Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Özel Bir Aydınlanma
Özel Bir Aydınlanma

Özel Bir Aydınlanma

İdris Şah

“EĞER ÖZEL BİR AYDINLANMA İSTERSEN, BİR İNSANIN YÜZÜNE BAK: KAHKAHASINDA MUTLAK GERÇEĞİN ÖZÜNÜ GÖRECEKSİN.” – MEVLANA CELALEDDİN RUMİ Özel Bir Aydınlanma, büyük şair ve…

“EĞER ÖZEL BİR AYDINLANMA İSTERSEN, BİR İNSANIN YÜZÜNE BAK: KAHKAHASINDA MUTLAK GERÇEĞİN ÖZÜNÜ GÖRECEKSİN.” – MEVLANA CELALEDDİN RUMİ

Özel Bir Aydınlanma, büyük şair ve mistik Celaleddin Rumi’nin metafizik deneyimde mizahın önemini vurgulamak için kullandığı bir terimdir. Şaşırtıcı ve gerilim azaltıcı özellikleriyle, aynı anda yanlış anlamaların bir göstergesi olmasıyla mizah, sufilerin geleneksel olarak kullandıkları tanı koymaya yarayan en etkili araçlardan biridir.

Mizah, insan ruhunda daha fazla sezgiye ve değişime ilham verir. Zihnimizin çalışma şekline bir ayna tutan fıkralar, onlara nasıl tepki verdiğimizi gözlemlemek için fırsatlar sağlar. Duygusal zekâ ve bilinçli sezgi yerine mantığı kullanarak nasıl hata yapılabileceğini tıpkı bir ayna gibi yansıtır. Bu yansıma bazen bir önyargıdır bazen de dar görüşlü bir düşünce…

İdris Şah, çağdaş fıkraları, mizahi anekdotları ve hikâyeleri ustaca yorumlarla örüyor. Okurunu kahkaha, iç gözlem ve sürprizlerle dolu eğlenceli ve aydınlatıcı bir keşif yolculuğuna çıkarıyor.

“Eğer özel bir aydınlanma istersen, bir insanın yüzüne bak:
Kahkahasında Mutlak Gerçeğin Özü’nü göreceksin.”
– Mevlana Celaleddin-i Rumi

İÇİNDEKİLER
ÖZEL BİR AYDINLANMA
Tasavvufta Mizahın Yeri……………………………………………….. 11
Merak Etmek ……………………………………………………………….. 15
Alev……………………………………………………………………………… 19
Dolar……………………………………………………………………………. 21
Tarif …………………………………………………………………………….. 22
Arka Plan …………………………………………………………………….. 24
Dergâh…………………………………………………………………………. 25
İnanç……………………………………………………………………………. 28
Hizmet Yoksa Ücret de Yok…………………………………………… 29
Daha Çok Çabalamak…………………………………………………… 30
Hemen Hemen Aynı Şey ………………………………………………. 31
Gizli …………………………………………………………………………….. 33
Son Damla …………………………………………………………………… 35
Ne Yapmam Gerekiyordu? ……………………………………………. 36
Kendisi İçin İbadet Etmek…………………………………………….. 38
Yük………………………………………………………………………………. 40
Şanslı …………………………………………………………………………… 42
İstediği Şey…………………………………………………………………… 44
Evlenmek Üzere……………………………………………………………. 45
Bunu Neden Yaptı?……………………………………………………….. 46
Ayakkabı………………………………………………………………………. 47
Boyama………………………………………………………………………… 48
Kaslar…………………………………………………………………………… 49
Açıklama ……………………………………………………………………… 50
Görevler ve Aydınlanma……………………………………………….. 52
Şişe………………………………………………………………………………. 54
Kaçış ……………………………………………………………………………. 55
Bir Bahis………………………………………………………………………. 56
Anlam………………………………………………………………………….. 57
Çok Fazla Dert……………………………………………………………… 58
Anlam………………………………………………………………………….. 59
Değer…………………………………………………………………………… 60
Üstünden Akıyor………………………………………………………….. 61
Şiddet…………………………………………………………………………… 62
Ön İzleme…………………………………………………………………….. 64
Hilekâr…………………………………………………………………………. 66
Orada Bulunma Sebebi…………………………………………………. 67
Kanıt……………………………………………………………………………. 69
Bedava …………………………………………………………………………. 71
Nehri Geçmek ……………………………………………………………… 72
Hissetmek Bilmektir…………………………………………………….. 74
Balayı…………………………………………………………………………… 76
Nazik Guru ………………………………………………………………….. 77
Eylem…………………………………………………………………………… 79
Niyet ……………………………………………………………………………. 80
Çıkarım ……………………………………………………………………….. 82
Nasıl Söylemeli? …………………………………………………………… 83
Ördekler………………………………………………………………………. 84
Herkese Altın……………………………………………………………….. 86
Çok Geç……………………………………………………………………….. 88
Ziyaretçiler…………………………………………………………………… 89
Topallama…………………………………………………………………….. 91
Yemin Vermek ……………………………………………………………… 92
Bekle… …………………………………………………………………………. 93
Takıntı …………………………………………………………………………. 94
Numune ………………………………………………………………………. 95
Hak Ettiği Zaman Onurlandır………………………………………. 96
Gerçeklik……………………………………………………………………… 97
Zorluk………………………………………………………………………….. 98
Sebep ve Sonuç …………………………………………………………….. 99
İhraç Modeli ………………………………………………………………… 100
Nasıl İstersen ……………………………………………………………….. 101
Sonuçlar ………………………………………………………………………. 102
Fark……………………………………………………………………………… 103

