Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler
Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler

Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler

Mustafa Armağan

Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler, tarihin bilimsellikten taviz vermeden de geniş kitlelere sevdirilebileceğini gösteren öncü bir çalışma… “Öyle yazmış bir okuyucu: ‘Bu kitapta bakalım…

Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler, tarihin bilimsellikten taviz vermeden de geniş kitlelere sevdirilebileceğini gösteren öncü bir çalışma…
“Öyle yazmış bir okuyucu: ‘Bu kitapta bakalım başımıza hangi çatıyı yıkacaksınız? Çatılar bu denli çürük yapılmışsa kabahat kitaplarımın içine gizlenen yaramaz filin olamaz herhalde. Başımızın üstündeki çatıyı kimin çattığını ve nasıl çattığını bilmiyorsak fil ne yapsın”
Bir süredir çıktığı her tarih seferinden göz kamaştırıcı ganimetlerle dönmeyi bilen Mustafa Armağan, Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler adlı yeni tartışmalara yol açacak kitabında, okuyucusunu tarihin labirentlerinde nefes nefese bir serüvene davet ediyor.
Osmanlı tarihindeki tartışmalı alanlara alışık olmadığımız yeni bir bakış açısıyla bakmayı deniyor. Baltacı-Katerina gibi asırlık tartışmayı siyasi bir analizle aydınlatıyor. Fatih’e ait olduğu iddia edilen kardeş katliyle ilgili maddenin Kanunnâme’ye sonradan sokuşturulmuş olduğunu iddia ediyor. Çanakkale’nin aslında “geçilmiş” olduğunu belgeleriyle ortaya çıkartıyor. Sultan Abdülaziz ile ünlü besteci Wagner arasındaki ilginç ilişkiye ışık tutuyor, İstanbul’un 29 Mayıs’ta değil, 7 Haziran’da fethedilmiş olduğunu deşifre ediyor. Üstelik bütün bunları akıcı, rahat, edebi bir dille yaparak popüler tarihçilikte örneğine uzun zamandır rastlamadığımız yeni bir yol açmayı başarıyor.

içindekiler
Önsöz
I. OSMANLI HAYALETİ
Orta Doğu nasıl icad ve imal edildi?  Haritalar neyi göstermez?   Mehmet Barlas’ın despotizm hayaleti   Feminizmin kararttığı Osmanlı kadın tarihi   Reagan Ibn Haldun’u neden severdi?   Mimar Sinan’ın kafatası nerede?
• Teneffüs: Bunları biliyor muydunuz?
II. OSMANLI’YA İFTİRA SAĞANAĞI
Osmanlı’ya iftira sağanağı
• Teneffüs: Matbaacıyı öldürten padişah
• Denize dökülen Kur’an’lar   Sayıştay’dan Şemsi Paşa’ya rüşvet iftirası!
• Teneffüs: Şemsi Paşa kimdir?   Halkçı Osmanlı
• Teneffüs: Macarca bilen Osmanlı Kadıları   Wagner’e opera binası yaptıran Halife
Kemal Tahİr ve Osmanlı talanı
Baltacı ve Katerina olayında son raund
• Teneffüs: Baltacı Mehmed Paşa hangisidir?
Cumhuriyetimiz  yaşında!
III. OSMANLI’NIN KANATLARI ALTINDA
Sabetay Sevi’yi Müslüman yapan Vanlı Hoca
• Teneffüs: Vanlı Hoca’nın Türkçü Kur”an tefsiri Eşkıyası böyledir Osmanlı’nın!
Marx da Osmanlı’nın kanatları altında  “Osmanlı kiliseleri” veya Abdülhamid
sinagog yaptırmış mıydı?  Kardeş katlinin içyüzü Padişahlar da kartopu sever
• Teneffüs: Sarayın dışı seni yakar içi beni  İtalya sokaklarında Müslüman köleler!
IV. KÜLLER ALTINDA YATAN BİR TARİH
Tarihçilerin yazmayı unuttukları yıl  Çanakkale geçilmişti aslında!
• Teneffüs: Denizallıcılığımızın babası da
II. Abdülhamid çıktı istanbul 29 Mayıs’ta değil, 7 Haziran’da fethedildi
• Teneffüs: Takvimle ilgili diğer bazı çalışmalar İdam fermanı mı, liberal ekonomiye geçiş mi?  Koçi Bey hangi kartelin adamıydı?
Kim kahraman, kim hain? Patrona Halil ihtilali   “Patrona Halil gay miydi?”
• Teneffüs: GOl’On Jale’ye isyanı Bosna halkı “Gâvur Padişah’a nasıl direndi?   Sultan Osman nasıl “Genç Osman” yapıldı?   Osmanlı korsanları haydut değil, deniz gazileriydi   Bitirirken

