İstasyonda kimsecikler yoktu. Sokağın öbür yanında, badem ağaçlarının gölgelediği kaldırımda bir bilardo salonu açıktı sadece. Köy, sıcağın içinde dalgalanıyordu. Kadınla kızı trenden indiler, aralarında çıkan otlar yüzünden döşeme taşları yer yer çatlamaya başlamış bomboş istasyondan çıkıp karşıdaki gölgeli kaldırıma doğru sokağı geçtiler.Gabriel García Márquez’in Hanım Ana’nın Cenaze Töreni, İyi Kalpli Eréndira ve On İki Gezici Öykü derlemelerinden seçilerek resimlendirilen bu altı öykü, çocukken anneannesinin anlattığı masalların üzerinde bıraktığı etkiyi her fırsatta dile getiren Kolombiyalı yazarın zengin imgelemini yansıtıyor.Öyküler’e eşlik eden resimlerin yaratıcısı Carme Solé Vendrell, eserlerini resimlendirmek için Márquez’in izin verdiği tek sanatçı olma özelliğini taşıyor.
İçindekiler
Bir Salı Günü Öğle Uykusu 11
Kocaman Kanatlı İhtiyar Adam 31
Hayalet Geminin Son Yolculuğu 53
Señora Forbes’in Mutlu Yazı 71
Işık Su Gibidir 97
María Dos Prazeres 115
Tren, kızıl renkli kayalar arasındaki geçitten zangır zangır titreyerek geçip simetrik çizgilerle uzanan bitmez tükenmez muz plantasyonları arasına girmişti. Hava nemli bir hal almış, denizden gelen esinti artık hissedilmez olmuştu. Boğucu bir duman bulutu vagonun küçük penceresinden içeri doluverdi. Demiryolu boyunca uzanan dar yolda, yeşil muz hevenkleri yüklü kağnılar görülüyordu. Yolun öbür yanındaki boş tarlalarda elektrikli vantilatörlerin çalıştığı ofisler, kırmızı tuğladan yapılmış barakalar, tozlu palmiyelerle gül fidanları arasındaki teraslarında beyaz iskemlelerle küçük masaların bulunduğu evler vardı. Saat sabahın onuydu ve henüz sıcak bastırmamıştı.
“Camı kaldırsan iyi olacak,” dedi kadın. “Saçına kurum dolacak.” Kız onun dediğini yapmayı denedi ama penceredeki stor pas tutmuştu, yerinden oynamıyordu. Trenin gösterişsiz üçüncü mevki vagonunda onlardan başka yolcu yoktu. Lokomotifin dumanı pencereden içeri dolmaya devam ettiğinden, kız oturduğu yerden kalktı, kendi yerine, yanlarında taşıdıkları tek eşya olan plastik bir yiyecek torbasıyla gazete kâğıdına sarılı bir demet çiçeği koydu. Sonra annesinin karşısına, pencereden uzakta kalan öteki koltuğa oturdu. Her ikisi de kopkoyu, yoksul bir yas içindeydiler.
Küçük kız on iki yaşındaydı ve ilk kez yolculuk ediyordu. Kadın, cüppe gibi biçilmiş giysisi içindeki yumuşak ve biçimsiz küçücük bedeni ve gözkapaklarındaki mavi damarlara bakılırsa, küçük kızın annesi olabilmek için oldukça yaşlı görünüyordu. Kucağındaki yer yer dökülmüş rugan çantayı iki eliyle kavrayarak, sırtını koltuğun arkasına sımsıkı dayamış oturuyordu. Yoksulluğa alışık insanların ürkek ağırbaşlılığı içindeydi.
Saat on ikide sıcak bastırmıştı. Tren, yakınında köy olmayan bir istasyonda su almak için on dakika durdu. Dışarıda, muz plantasyonlarının gizemli sessizliği içinde gölgelik yerlerin tertemiz bir görüntüsü vardı. Ama vagonun içine sıkışıp kalmış hava, tabaklanmamış deri gibi kokuyordu. Tren hızını yeniden artırmamış, canlı renklerde boyalı ahşap evleriyle birbirine benzer iki köyde daha durmuştu. Kadın, başı öne düşmüş, uyukluyordu. Küçük kız ayakkabılarını çıkarmıştı. Daha sonra, solmuş çiçek demetini suya koymak üzere kalkıp tuvalete gitti.
Yerine döndüğünde annesi bir şeyler yemek için onu bekliyordu. Kıza bir parça peynirle küçük bir mısır ekmeğinin yarısını ve bir kurabiye verdi, sonra plastik torbadan kendisi için de aynı şeyleri çıkardı. Onlar karınlarını doyururken tren demir bir köprünün üzerinden ağır ağır geçmiş, sonra da daha öncekilere benzer bir köyü baştan başa katetmişti; tek değişiklik bu köyün meydanında görülen kalabalıktı. Bir bando, kavurucu güneşin altında neşeli bir parça çalıyordu. Muz plantasyonları, köyün öbür yanında, kuraklıktan yer yer çatlamış bir düzlükte son buluyordu.
Kadın yemek yemeyi bıraktı. “Ayakkabılarını giy,” dedi. Küçük kız dışarı baktı. Trenin yeniden yola koyulduğu bomboş düzlükten başka bir şey göremedi ama kurabiyesinin son parçasını cebine koydu ve çabucak ayakkabılarını giydi. Kadın ona bir tarak uzattı.
“Saçını tara,” dedi. Kız saçlarını tararken tren düdük öttürmeye başlamıştı. Kadın boynundaki teri kurulayıp yüzündeki yağı parmaklarıyla sildi. Küçük kız saçını taramayı bitirdiğinde tren, öncekilerden daha büyük ama daha hüzünlü bir köyün ilk evlerinin önünden geçmeye başlamıştı. “Yapmak istediğin bir şey varsa şimdi yap,” dedi kadın. “Sonra, susuzluktan ölsen hiçbir yerde su içemezsin. En önemlisi de sakın ağlayayım deme.”
Kız başını salladı. Pencereden içeri, lokomotifin düdük sesiyle eski vagonların gürültüsüne karışan kupkuru yakıcı bir rüzgâr giriyordu. Kadın artan yiyeceklerin torbasını büküp çantasına koydu. Köyün görüntüsü, ağustos ayının bu güneşli salı günü, pencerede bir an için tümüyle ışıldamıştı. Kız çiçekleri ıslak bir gazete kâğıdına sardı, pencereden birazcık uzaklaşıp gözlerini ısrarla annesine dikti. Annesi ise ona sakin bir bakışla karşılık verdi. Tren, düdük öttürmeyi kesip hızını azaltmıştı. Bir dakika sonra da durdu.
İstasyonda kimsecikler yoktu. Sokağın öbür yanında, badem ağaçlarının gölgelediği kaldırımda bir bilardo salonu açıktı sadece. Köy, sıcağın içinde dalgalanıyordu. Kadınla kızı trenden indiler, aralarında çıkan otlar yüzünden döşeme taşları yer yer çatlamaya başlamış bomboş istasyondan çıkıp karşıdaki gölgeli kaldırıma doğru sokağı geçtiler.
Saat neredeyse iki olmuştu. Üzerine uyuşukluk çökmüş olan kasaba bu saatte öğle uykusundaydı. Dükkânlar, resmî daireler, belediye okulu saat on birde kapanıyor, trenin dönüş saati olan dörtten az öncesine kadar da açılmıyordu. Sadece istasyonun karşısındaki otelle kantini ve bilardo salonu, bir de meydanın öbür yanındaki postane açık kalıyordu. Birçoğu muz şirketinin modelinde yapılmış birörnek evlerin kapıları içeriden kapatılmış, storları indirilmişti. Bunların bazılarının içi öylesine sıcaktı ki, ev halkı avluda yemek yiyordu. Bazı kimseler de badem ağaçlarının gölgesine iskemle atmışlar, sokak ortasında öğle uykusu çekiyorlardı.
