Öykülerle Atasözleri ve Öykülerle Deyimler serisi, zengin içeriği ve göz alıcı çizimlerinin yanı sıra, kitapların sonlarında yer alan sözlükleri ve özel olarak tasarlanan sınıf etkinlikleri ile genç okurların dilimizin inceliklerini ve güzelliklerini keyif alarak öğrenmeleri için özenle hazırlanmış benzersiz bir dizi. Habib Bektaş’ın kaleme aldığı özgün öykülerden oluşan kitaplar, içerdikleri renkli deyim ve atasözü seçkilerine ek olarak, deyişlere ve yerel söyleyişlere de değinerek dilimizi daha iyi tanımamızı sağlayacak kapsamlı birer kaynağa dönüşüyor.
Öykülerle Atasözleri: Söz Kulağa Yazı Uzağa, Homeros’tan Murat Orhon Arıburnu’na, mitolojiden sözlü kültürümüzün çeşitliliğine, bu kültürün beslendiği kaynaklara sırtını yaslayan eşsiz bir çalışma. Öykülerle Deyimler: Uzun Lafın Kısası ise dilimizin zenginliklerine kapı aralarken genç okurlar için akılda kalıcılığı kolaylaştırmayı ilke edinen yapıcı bir eser.
Birbirini tamamlayan bu iki kitap, öğrencilere, öykülerin sonlarında yer alan etkinlikler sayesinde atasözlerinin ve deyimlerin bağlam içinde nasıl kullanılması gerektiğine dair çeşitli ipuçları verirken, öğretmenlere de alternatif sınıf etkinlikleri önerisinde bulunarak öğrencileri ile keyifli ve kaliteli zaman geçirme fırsatı sunuyor.
Öykülerle Atasözleri ve Öykülerle Deyimler dizisi, mizahı, nükteyi, zaman zaman absürdü de içinde barındıran içerikleriyle salt genç okurlara değil, yetişkinlere de hitap eden ve her kitaplıkta bulunması gereken benzersiz bir çalışma…
Ön Söz
Atasözleri dilimizin yüzyıllar öncesinden gelen birikimini ve zevkini yansıtan kalıplaşmış sözlerdir. Kültürün ve yaşayışların aktarıcısı olmakla birlikte bir dilin rengidir. Deneyimlerin ve kültürün aktarılmasında dolayısıyla toplumsal hafızanın oluşmasında da atasözlerinin büyük önemi vardır. Bu kitapta atasözleri özgün ve çağdaş öykülerle anlatılıyor! Kitapta yer alan her bir kısa öyküde hem farklı dünyalara ve yaşantılara yolculuk edeceksiniz hem de bu özgün öykülerin kurgusu arasına yerleştirilmiş atasözlerinin bağlam içinde kullanılışına tanık olacaksınız. Öykülerle Atasözleri: Söz Kulağa Yazı Uzağa, Homeros’tan Murat Orhon Arıburnu’na, mitolojiden sözlü kültürün zenginliklerine, bu kültürün beslendiği kaynaklara sırtını yaslayan bir çalışma. İçinde bolca deyim, deyiş ve yerel söyleyişler yer alıyor. Bu kitabın çok önemli bir özelliği daha var: Her öykünün sonunda yer alan etkinlikler bölümü, genç okurların dilimizin zenginliklerini keyif alarak öğrenmelerini sağlamak amacıyla hazırlandı. Bu etkinlikler yoluyla atasözlerinin bağlam içinde kullanımı öğrenilerek önerilen farklı etkinliklerle her yaştan okur, keyifli ve kaliteli zaman geçirebilecek. Kitabın en sonunda yer alan “Atasözlük” ise bütün öykülerde geçen atasözlerinin anlamlarını içeriyor. En önemli özelliği ise sözlüğün de bu kitabın yazarı tarafından kaleme alınması yani özgün olması. Bu nedenle sözlükte zaman zaman yazarın kişisel yorumlarını veya önerilerini de okuyabileceksiniz. Bu kitabı, diğer atasözleri kitaplarından ayıran bir özelliği de mizahı, nükteyi, zaman zaman absürdü de içinde barındıran içeriğiyle salt genç okurlara değil, yetişkinlere de hitap etmesi. Söz Kulağa Yazı Uzağa, özgün hikâyeleri, sözlüğü ve sınıf etkinlikleri bölümlerinin yanı sıra çok değerli genç bir çizer olan Mert Tugen tarafından resimlendi. Öykülerin taşıdığı mizahi unsurları özgün çizimleriyle yansıtarak metinlere farklı bir boyut kattı. Bu kitabın devamı olan Öykülerle Deyimler: Uzun Lafın Kısası da yine kültürümüzün ve dilimizin önemli bir parçası olan deyimlere eğlenceli bir bakışla yaklaşmamızı sağlıyor. Birbirini tamamlayan bu iki kitabın birlikte okunmasını tavsiye eder keyifli bir okuma deneyimi yaşamanızı dileriz.
