Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Patates Jazzı
Patates Jazzı

Patates Jazzı

İsahag Uygar Eskiciyan

Patatesin müziği olur mu? Ya öyküleri? Patates Jazzı’nda patates belki insanın kalbini, belki hiç kopmayan anne-çocuk bağını, belki de ölümün ta kendisini simgeliyor. Doğumdan…

Patatesin müziği olur mu? Ya öyküleri? Patates Jazzı’nda patates belki insanın kalbini, belki hiç kopmayan anne-çocuk bağını, belki de ölümün ta kendisini simgeliyor.

Doğumdan ölüme anne-çocuk arasında kurulan derin ve karmaşık bağın aldığı haller, kâh ilk aşkın acılarına, kâh fiziksel çirkinliğin benlikte bıraktığı arazlara uzanarak “annesinin yürekten, babasının uzaktan seveceği kadar çirkin” bir çocuğun dilinden anlatılıyor. Ortak karakterler öykülerde bir görünüp bir kaybolurken okura farklı okuma imkânları açılıyor. Çocukluktan vazgeçmeyen, ironiyi elden bırakmayan, hüzünlü öyküler bunlar. Annesini unutamayan ve unutamayacak olan herkese sesleniyor.

*

Patata ve Papatya

Bana “patatam” diyen annemi çok sonra anladım. Ben geç anladım ama bazıları hiç… Annemin bu sevgi sözcüğünü bilen arkadaşlarım, zayıf ve çelimsiz bir çocuk olmama rağmen arkamdan, “Şişko patata, yarım kilo salata,” diyerek beni saymaca sövmece kovalardı. Benim neden kaçtığımı, onların neden kovaladığını hiçbirimiz bilmiyorduk. Gün boyunca beraberdik oysa. Aynı sırada oturmuşluğumuz da vakiydi. Ama ne zaman paydos zili çalsa ve sınıfın kapısına doğru atılsak ağızlarından beni inciten o sözler dökülürdü. Klasik koşullanmış bir Pavlov köpeği gibi “patata”yı duyunca koşmaya başlardım. Onlar kovalamaya başlamış olurdu zaten. Ağzımdan salya akmazdı fakat dilim bir karış dışarıda, eve güç bela atardım kendimi. Dilimi ve terimi gören babam her defasında kızardı bana. Cevabını bilmediğim sorular sorardı. Neden kaçtığımı mesela. Neden karşılarına erkek gibi dikilmediğimi ya da. Benden cevap almayınca kızar, bir iki tokat yapıştırırdı. Babamın kocaman elleri vardı, rahatlıkla altı kilo gelirdi. Tokatlarından dolayı yüzüm çilek kırmızısına dönse de haddim değil, özüm hep patataydı. Annem gelip, “Ah yavrum, vah küçük patatam!” diye sarmalayana kadar ağlamazdım. Nasıl ki beni sıcak göğsüne basar, işte o zaman gözlerimden sıcak ve tuzlu yaşlar fışkırırdı. Çizgi filmlerdeki o abartılı gözyaşı fışkırma sahnesi için sinema tekniğine gerek kalmazdı. Annem gidip beni kovalayan çocukları annelerine şikâyet ederdi. Ama onların, “Çocuktur bunlar, birbirlerini kovalayacaklar da dövecekler de,” cevabı hep hazırdı.

