Sade bir öyküsünü okumak bile bir kitaba bedel!
Füruzan’ın ilk kitabı “Parasız Yatılı” 50 Yaşında Özel Baskısıyla okurlarla buluşuyor.
1971’den bu yana edebiyat okurunun elinden düşmeyen, her bir öyküsü ayrı ayrı sevilen, antolojilere seçilen “Parasız Yatılı” modern öykümüzün mihenk taşı olmayı sürdürüyor, her kitabın hizasında olmak isteyeceği yerini koruyor.
“Parasız Yatılı”, özel bir kapak ve sayfa tasarımıyla okurların birbirlerine armağan edecekleri değerli bir yapıt.
Sabah Ekşimişliğin
Sabah eskimişliğin buzulları burnuma dek geliyor. Bilmem ne hanım geçen gün diyesiymiş ki, “Ayol onun kocası koskoca bir koca ki!” Her kez sobaya kömür atmak gerekir, yoksa söner. Sobada eskimiş kışların külleri var, ama mangal külleri. İki yüz gram beyazpeynir, yarım ekmek, “Anneciğim kış helvası alabilir miyim?” Çünkü yaz helvası da var, dondurulmuş tadı olan bir helva.
Kaç kişi yaz helvasını bilip de yemiş içimizde? Zaten o çocuk tıpkı baba tarafı, anasına hiç çekmemiş, iyi de olmuş; anası dediğin ne ki, dikiş yok, nakış yok, ama ne kadar havası vardı. İlk tanışmada bu ‘havaʼdan çokça söz edilmişti de, dik kafalı filan bulunmamıştı.
Sonraki tüm çabası da boşa gitti, ne de olsa ilk eğitilmişliğine sırtını dönememişti: “Mahalle kızı, ne demeli” diyecekleri sözü bulduklarında bir rahatladılar ki o kadar olur. Ah… çocukluğumu da eskisi gibi sevemiyorum, buna tam sevmemek de denemez, işte öylesine bir şey. Artık günün orta yerinde de sevinivermeler kalmadı. Bir şey var ki o çok önemli, insanlara sevgimiz arttı ve de güvenimiz; ufak tefek, akıllı akıllı bakan bir kız, sana yakışan sonuna dek dayanmaktır, diyor, onlar mı çok iyiydiler, hadi canım ordan, herkesin kendince iyiliği nitelemesi var, kimse en mükemmel değil; bunu öğrendiğimizde kendimizi tanımış olduk, beğendik de, bu ayağımızın suya ermesiydi.
Annemin dolu ivir zıvırı vardı, çok eskiden kalma İran işi duvar halılarını özene bezene germişti odasına, bir büyükçe taşkömürü sobası yanıyor, ısınıyordu her yan. “Benim kimseye ihtiyacım yok, kan içerim kızılcık şerbeti içtim derim, ama sen öyle misin ya, yok seni sanki sokaktan aldım, Allah için söyle bendeki kadınlık, tutum nerde; kızım, mal kıymeti bilmeyen, insan kıymeti de bilmez.” Misafir odalarındaki eşyalara yabancınınmış gibi dokunulmaz, birileri gelince temiz bir naftalin kokusu sarar her yani.
Öğretmen tırnaklara bakacak, oysa kemirilmiş, siskacık ellerimi saklayacak yer de yok, okul önlüğüm gittikçe soluyor, soluyor; öğretmen sevgisiz, soğuk, yorgun. İlkokulun o Tanrısal öğretmenleri nasıl da korktuklarımız, saydıklarımızdı, nedense göğün bitimine doğru yok olup giderlerdi ders süresince. Bu yaz gittiğimiz denizde Rüknettin Beylere rastladık, kaynının aracılığıyla iyi bir odun partisi vurduğunu, bunun da tam bir kâr demek olduğunu öğrendik. Karısının yabancı okullarda edindiği Fransızcasıyla güzel uzun gezilere, yabancı ülkelere gidi gidiverdiklerini anlattı. O gün deniz dalgalıydı, ama havada bir Akdeniz bulutu dört dönüyordu. Rüknettin Bey’in hanımı, bacaklarının diğer erkeklere en güzel görüneceği biçimi aramakla uğraştı, buldu ve rahatladı.
Kumun altın inceliği avucumda şimdi: Gidelim, yahu bu karıyla bu herifle ne merhabamız var? desem, bu insanlarla bir arada yaşıyoruz, onlarla konuşmamızı bu kadar garipsemeye lüzum yok, hazırdır; bir de beğenir ki bu sözü, ikide bir söylemeden edemez. Rüknettin Bey evine gelen hanımların romantiklerini-kendisi bir yaşama sulandırılmış yapay romantizminin bağırıcısıdır, her şeyin tatlı sulusunu severbahçede öpermiş.
