Modern Zamanlar, Baudelaire’den başlayarak, büyük şehrin aylağı olma koşulunu neredeyse bir poetik duruş haline getirmiştir.
Bulvarlar, meydanlar, köprüler, ara sokaklar gece gündüz yürüyen, avâre dolaşan, şehrin kesintisiz biçimde farkında kalan yerli ve yabancı âşıklarıyla donandı, bir buçuk yüzyıldır. O şehirlerin içi tıkabasa öyküler, dramlar, tutkular,
taşkınlıklarla doluydu.
Paris, XIX. yüzyıldan beri bu bağlamda öncülüğü üstlendi: Beş kıtadan sökün etmiş meraklılarıyla kendi mitolojisini büyüttü, benzersiz kıldı. Türkler, şehri Yirmisekiz Mehmet Efendi ile keşfetti. O gün bugün, her kuşak birkaç temsilcisiyle büyüyü tazeledi.
Enis Batur, otuz yılı aşkın bir süredir “ikinci şehri” kabul ettiği Paris için bir içyolculuk kitabı kurarken, yanından geçmişin hayaletlerini eksik etmedi. Bir noktada, imgelemine yeretmiş virüsü şöyle tanımlıyor:
Bazı şehirler tıpkı zehirler.
Paris, ecekent alabildiğine özel bir sevda rehberi.
***
AÇIKLAMALAR
Vize Tatbik Edilemez
Uygarlık tarihini kentlerden uzak durarak, koparak kaleme almak olanaksızdır: Ninova, Lût, Sodom ve Gomorra; Çin, Mâçin, Hindeli; Aztek, Maya, İnka şehirleri; Atina ve İskenderiye, Roma ve Konstantinopolis. Venedik ve Londra, Kyoto ve Kahire, Petersburg ve New York, VIII. yüzyıl Kurtuba’sı, XIII. yüzyıl Bağdat’ı, XVI. yüzyıl Floransa’sı ve Benjamin’in damgasıyla: XIX. yüzyılın başkenti Paris.
O dönemeçten başlayarak, Paris’in her yerde olduğu gibi bizde de, önce hayâl gücü perdesine yansıdığını biliyoruz. Ahmet Mithat Efendi, şehri görme olanağını bulmadan yıllar önce, imgelemindeki Paris’i kâğıda dökmüştü — ama bunu yapan ilk sarhoş değildi, sonuncusu da olmayacaktı.
Benim kuşağıma gelindiğinde, koşullarda uzunboylu bir değişim göze çarpmıyordu. Baudelaire’den değilse Hugo’dan ya da Nerval’den kenti tanıyor, içimizde yola koyulmuş küçük ateşi günden güne harlıyorduk. Ben, ilk kez 1971’de geldim Paris’e, Les Halles yıkımına hazırlanılan günlerde etraf toz dumandı: Kayboldum, başım delirmiş bir atlıkarıncadan güç belâ inmişim gibi dönüyordu dolaşırken, sonra döndüm ve Paysan de Paris‘yi, Nadja’yı okudum peşpeşe, ne yapıp edip yaşayacaktım girdabın ortasında, 1973 yılı başında indim Orly’ye, dört yılı aşkın bir süre, burada, hayatımın en delişmen dönemini geçirecektim.
Paris’e, yurda dönüş sonrası, 1986’ya dek gelemedim — on yıl boyunca ülke dışına çıkma olanağım olmadı. Bir şubat gecesi, tek başıma, onca zamanın ardından Seine kıyısında yürümeye başladığımda gövdemin her zerresinin zonkladığını unutamam: Pont-Neuf’e vardığımda kendimi tutamamıştım. Gece Kurda Aittir — Resimli Paris Kılavuzu‘nu yazmaya o seferde koyulduydum — ben ki duygularına kapılarak şiir kurulmaması gerektiğini düşünür, bilirdim.
O tarihten bugüne Paris, yaşamımdaki ikinci kent olma durumuna oturdu, yerleşti. 1970’lerin ortasında, İstanbul ile Paris’i ortak bir kitapta buluşturmayı düşünmüştüm: “Çifte Şehr’enis”, aynı sayfada karnıyarık düzeniyle akacak bir yazının içinden koşutlukları, kopuklukları izleyecekti, ‘bazı kitaplar bazı yaşları bekler’ hikâyesi, olmadı. Tasarım, donduğu yerde, zaman içinde ikiye bölündü: İstanbul’a bakan kitabıma (küçük bir bölümü Cinlerin İstanbul’u başlığıyla yalnızca Fransa’da yayımlandı) başladığımda, talih beni yedi ay kalmak üzere Paris’e uçurdu, bu kitaba 1996 güzünde açılmaya karar verdim.
