Yaşam tam da ölümü kabullendiğin anda başlar.
Ölümü kabullenmeli ki insan, aldığı nefese sıkı sıkıya sarılabilsin.
Ötanazi Okulu’nda yalnızlığın içinde solmayı bekleyen Yeşil için hayatına giren suikastçı bir durak gibiydi. Ölmeden önce uğrayacağı ıssız, çorak ama güvenli bir son durak…
Belki de ayrılmak istemeyeceği tek duraktı bu. Az da olsa nefes alabileceği tek durak…
Fakat zaman daralıyordu, göğsünde saatli bir bomba gibi taşıdığı kalbin ömrü tükeniyor, Yeşil’i de beraberinde tüketiyordu. Herkesin ölesiye istediği bir kalbin taşıyıcısı olmanın bazı bedelleri vardı ve Yeşil, belki de en ağır bedeli ödüyordu. O kalbin içinde yaşamayı…
Tehlike ve gizemin iç içe geçmiş duvarlarıyla örülü Ötanazi Okulu, serinin ikinci kitabıyla yeni sırlara kapı aralamaya devam ediyor.
“Kabul etmek istemediğim tek şey onun beni yaşattığı ve benim dışımdaki herkesi öldürdüğüydü. Cennet ve cehennem tek bir vücutta hüküm süremezdi.”
*
BÖLÜM 1
ANSIZIN ÇIK GEL
“Bende sevdiği şeylerden biri de gülüşümdü. Ona sorsam çok güzel gülerdim. Oysa insanlar en çok kırıldığında güzel gülermiş. Hayır, zaten bildiği bir şeyi ona söylemedim.”
Gözlerimi sabit bir noktaya dikerek korkumu unutmaya çalışıyordum. Kaçırılmıştım, kaçırılmıştık. Chloe’nin de benimle kaçırılmasına sevinecek kadar bencil biriydim çünkü yalnız olmaktan ölesiye korkuyordum. İlaçlarım yanımda olmadığı için aşırı heyecanlanırsam olacakları biliyordum. Zaten zor olan hayatımı neden birileri daha da güçleştiriyordu? Onlar olmadan da yeterince sorunum vardı ve şimdi yine tutsaktım. Gözlerimden yine yaşlar akıyordu. Ağlamak dışında bir şey bilmediğim için en iyi yaptığım şeyi yapmaktan çekinmiyorum. Oturduğum duvar dibinde küçüldükçe küçüldüm, sanki bu duvar beni onlardan saklayabilecekmiş gibi…
Korku dolu gözlerimi etrafta gezdirdiğimde oldukça temiz bir odada tutulduğumuzu gördüm. Odanın bir köşesinde kahverengi, ahşap, küçük bir dolap vardı. Duvarlara monte edilmiş tahta rafların üzerinde küçük heykeller duruyordu. Alçıdan yapılmış olan heykeller, küçük bir çocuğun elinden çıkmış gibi tuhaftı. Yerdeki eski kilimin üzerinde oyuncaklar vardı. Pencerenin önündeki sallanan sandalyede duran bez bebek dikkatimi çekti. Yavaşça ayağa kalkıp pencerenin yanına doğru yürüdüm. Oyuncaklar ve bebekle bize ne anlatmaya çalışıyorlardı?
Elimi uzatıp bebeği alacağım esnada Chloe’nin, “Dokunma ona!” diyen sert sesini duydum.
Geldiğimizden beri bir kere bile yüzüne bakmadığım kıza çevirdim bakışlarımı. Kırık makyaj aynasının önündeydi ve donmuş gibi hiç kıpırdamadan öylece ayakta duruyordu. Ellerini yumruk yapmış, öfkeli gözleri bomboş bakıyordu. Bir gariplik vardı üzerinde, sanki öfke ve acıyı aynı anda yaşıyor gibiydi. Yine de kardeş olmamız onu dinleyeceğim anlamına gelmiyordu. Ona da kızgındım ve ondan da nefret ediyordum. Elimi uzatıp bebeği aldığımda gözleri hemen beni buldu. Kaşlarını çatarak, “Yeşil Başar, bırak onu!” diye aniden bağırınca ben de kaşlarımı çattım ve bebeğin kollarını tutup koparmak için çekiştirdim. Bana kızmasını sevmemiştim, bebeği parçalayacaktım işte!
