Zihnimizdeki hayaletlere ve canavarlara kulak asmadan yalnızca gerçek kötülüklerle yetinsek hayat ne kadar güzel, ıstırabımızsa ne kadar katlanılabilir olurdu.
İsviçre Alpler’inde yaşayan bir papaz, teyzesi ölen ve kendisine bakabilecek başka akrabası olmayan kör bir kızı Tanrı’ya hizmet etmek amacıyla, halihazırda bakmakla yükümlü beş çocuğunun bulunduğu eve götürüp evlat edinmeye karar verir. Bu karar ev halkında şaşkınlığa neden olmakla kalmayıp bir dizi başka olayı da tetikler ve papazın Hıristiyan hayırseverliğini tensel aşkla karıştırmasına ve bunun sonuçlarına katlanmasına yol açar.
André Gide eserlerini günah ve arzu arasındaki çatışma, ahlaki körlük, insan benliğinin çelişkili doğası üzerine temellendirmiştir, Pastoral Senfoni de bu açıdan yazarın dünyasına giriş niteliğinde, derin ve düşündürücü bir romandır.
“Bazı insanlar, düşüncelerinde ne sığ ne de kolay olan bir dinginliğin sırrını bulmuşlardır. Gide’in sırrıysa, bütün şüphelerinin ortasında, insan olmanın gururunu hiç kaybetmemesinde saklıdır.”
Albert Camus
BİRİNCİ DEFTER
10 Şubat 189.
Üç gündür yağmaya devam eden kar, yolları kapattı. Son on beş yıldır ayda iki kez ayin düzenlemek için uğradığım R.’ye gidemedim. Bu sabah La Brévine Kilisesi’nde sadece otuz iman sahibi toplandı.
Geriye dönüp Gertrude’la nasıl ilgilendiğimi anlatmak için bu zorunlu ev hapsinin sunduğu boş vakitten istifade edeceğim.
Sırf ona beslediğim hayranlık ve sevgiden ötürü karanlıktan çıkardığımı düşündüğüm bu dindar ruhun biçimlenişi ve gelişimiyle ilgili her şeyi buraya yazmayı tasarladım. Bana bu görevi emanet ettiği için Tanrı’ya şükürler olsun.
İki yıl, altı ay önce Chaux-de-Fonds’a dönerken tanımadığım küçük bir kız alelacele, beni yedi kilometre uzağa, ölüm döşeğindeki yaşlı bir kadıncağızın evine götürmeye geldi. Atın koşum takımını henüz çözmemiştim. Yanıma bir fener aldıktan sonra –çünkü karanlık çökmeden geri dönemeyeceğimi düşündüm– kızı arabaya bindirdim.
Bu civarı çok iyi bildiğimi sanıyordum fakat Saudraite Çiftliği’ni geçtikten sonra çocuk beni o zamana dek hiç girmediğim bir yola soktu. Ancak iki kilometre ötede, solda, genç bir adamken zaman zaman üzerinde kaymaya geldiğim küçük, gizemli gölü fark ettim. Onu on beş yıldır görmemiştim çünkü burada payıma herhangi bir papazlık görevi düşmemişti, sorsalar nerede olduğunu bile bilemezdim artık, sanırım bir noktada onu düşünmeyi bırakmıştım ve bu yüzden, akşamın pembe, altın renkli büyüsünde birden gözüme iliştiğinde onu ilkin rüyamda gördüğümü zannettim.
Yol gölden çıkan ve ormanın uç sınırını kesen bir dereyi takip ediyor, sonra da bir bataklığın yanından geçiyordu. Buraya daha önce gelmemiştim kesinlikle. Güneş batıyordu; genç rehberim nihayet parmağıyla bir tepenin yamacında, bacasından gölgede mavileşen, gökyüzünün altın renginde sarıya dönen incecik bir duman yükselmese insana içinde kimsenin oturmadığını düşündürecek saz kulübeyi işaret edene dek uzun bir süre karanlıkta yürüdük.
Atı yakındaki bir elma ağacına bağladım, sonra da çocuğun yanına, yaşlı kadının öldüğü karanlık odaya yollandım.