Kitabın içeriğine ilişkin kimi kaygılar zaten içinde — onları burada yinelemek istemiyorum. Paris, son yüzelli yıla bakılacak olursa, üzerinde en çok yazılmış, en yaygın ve ayrıntılı araştırmalara sahne olmuş kenti yerkürenin, bu durumda yapılacak iş, kişinin alabildiğine öznel bir yazıya yönelmesi. Böyle bir girişimin yalnızca gözlemlere, duygulara, izlenimlere dayanması eşyanın mantığı gibi görünebilir, değil: Bir şehirle, ama Paris ama İstanbul, ilişkiye girmek, bir yandan da onunla tanışmayı sürdürmektir: Bunu biliyordum, bunu yanlış biliyormuşum, bunu bilmezdim — avâre ruhun avâre yazısı yolda donanır.
Nesnel olsalar da sayılsalar da, kaynaklardan süzülüp gelseler de, Paris, ecekent’in bilgisel cephesine fazla güvenmemek gerekir — benimkisi bir poetika denemesi‘dir. Onca rehberi varken, Paris için başvurulabilir bir kılavuz kitabı yazmanın benim gözümde hiçbir anlamı yoktu. Gelgelelim, başvurulabilir bir yanı da yok değil kitabımın: Şehirlerde kaybolmayı seçenler, sevenler için. Fotoğraflarım açısından da geçerli bu durum: Bütünüyle öznel, bütünüyle amatör bir objektiften geçen kadrajlar, anlar, kesitler onlar.
Paris, ecekent‘in ilk bölümleri 1996-97’den; sonrasında, 2003 Ağustos’una denk gelen son bölüme dek aynı tutumu sürdürdüm: Paris’te yazılmamış hiçbir parça yoktur kitapta. Dolayısıyla bir tür günlük olarak görülebilir pekâlâ, akan giden metinlerde kurulan — uyarmak isterim: Paris, ecekent’le eşzamanlı biçimde günlük tutmayı sürdürdüm hep: Yabancı Hemşeri (1996-97 günlüğü), başka kentleri de kapsayan Pasaport Damgaları (1987-2003 günlüğü — şimdilik) ileride günışığına çıktığında iki yazı formatının ayrılıkları açıklık kazanacaktır.
Serüvenimi yakından izleyen ‘sokulgan’ okur bilir, alışmıştır: Benim kitaplarım, yayımlandıklarında bitmezler genellikle; genişletilmiş, fevkalâde genişletilmiş basımlar gelir arkadan; bazan küçüldükleri, daraldıkları olsa da, çoğu zaman büyür, yayılırlar. Yapmadım ama aklımdan geçirdim: Paris, ecekent‘in giriş sayfasında, soğan mürekkebiyle, “genişleyebilir ilk baskı” yazdığını varsayabilirsiniz:
Bitmez böyle kitaplar. Bir çerçeve, sınır çizmemişsinizdir onlara, baştan, sizinle birlikte sürüp gitmelerine izin vermişsinizdir; şimdi, burada duracağım demekle olsaydı, olabilseydi, olmaz, o sizde devamını arayacak, bulacaktır.
Paris’i tanıyan, bilen çok; onların hemen farkedebileceğini şehri görmemiş olanlar için baştan belirtmeliyim: Burada işlenen harita alabildiğine dardır — görmediğim mahallesi yoktur Paris’in, gelgelelim benim güzergâhıma girmez çoğu: Tekrar tekrar aynı sokaktan yüzlerce kez geçerim de bazılarına hiç dönmem, yazı sarmalına da yansır o tekrarlar, esgeçmeler: Herkesin kendine göre bir Paris’i olur, onun nasıl gelişeceğini bir tek rastlantı tanrısı bilir.
Paris, ecekent‘in açılışına “Gece Kurda Aittir”i yerleştirmek isterdim. O şiir, konusu kadar ritmi, temposu açısından, içinde selâmladığım birkaç şaire, ama özellikle Cendrars’a peşin peşin borçluydu. Bu kitabın borçlarını saymak içinse ona dev bir kaynakça eklemek gerekecekti: Otuz yılı aşkın bir süredir Paris’le ilgili sayısız metin okudum, fotoğraf ve film gördüm, ezgiler dinledim — onlardan bana katılanı, karışmış olanı ölçebilecek bir aygıt olduğunu sanmıyorum. Paris, ecekent‘in ilk satırından son satırına her gün yanımda olan Fatma Tülin’in en az benim kadar kente tutkun olduğunu, bütün bu zamana yayılan konuşmalarımızda onun sözlerinden benim harflerime pek çok notanın geçtiğini vurgulamak isterim — ben ki, Nietzsche gibi, ilişkinin “uzun bir konuşma” da olduğunu düşünmüşümdür.
