“Osman Cemal, hikâyelerinde, İstanbul’un kenar semtlerinin insanlarına yönelmiş, konularını onların günlük yaşayışlarından çıkarmıştır. Çoklukla mizah dergileri için yazılmış olan bu hikâyelerde, olaylar ve kişiler gülünç yanlarıyla alınmış, eğlenceli bir hava içinde işlenmiştir.”
Cevdet Kudret
Türk edebiyatında Ahmet Rasim ve Hüseyin Rahmi Gürpınar çizgisinin takipçisi olarak görülen Osman Cemal Kaygılı, tam anlamıyla bir İstanbul yazarıdır. İstanbul’un kenar mahallelerinde doğup büyüyen yazar, yetiştiği çevreden hayatı boyunca kopmamış, eserlerini gözlemci gerçekçi bir bakış ve mizahi bir üslupla kaleme almıştır. Yazar, 1923-25 yılları arasında kitap olarak yayımlanmış hikâyelerden oluşan elinizdeki derlemede, dönemin edebiyat dünyasının dışında kalmış karakterleri çevreleriyle birlikte okurla buluşturmuştur.
*
Sunuş
Edebiyatımızda Ahmet Mithat, Hüseyin Rahmi ve Ahmet Rasim geleneğinin son temsilcilerinden biri kabul edilen Osman Cemal Kaygılı, İstanbul’un kenar mahalle sakinlerinin yaşamlarını, sıradan insanların başlarından geçen acıklı ve gülünç halleri hikâye ve romanlarında kendine özgü sanat anlayışı ve mizahi bir üslupla kaleme alan yazarlarımızdandır.
Osman Cemal, romandan önce ve daha çok hikâye yazmıştır. Epeyce yekûn tutan hikâyelerinin çoğu, gazete ve dergi köşelerinde kalmış, çok azı da kitap olarak basılmıştır. Elinizdeki derleme, yazarı hayattayken farklı tarihlerde birer ikişer formalık kitaplar olarak yayımlanmış yedi hikâye ve bir piyesten oluşmaktadır. Hikâyelerden bazıları önceden muhtelif süreli yayınlarda yayımlanmış olsa da derlemede eserlerin müstakil kitap olarak yayımlanmış baskıları esas alınmıştır.
Hikâyelerin dili her ne kadar sade olsa da günümüz okuru için sözlük kullanmayı gerektirecek Osmanlıca kelimeler ve ibareler barındırmaktaydı. Bu sebeple hikâyeler günümüz Türkçesine uyarlanmış ve gerekli yerlerde açıklayıcı dipnotlar eklenmiştir.
Serkan Yıldırım
Çuvalcı Şeyhi’nin Halefi
Çuvalcı Şeyhi Esseyyit Mehmet Kadri Efendi’nin oğlu Cemil, 1901 senesi başlarında, on sekiz yaşındayken devam ettiği mektepten son defa olarak kovulup ve mahalle imamının yardım ve gayretiyle çalıştığı hafızlığı da yarıda bırakarak öteden beri heves ettiği Edirnekapı Tulumbası’na1 senede bir çift yemeni ve bir dizlik2 karşılığında ikmal efradı3 olarak yazıldı.
Fakat bu hususta o zavallı çocukta hiçbir kabahat yoktu. Evvela yetiştiği muhit, ikamet ettiği mahalle ki Eyüp’te Bülbülderesi ve o semtin bütün sivri siyah fesli, belleri kuşaklı, paçaları bol ve kadifeli gençleri, çapkınları, eli bıçaklıları; ikincisi anasının babasının kendisine son derece yüz vermeleri onu böyle pek genç yaşında rüştiyenin ikinci sınıfından tulumbacı koğuşuna aktardı.
Bir sene kadar cuma ve pazar günleri düzenli olarak talimlere devamdan ve tulumbanın önü sıra yangın yerlerine hortum, baskı kolu, boru taşıdıktan sonra artık o da oldukça usta oldu. Üçüncü, dördüncü takımlarla beraber sırık almaya başladı.
Cemil aslında pek kalın kafalı değildi. Sevdiği bir iş olursa üstesinden kolayca geliyordu. Tulumbacılığa ise adeta âşık olduğundan dört elle sarıldı. İki sene içinde sanatında o kadar ilerleme kaydetti ki koca İstanbul’un bütün eski tulumbacıları kendisini takdir ettiler ve adeta kıskanmaya başladılar. Hatta bir aralık onu Galatasaray, Altıncı Daire1 gibi tulumbacılığın en parlak yerlerinden dolgunca bir aylıkla davet bile ettilerse de o, babasının şiddetli itirazları ve anasının yalvarıp yakarmalarına dayanamayarak bu davetlere icabet edemedi.
Cemil’in sesi de güzeldi. Zaten tekkede zâkirlerle2 ara sıra ilahiler de okurdu. Arkadaşlarıyla birlikte Ramazan geceleri çalgılı kahvelerde klarnet veya zurnanın sevdalı ve kahramanca şakımalarına, afili nağmelerine uyarak semai‚3 mâni de söylemeye başladı ve bunda da pek çabuk şan şöhret aldı. Yirmi bir yaşındayken “Meşhur Semaici Cemil” namını pek az zamanda hakkıyla kazandı.