Bebeğin kollarını iki yana ayırıp tüm gücümle çektiğimi görünce, “Hayır! Lütfen yapma,” diye öne atılıp bana yalvarınca ortada tuhaf bir şeyler olduğunu anladım. Bu bebeğe fazla önem veriyordu.
Bebeğe baktığımda krem rengi, yumuşak bir kumaştan yapıldığını gördüm. Gözleri küçük, yeşil düğmelerden oluşuyordu ve dudakları çilek kırmızısıydı. Yanaklarının olduğu yere daha çok pamuk koyulmuş olmalı ki daha belirgindi. Turuncu kaşları bile özenle çizilmişti ama yetişkin birinin yapmadığı çok belliydi. Kolları ve ayakları gövde kısmına çok amatörce dikilmişti. Dikiş izleri o kadar büyüktü ki dikişlerin arasındaki boşluktan içindeki pamuk görünüyordu. Saçları kırmızı yün ipten yapılmıştı ve üzerinde tül bir elbise vardı. Kafam karışmış bir şekilde gözlerini bebekten ayırmayan kıza baktım. Bu bebeği önemsiyor gibi görünüyordu.
Ciddi miydi? Biz burada tutsağız ve o, küçük bir çocuk gibi etraftaki oyuncaklara mı bakıyordu?
Bana doğru bir adım attı ve dolan gözlerini bana çevirdi. “O benim bebeğim, yani çocukken ben yaptım.” Kısık sesle söylediklerini zor duymuştum, sanki bu konuda konuşmak onu üzüyordu.
Onun bebeği buraya nasıl gelmişti? Ayrıca bir oyuncak için fazla tepki vermiyor muydu?
Bir adım daha yaklaştığında gözlerinden süzülen bir damla yaş sertçe yutkunmama sebep oldu. “O benim çocukken tek arkadaşımdı,” dedi kısık bir sesle. Elinin tersiyle gözyaşlarını silerek bana baktı. “Adı Yeşil’di, çocukken tanıdığım küçük bir kızın adıydı,” dediği an irice açılan gözlerimle bebeğe baktım. Tombul yanakları, kızıl saçları ve üzerindeki sarı elbise… Ah hayır, bu bebek bana çok benziyordu! Elimdeki bebek hızla yere düşerken Chloe’nin çocukken beni nerede gördüğünü sorguladım. Fark ettiğim şeyler yüzünden başımı kaldırıp yutkunarak ona baktım. Bu doğru olabilir miydi?
Yedi yaşımdayken kaçırılmıştım!
Üzerimde sarı bir elbise vardı!
Ve oradaki kız da sarı saçlı, mavi gözlüydü!
Elimi kalbime koyarken hayır dercesine başımı salladım. O kız Chloe olamazdı, ablamla geçmişte tanışmış olamazdık. Kalp atışlarım hızlanırken öğrendiğim şeyin gerçekliğini kabullenemiyordum. O çocuk Chloe’ydi! Orada benimle birlikte tutsak olan, beni teselli eden ve kaçmama yardım eden o çocuk Chloe’ydi. Ne tepki verebiliyor ne de geçmiş hakkında bir şeyler söyleyebiliyordum. Öylece bakmak dışında hiçbir şey yapamıyordum. Tam karşımda durdu, eğilip yere düşen bebeği aldı. Yüzündeki buruk gülümsemeyle bebeğe yavaşça dokundu. “Onu kaybettiğimi sanıyordum,” dedikten sonra bana baktı. “Oyunu kazanmak istiyorsan asla geriye dönme.” İşte, bu sözler hasta bedenime büyük bir vurgun yapmıştı. O gün de böyle demişti. Ben geçmişimi hiç unutmamıştım, sadece göz önünde bulundurmuyordum.