ÖZEL BİR AYDINLANMA
Tasavvufta Mizahın Yeri

Sufi üstatlarının en büyüklerinden biri olan Celaleddin-i Rumi’nin bu önemli sözü, hangi inanıştan olursa olsun pek çok asık suratlı sofuya ters düşer. Onlar, mizahın sunabildikleri tek şey olan, telkine zarar verdiğine inanırlar. 

Oysa, sözde mistiğin mizah duygusuna sahip olup olmadığı ve işine mizah katıp katmadığına bakılarak, yozlaşmış “sufi” inanışı ile hakiki mesaj arasında ayrım yapmanın mümkün olduğunu söylemek yanlış olmaz. 

Hızla çoğalan bağnazların, dünyanın çeşitli yerlerindeki sayısız kurbanları bugün bu görüşe pek katılmasalar da durum her zaman böyle değildi. Platon’un aşağıdaki sözlerini hatırlayalım:

“Ciddi şeyler mizahi şeyler olmadan 

Zıt şeyler de zıtları olmadan anlaşılamaz.”

Aşağıdaki altmış fıkranın nispeten yüzeysel yönlerine göz atmak bile bu görüşü kesinlikle doğrulayacaktır. 

Mizah duygusundan yoksun bir zorbanın –duruma uygun bir yüz ifadesiyle ve gerekli terminolojiyi kullanarak– düşünme alışkanlığı olmayan insanları, şakalaşmanın kâfirlikle hemen hemen aynı şey olduğuna kolayca inandırabilmesi bağnazların ve kurbanlarının içinde bulundukları durumun sebeplerinden biridir. Ancak böyle korkunç bir şey asla doğru olamaz.

Yakın zamanda; seçkin bir başpiskoposun dinde neden mizahın yerinin olmadığına dair sunduğu bir “gerekçeyle” karşılaştım. Piskopos dinleyici kitlesinin, sadece “İsa’nın güldüğüne dair günümüze ulaşmış bir kayıt olmaması” sebebiyle, Hıristiyanlığa ıstırap dolu bir şekilde yaklaşılması gerektiğine inanacak kadar aptal olmasını bekliyordu. “Argümanı anlamsız varsayımlarla kanıtlama” olarak da bilinen bu sapkınlığa, dinleyici kitlesinden bir itiraz gelmedi, orası doğru. Ancak bir çocuk bile bu mantıktan yola çıkarak, lanet okumak da dahil Hz. İsa’nın yaptığı bilinen her şeyi neden yapamayacağını merak edebilir… 