Manzaranın o anki ağırlığı, sessizliği ve ciddiyeti beni büyüledi. Genç bir kadın yatağın yanı başına çökmüştü. Ölen kadının torunu sandığım ama aslında onun hizmetçisi olan küçük kız tütsülü bir kandil yaktı, ardından da yatağın ayakucunda hareketsiz kaldı.
Uzun yolculuğumuz sırasında onunla konuşmaya çalışmış fakat ağzından birkaç kelime dışında bir şey alamamıştım.
Dizleri üzerine çökmüş kadın kalktı. İlk başta sandığım gibi akraba değil, hanımının kötüleştiğini görünce hizmetçi tarafından merhumun başında beklemesi için çağırılan bir komşu, bir dosttu sadece. Bana yaşlı kadının acı çekmeden son nefesini verdiğini söyledi. Defin ve cenaze töreni için ne gibi düzenlemeler gerektiği konusunda birlikte karara vardık. Bu kayıp diyarda sık sık olduğu üzere, her şeye benim karar vermem gerekiyordu. İtiraf etmeliyim ki, ne kadar perişan görünse de evi bu komşu kadına ve küçük hizmetçiye bırakıp gitmekten biraz rahatsız oldum. Gerçi sefalet içindeki evin bir köşesinde gizli bir hazine çıkması mümkün görünmüyordu… Ben ne yapabilirdim ki? Yine de yaşlı kadının vârisi olup olmadığını sordum.
Komşu kadın bunun üzerine kandili alıp şöminenin bir köşesine tuttu; ocağın önüne çömelmiş, uykuda gibi görünen belirsiz bir varlık seçebildim, gür saçları yüzünü neredeyse tamamen gizlemişti.
“İşte bu kör kız.” Hizmetçinin dediğine göre merhumun yeğeniydi, aileden geriye yalnızca o kalmıştı anlaşılan. “Bir bakımevine yerleştirilmesi gerekecek, aksi halde başına kim bilir neler gelir.”
Onun önünde kaderini belirlemekten rahatsız oldum, bu acımasız sözlerin onda yaratabileceği üzüntüden endişe duydum.
Komşu kadını en azından sesini alçaltmaya davet ederek, “Uyandırmayın,” dedim usulca.
“Ah, uyuduğunu sanmam; aklı kıttır, ne konuşur ne de konuşulanı anlar. Bu sabah odaya geldiğimden beri neredeyse hiç kıpırdamadı. İlk başta sağır olduğunu düşündüm fakat hizmetçi kız hayır, dedi, sağır olan yaşlı kadın ne onunla ne de başkasıyla tek kelime etmiş, uzun zamandan beri ağzını yalnızca yemek ya da içmek için açıyormuş.”
“Kaç yaşında?”
“Sanırım on beş falan! Açıkçası ben de sizin bildiğinizden fazlasını bilmiyorum…”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıPastoral Senfoni
- Sayfa Sayısı80
- YazarAndre Gide
- ISBN9789750763021
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Lanetli Avlu ~ İvo Andriç
Lanetli Avlu
İvo Andriç
Lanetli Avlu, Balkan edebiyatında çığır açan Nobel ödüllü yazar İvo Andriç’in hapsedilme deneyimi ve iradenin sınırları üzerine çarpıcı anlatısı. Osmanlı İstanbul’undaki bir hapishanenin “lanetli...
- Elmayı Yılan Isırdı ~ Agatha Christie
Elmayı Yılan Isırdı
Agatha Christie
Bayan Ariadne Oliver o ara arkadaşı Judith Butler’da kalıyordu. Genç kadınla birlikte çocuklar için tertiplenen ve akşam verilecek o partinin hazırlıklarına katılmaya gitmişlerdi. Ortalık...
- On Üç Yıl Sonra ~ Jasper Kent
On Üç Yıl Sonra
Jasper Kent
Yıl 1825. Rusya on yıldır barış içinde, Bonaparte çoktan ölmüş, istila tehlikesi kalkmış. Albay Aleksey İvanoviç hâlâ Çar I. Aleksandr’ı korumakla görevli ama korkacak...