Pencerenin perdesini, aç bana göster yüzünü / Görmek için ben yüzünü dağları aştım da geldim / Mani oluyor halimi takrire hicabım / Denizler durulmaz dalgalanmadan / Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır.
Maltızda balık kızartılır mı? diye söyleniyor Güzide Hanım, mahalleyi kokusu tutuyor, yoo ayol ben titiz bir kadınım, Salim Bey’e pastırma yedirmiyorum, şişman ağır adam, terlerse yatak yorgana bile siniyor kokusu, o cânım çivitli çarşaflarıma, kalkıyor bunlar tüttürerekten balık kızartıyorlar… Bu bahar gününde kapı pencere kapalı oturulmaz a, şarkılı sokağın sakası atına kocaman nazar boncukları almış. Haydi kız, diyor, ben sıçandişi yapmayı Mualla Abla’dan öğrendim, o şey var ya deniz astçavuşu, iki gözüm önüme aksın gitmiştir Opera Sineması’na, bana mektuplarını elden yollatıyor artık, eh sen de herkese yayma bunu, babası duyarsa…
Aman babası duymasın Mualla Abla’nın, mezbahada çalışıyor babası; günışığında onu gören yok çocuklardan, bir ürkünç adam ki, olursa o kadar olur, diyoruz, o yoksul vapurlara binip giden, durmadan hayvanları kesi kesiveren bu adamı.
Udumun akordu bozuluyor, diye bağırıyor annem, oynama kız geliyorum yanına. Taşlığın boşluğuna terlik teki fırlıyor.Bu kadar ayakkabıyı ne yapacaksın deme, eğri, kalıbı bozulmuş ayakkabılardan nefret ediyorum, evet kırkayağım, kırk ayağımda da düzgün ayakkabılarla okulun koridorundan geçiyorum. Öğretmen güneş prizması, diyor. Çocuklar, yuuuuuu, diye bağırıyorlar, kıza bak kıza, takunya ile gelmiş yuuuuuu.
Yaaaaaa hava alırsınız siz, ben kırkayağım, kırk ayakkabımla, hepsi de yepyeni, gıcır gıcır, koridordan geçiyorum: Turuncu, yedi, on, otuz beş, hepsi de yeni, diyorlar, hem de güneşteki renklerden daha güzel daha göz alıcı, affedersin kardeşim, biz seni yoksul sanmıştık, oysa senin kırk kürkün, kırk bileziğin, kırk sarayın, kırk havuzun, kırk güvercinin ve bir Zümrüdüanka kuşun varmış, bize gelsene oynayalım… Efendim, sosyal çabalarımız olmalı, bu millet tembel, bakın Almanlara nasıl da çalışkan adamlar, vızır vızır keratalar. Son gezimizde di mi canım? Canı, bakıştığı adamdan gözünü ayırdı, güldü, ön dişine dudak boyası bulaşmıştı. Siz rakıyı mı rahat içiyorsunuz? Viski aslında mideyi daha az yoruyormuş. Bir arsa vardı da çok devedikenleri doluydu orası, o çocuk yaşamimin ince, duygulu özgürlüğünü ne güzel derleyip topluyordu o arsalar; bu kente ne oldu bilemiyorum, çocuklara arsaları bırakmadılar, sıkıntıdan esneyen, akik koca binalarla dolduruyorlar.
Siz hep böyle akıllı görünme çabasında mısınız? Ayrıntıların kişisi olmadığınız o denli açık ki, sizin adınıza ben sıkılıyorum. Çağımızın abartılmış tilciklerini bir kullanmanız var ki… Hem bu odada bu kadar sağlıksız görüntüler taşıyarak havasız yaşamakta direnmenin sizce anlamı nedir? Üstelik kadınların dudak boyaları ve pudraları saat on ikiden sonra dökülüp ihtiyarlamaya başlıyor. Çok fazla kuşkulu, mutsuz, alımsız bir kadın kalabalığı, oysa ayakları ne kadar bakımlı, ayakkabılarını boyatmadan eskitiyorlar. Erkekler içtikçe gevşek ve kolay oluyorlar, sonra bu pörsümüşlüğün yarı karanlığına tek tek serin şarkılar yayılıyor. Sevgiden söz etmenin yeridir. Başlayabilirsiniz veya onun yerine neyi koydunuzsa. Karanlığın içine açan gece çiçeklerini diye bağırıyor biri. İçkili erkeklerle kadınların ihtiyarlamış evrenlerine açılacak bir çiçek.