Neyse ki, daha modern ve dolayısıyla daha iyi belgelenmiş sistemlerde konuyla ilgili kapsamlı bilgi mevcut:

Hz Muhammed’in sahabelerinden biri olan Abdullah bin Hâris “Allah’ın resulü kadar çok gülümseyen birini görmedim” demiştir. Hz. Muhammed mizah duygusuna sahip olmakla ünlüydü. 

Robert G. Ingersoll’un hangi dini inanca bağlı olduğunu bilmiyorum. Ancak 1884’te “Mizah duygusu olan hiçbir adam bir din kuramamıştır” demiş. Bu kanıya nasıl vardı? Akla başpiskoposunkiyle aynı sebep geliyor. Eğer gerçekten öyleyse, akıl yürütme yöntemi, yine “argümanı anlamsız varsayımlarla kanıtlama” demektir. 

Şimdi mizahın bazı manevi ve psikolojik geleneklerine bakalım ve nasıl işlediğini görelim. Bence bunu yaparsak, şakadan anlamayan bazı insanların mizahın dinde yeri olmadığını söyleyerek onun dindeki yerinin araştırılmasını önlemeye çalışmasının ya da mizaha antipati duymasının sebebinin aslında kendilerinin kahkahaya yaklaşmaya cesaret edemeyen, kendine güvenmeyen karakterler olması olduğunu göreceğiz…

İnsanlar, manevi ilimlerin profesyonellere bırakılamayacak kadar özelleşmiş olduğunu söylüyorlar. Söz konusu profesyoneller bu tür ilimleri marazi zırvalıklara dönüştürenler olunca, bunun doğru olduğuna şüphe yok. 

Geleneksel olarak gerçek mistiklerin; bilgisi kıt, aydınlanmamış ama takıntısı bol profesyonelleri, mizah duyguları olup olmadığına bakarak kolayca ayırt ettikleri söylenir. Ancak buradaki mizahtan kastın sürekli kıkırdayan ya da sadece yüzeysel mizahtan anlayanların yaptığı şey olmadığını belirtmek gerekir: Aksine, bu iki davranış türü genellikle sahte mistiklerde görülür. 

Şaşırtıcı ve gerilim azaltıcı özellikleriyle ve yanlış anlamaların bir göstergesi olmasıyla mizah, sufilerin geleneksel olarak kullandıkları en etkili araçlardan ve tanı koymaya yarayan unsurlardan biridir.

Nasreddin Hoca’yla ilgili birçok şey yayımladığım için, sufilerin eğitimlerinde kullandıkları mizahı bu karakterle sınırlandırdığıma dair yaygın bir varsayım mevcuttur. Bu kitapta eğitimde kullanılan fıkraların Nasreddin Hoca ile sınırlı olmadığını, onun ötesinde çok fazla fıkra olduğunu göreceğiz, ancak mizah perspektifinden bakıldığında Hoca’nın ezoterik rolünün tarihi başlı başına ilginçtir.

Mizahın eğitim aracı olarak kullanıldığını duymamış olan bazı Oryantalistler (gerçi yüz yıl önce İngilizceye çevrilen birtakım hikâyelerde Nasreddin’den gizli bilgeliğin ustası olarak bahsediliyor) doğal olarak beni, Hoca’yı ibretlik bir karakter olarak “yaratmaya” çalışmakla suçladılar. Elbette, hepsini uydurdum. Üzerinden çok fazla geçmeden, Pakistan’da ikamet eden ve Nasreddin Hoca hikâyeleri üzerinden tasavvuf çalışmalarına devam eden bir gezgin, dinler arası bir dergide bu konu hakkında bir makale yayımladı. Beni eleştirenler, bir gazeteci tarafından çok çabuk sonuca varmakla suçlandığında, sözcüleri “Elbette bunun doğru bir tarafı yok. Bu makale İdris Şah tarafından yazılmış ve gizlice yerleştirilmiş olmalı” diye cevap verdi.

Tabii şimdi işler tersine döndü ve etraf kendi esprilerinin de aslında bilgelik taşıdığını kanıtlamaya çalışan insanlarla doldu; bu insanların birçoğu neredeyse her hafta bana geliyor ve bu modayı paraya dönüştürmek isteyenler tarafından alelacele bir sürü kitap yazılıyor. Konuyla ilgili pek bilgileri yok ancak bazı akademisyenler bu durumun üstesinden gelmenin bir yolunu bulmak zorunda kalacaklar. Bunu yaparken de Nasreddin Hoca’nın sebze çalarken yakalandığında izlediği yolun neredeyse aynısını izleyecekler.

Merak Etmek 

“Duvarla çevrili bu bahçede ne işin var?” diye sordu bahçıvan. 

“Güçlü bir rüzgâr beni duvarın berisine savurdu.” 

“Peki o havuçlar nasıl kökünden söküldü?” 

“Üstlerine düşünce çıkıvermişler.” 

“Peki o çuvalın içinde ne var?” 

“İşte, sen geldiğinde ben de tam olarak bunu anlamaya çalışıyordum!” 

Şimdilik sadece merak ediyorlar…

Mizahın, edebi anlatımındaki en büyüleyici keşiflerden biri “hokkabazlık etkisi” denilebilecek şey olmalı. Herkes, bir hokkabazlık numarası karşısında duyulan şaşkınlığı ve numaranın nasıl yapıldığına dair yoğun merakı bilir. Hokkabazın sırrı nedir? Sonra bu sır size açıklanır. O anda gizemin yarattığı baskı ve gerilim yok olur: Bir şey elinizden alınmış ve ardında bir boşluk bırakmıştır. Sihirbazların “sırlarını açıklamayı” reddetmelerinin temel sebebi budur.

Fıkraların nasıl işlediğini, ne işe yaradığını ya da nasıl şaşırtıcı derecede etkili bir içgörü etkisi yarattıklarını ve nasıl dışarıdan bakıldığında ciddi görünen dini çevrelerde çokça değer gördüklerini yazıya döktüğümde ya da konferanslarda anlattığımda, bu etki eleştirmenlerin ve dinleyici/okuyucuların tepkilerinde açıkça görülebiliyor. Eleştirmenler, “Bunlar fıkra falan değil” ya da “Küçücük bir şeyi amma büyütmüşsün” ya da  “Bunlar değersiz ve yüzeysel açıklamalar” gibi yorumlar yapıyor. Ancak açıklama yapma arzusuna karşı konulabilirse, fıkralar etkilerini bu tür itirazlar yerine takdir ve alkış toplayarak gösterebilir. Peki, bu neden böyle? Öncelikle, bazı gözlemciler belli ki en başından düşmanca bir yaklaşım içerisindeler, eleştirecek bir şey arıyorlar. Ancak bunların bizi engellemesi için bir neden yok, çünkü bu tür insanlar mümkün olsa “daha ıslak su” da isterler. Kendileri, benim “muhalefet etme ihtiyacı” dediğim bir durumdan mustaripler.

Bu memnuniyetsizliğe ve ardından gelen istihzaya; açıklamanın, gözlemcinin beklediği kadar dramatik olmamasının yarattığı hayal kırıklığı hissi sebep olmaktadır.

Bu hayal kırıklığının en yaygın dışavurum şekli “Bir fıkra nasıl maneviyat içerebilir?” ya da “Bu bana pek de derinmiş gibi gelmedi…” gibi yaygaralardır. Gerçekte olan şey ise, afallamış –hayal kırıklığına uğramış dememek için böyle diyorum– yorumcunun, sineği yakalayan çocukla aynı konumda olmasıdır. Hatırlarsanız, bir zamanlar bir çocuk bir sinek yakalamış ve sineğin uzuvlarını koparmış. Elinde bir baş, bir gövde, kanatlar ve bacaklar kalmış ama çocuk sineğin kendisini hiçbir yerde bulamıyormuş.