Annem bu kovalamacalara beni “patatam” diye çağırmasının sebep olduğunu hiç öğrenmedi. Bugün az kalsın söyleyecektim, sonra vazgeçtim. Cebimdeki küçük patatesi mezarına bastım. Mezarının toprağı onun göğsü gibi yumuşacıktı. Kafam onun göğüslerinde nasıl kayboluyorsa patates de öyle hemencecik kayboldu. Üzerini iyice kapattım. Dua ettim. Kökleri ben diye göğsüne değsin. Duam bu kadar. Bir çocuk yanımıza yaklaştı. Elinde açık yeşil çizgili beyaz bir ibrik. Amca su vereyim, dedi. Annemin mezar taşına baktım. Olur anlamında başımı salladım. Önce yüzü niyetine mezar taşına su döktüm, sonra da patatesi bastığım göğsüne. Suyun geriye kalanını ise serinlesin diye tüm mezarın üzerinde gezdirdim. Boş ibriği çocuğa verdim. Cebimden bozukluk çıkardım. Uzattım. Almadı. “Yok, amca, istemez, ben su satmıyorum,” dedi. “Dedem için getirmiştim ama geç kaldım. Kuzenlerim benden önce gelip sulamışlar. Hatta çok sulamışlar. Dedem çok seviyor diye diktiğim süsenleri su içinde bırakmışlar. O kadar da dedim, çok su dökmeyin, süsenler kurtlanıyor.” Teşekkür niyetine elimi göğsüme koydum. “Allah rahmet eylesin, amca,” dedi. Boş ibriği pervane gibi çevirerek gitti.

Annemle yine baş başa kalmıştık. Ben onun küçük patatasıydım. Ortaokulu bitiremedim. Neyse ki annem bunu görmedi. Üzüntüsünden ölürdü, bu kanserden ölmesinden daha kötü olurdu. Aslında emin değilim. Babam ondan biraz uzun yaşayınca bize analık, kendine yataklık bir kadın buldu. Üvey evlatlarını dövenlerden değildi. O kadar güzel yokmuşum gibi davranırdı ki beni var olduğuma sonrasında hiçbir güç inandıramadı. Ablalarım ilk taliplerine kurdeleli pakette verildi. Erkek kardeşim ince hastalığa hediye edildi. Bir ben kaldım. Ama başlarına değil, bir başıma. Ben de sanayiye verildim. Sonra evimizin aslında dar olduğu keşfedildi üvey annem tarafından. Babam da bunu yıllardan sonra öğrenmiş oldu. Evimiz dar. Sanayide kaldım. Yazın neyse de kışın çok zordu. Şimdi annemin yanında bunları neden hatırladığımı bilmiyorum. Ama aklımdan geçenleri hissedecek diye de korkuyorum içten içe.

Telefonum çaldı. Üç gündür aralıksız çalıyor. Bu sefer açtım. Arayan Papatya’ydı. Nerede olduğumu sordu. Babaannenleyim, dedim. Hemen geliyorum, dedi, sakın oradan ayrılma. Ayrılmak mı? Ben bir kez ayrıldım annemden, tam elli yedi yıl önce. Ebem kafamdan tutup koparmaya çalıştığında hâlâ bağlıydım içten ona. Ve dünya denen tekerleğin kaç bucak olduğunu o zaman öğrendim. Hoş, kopmak sayılmazdı bu da. Ben hiç ayrılmadım annemden. Hep onunlaydım, hep ondaydım. Tam sökülmedim. Kimsenin buna gücü yetmedi.

Cebimde kalan son patatesi de çıkardım. Bu ufak patatesleri ne ara cebime attığımı hatırlamaya çalıştım, olmadı. Üç parmağımla tuttum patatesi. Göz hizasına kaldırdım. Baktım. Belki bakışıyoruzdur. Merhaba patata, dedim. Uzun süre konuşmadığım için sesim çatallanmıştı. Tekrar ettim. “Merhaba patata, ben de patatayım. Aynı topraktan var olmuşuz.” Annemi gösterdim. “Şimdi pörsüdüğüme bakma, ben onun küçük patatasıyım.” Patatesin cevabını bekledim. Belki yanlış çeviriyorum ama kesinlikle doğru anladım. Kızgın yağda kızararak parmak patatese dönüşen annesini anlattı. Aynı kaderi yaşıyoruz, dedim. “Benim annem de babamın korunda yandı, kül oldu. Kardeşlerim mahvoldu, ben yok oldum.”