“Tek bir kural var, oyunu kazanmak istiyorsan asla geriye dönme.”
“Peki, geride kalana ne olacak?”
Aman Tanrı’m! Chloe geride kalandı ve ben onu arkamda bırakan kişiydim. O kızın yaşıyor olmasına sevinirken o cesur çocuğun ablam olması beni afallatmıştı. “Yaşıyorsun.” İşaret diliyle söylediklerimi anlamamıştı. Kurtulmayı başarmıştı.
“Oturalım mı?” dedi. “Bu bilgi yüzünden kriz geçirmeni istemiyorum.” Öğrendiğim gerçekler sayesinde ona olan tüm kızgınlığım uçup gitmişti. O daha küçük bir çocukken beni korumaya çalışmıştı. Kaçmama yardım etmiş ve kendisini o adamların vicdanına bırakmıştı. Bu kız geçmişimin kahramanıydı, üstelik onunla aynı kanı taşıyordum. Nasıl olurdu da onu tanıyamazdım?
Onu dinleyip yatağın üzerine oturdum. Yanıma oturdu, gözleri elindeki bebekteydi. “Uzun zaman oldu, değil mi?” Bana bakmadığı hâlde sesinin titremesiyle içim acıdı. Evet, çok uzun zaman olmuştu.
“Konuşuyordun, Yeşil. Yanılmıyorum, değil mi?” Başını kaldırıp sorduğu soru yüzünden yutkundum. Şimdi okulda konuşmamla ilgili söyledikleri bir anlam kazanmıştı. Beni tanıdığı için geçmişte sesimi duymuştu. Okulda onu azarladığımı hatırlayınca pişmanlığı iliklerime kadar hissettim. Ona karşı yanlış yapmıştım.
Ceplerimi kontrol ettiğimde kalem ve not kâğıdımın yanımda olması beni sevindirdi. Ellerimin titremesini umursamadan ona cevap yazdım. “Kalbimi benden aldıklarında sesimi de aldılar.” Sayfayı ona uzatırken dudaklarımı birbirine bastırdım. Yaşadığım duyguları tarif edecek kelimeler yoktu.
Okuduklarıyla iç çekerek bakışlarını kaçırdı. “Orada olduğum için her şeyi gördüm.” Başını kaldırdığında mavi gözleri kızarmıştı. “Ben-” deyip sustu. Sanki konuşurken o günleri yeniden yaşıyormuş gibiydi. “Orada olanları yeteri kadar hatırlamıyorum!” Derin bir nefes alırken elleri arasında tuttuğu bebeğe tırnaklarını geçirmişti. O yaştaki bir çocuğun kaldıramayacağı bir görüntü olduğuna emindim.
Bebeği yatağa bırakıp ayağa kalkarak benden uzaklaştı. Pencerenin yanında durduğunda sırtı bana dönüktü. Sanki benimle yüz yüze gelmek istemiyor gibiydi. “Sadece sana kaçmanı söylediğim kısmı hatırlıyorum,” diye fısıldadı. “Sen kaçtıktan sonrası zihnimde puslu.” Unuttuğuna sevindim çünkü ben de çoğu şeyi yeteri kadar hatırlamıyordum. Aradan yıllar geçtiği için çocukken yaşadığımız şeylerin büyük bölümü silinmişti.
“Hemen sonra beni bayılttılar,” diyerek devam etti. “O olaydan sonraki bir yılı hatırlamıyorum. Hayatımdan bir yıl silindi. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım o depoda olanların devamı silinmişti. Ama oradakileri hatırlıyorum!” diyerek bana döndü. Gözlerinde büyük bir kin vardı. “Sana takılan kalbin kime ait olduğunu biliyorum çünkü onu orada gördüm! Başkalarını da gördüm. O gerçeği kendime saklayarak bu yaşıma kadar onların yüzüne baktım! Aynı havayı soludum, bir yılımı unutsam da o depoda olan insanları hatırlıyorum!” Sesi fazlasıyla öfkeli çıkıyordu ama bu öfkesi bana değil, bahsettiği kişilereydi. Ne düşüneceğimi bilemez hâldeydim. Chloe benim gibi bana bunları yapanı biliyordu. Tek fark, ben kalbimin kimde olduğunu ve kimin kalbini taşıdığımı bilmiyordum.