Bütün bu tarih Tarih bizi bozuk, çarpık çurpuk insanlar haline getirmek için düzenlenmiş bir aldatmacadır.
Jean GENET, “Filistinliler”
Tarihinin yanlış yazılması, millet olmanın [ayrılmaz) bir parçasıdır.
Ernest RENAN, “Millet nedir?”

Tarih, düşünce kimyasının yarattığı en tehlikeli üründür… Bu ürün düşler kurdurur, halkların başını döndürür, onlar için sahte anılar icat eder, tepkilerini aşırılığa götürür, eski yaralarını besler, buldukları rahatı kaçırır, onları büyüklük çılgınlığına veya kıyıcılık hastalığına götürür ve ulusları ısırgan, başı göklerde, çekilmez ve böbürlenen bir duruma sokar…
Paul VALfiRY, Bugünkü Dünyamıza Bakış

Tarihçilerin düştükleri hatalan o kadar uzattık ki, neredeyse kitabın maksadı dışına çıkacaktık. Ama çok güvenilir âlimlerin ve hafızası kuvvetli tarihçilerin bile bu tür kıssa ve görüşler konusunda ayaklan kaymıştır. Kıyastan gafil olan ve zayıf düşüncelere kapılan herkesin fikri onlara takılmış, bu haberleri onlardan nakletmişler, aynı şekilde hiç araşOrmadan ve üzerinde düşünmeden kabul etmişlerdi Bu haberler onlar tarafından ezberlenmiş rivayetlere konuldu. Bunun sonucu olarak tarih ilmi ve tekniği, esassız ve kancık bir hale geldi. Tarihe bakan ve onu okuyan da, doğruyu yanlışla, gerçeği bâtılla karıştıran bir kişi vaziyetinde kaldı. Artık tarih, halk tarafından anlatılan masallardan ibaret oldu.
Ibn HALDUN. Mukaddime