Tırnaklarımı kemiriyorum. Annem, kambur durma, diyor; tırnaklarını kemirme, oğlanlarla sucunun orada top oynama, kazık kadar kız oldun. Leğene su doldurup bacaklarımı yarıya kadar sokuyorum; ıslak bir toprak kokusu geliyor, şöyle girip yıkanabileceğim kocaman banyolara dalıp gidiyorum; bir buğu sarıyor, ak sabunlarla yıkanmış, tertemiz, kışlık, yer yatağı kabartılmış, çarşafları o sabundan kokuyor. Anne, hani beni küçükken yıkadığın o ak sabunlar nerede?..
Burayı da amma aydınlatmışlar ha; siz alaturka şarkılardan nefret ediyorsunuz, oysa evlerin, insanların yaşantısına girmiş olanlarını yadsımanıza şaşıyorum. Hani bir ‘Kadifeden Kesesi…’ vardı, sizin insan sevginize de inanasım yok… Havalar birden soğuyacak, sokaklar kış kokmaya başladı. Geçen gün yıkılan eski bir yapının ardında kış bulutlarının hazırlığını gördüm.
Soğuktan hiç hoşlanmam, sıcak bir ev mutluluğun yarısı sayılır. Hele kötü yapılmış yoksul evlerin yapışan kederli soğuğu… Kar oyunlarından ürken kısalmış, eski giysili çocukları o kadar iyi biliyorum ki… En çok üşüyen yerim ıslak ayaklarımdı; uyuştuğu zaman mangala yaklaşma, derlerdi. Yavaş yavaş kanım çözülürdü sıcakta; sonraları bunun yarı donmak olduğunu öğrendim. Bu saç size yakışmış, bu saç da bana yakışmış, değil mi? Ama kimlere ne yakışmamış, deyiverelim de sırıtalım; sizi söylemek bu denli kolay, sığ olmamalıydı, oysa öyle derin bunalımlara öykünüyordunuz ki… Çok acı çeken biri vardı, şehrin tüm pazartesileri ona kapalıydı ve diğer günleri de.
Günlerdir yıkanmamış bulaşıkları görmeliyim, kendimi görmeliyim, suskuyu bekliyorum, ona hazırım. Okul şarkılarımı getirin, çocukların ilk saçlarını, kedileri, yoluk köpekleri. Susuuuuuuuuuun. Nedir bu susan?
Susku dolu bir evrene susku dolu bir savaş. İlkyazları odaya koyun, ölüm onlarla barınamaz gider. Ölüme inanmıyoruz ki, ondan korkalım efendim.
Ama bir korktuğumuz olmalı; ihtiyarlıktan, çirkinleşmekten korkuyoruz. Aklı savunuyoruz, ama güzellikten yanayız.
Bize uslu olmayı öğrettiler başta..
Saat onda bakkal geliyor, zili çaldı; açarlar…
Caddeler kalabalıklaşıyor, peki yaz geldiğinde gene eski mi olacağız böyle…
Şubat 1967
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıParasız Yatılı – 50 Yaşında
- Sayfa Sayısı177
- YazarFüruzan
- ISBN9789750849343
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Babam ve Ben ~ Patrick Modiano
Babam ve Ben
Patrick Modiano
“Modiano, Fransa’nın en önemli yazarlarından biri. Her eseri ‘çoksatar’ olmaya aday.” Jean Charbonneau, Agnionline “New Yorker’ın illüstratörü Sempé, hassas çocukluk günlerimizi sinematografik renklerle süslerken...
- Haziran ~ Selçuk Baran
Haziran
Selçuk Baran
Selçuk Baran’ın yedi öykü kitabı daha önce Yapı Kredi Yayınları’ndan “Ceviz Ağacına Kar Yağdı” (2008) adıyla tek ciltte toplanmıştı. Bütün öyküleri şimdi gözden geçirilerek,...
- Cadının Elektrikli Süpürgesi ~ Terry Pratchett
Cadının Elektrikli Süpürgesi
Terry Pratchett
Fantastik edebiyatın efsanesi dünyaca ünlü İngiliz yazar Sör Terry Pratchett’tan, 10 yaşın üstündeki okurlar için olağanüstü komik bir öykü derlemesi: Cadının Elektrikli Süpürgesi Okurlarını bambaşka dünyalara uçuran,...