Biri yıllardır göğsünde kalbimi taşıyor, benim kalbimle nefes alıyordu.
Gözyaşlarımı silerek yeni bir sayfa daha yazıp onun yanına gittim. Düşünceli gözlerle camın ötesine bakan ve karanlık gökyüzünü izleyen kıza uzattım. “Kim? Asıl Taşıyıcı kim ve kalbim şu anda kimin bedeninde atıyor?” Bana bu kötülüğü kim yapmıştı? Onu tanımasam da bana yaptıkları için ondan nefret etmiştim.
Chloe yüzündeki kırık tebessümle bana gülümsedi. “Ben sağlam bir kalbe sahipken bile bu gerçekle yaşayamıyorum, sen öğrendiklerini kaldıramazsın. Bırak, bir süre daha gizemini korusun.” Yeniden dışarıya bakınca onun göründüğünün aksine çok fazla acı çektiğini düşündüm. Bildikleri ruhuna ağır geldiği için onu tüketiyordu. Merak duygum hat safhada olsa da bana anlatmayacağını bildiğimden konuyu uzatmadım. Onun kim olduğunu öğrenmek, kaybettiklerimi bana geri getirmeyecekti.
İkimiz tuhaf bir gerginlik içinde susarak dışarıyı izlemeye başladık. Bu durumda, haydi yeniden başlayalım, diyemezdik ama baştan başlamamız için artık küçük bir umut vardı. Gözlerinde beni kabullendiğini görüyordum. Hatta o daha çocukken beni kabul etmişti. Diğerlerine nazaran beni kendi ailesinden gördüğünü hissettiğim için bu gece Chloe Green’i ablam olarak benimsemiştim. Yine de aramızda hâlâ bir şeyler eksikti. Bunun zamanla tamamlanacağını ümit ediyordum. Belki de beklediğimiz zaman bizim için hiç gelmeyecekti ya da geldiğinde ben burada olmayacaktım.
“Bizi neden kaçırdılar?” Yazdıklarımı okuyunca derin bir nefes aldı. Sorularım onun için fazla zordu.
Gözlerinin mavisine çöken karanlığı benden gizlemeye çalışarak, “Bilmiyorum,” dedi. “Ama korkma, sana zarar vermelerine izin vermem.” Ses tonundaki kararlılık, söylediklerini gerçekten yapacağını gösteriyordu.
Ona tebessüm ettiğimde mavi gözlerindeki duvarlar kırılmaya başlamıştı. Beni koruyacağını biliyordum çünkü daha önce de bunu yapmaya çalışmıştı. Benim aklımı kurcalayan başka bir şey vardı; bizi Ötanazi’den çıkarmayı nasıl başardılar? Müdür Wood’un izni olmadan o kale gibi duvarlar aşılamazdı. Koridorda her gün onlarca gardiyan nöbet tutarken bugün neden hiç gardiyan yoktu? Güvenlik odasındakiler kameraları bir saniye bile boş bırakmazken kaçırıldığımı nasıl görmediler? Bu işin içinde okul müdürünün olduğuna emindim. Ötanazi’ye girmek de çıkmak da hiçbir zaman bu kadar kolay olmamıştı. Bay Wood’un izni olmadan beni oradan çıkaramazlardı.
Gelen ayak sesleriyle ikimizin de bakışları kapıyı buldu. Chloe bana güven vermek ister gibi elimi tuttu. “Sakın kim olduğunu söyleme,” diye beni uyardıktan sonra aceleyle not defterimi ve kalemi bana verdi. Onları cebime koyduktan sonra içeri giren adamlara soluğumu tutarak baktım. Kimdi bu adamlar?