İçindekiler
Adil Padişah …………………………………………………………………….9
Midas’ın Sırrı ………………………………………………………………….22
Açma Sırrını Dostuna, O da Söyler Dostuna …………………………28
Kazıkçı Cafer Ağa Meydanı……………………………………………….33
Utanırlar Köyü ………………………………………………………………..39
Ağzın Karnından Büyük Olmasın………………………………………..44
Varyemez Tahsin Ağa……………………………………………………….48
Değirmenci……………………………………………………………………..54
Karşılaşma………………………………………………………………………59
Makasın Marifeti……………………………………………………………..67
Çilingir…………………………………………………………………………..72
Müteahhit ………………………………………………………………………78
Davul Dengi Dengine Diye Çalar ……………………………………….85
Keloğlan Hekim Olunca ……………………………………………………91
Baba ve Çocukları …………………………………………………………..100
Geveze…………………………………………………………………………..107
İki İstek …………………………………………………………………………112
Hamile Erkek Tavşan ………………………………………………………121
Dost ……………………………………………………………………………..127
Umut Fakirin Ekmeği ………………………………………………………131
Tembel Oğlan ………………………………………………………………..136
Emanet At ……………………………………………………………………..142
Komşuluk………………………………………………………………………146
Hortlak …………………………………………………………………………152
Kısmetinde Ne Varsa Kaşığında O Çıkar …………………………….158
Fettan Fadime…………………………………………………………………163
Güneş Balçıkla Sıvanmaz ………………………………………………….171
Akıl Akıldan Üstündür …………………………………………………….176
Adsız …………………………………………………………………………….181
Aç Gözlü Midas………………………………………………………………185
Mantı ……………………………………………………………………………190
Paça Islanmadan Balık Tutulmaz ……………………………………….193
Ek:
Atasözlük ………………………………………………………………………201
Adil Padişah
Vakti zamanında çok uzak bir ülkede yüceler yücesi bir padişah yaşarmış. Padişah milleti yalnız yaşamaz ki! Sarayında bir sürü askeri varmış. Askerleri komutanları, hizmetkârları, aşçıları, bahçıvanları, hamamcıları ve sarayda görevli bildik bilmedik bir insan topluluğunu da unutmamak gerekir. Bu padişahın çok adil olduğu söylenirmiş. O kadar adilmiş ki, kimsenin kimseye hakkı geçsin istemezmiş. Başka birçok ülkede padişahlar için “yüce, haşmetli, cengâver, büyük, güçlü” gibi sıfatlar kullanılırken, bizim padişaha halkı sadece “adil padişahımız” dermiş. Padişah öyle zenginmiş ki, hazineleri için ayrı bir saray yaptırmış. Kendi yaşadığı sarayı kırk bin yiğit koruyorken, hazinelerinin bulunduğu sarayı yüz kırk bin yiğit korurmuş. İşte bu zengin padişahın toprakları Çini Maçin’den1, Zümrüdüanka2 kuşunun yaşadığı Kaf Dağı’nın ardına kadar uzanırmış.
