Hercule Poirot kadar zeki, Sherlock Holmes kadar dikkatli, Mike Hammer kadar çapkın, James Bond kadar yakışıklı, Philip Marlowe kadar pervasız…
Yok canım, nerdee! O, Tarihin en ahlaksız, sahtekâr, korkak, yalancı, maço, vb karaktersiz karakteri. Ama insan gene de onu sevmeden edemiyor.
Yıldız Cinayetleri, Resim Cinayetleri, Konsey Cinayetleri ve Karakol Cinayetleri’nin olağanüstü detektifi Metin Çakır, tuhaf ötesi maceralarına Park Cinayetleri’nde de devam ediyor…
BİR
Sık bakalım,
Sık bakalım,
Biber gazını sık bakalım…
N’oluyodu lan? Maç mı vardı? İyi de maç olsa bile buralarda stat filan yoktu ki… Üzerinde durmamaya karar verdim. Zaten peşimden çeke çeke sürüklediğim, sıçtımın karısı Neşe’nin, “Ne ayıp, öyle eşyalar naylon poşette mi gidermiş” diye zorla elime tutuşturduğu sıçtımın tekerlekli bavulu yüzünden kolum kopmuştu. Evimi çok özlemiştim ulan. Bir haftadır tatildeydim. Bütün yorgunluğumu üzerimden atmıştım ama evimi de özlemiştim. Yazıhanemi, kerhanemi, kızlarımı ama özellikle mahallemi çok özlemiştim. Burnumda tütüyordu annesini satayım.
Kızlar benim daha birkaç gün sonra geleceğimi sanıyorlardı. Şimdi kapıyı açıp içeri girecektim, önce bir şaşalayacaklardı. Tanıyamayacaklardı. Çünkü Arap taşağı gibi olmuştum güneşten. Sonra ilk Büşra uyanacaktı. En çok o severdi Metin Ağbi’sini. “Metin Ağbi gelmiş” diye çığlık atacaktı. Herkes bir anda sarılmaya kalkacaktı. Çılgın Dilek belki de müşterinin altından kalkıp donunu çeke çeke koşturacaktı.
Yavaştan burnumun direği sızlamaya başladı, gözlerimden birkaç damla yaş yanaklarımdan süzüldü. Hayır, kızların yanında ağlamamalıydım. Karizma yerle bir olursa kıçıma teneke bağlayıp kovalarlardı beni mahalleden. Sürüklenirken bile sürekli dönüp bileğimi koparan sıçtımın bavulunu alamadan kaçıp gitmek zorunda kalırdım. Ama duramıyordum. Burnumu çeke çeke ağlıyordum. Ancak tuhaf bir şey vardı, içim ağlamıyordu. Gözlerim, ciğerlerim yanıyor, nefes alamıyordum. Etrafı sis kaplamıştı. Uzaklardan bir türlü anlayamadığım acayip acayip sesler geliyordu. Sanki maçta gibi. Sık bakalım, sık bakalım…
Duvara yaslanıp kaldım, hâlâ nefes alamıyordum, bavul yere düştü, ben de üstüne. Ölüyordum ulan. Bulut iyice arttı. Nefes alamadığım için kusmaya başladım. Derken bir gürültü koptu. Bir sürü garip adam dumanların arasından koşarak yanıma geldiler. Ulan ben ölmüştüm galiba. İnsan gövdeli, sinek kafalı yaratıklar doluştu bir anda sokağa. İyi de ne zaman ölmüştüm? O daracık yolda Arap otobüsünü sollarken, karşıdan gelen tırın altına girmiştik kesin. Otobüsteyken attığım çığlıktan epeyce utanmıştım ama bak demek o sırada kaza yapmış da ölmüştük. Makaraları iyice koyuverdim ama ben ne hayal ediyordum? Kerhanemin kapısında krallar gibi karşılanmak, sevilmek istiyordum. Oysa kıçı kırık bir trafik kazasında kurban olmuştum. Bir gazetede iki satır… Hatalı sollama yaparken karşıdan gelen tırın altına giren otobüste ölenler: Metin Çakır. Başka isim yok. Şerefsiz şoför bile kurtulmuş, bir tek ben ölmüşüm. Sıçayım ulan ben böyle kadere.
Kendimi iyice bırakmıştım ki cehennem zebanisi sinek kafalar beni fark etti. Ulan belki fark edilmeseydim dünyaya dönme umudum olurdu cehennemin kapısından sıvışıp… Hemen beni kaynar kazana götürmek için üzerime atıldılar, suratıma pıs pıs diye süt gibi bir şey sıktılar, biri de elimi yüzümü yıkıyordu. Ağlamam yavaştan kesildi ama ne olduğumu hâlâ anlamamıştım. Ciğerlerim yanıyordu, ağzımda kusmuk tadı vardı.
Sinek kafalı zebaniler, “İyi misin?” diye sordular. Hayır, iyi değildim ama daha ilk günden şikâyetçi gibi görünmemek için, “İyiyim” dedim. Etrafta fır dönüyorlardı. Çığlık çığlığa bir şeyler bağırıyorlar, “Her yer Taksim, her yer direniş” diye bir şey söylüyorlardı. Duman dağılmaya başlamış, biraz daha düzgün nefes almaya başlamıştım. Aralarında kızlar da vardı. Cırtlak sesleriyle erkeklerden çok bağırıyorlardı. Bir anda paldır küldür koşturup kayboluyorlar, gene aralardan bir yerlerden çıkıp geliyorlardı. Tam, manyak mı ulan bunlar, derken gene kayboldular ama biliyordum ki birkaç saniye sonra çıkacaklardı. Bu sırada havadan Allah’ın gazabı gibi bir şey geldi. Ulan neydi bu be? Her tarafından dumanlar çıkıyordu. Bomba! Hay ananı… Ulan tam kıçımın dibinde patlayacaktı. Hey güzel Allah’ım. Metin kulunu öldürmek için otobüs kazasıyla yetinmemiş, üzerine bir de bomba yollamıştı ki paramparça olup cehennemin kapısından façası bozuk girsin diye.
Yine aniden nefessiz kaldım. Böğürmek istiyor, böğüremiyordum, ağlamak istiyor, ağlayamıyordum. Korkudan kaskatı kesilip kaldım. O sırada sinek kafalardan biri bombayı tekmeleyerek karşı tarafa fırlattı. Hıçkırır gibi sesler çıkarıyordum ama façanın yerinde kalmasına sevinmiştim. Gene suratıma pıs pıs süt, gene birisi elimi yüzümü yıkadı, gene kendime geldim. Ama yerimden kıpırdamaya mecalim yoktu. Derken, “Sopalılar!” diye bir çığlık koptu, hepsi toz oldu. Nereden çıktıysa, ellerinde sopalar, on, on beş kişilik bir grup ortaya çıktı, sinek kafaların bir ikisini kıstırıp sopaladılar.
Sonunda biri beni fark etti, “Vay Metin Ağbi bu, dönmüş Metin Ağbim…”
Sopalılar üzerime doğru koşturdu. Bizim mahallenin çocuklarıydı bunlar. Kimseye yutturamadığı paralar basan ve hâlâ baba parasıyla geçinen Oski Nihat, sübyancılıktan beş defa hapse düşmüş Mektepçi Hüseyin, nasıl geçindiğini ailesinin bile bilmediği Fanti Halil, çocukluğundan beri takdir ettiğim ve benden sonra mahallenin ikinci pezevengi olmasına izin verdiğim Hoşnaf Murat ve kadim dostum Yalıçapkını Dursun. Arkalarında birkaç tane de mahallenin gencolarından vardı. Ama bunlar öne çıkmayıp terbiyeli bir şekilde sıralarının gelmesini bekliyorlardı. Dursun hemen koluma girip ayağa kaldırdı.
“Vay be, erkencisin, gecenin bu vakti buralarda ne arıyorsun?”
Gözlerimin dibindeki yaşları, ağzımın kenarında kusmuk artıklarını ve burnumdaki son balgamı fırlatıp attım.
“Ne oluyor amına kodumun mahallesinde? Kim bunlar?”
Dursun diğerlerini yolladı, gençlerden birine de bavulu verdi, koluma girip yürümeye başladık. Dursun’u her ne kadar çok seversem seveyim, onunla birlikte yürümekten nefret ederim. Hemen koluma girer, ayı gibi güçlüdür, hiç farkında olmadan çekiştire çekiştire yanında sürükler. Mahallenin albatrosu Dursun, uzun boylu dalyan gibi bir adamdır. O da geçimini zengin karıları düdükleyerek sağlar.
Şimdi gene koluma girmiş, beni kedi enceği gibi yanında sürüklemeye başlamıştı.
“Sen tatilde gazete okumaz mısın ağbi ya?”
“Okumam.”
“Televizyon da seyretmez misin?”
“Seyretmem.”
“Ha o zaman” dedi Dursun, durup düşünmeye başladı.
“Nereden başlasam ki?” Gene koluma girdi, o yürümeye, ben sürüklenmeye başladık.
“Aslına bakarsan olaylar nereden çıktı tam olarak ben de bilmiyorum. Taksim’deki parka kapalı çarşı mı ne yapılacakmış. Ama gençler istemiyorlarmış.”
“Oğlum kısaca anlatsana, kimdi o herifler?”
“Anlatıyorum işte ağbi ya, bu gençler oraya çarşı yapılmasın diyorlarmış.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Polisiye Roman (Yerli)
- Kitap AdıPark Cinayetleri - Bir Metin Çakır Polisiyesi
- Sayfa Sayısı232
- YazarArmağan Tunaboylu
- ISBN9789753299596
- Boyutlar, Kapak11x18 cm, Karton Kapak
- YayıneviOğlak Yayınları / 2019
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı ~ Oya Baydar
Hatırlamanın ve Unutuşun Kitabı
Oya Baydar
Acıları dindiren, yaraları sağaltan, anıları unutuşun afyonuyla uyutan zaman… Elma kurdu elmayı nasıl içten içe kemirirse zamanı da kemiren kurtlar var. Zamanın unutulmaya mahkûm...
- Haydut Aşkları ~ Reşad Ekrem Koçu
Haydut Aşkları
Reşad Ekrem Koçu
Reşad Ekrem’in dilinde tarih gerçek hayattan daha canlı, daha güzel, daha büyülü… “Dağ haydudu ve şehir eşkıyası, kellelerini koltukları altına alıp cemiyetin günlük hayat...
- Aşkın Gözyaşları III / Kimya Hatun ~ Sinan Yağmur
Aşkın Gözyaşları III / Kimya Hatun
Sinan Yağmur
“Şems! Ey seyyarelerin en tekinsizi! Çarpacak bir beni mi buldun? İyi ki beni buldun. Hoş âmedî! Hoş âmedî! Seni arıyordum Şems! Ama dağıla dağıla....