Dört adam içeri girdiler ve kapının iki yanında durdular. Ellerini önlerinde birleştirip gelecek kişiyi beklemeye başladılar. Kısa süre sonra içeriye tekerlekli sandalyede yaşlı bir adam girdi. Akülü sandalyesini bize doğru sürdükten sonra durdu. Keldi ve solgun teninde siyah lekeler vardı. Çekik gözlerinin siyahı nefretle Chloe’ye bakıyor ve ona baktıkça kırışıklarla dolu yüzü öfkeyle geriliyordu. “Kız bu mu?” diyerek adamlarına Chloe’yi gösterdi. Bu mu diye sorduğuna göre onu tanımıyordu ama bu gözlerinin nefret dolu oluşunu değiştirmemişti.
İri bir adam öne çıkararak başını iki yana salladı. “Hayır, efendim ama onun kardeşi,” diyerek küçük bir açıklama yaptı. “Eminim genç varis kardeşi için gelecektir.” Saygılı bir şekilde kelimelerini seçerek konuştuğuna göre yaşlı adam oldukça önemli biriydi.
Bu sefer beni gösterdi. “Peki, bu kim?” diye sorarken gözleri sürekli Chloe’ye takılıyordu. Adamın bakışlarından iyi şeyler düşünmediği ortadaydı.
Aynı adam bana bakıp onu cevapladı: “Kim olduğunu bilmiyoruz ama adamlarımız araştırıyor. Chloe onu korumak ister gibi davranınca önemli biri olduğunu düşünüp onu da getirdik.” Ne yani, Chloe o an beni umursamadan yanımdan geçip gitseydi buraya gelmek zorunda kalmayacak mıydım?
İlk kez biri tarafından önemsendiğim için mutlu değilim!
Yaşlı adam kolundaki pahalı saate bakıp sıkılmış gibi bir nefes verdi. Beklediği kişi dışında iki farklı kadın görmek hoşuna gitmemişti. Bana bakıp adamlarına, “Kızıl olan işimize yaramaz, onu öldürün,” deyince kalbim teklemeye başladı. Bana yaşattığı korkuyu zerre kadar umursamadan Chloe’ye baktı. “Bunun için de güzel planlarım var.” Benim Taşıyıcı olduğumu bile bilmeden beni öldürmek istiyorsa gerçekten acımasız biriydi. Ona bir şey yapmadığım hâlde sırf canı istedi diye ölüm emrimi vermesi çok saçmaydı. İnsanlar genelde kalbim için beni öldürmek isterdi ama bu adam, kalbimden haberi bile yokken beni öldürmek istiyordu.
Asıl işine yarayacak kişinin ölüm emrini verdiğini bir bilse…
Yanındaki adam silahını çıkarıp bana doğrulttuğu an Chloe kaşlarını çatarak beni arkasına çekti. “Ona dokunmaya cüret etme!” Kendi için değil, benim için endişelenince pişmanlık dolu bakışlarım onu buldu. İlk gördüğümde ona ne kadar haksızlık yaptığımı şimdi daha iyi anlıyordum.
Chloe’nin tavrıyla yaşlı adam elini kaldırarak adamını durdurdu. “Bir Green’den beklenmedik bir hareket.” Dalga geçerek güldü. “Siz kan emiciler kendinizden başkasını umursamazsınız.” Büyük bir alayla konuşması Chloe’yi kızdırmış olmalı ki ellerini yumruk yapmıştı. Fakat buna rağmen bu adamların şakası olmadığını bildiği için öfkesini dizginlemeye çalışıyordu.
Chloe, “Bizimle ne sorunun varsa benimle hallet ama kızı bırak, sonuçta o bir Green değil!” dediğinde bu teklife kaşlarımı çattım. İkinci kez onu bırakmak gibi bir bencillik yapmayacaktım.