Önsöz
Tarih, kaydedilmiş geçmişten daha fazla bir şeydir; o kaydedilmiş, kaydedilebilir ve hatırlanan geçmişten oluşur.
John LUKACS1
Maskelerin yüz, yüzlerin ise maske haline getirildiği bir tarih nasıl bir tarihtir? Hangi yüzde nasıl bir “maske” gezindiğini, hangi maskede nasıl bir “yüz” gizlendiğini öğrenebilmek her babayiğidin harcı olmadığına göre, bu maskeli yüzler balosu sürgit devam mı edecektir öyleyse? Kimse maskeleri aralayıp arkalarına bakmaya kalkmayacak ve onların hangi yüzü gizlediği merakıyla yanıp tutuşmayacak mıdır? Kısacası, tarihimiz bir “maskeli balo” olmaktan ne zaman kurtulacak, ne zaman sahici bir yüzler oyununa dönüşecek ve kahramanlar ne zaman kendi sesleriyle konuşmaya koyulacaktır?
Ne zaman?
Yazar Solomon Volkov’un 20. yüzyılın en büyük Rus bestecilerinden Dimitri Şostakoviç’e yaptığı gibi, onun önündeki yanlış imajlardan oluşmuş dağı bir Ferhat sabrıyla delmeye girişecek sevdalılar gerekiyor bunun için. Tarih sevdalıları, tarih dedektifleri, tarih konuşturucuları. Eğer tarihimizin kahramanları, asırlardır kafalarına susturucu’yla ateş edilmiş bir halde yatıyorlarsa yanı başımızda,onlan konuşturabileceklerine ve hakikati söyletebileceklerine inananların harekete geçmemeleri bir vebal değil midir boyunlarında?
Susturucuya karşı “konuşturucu” taktırmak kalemlerimizin ucuna… işte, tarihin aktörleri üzerinde yapılması şan olan ameliyata buradan başlamak en doğrusu olacaktır.
Osmanlı tarihi, derin ve sessiz bir suskunluk içerisine gömülü uzun bir süredir. Kar, görünen her yeri kaplamış, toprağın sıcaklığını, ağaçların derinlere kaçmış Öz sularını, derelerin coşkun göğsünü buzdan bir duvar kesmiştir. Osmanlıların bir zamanlar yürüdüğü coğrafya un ufak olmuş, dilini uzmanlar haricinde anlayan kalmamış, kendisini ifade etmek için kullandığı harfler ise kitapların mürekkepleri veya mezar taşlarının kabartmaları halinde anlaşılmaz şekiller haline gelmiştir. Karacaoglan’ın dediği gibi, “Dilleri var, bizim dile benzemez” olmuştur.
Dili kaybolduğu, yazısı buharlaştığı ve elinden kendisini ifade etmesine yarayacak en temel haklar alındığı zaman, bir medeniyet tıpkı tabii akış yolları tahrip edildiğinde yeni bir mecra bulmayı bilen yeraltı suları gibi gövdesini asırların içerisine çekmekte ustadır. Osmanlı medeniyeti de, Osmanlı tarihiyle birlikte yüzünü bizden gizlemiş olan, kendini bize kapatmış, peçesinin ardına çekilmiş bir medeniyet ve tarih görünümüne bürünmüştür. Onun suretini tanınmaz hale sokmak için yüzüne çektiğimiz kat kat sıvanın, gözlerimize düşmüş kataraktı kalınlaştırmaktan başka bir işe yaramayacağını anlayamayışımızın altında bu gizlenme ve kendini örtme eylemi yatmakta değil midir biraz da?
Bilirsiniz, depremlerde yer altı sularının mecraları değişir, sular “kaçar”. Aynı şey, Meşrutiyet ve Cumhuriyet depremlerini peşpeşe yaşayan Osmanlı kültürü ve tarihi için de geçerli. Bu depremler, Osmanlı denilen o büyük yüzün, ufacık parçalara ayrışarak ne kendini, ne de bizi doğru dürüst gösteren kırıklarla dolu bir aynaya döndüğünü öğretti bize. Güneşin birçok küçük aynaya bölünerek kendisini ufak ama eksikli tablolar halinde göstermeye başladığı bir sürece tanık olduk; hâlâ da oluyoruz.
Osmanlı ufkunu, Osmanlı yüceliğini, Osmanlı “vizyonunu ve coğrafî ve zihnî sınırlarımıza sığmayan o heybetli gövdesinin eksikliğini, her geçen gün biraz daha ağırlaşarak hissediyoruz içimizde. Tanpınar’ı yaralayan “boşluk”, bizi içerisine çekmiş durumdadır. Cumhuriyet dönemi çocukları olarak Osmanlı’yı, içine kıstırıldığımız “Türkiye” coğrafyası sınırları üzerinden algılayabileceğimizi zannederek aldanıyoruz besbelli.