Uzun sözün kısası, bizim padişahın her şeyi varmış. Malı, mülkü, parası… Her şeyi diyorsak, o ülkenin insanlarının bildiği, gördüğü her şey. Söz ettiğim ülkenin insanları padişahlarıyla çok övünürmüş. Başka ülkelerden gelen insanları gördüklerinde şöyle derlermiş: “Yüce padişahımızın her şeyi vardır. Ne mutlu bize!” “Yüce padişahımızın hazineleri yaşadığımız dünyayı on kez satın alır. Biz mutlu olmayalım da kim olsun?” “Yüce sultanımızın topraklarını bir uçtan öteki uca geçmeye bir ömür yetmez! Bu büyük bir saadettir! Bize bir şey söyleyin, yeryüzünde olup da padişahımızın sahip olmadığı. Söyleyemezsiniz! Çünkü padişahımızın her şeyi vardır, her şeyi.
Bizim padişahımız yiğittir, cömerttir. Beylik vermekle, yiğitlik vurmakla demezler mi? Yüce sultanımızın dünyalar güzeli bir eşi var, adı da Mahinur Sultan. Ne mutlu bize! Yüce padişahımızın ay parçası gibi bir kızı, yiğit bir oğlu var, ne mutlu bize! Ama bunlar önemli, övünülecek şeyler değildir. Kıvancımız, mutluluğumuz padişahımızın adil olmasından kaynaklanır.” Halkın söyledikleri zaman zaman padişahın kulağına gidermiş. Halkın, padişahları için övünerek söylediği, Beylik vermekle, yiğitlik vurmakla sözü de yayılmış da yayılmış. Padişah bu atasözü ile ilgili olarak şunu demiş: “Söylenişi, duyuluşu güzel bir atasözü bu. Lakin içeriğine pek katılmıyorum. Bu tür atasözleri eski dönemlerde yaşamış insanların beklentilerine denk düşüp hayatlarını kolaylaştırmış olabilir. Ama bana kalırsa eski dönemlerde de, günümüzde de vurmakla, kırmakla hiçbir sorun çözülmüyor.” İşte böyle şeyler konuşulurmuş o ülkede. Halk mutluymuş. Padişahlarından daha mutlu bir insan olmadığını düşünüp övünürlermiş. Lakin iş onların bildiği gibi değilmiş. O ülkenin padişahı bırakın mutlu olmayı, sanki bir zindanda yaşıyormuş. Öyle bir derdi varmış ki geceleri sabahlara kadar gözüne uyku girmiyor, kara kara düşünüyormuş.
Neyse lafı uzatıp pirimiz Yunus Emre’ye karşı mahcup olmayalım: “Az söz erin yüküdür / Çok söz hayvan yüküdür.” Adil padişahın derdi nedir, diyecek olursanız, bunu henüz ben de bilmiyorum. Çünkü derdini kimselere söylemiyormuş. Uzun kış gecelerinin birinde Mahinur Sultan, eşinin yanına sokulmuş. “Sevgili kocacığım,” demiş, “Derdini söylemeyen derman bulamaz. Ne olur söyle derdini.”
“Sağlığınla ilgiliyse hekimbaşına danışalım. Varlığınla ilgiliyse veziri azamla istişare edelim.3 Ailemizle ilgiliyse ay parçası kızımızı, yiğitler yiğidi oğlumuzu çağırıp onlarla konuşalım. Sen ki bir cihan padişahısın. Söyle, ne olur konuş.” O zaman padişah acı acı gülmüş, “Benim derdimin devası yoktur Mahinur’um; gözümün ışığı, gönlümün sultanı, ne yapalım, ben böyle azap içinde hayatımı sürdüreceğim,” dedikten sonra şunları eklemiş: “Siz beni anlayamazsınız, zira baş yastığı baş derdini bilmez!” Mahinur Sultan kocasının bu tutumuna bir parça kızarmış ama ne yapsın! İnsanın eşi dahi olsa koskoca cihan padişahına bir şey söylenmezmiş ki! Günlerden bir gün yine üzgün üzgün tahtında oturuyormuş padişah. Mahinur Sultan ne yapsın, eşidir; üzüm üzüm üzülen, süzüm süzüm süzülen kocasının yanına varıp şöyle seslenmiş: “Sevgili padişahım, canım kocacığım, gel sözümü dinle, derdine derman arayalım.
Ne dersin?” Padişah şöyle bir düşünmüş. Sonra da ağır ağır konuşmuş: “Sevgili karıcığım, benim derdimin dermanı yoktur!” “Aaa, öyle şey olur mu hiç,” demiş Mahinur Sultan: “Dert gezmiş, derman beraber gezmiş.” İşte o zaman padişah eşine hak vermiş. “Peki karıcığım, söyleyeceğim,” demiş. “Ama önce aile içinde çözmeye çalışalım bu sorunu.” Padişahın karısı pek sevinmiş. Ve hemen aile bireylerini bir araya getirmek için çalışmaya başlamış.
***
Bir gün sonra padişah, eşi Mahinur Sultan, kızı ve oğlu divanda buluşmuşlar. Padişah, vezirini dışarı çıkarmış. “Hadi,” demiş, “bugün izinlisin.” Muhafızlarını da uzaklaştırmış yanından. Eşi Mahinur Sultan’ı yanına oturtmuş. Kızı ile oğlunu da karşısına almış. Hiç kimse konuşmadığı için de herkes birbirinin yüzüne bakarmış. Mahinur Sultan bakmış ki kimse konuşmuyor, lafın önüne düşmüş:
“Ey dünyanın en adil padişahı, biricik eşim, nedir senin derdin? Bilmez misin ki duvarı nem, insanı gamyıkar. Haydi, söyle derdini. Söyle de derman arayalım. Derdin dünya malıyla ilgiliyse, değmez. Zira sağlık varlıktan yeğdir. Yok, özünle, canınla ilgiliyse, canımız kurban olsun sana. Yeter ki konuş gönlümün hükümdarı, konuş ki elimizden ne geliyorsa yapalım.” O zaman padişah şöyle bir doğrulmuş. Uzun uzun düşünmüş. Hafifçe öksürmüş. Sonra da şunları söylemiş: “Mahinur Sultan, kıymetlim, sevgili kızım, sevgili oğlum, sağ olun, iki cihanda berhudar olun. Ata dediniz, beni saydınız, derdimi sordunuz, artık söyleyeceğim.”
Durup biraz düşünmüş. Sonra sürdürmüş: “Söyleyeceğim ama nasıl? Benim bu derdim çocukluğumdan bu yana sürer gider. Kimselere söyleyemem.” Artık kızı dayanamamış: “Padişah babacığım, hadi, söyleyeceksen söyle artık,” demiş. “Vallahi çok sıkıldım.” Padişah şöyle bir bakmış kızına.
Aynı şeyi bir başkası söyleseymiş, vay hâline. Ama söz konusu biricik kızı olunca, akan sular dururmuş. Gözlerini hafifçe yummuş ve şöyle düşünmüş: Beni seven insanlar toplaştılar başıma. Benim için üzülürler. Derdimin ne olduğunu bilmek isterler. Ben de naz etmeyeyim artık, çünkü çok naz âşık usandırır. “Dinleyin öyleyse,” demiş:
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Öykü
- Kitap AdıÖykülerle Atasözleri Söz Kulağa Yazı Uzağa
- Sayfa Sayısı216
- YazarHabib Bektaş
- ISBN9789944699433
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Columbus’un Kadınları ~ Müge İplikçi
Columbus’un Kadınları
Müge İplikçi
“Evet, onun hakkında bugüne kadar hiçbir şey yazmadım. Yazsaydım ‘tarih’i çarpıtırdım belki de. Şimdi ona ihanet ettiğimi sanıyorsunuz değil mi? Asla. Ruhumun en derin...
- Kafrika’nın Gölgeleri ~ Simla Sunay
Kafrika’nın Gölgeleri
Simla Sunay
İSTİKAMET KAFRİKA! Naz ve Uzunbal’la beraber gerçeküstü ve olağandışı yerlerden Kafrikaya doğru heyecan dolu bir serüvene hazır olun! Çocuk yazınının genç yıldızlarından Simla Sunay, Güneşten...
- Çiçek Yiyen İnek ~ Şiir Erkök Yılmaz
Çiçek Yiyen İnek
Şiir Erkök Yılmaz
Yazarın gerçeküstücü izler taşıyan anlatımında can ve kıvam bulan kahramanları, hayatın içinde sorgulamadan kabul ettiğimiz akış üstüne düşünmeye davet ediyor. Bu düşünme, hayatın bildik...