Birbirimizi nasıl teselli edeceğimizi bilemedik. Tutup yaralarımızı konuşmaktan başka teselli bilmiyorduk. Üzgündük ve yere bakıyorduk. Annemin ayakucuna bastım patatesi. Kolaylıkla gömüldü toprağa, kayboldu. Üzerini iyice kapattım. Ayağa kalktım. Pantolonum, gömleğim toz toprak içinde kalmıştı. Papatya beni bu halde görmemeliydi. Üzerimi silkeledim. Etrafımda küçük bir toz bulutu oluştu. Ağacın dalları arasından sızan ışık huzmesi içinde toz tanecikleri havalandı. Bir süre seyrettim. Onlar uzun süre dönüp duracak, sonra yuvalarına geri gideceklerdi. Bunun için mi böyle mutlu görünüyorlardı? Onlara eşlik ettim. Kollarımı açtım. Onlarla birlikte döndüm. Döndüm. Işık huzmeleri göğsümden sırtıma, sırtımdan göğsüme yer değiştiriyordu.

Ben onun küçük patatasıyım diye bir şarkı tutturdum. “Ben onun küçük patatasıyım / o benim yumuşak toprağım / ben onun minik patatasıyım / ona milyon kökle bağlıyım / ben onun, ben onun…” Şarkının nakaratına gelmiştim ki, “Baba,” dedi arkamdan sarılan kızım. Gözlerinde yaşlar vardı. Ben de sarıldım. Mezarın kenarına, annemin ayakucuna oturduk. “Üç gündür seni arıyoruz,” dedi. “Defalarca telefon ettik, açmadın. Polise de haber verdik.” Parmaklarımla hafifçe dudaklarına dokundum. “Annemin yanında bunları anlatma, sonra merak eder beni.” Sustu. Papatya’yı göğsüme bastırdım. Öylece annemin üzerine uzandık. Ben hâlâ onun küçük patatasıyım.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıPatates Jazzı
  • Sayfa Sayısı103
  • Yazarİsahag Uygar Eskiciyan
  • ISBN9786057728524
  • Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
  • YayıneviSel Yayınları / 2020

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Konteyner Zaafı ~ İsahag Uygar EskiciyanKonteyner Zaafı

    Konteyner Zaafı

    İsahag Uygar Eskiciyan

    Ödüllü öykücü İsahag Uygar Eskiciyan Konteyner Zaafı’nda rutinlere getirdiği eleştirilerle kara mizah çıtasını yükseltirken öykücülükteki yerini sağlamlaştırıyor. Gündelik hayatın çatlaklarına sızarak boşlukları gerçekdışı unsurlar...

  2. Zift ~ İsahag Uygar EskiciyanZift

    Zift

    İsahag Uygar Eskiciyan

    Zift, bastırılan seslerin, birbirini takip etmeyen günlerin, sıradanlaşan vahşetin, çöküşün ihtişamdan koparılışının, gecenin çığlıklarının romanı. İsahag Uygar Eskiciyan, tüm anlatıların, hesaplaşmaların, değer yargılarının kara...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Nar ~ Ece Gamze AtıcıNar

    Nar

    Ece Gamze Atıcı

    Aşk hiç böyle anlatılmadı. Nar, 21. yüzyılda yazılmış, bestesi Zeki Müren’e ait, bir kadınla bir adamın seslendirdiği tuhaf bir neşe ve keder hikâyesi. Nar...

  2. Geceleri, Sokaklarda – Öyküler (1925-1930) ~ Cesare PaveseGeceleri, Sokaklarda – Öyküler (1925-1930)

    Geceleri, Sokaklarda – Öyküler (1925-1930)

    Cesare Pavese

    Geceleri, Sokaklarda, Cesare Pavese’nin henüz on yedi yaşındayken kaleme almaya başladığı ve ölümünün ardından yayımlanan öykülerini ve öykü taslaklarını içeriyor. Öykülerin başkişileri, hayatın kıyısında...

  3. En Büyük Takım Bizim Takım ~ Ayla ÇınaroğluEn Büyük Takım Bizim Takım

    En Büyük Takım Bizim Takım

    Ayla Çınaroğlu

    Kartalspor taraftarı bir baba, Bahçespor taraftarı kızı ve oğluyla beraber bir derbi maçına giderse ne olur? Üstelik maçı aynı tribünde izleyecekler… İki küçük Bahçespor...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur