En başta arzu ettiğim şey kendime ait olmak, bir şeye sahip olmaya başlamak, önemsiz ama sadece bana ait eşyalar, bana ait bir yer, bana ait bir oda.
Yirmi yaşında genç bir kız ile ondan yaşça biraz daha büyük bir seyyar satıcı bir parkta yan yana gelir. Adamın rahat ya da arzulanan bir hayatı yoktur, fakat o bunu kabullenmiştir. Varlıklı bir evde hizmetçi olarak çalışan genç kızsa umutludur, bir gün bir adamın çıkagelip de ayaklarını yerden keseceğine ve onu bu hayattan kurtaracağına inancı tamdır. Sohbetleri ilerledikçe, ikisi de toplumsal konumlarına kafa yormaya, beklentilerini ve çaresizliklerini eşelemeye başlarlar.
Parkta, Duras’ın incelikli, felsefi diyaloglarla ördüğü evrensel bir insanlık durumu.
*
Ellerinden her iş gelen hizmetçilerdi bunlar, Paris garlarında inen binlerce Breton. Aynı zamanda taşra pazarlarında işportacılık yapanlar, iğne iplik satanlar ve diğerleri. Üzerine ölü toprağı serpilmiş milyonlarca kişi.
Bu insanların tek kaygısı hayatta kalmaktı, yani açlıktan ölmemek ve her akşam başını sokacak bir çatı bulmak.
Ve zaman zaman, biriyle karşılaşınca konuşmak. Ortak talihsizliklerinden, kişisel sorunlarından konuşmak. Bu fırsatı yazın küçük parklarda, trenlerde, pazaryerlerindeki, her daim müzik çalınan o kalabalık kafelerde buluyorlardı. “Bu da olmasa yalnızlığımızla baş edemezdik,” diyorlardı.
“Şu müzikli, kalabalık kafelerden bana biraz daha bahsetsenize mösyö.”
“Onlar olmasa yaşayamazdım herhalde matmazel. Çok severim kafeleri…”
“Sanırım ben de onları çok seveceğim… Bazen gidip şöyle bir gezinsem diyorum ama bir başıma, biliyorsunuz, benim durumumdaki genç bir kız bunu yapamaz.”
“Söylemeyi unutuyordum: Bazen biri sizi süzer.”
“Anlıyorum. Yanınıza gelir mi peki?”
“Gelir, evet.”
Marguerite Duras
Kış 1989
I
Çocuk bahçenin öteki ucundan sessizce gelip genç kızın önünde dikildi.
“Acıktım,” dedi.
Adam sohbete girmek için bu fırsatı kaçırmadı.
“Hakikaten de atıştırma saati gelmiş,” dedi.
Genç kız rahatsız olmadı. Aksine, adama içtenlikle gülümsedi.
“Haklısınız, neredeyse dört buçuk olmuş, ara öğün zamanı.”
Yanında, bankın üzerinde duran sepetin içinden iki dilim reçelli ekmek alıp oğlana verdi. Sonra da boynuna bir önlük bağladı hünerli bir tavırla.
“Uslu bir çocuk,” dedi adam.
Genç kız ona katılmadığını gösterircesine başını salladı.
“Benim değil,” dedi.
Oğlan ekmek dilimleriyle uzaklaştı. Günlerden perşembe olduğu için her yer çocuk kaynıyordu. Park, bilye ya da saklambaç oynayan büyükler, kumda eşelenen ufaklıklar ve bebek arabalarının içinde diğerlerine katılacakları zamanı sabırsızlıkla bekleyen küçüklerle doluydu.
“Benim de olabilirdi gerçi,” diye devam etti genç kız.
“Genellikle benim sanıyorlar. Ama hayır, benimle uzaktan yakından ilgisi yok.”
“Anlıyorum,” diye yanıt verdi adam gülümseyerek.
“Benim de çocuğum yok.”
“Bazen tuhaf geliyor, etraf çocuk kaynıyor ama bizim bir tane bile yok, siz ne dersiniz?”
“Öyle matmazel, fakat dediğiniz gibi yeteri kadar çocuk var zaten, değil mi?
“Ama yine de…”
“Yine de çocukları seviyorsanız, onları izlemekten keyif alıyorsanız bunun pek önemi kalmıyor, değil mi?”
“Tam tersi de söylenemez mi?”