Yaşlı adam yüzünü buruşturarak bana baktı. “Bu değersiz yaratık umurumda değil, benim istediğim varis!” dediği an Chloe, “Onun kim olduğunu bilseydin böyle konuşmazdın,” diye sadece benim duyacağım bir şekilde fısıldadı. Ona katılıyordum çünkü bu adam Taşıyıcı olduğumu bilse eminim ki şu varisten daha çok ilgisini çekerdim.
“Vanessa’nın gerçekten buraya geleceğini mi sanıyorsun?” Chloe’nin tükürürcesine söylediği isim dikkatimden kaçmadı. Ne yani, varis dedikleri kişi amcamın bahsettiği Vanessa Green miydi?
Niye ona varis diyorlardı?
Yaşlı adam Vanessa ismini duyunca bir an bile tereddüt etmeden silahını çıkarıp Chloe’ye doğrulttu. “O kız bana yaptıklarının bedelini ya canıyla ya da senin canınla ödeyecek!” diye bağırdığı esnada dışarıdan gelen silah sesleriyle yerimden sıçradım. Bu odadan sağ çıkacağımızı hiç sanmıyordum.
Yaşlı adam silahını indirip gülerek adamlarına döndü. “Misafirimiz sonunda geldi,” dedi keyifli bir sesle. Gözleriyle kapıyı gösterdi. “Onu karşılayın,” dediğinde adamları silahlarını çıkararak dışarı çıktılar. Bu Vanessa denen kız gerçekten buraya gelecek kadar aptal cesaretine sahip olamazdı, değil mi?
Odada yaşlı adamla birlikte iki kişi kalmıştı. Chloe gerginlik içinde iyice bana yaklaşırken yaşlı adama ters ters bakıyordu. “Kardeşime dokunursan bu sefer sadece sakat kalmakla kurtulamazsın!” Ürkütücü şekilde Chloe ona kafa tutuyordu. “Varisinin ölümü Sam Green’in hoşuna gitmeyecektir!” diyerek yaşlı adamın üzerine yürüdü ama diğer iki adam ona silah çekince geri adım atmak zorunda kaldı. Yeniden yanıma gelen kız kapıya bakarken, “Buraya gelmek gibi bir aptallık yapma, Vanessa!” diye öfkeyle konuşunca onu ne kadar çok sevdiğini fark ettim. Mavi gözleri korkuyla kapıya bakıyor, kardeşi için acı çekiyordu.
(…)
“Ötanazi Okulu – 2” için 2 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıÖtanazi Okulu -2
- Sayfa Sayısı400
- YazarMaral Atmaca
- ISBN9786258133400
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEphesus / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yüz Yıllık Bir Koku Hikâyesi – Eyüp Sabri Tuncer ve Dört Kuşağı ~ Meltem Çıplak Nayır
Yüz Yıllık Bir Koku Hikâyesi – Eyüp Sabri Tuncer ve Dört Kuşağı
Meltem Çıplak Nayır
Bosna’dan İnegöl’e, İnegöl’den Ankara’ya, Ankara’dan İstanbul’a uzanan bir aile hikâyesi… Balkan Savaşları’ndan günümüze, yüz yıllık, dört kuşaklık bir serüven… Cumhuriyet’in kalbinde serpilen, genç Cumhuriyet’le...
- İskender ~ Elif Şafak
İskender
Elif Şafak
Aşkı aramadan evvel, düşün bir, ya benden nasıl bir âşık olur? İnsanın sevdası karakterinin yansımasıdır. Sen kavgacı isen, ha bire öfkeli, aşkı da bir...
- Benim Adım Hiçkimse ~ Nil Esra Başaran
Benim Adım Hiçkimse
Nil Esra Başaran
Bir anne ve kızın birbirine düğümlenmiş ilginç hayatları… Eyüp’ün arka sokaklarından Boğaz’daki görkemli bir yalıya uzanan umutlar, küçük mutluluklar hayal kırıklıkları… Sayfalar arasında dolaşan...
devamını nasıl okuyacağım
Birazoku’da kitapların ön okuma olarak maksimum 15 sayfası yayınlanır. Satın alma bağlantılarını kullanarak kitabın tamamını okuyabilirsiniz.