Çocuğun anlamadığı şey, elindeki parçaların ancak bir araya geldiğinde ve çalıştığında bir sineği oluşturduğuymuş. Bu parçalar bir arada çalışırlarsa bir sinek olurlar ve o zaman kimse bu bir sinek değil diyemez. Çocuk anlasa da anlamasa da sinek uçar ve sineğin uçması onun fonksiyonlarından biridir. Tabii ki, benzer bir şekilde, fıkranın da parçalarına ayrılmadan önceki işlevi yadsınamaz. Çocuğun sineğin nasıl ve neden uçtuğunu ya da parçalarının nasıl ve neden bütün bir sineğe benzemediğini anlayamaması sineğin suçu değildir. Bu derece yüzeysel bir gözlemciyle karşı karşıya olduğumuzda, onun aptallığını örtbas etmek bizim görevimiz değildir.

Bir keresinde, bu burun kıvıranların ne kadar kısıtlı bakış açıları olduğunu göstermek için aydınlatıcı, özel bir deney yaptık. Genel olarak belli bir entelektüel derinliğe sahip oldukları düşünülse de, dört cahil adam, mizahın potansiyel psikolojik ve hatta manevi etkisini reddediyor ve “o kadarını kendilerinin de yapabileceğini” iddia ediyorlardı. İddialarını kanıtlamaları istendiğindeyse ikisi, fıkralardan çıkardıkları anlamı açıklamayı reddetti.

Nezaket gösterip daveti kabul eden diğer ikisi ise hikâyeler için herhangi bir yapısal analiz sunmayı başaramadı. Bu noktada, ortamdaki biraz acımasız bir gözlemci bu kişilerin, sorumluluğunu almadan güce sahip olmaya alışık insanların beceriksizliğine örnek oluşturdukları yönünde bir yorum yaptı. Bir şeyin yapmaya değer olmadığına dair az çok elle tutulur bir delil sunabiliyorsanız, o işi yapmayabilirsiniz. Ancak bu şarlatanlar, Profesör Robert Ornstein’ın zamanında “Büyük beyinleri olduğunu düşünen insanların genelde sadece büyük bir çeneleri vardır” cümlesinde bahsettiği insanlara örnek olarak gösterilebilirler.

İdeoloji ile koşullanmış ve dogmaları pazarlamak üzere eğitilmiş insanlar genellikle bu yönlerini bir akılcılık kisvesi altına gizlerler ya da kendilerini öyle iyi kandırmışlardır ki artık iki katmanlı bir hayatları vardır. Dışarıdan son derece akılcı görünebilirler, ancak bu akılcılığın altında esnek olmayan bir tavır ve saklı tutmakta ustalaştıkları bir dizi bağnaz davranış vardır. Bu kamuflaj sayesinde inançlarını insanlara kabul ettirirler. Onlar ayrıca derin duygulara karşı duyarsızdırlar. Bu insanları ifşa etmenin yolu mizaha katlanıp katlanamadıklarını test etmektir.

Sufilerin mizahı kullanmasının sebeplerinden biri de budur. 

Fıkralar birer yapıdır ve sufiler, fıkraları birçok farklı işlev görecek şekilde kullanırlar. Bir fıkra bizi mizahla besleyebilir,  ancak bize farklı durumlarda farklı boyutlar da sunabilir: Bir fıkranın sabit ve tek bir anlamı yoktur. Farklı insanlar aynı fıkrada farklı içerikler görebilir ve eğer bu yönteme aşina isek, bir fıkranın bazı olası kullanımlarına dikkat çekmek onun etkisini azaltmaz. Bunun yanı sıra bir kişi, kendisinin çeşitli kavrayış durumlarına ve hatta ruh haline göre aynı fıkranın farklı yönlerini de görebilir. Fıkralar da tıpkı mizahi olmayan ibretlik hikâyeler gibi bize bir örnekleme ve eylem aracı sunmaktadır. Bir kişinin bir fıkraya verdiği tepki de bize –ve muhtemelen ona– o kişinin engellerini ve önyargılarını gösterir ve bunların herkesin yararına olacak şekilde çözülmesine yardımcı olabilir.