“Şüphesiz söylenebilir matmazel, evet, bu kişiye göre değişir. Sanırım bazıları başkalarınınkiyle yetinebiliyor. Galiba ben de onlardan biriyim, çok çocuk gördüm, benim de bir çocuğum olabilirdi ama görüyorsunuz, başkalarınınkiyle yetinmeyi başarabiliyorum.”
“Gerçekten de söylediğiniz kadar çok çocuk gördünüz mösyö?”
“Evet matmazel. Sık seyahat ediyorum.”
“Anlıyorum,” dedi genç kız kibarca.
“Şimdiki gibi dinlendiğim anlar dışında, hep yollardayım.”
“Parklar, bahçeler dinlenmek için bire bir, bilhassa da bu mevsimde. Bahçeleri, dışarıda vakit geçirmeyi ben de severim.”
“Hem de ücretsiz, çocuklar sayesinde hep neşeli, üstelik pek fazla insan tanımıyorsanız buralarda biraz sohbet etme fırsatı da bulabiliyorsunuz.”
“Evet, bu açıdan epey kullanışlı da. Seyahatleriniz sırasında bir şeyler mi satıyorsunuz mösyö?”
“Evet, işim bu.”
“Hep aynı şeyleri mi?”
“Hayır, farklı ama ufak tefek şeyler, bilirsiniz, her daim ihtiyaç duyduğumuz ama almayı sık sık unuttuğumuz öteberi. Orta büyüklükte bir valize sığıyor hepsi.
Yani demek istediğim bir tür seyyar satıcıyım, gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz?”
“Pazaryerlerinde gördüklerimizden mi, valiziniz önünüzde açık duruyor değil mi?”
“Evet matmazel, genellikle pazarların kenarında dururum.”
“Haddimi aşmış olmayacaksam, düzenli bir geliriniz var mı acaba mösyö?”
“Bir şikâyetim yok matmazel.”
“Ben böyle düşünmemiştim açıkçası.”
“Mühim bir gelirim olduğunu söylemedim, hayır, ama her gün bir şeyler kazanıyorum işte. Düzenli gelirden kastım bu.”
“Yine haddimi aşmış olmayacaksam, karnınız doyuyor ama değil mi?”
“Evet matmazel, karnım az çok doyuyor. Her gün aynı şekilde yediğimi söyleyemem, hayır, kimi zaman ancak doyuyorum fakat her gün yemek yiyebiliyorum evet.”
“Çok iyi.”
“Teşekkürler. Evet, her gün az çok karnımı doyurabiliyorum. Şikâyetçi değilim. Zaten yalnız yaşıyorum ve kurulu bir düzenim yok, haliyle derdim de yok. Olsa da bir tek beni ilgilendiren şeyler işte. Bazen diş macunum bitiyor, bazen de bir arkadaşın eksikliğini duyuyorum ama bunun dışında idare ediyorum matmazel evet, sorduğunuz için teşekkür ederim.”
“Bu, herkesin yapabileceği bir iş mi mösyö? En azından, böyle düşünüyor musunuz?”
“Evet matmazel, kesinlikle. Hatta özellikle herkesin yapacağı türden bir iş.”
“Açıkçası ben bu iş için belli başlı vasıflar gerektiğini düşünüyordum.”
“Mutlaka bir tanesini sayacaksak olursam okumayı bilmekte fayda var, akşamları otellerde gazeteye bakmak ya da gar isimlerini okumak için, hayatınız kolaylaşır, ama bu kadar. Pek bir şey gerekmiyor ve gördüğünüz gibi karnımız da her gün az çok doyuyor.”
“Aklımda başka vasıflar vardı: dayanıklılık, bilhassa da sabır ve azim gibi.”
“Hayatım boyunca sadece bu işi yaptım, o yüzden nesnel olmam çok zor fakat saydığınız vasıflar bana her iş için aynı ölçüde gerekli gibi geldi.”
“Yine haddimi aşmış olmayacaksam, sürekli böyle seyahat etmeye devam edecek misiniz? Bir gün bu işi bırakmayı düşünüyor musunuz?”
“Bilmiyorum.”
“Size böyle sorular sorduğum için beni affedin, laflıyoruz işte…”
“Rica ederim matmazel… Ama seyahat etmeye devam edip etmeyeceğimi bilmiyorum. Gerçekten başka bir şey diyemem çünkü bilmiyorum. Nasıl bilebilirim ki?”
“Demek istediğim, böyle durmadan seyahat edince insan günün birinde durmak ister gibi geldi bana, bu açıdan sormuştum.”