Bademlerin gölgesini sürekli kollayarak yürüyen kadınla kızı, kimsenin öğle uykusunu bozmadan kasabanın içine girip doğruca Rahip’in evine gittiler. Kadın, kapıdaki madenî teli tırnağıyla tıkırdatıp bir an bekledi, sonra yeniden tıkırdattı. İçeride elektrikli bir vantilatör vınlıyordu. Hiçbir ayak sesi duyulmamıştı. Hafif bir kapı gıcırtısı belli belirsiz geldi kulağına ve hemen arkasından kapıdaki telin iyice yakınından gelen bir ses çekinerek sordu: “Kim o?” Kadın telin ötesini görmeye çalışarak, “Rahip’i görmem gerek,” dedi.
“Şimdi uyuyor.” “Çok önemli,” diye ısrar etti kadın. Sesinde sakin bir direnme vardı. Kapının gürültüsüzce aralanmasıyla, son derece solgun benizli, saçları pas rengi, orta yaşlı, tombul bir kadın göründü. Gözlüğünün kalın camları ardında gözleri küçücük görünüyordu. “Beni izleyin,” diyerek kapıyı açtı.
Buram buram bayat çiçek kokan bir salona girdiler. Evin hanımı onları tahta bir sıraya götürüp oturmaları için işaret etti. Küçük kız oturdu ama annesi dalgın bir ifadeyle ayakta kalmıştı, çantasını iki eliyle sımsıkı tutuyordu. Elektrikli vantilatörün vınlamasından başka bir ses duyulmuyordu.
Evin hanımı dipteki kapıda yeniden göründü. Sesini iyice alçaltarak, “Saat üçten sonra gelmenizi söylüyor,” dedi. “Yatalı daha beş dakika oldu.” “Tren saat üç buçukta kalkıyor,” dedi kadın. Kısa ve kesin bir yanıttı bu ama içindeki türlü farklılıklara rağmen sesi yine de sakindi. Evin hanımı ilk kez gülümsedi. “Pekâlâ,” dedi.
Dipteki kapı yeniden kapanınca kadın, kızının yanına oturdu. Daracık bekleme odası yoksuldu ama temiz ve düzenliydi. Odayı ikiye bölen tahta bir parmaklığın öbür yanında, üzeri muşamba örtülü sade bir çalışma masası, bunun üstünde de içinde çiçekler bulunan bir vazonun yanında ilkel bir yazı makinesi vardı. Arkada ise kiliseyle ilgili dosyalar. Bu odaya bekâr bir kadın eli değdiği anlaşılıyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Öykü
- Kitap AdıÖyküler
- Sayfa Sayısı114
- YazarGabriel Garcia Marquez
- ISBN9789750754074
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yok Yolcu ~ Kâmil Erdem
Yok Yolcu
Kâmil Erdem
Kâmil Erdem öyküleri bir akarsu gibidir, bir akarsuyun gereğini yapar, öyle olması, akması gerektiği için akar. Suyun uzunluğu, derinliği, içinde mi kıyısında mı, neresinde...
- Maya’nın Günlüğü ~ Isabel Allende
Maya’nın Günlüğü
Isabel Allende
Benim adım Maya Vidal, on dokuz yaşındayım, cinsiyetim kız, bekârım, sevgilim yok, ama fırsat çıkmadığından, yoksa kılı kırk yardığımdan değil, California’da Berkeley’de doğdum, Amerikan...
- Düşümde ve Dışımda ~ Orhan Duru
Düşümde ve Dışımda
Orhan Duru
“Düşümde ve Dışımda”, klasik öykünün kalıplarını bozarak yeni bir anlatı dili geliştiren 1950 Kuşağı’nın ele avuca sığmaz yazarı Orhan Duru’nun dokuzuncu kitabı. Tıpkı kentin...