Bana pek çok kitap veren bu şehre artık kitabını verebilirim.
23 Ağustos 2003
Quai des Grands-Augustins
II, Quai Saint-Michel’den
“Bu evde Wagner 1854-55 kışını geçirdi”; “Bu otelde, Paris’e gelişlerinde, Oscar Wilde ve Jorge-Luis Borges kalmışlardır” — yalnızca çok ünlüler için mermere düşülmüş, bina cephesine kazılmış harfler değil bunlar: Yerli ya da yabancı, adı pek duyulmamış şair, yazar, ressam, bilim ve politika adamı için de kayıt düşülmüş her sokakta birkaç köşeye. Macar yetkililer etkinler örneğin; çok sık, adını neredeyse kimsenin duymadığı (Macarlar için buna karşılık tanıdık) şahsiyetlerin izlerini duvarlara vurmuşlar. Ne de olsa, siyasal sürgün geleneği güçlü bir ülke Macaristan, yılgı verici yönetimlerden kaçanlar kendilerini burada, özgürlüğün Avrupa’daki simgesi haline gelen Paris’te bulmuşlar.
Şehir bununla, bu yanıyla övünmekte haklı. Çok mu konuksever davranmıştır? Bağrını açtığı doğru: Ülkelerinde sıkışan sayısız Amerikalının, Almanın, Polonyalı ya da Rusun, Güney Amerikalı ya da Kuzey Afrikalının Paris’e sığındığını biliyoruz. Herkese iyi davranmamış, iyi gelmemiştir ama: Cesar Vallejo, Sadık Hidayet, Paul Celan burada intihar edenlerden birkaçı. Ben çeyrek yüzyıldır tanıyorum bu kenti; oysa iki yüzyıldır geliyor gönüllü ve zorunlu sürgünleri. Son çeyrek yüzyıl için şunu söyleyebilirim: Hırpalıyor insanı bu kent, çekiciliğiyle ters orantılı biçimde: Özgürsünüz bir yere kadar, özgürlüğünüzün sınırı ne yazık ki varsıllığınızın sınırına bağlı.
Gelmeden, eski bir tasarımın küllerini karıştırdım: Paris’te olanaksız bir ilişkinin çemberinin içinde boğulan bir Türk çiftini konu edinen bir anlatı — Muhittin Sebati ile Hâle Asaf olabilirdi bu çift, 1927-28’de; Mihri hanıma ya da Nazmi Ziya’ya eksenli bir anlatı da kurabilirdim, nasıl olsa kurmaca bir içeriğe dayanıyordum.
Osmanlı Müellifleri‘nden aldığım notlarla Türk sanatçılarının bibli-
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı Günlük Şehir Kitapları
- Kitap AdıParis, Ecekent
- Sayfa Sayısı280
- YazarEnis Batur
- ISBN9751415028
- Boyutlar, Kapak15,5x24, Karton Kapak
- YayıneviRemzi Kitabevi / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Onlar… Kadınlar ~ Jean Bertrand Pontalis
Onlar… Kadınlar
Jean Bertrand Pontalis
J.-B. Pontalis seksenli yaşlarındayken kaleme aldığı “Onlar… Kadınlar”da geriye dönüp zihninde yer etmiş kadınlara dair izlenimlerini anlatıyor. Çocukluğunun, gençliğinin, erişkinliğinin ve nihayet yaşlılığının kadınları...
- üç noktalı zamanlar ~ Deniz Doğan
üç noktalı zamanlar
Deniz Doğan
Bu cümleler, kaynakçası olmayan kitapların, kenarına düştüğümüz satırlar gibi. Kimi kısa; kesik kesik ağlarcasına, kimi bir uzun hava… Kendini ciddiye almayan, ama külün içindeki...
- Masailer ~ Hacı İbrahim MUTLU
Masailer
Hacı İbrahim MUTLU
“İYİLİK YOLUNDA TANZANYA” Bitki ve hayvan çeşitliliği açısından, dünyanın en zengin topraklarından birine sahip Tanzanya’nın Zanzibar adasına özellikle değinmek gerekmektedir. Bu ada; dünyanın en...