“Aslında haklısınız, insan bunu isteyebilir, doğru. Fakat bir işi bırakıp bir diğerini nasıl seçer ki insan? Başka meslek için bu meslekten nasıl vazgeçilir ve niçin?”
“Doğru anladıysam eğer, seyahat etmeyi bırakmak yalnızca size bağlı, başka bir şeye değil, öyle mi mösyö?”
“Demek istediğim, bu gibi şeylere nasıl karar verilir hiçbir zaman tam bilemedim. Özel olarak bunları tecrübe etmiş birilerini tanımıyorum, biraz izole bir yaşamım var. Günün birinde başıma büyük bir talih kuşu konmadıkça nasıl iş değiştiririm bilmiyorum. Böyle bir şansı nasıl yakalarım, nereden gelir o da muamma. Hiç olmayacak şey demiyorum, asla bilemeyiz, günün birinde başıma böyle bir şey gelirse hoş karşılar mıyım, onu da bilmiyorum, hayır bilakis, ama şu an bu şansı nasıl yakalarım ve böyle bir karar vermeme yardımcı olur mu bilemiyorum.”
“Peki mösyö, böyle bir isteğiniz var mı mesela? İş değiştirmek gibi?”
“Hayır matmazel. Her gün yıkanıp paklanmak, karnımı doyurmak ve uyumak istiyorum, bir de güzel giyinmek istiyorum. Nasıl daha fazlasını isteyebilirim? Hem itiraf etmeliyim ki seyahat etmek hoşuma gidiyor.”
“Affedersiniz mösyö, haddimi aşmayacaksam bu işe nasıl başladığınızı sorabilir miyim?”
“Nasıl desem? Bu gibi hikâyeler uzun ve çetrefilli, üstelik beni biraz aşıyor. Demek istediğim, bunun için çok gerilere gitmek gerek ve düşüncesi bile başlamadan yoruyor insanı. Ama kabaca söylemek gerekirse, başkaları nasıl başladıysa ben de öyle başladım sanırım matmazel, başka türlü değil.”
Bir esinti çıktı. O kadar hafifti ki yaklaşmakta olan yazın sıcaklığını müjdeliyor gibiydi. Bir an için bulutları süpürdü ve kentin üzerine yeni bir sıcaklık dalgası yayıldı.
“Hava ne kadar güzel,” dedi adam.
“Evet,” diye yanıt verdi genç kız. “Yakında sıcaklar başlar. Hava giderek güzelleşir.”
“Anlarsınız ya, ne herhangi bir mesleğe ne de herhangi bir yaşam tarzına özel bir eğilimim vardı matmazel. Ve sanırım böyle devam edecek.”
“Yani her türlü meslekten ve yaşam tarzından nefret mi ediyordunuz?”
“Nefret değil, hayır, nefret biraz abartı olur ama tat da alamıyordum. Yani anlayacağınız çoğu insan gibiydim ben de. Herkes nasıl başladıysa öyle başlamışımdır, özel bir durum yok gerçekten.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Roman (Yabancı)
- Kitap AdıParkta
- Sayfa Sayısı96
- YazarMarguerite Duras
- ISBN9789750760075
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Benim Adım Hiç Kimse ~ Frank Cottrell-Boyce
Benim Adım Hiç Kimse
Frank Cottrell-Boyce
arnegie Madalyalı İngiliz yazar Frank Cottrell Boyce’un, 2012 yılında Guardian Çocuk Edebiyatı Ödülü’ne değer görülen Benim Adım Hiç Kimse adlı kitabı, göz alıcı fotoğrafları, mucizevi, sürükleyici ve kahkahalarla...
- Sahilde Kafka ~ Haruki Murakami
Sahilde Kafka
Haruki Murakami
Karga adlı delikanlı “Öyleyse, para meselesi bir şekilde halloldu?” diyor Karga adlı delikanlı, o her zamanki sakin konuşma tarzıyla. Sanki derin bir uykudan yeni...
- Bataklığın Kayıp Tanrıları ~ Elly Griffiths
Bataklığın Kayıp Tanrıları
Elly Griffiths
Geçmiş ölmüştü, bunu biliyordu. Ama aynı zamanda geçmişin karşı konulmaz olduğunu da biliyordu. Ruth, kendi halinde bir yaşam süren bir arkeoloji uzmanıdır. Ta ki...