Cemil bütün omuzdaşlarına kendini sevdirdi. Zaten pek haşarı, hırcı gürcü takımından olmadığı gibi, o gibilerden kendi de pek hoşlanmazdı. Tatlı dilli, nazik, cömert, yakışıklı bir çapkındı. Arkadaşları onun yüzünün yumuşaklığından, çok ve her türlü istifade ederlerdi. Haftada bir, koğuşta rakı ziyafeti, arada karşı âlemleri, baharda donanmış balık kayığıyla cümbür cemaat Kâğıthane sefaları hep Cemil’in, daha doğrusu annesinin kirli çıkınları sayesinde yapılırdı…
Gün geldi ki artık annesinde ne kirli çıkın ne de kendisinde babası Esseyit Mehmet Kadri Efendi’ye meram anlatacak yüz kaldı. O vakit Cemil ister istemez diğer omuzdaşları gibi çalışmaya, yazın Karagümrük, Edirnekapı semtlerinde kavun, karpuz; kışın da salep, boza gibi şeyler satarak geçinmeye mecbur oldu. Zaten o vakitler, zamanın Karun’u olsa da tulumbacılar boşta gezen omuzdaşlarını ayıplarlardı. Mutlaka ya bir karpuz sergisi ya bir semai kahvesi veya bir şerbetçi
dükkânı işletmek onların şanındandı. Fakat Cemil öteden beri hazır yemeye alıştığı için bu işler ona ağır geldi. Vaktiyle koca yirmi beş okkalık1 yaş hortumu Ayastefanos’tan2 sırtına yüklenip, baldırı çıplak, dili bir karış dışarı fırlamış olduğu halde Edirnekapı’ya koşarak gelmeye sıkılmayan Cemil, bir türlü “Karpuz kurabiye!” diye bağırmaya, boza güğümü altında kapı kapı dolaşmaya alışamadı. Parasızlıktan kıvranıyordu, yoksa hiç böyle şeylere teşebbüs etmeyecekti… Bir gün satışa çıktı, ertesi günü hastayım dedi. İki gün çalıştı, üç gün koğuşta yattı. Nihayet baktı ki olmayacak, başladı evden yükte hafif, pahada ağır şeyleri birer birer koltukçu3 çarşısına taşımaya… Bir zaman da böyle geçti. Bir gün babası kıyametleri kopardı ve yemin etti ki, “Bu hal tekrarlanırsa seni evlatlıktan reddeder ve karakola teslim ederim…”
Artık Cemil’in koğuşta da eski itibari kalmadı. Hacı Reis’in dört buçuk kulaçlık5 vişneçürüğü kuşağı kaybolduktan sonra omuzdaşlar ona biraz şüpheli bakmaya, surat asmaya başlamıştı. Bir gün yine misafir gelen tulumbacılardan birinin, içinde beş altı yüz kuruş bulunan çantası uçmuştu. O gün Cemil büsbütün gözden düştü ve arkadaşlarının imali, dokunaklı sözleri, hakaretli bakışları altında bir hayli üzüldü ve ezildi.
Halbuki Cemil’in bir şeyden haberi yoktu. Kuşağı da parayı da çalan başkasıydı. Fakat ne yapsın zavallı, nasılsa bir kere şüphe altına girdi. Bir gece Hacı Reis bütün ihvanın içinde sarhoşça söylendi: “Bir insan, anasının çarşafını çalar da rakıya verirse ondan hayır mı gelir?”
Cemil hiç ses çıkarmadı. Boynunu büktü, melül melül dinledi. Sonra kararını verdi: “Beni zaten Şehreminililer ne vakittir çağırıp duruyorlar, oraya giderim…’
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye Türk Klasikleri
- Kitap AdıPerili Bostan – Toplu Hikayeleri
- Sayfa Sayısı208
- YazarOsman Cemal Kaygılı
- ISBN9786254294761
- Boyutlar, Kapak12,5 x 20,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aslında Ayrılık da Yoktur ~ Seda Diker
Aslında Ayrılık da Yoktur
Seda Diker
Hz. Mevlana ve Şems-i Tebrizi ilahi, yani Gerçek Aşkın yolunda yanmışlardı. Günümüzde de bu tarz aşkın kapısını aralayabilen insanlar var. Peki biz sıradan insanlar...
- Aşkın Sanal Halleri ~ Canan Tan
Aşkın Sanal Halleri
Canan Tan
Vakt-i zamanında, “Aldanma ki şair sözü elbette yalandır!” diyen Fuzûlî, günümüzde yaşasa, “Aldanma ki sanal aşklar elbette yalandır!” mı derdi? Yoksa, “Aşk aşktır!” diyerek,...
- Issız Erkekler Korosu ~ Canan Tan
Issız Erkekler Korosu
Canan Tan
Canan Tanın merakla beklenen yeni kitabı ISSIZ ERKEKLER KOROSU 29 Martta tüm kitapçılarda! Âdemoğlu Pansiyonda bir fasıl gecesi… Müşterilerin hepsi erkek! Ezilen, horlanan, acı...