim bilebilir?
— Hadi ordan, ma alık seni.
Bu cevabı alınca, “Ha,” dedim, “demek ki doğru yerdeymişim, bu kadın da annem mi;.” İçeri girip babama selam verdim. Tam çıkacakken, babam televizyonda izlediği bir şeye istinaden bana Almanca bir şeyler anlatmaya başladı, Babam yıllarca Almanya’da çalıştığından mütevellit Almanca’yı iyi bilir. Ama hiçbirimiz Almanya’da doğmadığımız gibi, Almanca öğrenme gereği de duymamıştık. Babamın ısrar ve inatla bana Almanca bir şeyler söyleyip. “Ne dedim şimdi ben?” demesi, beni direkt bebekliğime döndürür ve ben de ağlama isteği uyandırırdı. Bebeğe konuşmayı öğretmeye çalışan, balonu gösterip, “Bu ne? Bu balon. Neymiş? Balon” diye direten insanlar gibiydi babam da. O esnada gelen çişimi altıma kaçırsam ve bunu zihnimde kurduğum bu düşünceyle birleştirip, “Ama ben bebektim” desem, kimse yemezdi. Eğer böyle bir durum olursa ve şanslı isem, dayak yemem. Çişimi yaptıktan sonra elimi yıkamadan odama geçtim, evde bir kız olsaydı o elleri şıkır şıkır nasıl yıkayacağımı bilmenin burukluğunu tabii ki hissederek.
Üzerimi değiştirmeden bilgisayarı çalıştırdım. Bilgisayarın başına oturmamla annemin aç olup olmadığımı sorması bir oldu. Anne babayla yaşamanın işte bu güzelliği vardır. Yemek, bulaşık, çamaşır, kira, fatura derdi olmadan mis gibi…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı Deneme
- Kitap AdıPiç Güveysinden Hallice
- Sayfa Sayısı248
- YazarSami Hazinses
- ISBN6054054411
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviOkuyan Us Yayınları / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Teyzem Latife ~ Fatih Bayhan / M. Sadık Öke
Teyzem Latife
Fatih Bayhan / M. Sadık Öke
“Teyzem Latife, Mustafa Kemal ile karşılıklı olarak birbirlerine verdikleri söz gereği hiç konuşmadı. Ancak o dönemde zaten bir kadının boşanmadan sonra konuşması ailemizde olmayan...
- Çengelköy Defteri ~ Oruç Aruoba
Çengelköy Defteri
Oruç Aruoba
Mozart’ı düşündüm: Yaşamı boyu gördüğü anlayışsızlık ve sonradan çukulata markası haline bile gelmesi… Kıçını dönüp terkettiği Salzburg’a bugün “Mozart’ın şehri” deniyor- aynı şekilde Viyana’ya...
- Haritanın Yırtılan Yeri ~ Cezmi Ersöz
Haritanın Yırtılan Yeri
Cezmi Ersöz
Diyarbakır’da bir öğretmen, “Devlet bizim üzerimizi kırmızı kalemle çizmiş,” diye yakınıyordu. Ailesini silahlı çatışmadan koruyabilmek için pencerelerine duvar ören Cizreli bakkalın açıklaması, “Güneş bizim...