Alev 

Japonya’da anlatıldığı söylenen, doğruluğu biraz şüpheli bir hikâye vardır. Amerikalı turist bir tapınağı geziyormuş; rehberiyle birlikte bir çeşit sunağın üstünde yanan ateşin önünde durmuşlar. “Bu alev…” demiş yaşlı Doğulu müze sorumlusu. “Bin yıldır yanıyor…” Amerikalı eğilmiş ve alevi üfleyerek söndürmüş. “Eh, artık yanmıyor, değil mi?”

Ben bu hikâyeyi belki de beş farklı ülkede dinledim. Turist İngiliz olunca, onun olup biten her şeyi küçümsediği ima ediliyor. Fransız olursa kendisini üstün gördüğü; Amerikalıysa duyarsız olduğu… En son bu durumdan oldukça seçkin bir ortamda bahsettiğim zaman mizah duygusundan yoksun olduğum için paylanmış veya diğerlerinin fıkradan aldığı zevki, analizlerimle mahvetmekle ya da olmayacak yerlerden anlam çıkarmaya çalışmakla suçlanmıştım.

Ancak ben fıkraları diğer insanlar, diyelim ki, portakalı nasıl görüyorsa öyle görüyorum. Bana göre her ikisi de deneyimsel ve besinsel içeriğe sahip. Bir meyvenin lezzetli olması besin değerinin olmadığı anlamına gelmez. Bir elmayı koklarken zevk almam, elmayı yediğimde besinsel değerinin yok olacağı anlamına gelmez. Ben bir yerde bunu anlattığımda biri, “İyi ama, eğer gülün kokusunu beğendiğin için gülü dalıyla beraber yemeye kalkarsan hayal kırıklığına uğrarsın” diye karşılık verdi. Neyse ki bu fikre katılmayanlar da bu argümanı, gül dalını yiyen birini bulmak imkânsızken fıkraların hem değerini anlama …

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Muzip Nasreddin Hoca’nın Fıkraları ~ İdris ŞahMuzip Nasreddin Hoca’nın Fıkraları

    Muzip Nasreddin Hoca’nın Fıkraları

    İdris Şah

    “EĞLENMEYE BAKARSAN YA DA EĞLENMEYİ ÖĞRENMEYE ÇALIŞIRSAN, BİRİLERİNİN SİNİRLERİNE DOKUNURSUN. ELBETTE TERSİNİ DE YAPABİLİRSİN AMA YİNE DE BİRİLERİNİN SİNİRLERİNE DOKUNURSUN.” Nasreddin Hoca’nın cazibesi, gösterdiği...

  2. Sufiler ~ İdris ŞahSufiler

    Sufiler

    İdris Şah

    “ŞARAPSIZ SARHOŞ; YEMEKSİZ DOYMUŞ; HUZURSUZ; AÇ VE UYKUSUZ; MÜTEVAZI KAFTANI ALTINDA BİR KRAL; HARABELERDE BULUNAN BİR HAZİNE; HAVADAN TOPRAKTAN DEĞİL, ATEŞTEN SUDAN DEĞİL, SINIRSIZ...

  3. Benzersiz Nasreddin Hoca’nın Maceraları ~ İdris ŞahBenzersiz Nasreddin Hoca’nın Maceraları

    Benzersiz Nasreddin Hoca’nın Maceraları

    İdris Şah

    “HER FIKRADA BİR DERS YA DA HER FIKRADA EĞLENCE VARDIR, TERCİH SİZE KALMIŞTIR.” İdris Şah bizi bu kitapla gizemli akıl hocası Molla Nasreddin’in kalbine...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur