Arsa… Çürük tahta perdelerle ve göğe yükselen apartmanlarla sınırlandırılmış bu küçük toprak parçası, Pal Sokağı Çocukları için oyun alanından öte, bir yurttur, sonsuzluk ve özgürlük demektir. Boka, Nemeçek, Çonakoş ve diğer Pal Sokaklılar, arsalarını ele geçirmek isteyen varlıklı çocuklar olan Kızıl Gömlekliler’le kıyasıya bir mücadeleye girişirler. Bu mücadelenin unutulmaz kahramasıysa beklenmedik bir biçimde Pal Sokağı’nın en küçük ve çelimsiz çocuğu Nemeçek olacaktır.
Kuşaklardır heyecanla okunan “Pal Sokağı Çocukları”, dayanışma, arkadaşlık, cesaret ve fedakarlık üzerine büyüsünü hiç kaybetmeyen bir çocuk klasiği.
İçindekiler
Birinci Bölüm …………………………………………………………………. 7
İkinci Bölüm………………………………………………………………….23
Üçüncü Bölüm……………………………………………………………….42
Dördüncü Bölüm ………………………………………………………….. 73
Beşinci Bölüm ……………………………………………………………….99
Altıncı Bölüm ……………………………………………………………….115
Yedinci Bölüm ……………………………………………………………..144
Sekizinci Bölüm……………………………………………………………161
Dokuzuncu Bölüm……………………………………………………… 202
Onuncu Bölüm …………………………………………………………….207
On Birinci Bölüm …………………………………………………………229
Birinci Bölüm
Saat tam bire çeyrek kala, okulun fizik laboratuvarındaki deney masası üzerinde yürütülen uzun ve başarısız deneylerden sonra, gerilim dolu an gelip çatmış, deney lambasının renksiz alevinde zümrüt yeşili, hoş bir ışık belirmişti. Böylece öğretmen aleve yeşil renk verecek kimyasal bileşimi gerçekleştirmiş oluyordu. Başarısını kanıtlayan bir işaretti bu. Saat tam bire çeyrek kala, işte bu şanlı başarı ânının tam ortasında, komşu evin avlusundan yükselen laterna sesi sınıfın havasını değiştiriverdi.
Pencereler ardına kadar açıktı, bir mart gününün ılık havasını karşılıyorlardı. Laterna sesi, hafif bahar rüzgârıyla, sınıftan içeriye doluyordu. Şen şakrak Macar halk şarkılarını andıran bu ezgi, laternadan yükseldiği için olacak, hemen hemen bir marş ya da az çok bir Viyana valsi havasındaydı. Hani bütün sınıf makaraları koyverse yeriydi, zaten orada olanların çoğu da gülümsemelerine engel olamadılar. Deney lambasında neşeyle ışıldayan yeşil çizgi ancak ilk sıralardaki birkaç çocuğun dikkatini çekebilmişti. Ötekiler, küçük komşu evlerin damlarının göründüğü pencereden dışarıya bakıyorlardı. Bütün gözler öğle güneşinin altında ışıldayan uzaktaki kilise kulesinde, kuledeki saatin gönülleri ferahlatarak bire doğru yaklaşmakta olan yelkovanındaydı. Dışarıya kulak verdiklerinde müzikle birlikte birtakım yabancı sesler de duydular. Atlı tramvayın çan sesleriyle birlikte laternanın çaldığından bambaşka bir hava tutturan hizmetçi kızın şarkısı işitiliyordu. Bütün sınıfa bir canlılık gelmişti. Kimileri sıraların altındaki kitapları karıştırıyor, düzensever öğrenciler yazı kalemlerinin uçlarını siliyorlardı. Boka kırmızı meşinle kaplanmış mürekkep akıtmayan hokkasını kapatmaya çalışıyordu. Bu hokka mürekkep damlatmazdı, tabii cebe sokulmamak koşuluyla… Çele de kitap yerine geçen not kâğıtlarını topluyordu. Çele oldum olası süse, cakaya düşkün bir çocuktu. Diğer öğrencilerin yaptığı gibi yanında sürüyle kitap taşımazdı. Yanına yalnızca en gerekli kâğıtları alır, onları da dikkatle bütün ceplerine dağıtırdı. En arka sırada oturan Çonakoş, canı sıkılmış bir suaygırı gibi, ağzı yırtılırcasına esnemeye koyulmuştu. Vays sırayla bütün ceplerini tersyüz ediyor, saat ondan bire kadar parça parça kopararak yediği küçük, beyaz ekmeğin kırıntılarını temizliyordu. Bu arada Gereb de ha kalktım ha kalkacağım dercesine sıranın altında ayaklarını yere sürtüp duruyordu. Barabas’a gelince, o da kucağına muşambasını yaymış, kitaplarını büyüklüklerine göre diziyordu. Kitapları dizmesi bitince elindeki kayışla öyle sıkı bağladı ki altındaki sıra gıcırdadı. Kendini iyice zorlayan Barabas’ın yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Uzun lafın kısası, herkes kendi bildiğince sınıftan çıkıp gitme hazırlığındaydı. Dersin beş dakika içinde biteceğini umursamıyormuş gibi görünen tek kişi öğretmendi. Yumuşak bakışlarını sınıftaki çocukların üzerinde şöyle bir dolaştırdı ve “Ne var, ne oluyor?” diye sordu.
Bütün sınıf derin bir sessizliğe büründü. Sinek uçsa duyulacaktı. Barabas elindeki kayışı gevşetti. Gereb ayaklarını sürtmeyi kesti. Vays dışarı çıkardığı cep astarını yerine soktu. Çonakoş eli ağzında, esnemeyi kesti. Çele kâğıtlarını toplamayı bıraktı. Boka kırmızı hokkasını telaşla cebine soktu. Ne gariptir ki hokka cebe girdiğini anlar anlamaz, güzelim mavi mürekkebini sızdırmaya başlamıştı bile.
“Ne oluyor?” diye tekrarladı öğretmen.
Ama çocuklar yerlerinden kıpırdamadılar bile. Öğretmen pencereye dönüp dışarıya şöyle bir baktı:
Laternadan yükselen ses okulmuş, disiplinmiş bana vız gelir der gibi sürüp gidiyordu. Öğretmen yine de laterna sesinin geldiği yöne sert sert baktı. “Çengey, pencereyi kapat!” diye buyurdu.
Çengey, ufaklık Çengey, yerinden fırladı, yüzü her zamanki gibi ciddiydi. Gidip pencereyi kapattı.
Tam o sırada, oturduğu sıradan eğilen Çonakoş küçük, sarışın bir çocuğa fısıldadı.
“Dikkat Nemeçek!”
Nemeçek önce arkasına, sonra da yere göz attı. Küçücük bir kâğıt top yuvarlanarak ona doğru yaklaşıyordu. Yerden aldığı kâğıt topu açtı. Kâğıdın bir yüzünde şu yazılıydı: “Boka’ya ilet!”
Bunun yalnızca adres olduğunu, asıl mektubun kâğıdın öbür yüzünde yazılı olduğunu biliyordu Nemeçek. Ama dürüst bir çocuk olduğundan kendisine yazılmamış bir mektubu okumazdı. Zaten şimdiye kadar da hiç okumamıştı. Kâğıdı yeniden top gibi yuvarladı, bir fırsatını bulup sıraların arasından uzanan yola doğru eğildi ve alçak sesle, “Dikkat Boka!” dedi.
Şimdi Boka’nın da gözleri yerde, bu türden haberleri ileten her zamanki trafik geçidindeydi. Kâğıt top yuvarlanıp ona ulaşmıştı bile. Kâğıdın öbür yüzünde –sarışın çocuk Nemeçek’in kendisine saygısından ötürü okumadığı yüzünde– şu yazılıydı: “Genel kurul toplantısı saat üçte. Başkanlık seçimi, arsada. Lütfen duyurun!”
Kâğıdı cebine sokuşturan Boka kitapları tutan kayışı iyice sıktı. Okul zili çalınca dersin bittiğini öğretmen de anlamıştı artık. Deney lambasını söndürüp ertesi günün ödevlerini verdi, laboratuvara geçti. Bu laboratuvarın kapısı ne zaman açılsa doldurulmuş hayvanlarla kuşların camdan gözlerle baktıkları, bir köşeden de sessiz, vakur, sır küpü ve dehşet kumkuması, sararmış bir insan iskeleti görülürdü.
Sınıfın fizik laboratuvarını boşaltması bir dakika bile sürmedi. Sütunlarla süslenmiş büyük merdivende bir koşuşmadır başladı. Bu türden koşuşmalar ancak gürültülü kalabalık arasından öğretmenlerden biri görününce yatışırdı. Bir anlığına frenlere basılır, ortalığa bir sessizlik çökerdi. Tabii öğretmenin köşeyi dönmesiyle gürültü yeniden başlardı.
Kapıdan fırlayan çocukların kimileri sağa, kimileri sola saptı. Bir öğretmenle karşılaşmayagörsünler, kasketleri hemen havalanıyordu. Güneş altındaki sokakta yorgun ve aç koşuyorlardı. Kafalarındaki sersemlik, sokaktaki canlı ve neşe dolu kalabalıkta yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Özgürlüklerine kavuşmuş küçük tutsaklar gibi temiz bahar havası ve ılık güneşin altında, kentin gürültüsünün içinden geçerek, arabaların, atlı tramvayların, caddelerin ve mağazaların arasından evlerine yürüyorlardı.
Çele, komşularının kapısı önünde, kozhelva pazarlığına girişmişti bile. Helvacı fiyatları artırmıştı. Dünyanın neresine gidilirse gidilsin, kozhelvanın bir ölçeği bir lira eder. İzlenen yol da şudur: Helvacının küçük bir satırı vardır; işte bu satırla, o kocaman, bembeyaz ve fıstıklı kozhelva yığınından bir vuruşta ne kadar keserse kessin, o parçanın fiyatı bir liradır. Büyük kapı önündeki bütün satışlarda bilirim, hep budur, bir liradır. Örneğin, çubuğa geçirilmiş üç kuru erik, üç yarım incir, üç şeftali, üç yarım cevizin fiyatı da –hem de şıraya banılmış olması şartıyla– yine bir liradır.
Arpa şekeri olsun, ayı şekeri olsun, yine bir liraya satılır. Yeryüzünün görüp görebileceği en lezzetli çerezin, “öğrenci yemi”nin külahı bile bir liradır. Neler bulunmaz ki o çerezin içinde… Fındık mı istersiniz, kuşüzümü, kuru üzüm, şeker, badem mi, keçiboynuzu kırıntısı, sokak süprüntüsü, sinek mi?.. Bir liraya satın alınan “öğrenci yemi” işte böylece sanayi, bitki ve hayvanlar dünyasının ürünlerinden en zengin çeşitleri bir araya getirip sunar.
Çele’nin pazarlık etmesinin nedeni helvacının fiyatları artırmış olmasıydı. Ticaret, yani kazanç tehlikeye düşünce fiyatların yükseldiği, ticaret yasalarından anlayanların öteden beri bildikleri bir şeydir. Örneğin, Asya’dan gelen çayın fiyatı yüksektir. Neden mi? Çünkü bu çayı getiren kervanların eşkıya dolu yerlerden geçmesi gerekir de ondan. İşte bu rizikoyu biz Batı Avrupalılar, cebimizden ödemek zorundayızdır. Helvacının tam bir tüccar kafasına sahip olduğundan kuşku duyulmazdı. Onun okul yakınında satış yapmasını yasaklamak niyetindeydiler. Kovulacağını çok iyi biliyordu adamcağız. Önünden geçen öğretmenlere, şekerlerinin arasından tatlı tatlı gülümseyip dursa da kendisini gençliğin düşmanı gibi gördüklerinden hiç kuşkusu yoktu.
“Ceplerindeki bütün parayı bu İtalyan’a kaptırıyor çocuklar,” diyordu öğretmenler. Okulun yanı başındaki bu ticaretin pek de uzun ömürlü olmayacağını anlayan İtalyan da ha babam fiyatları artırıyordu. Er geç yerinden olacaksa hiç değilse iyi bir kârla ayrılmalıydı buradan. Çele’nin yüzüne bakıp şöyle dedi: “Bugüne kadar her ne alırsan bir liraydı. Bundan böyle ne alırsan iki lira.”
Bu sözleri ona yabancı gelen dilde zar zor söylerken küçük satırını sallayıp duruyordu. Gereb, Çele’ye fısıldadı:
“Kasketini çıkarıp bir vursana şekerlere!”
Çele hayran kalmıştı bu öneriye. Şaka dediğin böyle olurdu işte, harikaydı doğrusu. Bir vuruşta darmadağın edebilirdi şekerleri, çocuklar da zevkten dört köşe olurlardı.
Gereb kulağının dibinde şeytan gibi fısıldayıp duruyordu boyuna:
“Hadi vursana kasketini yahu, soyguncunun daniskası bu herif!”
Çele kasketini çıkardı.
“Güzel kasketçiğim,” dedi bocalayarak.
Bu işin yürüyeceği yoktu böyle. Gereb yanlış adama başvurmuştu. Çele gerçekten de süse düşkün, cakacının biriydi.
“Kasketine mi kıyamıyorsun yoksa?” diye sordu Gereb.
“Evet,” dedi Çele “Korktuğumu sanma. Korkak falan değilim. Kasketime acıyorum, o kadar. İspat edeyim istersen? Senin kasketini ver, vurayım şekerlere.”
Gereb bu sözün altında kalacak çocuk değildi. Doğrusu, düpedüz hakaretti bu. Köpürdü.
“Kendi kasketimle vurmasını ben de bilirim. Bu herif soyguncu diyorum sana. Korkuyorsan çekil git!”
Ve savaşa hazır olduğunu gösteren bir davranışla, kasketini başından çıkardı. Niyeti, kasketini tatlılar ve şekerlemelerle dolu sehpanın üzerine fırlatmaktı.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Hikaye-Roman-Masal Roman (Yabancı)
- Kitap AdıPal Sokağı Çocukları
- Sayfa Sayısı240
- YazarFerenc Molnár
- ISBN9789750760143
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Çocuk / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Zavallılar ~ Alasdair Gray
Zavallılar
Alasdair Gray
YORGOS LANTHIMOS’UN 11 DALDA OSCAR ADAYI POOR THINGS FİLMİNİN ROMANI İskoçya’nın önemli yazar ve sanatçılarından biri kabul edilen Alasdair Gray eserlerinde sıradanın ötesine geçen...
- Süper Brokoli Çocuk ~ Frank Cottrell-Boyce
Süper Brokoli Çocuk
Frank Cottrell-Boyce
Bir kahramana ihtiyacın varsa, aynaya bakmaya ne dersin? Frank Cottrell-Boyce’un, içimizdeki süper gücü harekete geçiren sürükleyici romanı Süper Brokoli Çocuk; okuru nehir sularından gökdelenlerin tepesine fırlatan,...
- Dünyamın Merkezi ~ Andreas Steinhöfel
Dünyamın Merkezi
Andreas Steinhöfel
Hikâyelerin başladığı ve bittiği yerde, dünyamın merkezindeyim! Ödüllü eserlerinden tanıdığımız Andreas Steinhöfel’in kaleminden çıkan Dünyamın Merkezi, bir delikanlının yetişkin ve olgun bir bireye dönüşme sürecini ele...