Cumhuriyet döneminde üretilmiş bulunan “Anadolu” efsanesinin gözünden bakılarak Osmanlı tarihi ve vizyonunun anlaşılma şansının bulunmadığını da fark etme imkânımız ortadan kaldırılmış durumda. Hititler haricinde Anadolu’ya sıkışıp kalmış hiçbir devletin uzun süre yaşama şansının bulunmadığını unutarak başımızı toprağa gömüyoruz ısrarla. Oysa Osmanlılığın aynı zamanda, hatta daha da fazla “Balkanlı” demek olduğu da unutturulmuş değil midir bize? Balkanlardan, Kafkaslardan ve Ortadoğu’dan elini eteğini çekmiş bir “Osmanlı” vârisinin, onun misyonunu üstlendiğini iddia etmesi, okyanusu şişeye doldurmaktan farklı değil ne yazık ki!
Elbette bugün kalkıp “seferi hümayunlar” açarak yeni toprak fütuhatına girişecek değiliz. Böyle bir gücümüz de görünmüyor ufukta zaten. Ama aklımızın ve kalbimizin bir yerlerine saçılmış, Osmanlılığın ne olduğuna dair bir avuç tohum da bulunmasın mı?
Bu tohumun saçılmasını kimler ve neden istemez peki? Neden Ruslar Çarlık dönemlerini de, Komünizm dönemlerini de kendi tarihlerinin ayrılmaz birer parçası sayarak sahiplenirken, benim tarihim bu kadar itilip kakılıyor kendi evlatlarınca? Tarih ve insanlık önünde onlardan daha kötü bir imtihan verdiği için mi? Emperyalist devletlerden daha mı acımasızdı Osmanlı? Daha mı kalleşti? Bir Fransız Napolyon’u, bir İngiliz Amiral Neison’u, bir Alman Bismark’ı. bir Rus Petro’yu, bir isveçli Demirbaş Şarl’ı, bir ispanyol Şarlken’i vs. unutuyor mu ki, ben Fatih’i unutma lüksüne kaptırayım kendimi?
Hem unutmak bir çözüm olabilir mi? Neyi, hangi derdimizi çözer unutmak? Unutmanın tek faydası, tarihteki yüzleri birer hayalet gibi geri plana itmektir. Hafızanın karanlık nehirlerine sürmektir. Ayağımızın altında dolaşmasına mani olmaktır.
Peki ya sonra?
Sonra bir gün zamanın aynası çatlar ve içeriye büyük bir gürültüyle dolduğunu görürsünüz vaktiyle aynanın arkasına ittiğiniz hayaletlerin. Yüzleri değişmiş, tanınmaz hale gelmişlerdir. Solmuştur renkleri. Sesleri boğuk boğuk çıkmaktadır. Konuşmayı unutmuşlardır adeta. Matlaşmıştır bakışları. Dokunmak istersiniz, yüzlerce yıldır girilmeyen bir saraydaki halılar gibi, eller ellemez toz olup havaya karışacaklar sanırsınız. O kadar kırılganlaşmışlardır.
Sizinle konuşmak isteseler sözlerini anlamıyorsunuzdur, kelimeleri başkadır, kafaları başka türlü çalışmaktadır. Karşılıklı olarak birbirinize şaşıp durmaktasınızdır. Uzattığınız parmak, sonsuzluğun sınırından geriye doğru bükülmekte ve gelip tekrar sizi, evet sizi göstermektedir.
Ben? öyle mi?
Maskeler inmeye başlamıştır artık…

I
OSMANLI HAYALETİ

Geçmiş, ölü değildir… Hatta uyuduğu bile söylenemez. Bir hatıralar ve kayıtlar veya kalıntılar ve kopyalar, anıtlar ve arşivler yığını yaşar varlığımızın özünde. Ve biz onu yeniden inşa ederken, tarih de bizi yeniden inşa eder. Biz geleneğin izlerini, özerkliğimizi ispatlamak ve hatalarımızdan kurtulmak İçin tekmeleyebiliriz, lakin geçmişi başımızdan def edemeyiz, zira yaptığımız ve düşündüğümüz ne varsa, onun İçindedir.
David LOVVENTHAL. Vıe Post is a Foreign Cotıntry. Cambridge Univorsity Press, 1985, s. xxv.

Orta Doğu nasıl icad ve imal edildi?
Orta Doğu terimi, ancak Balı Avrupa perspektifinden anlamlı olan askerî bir dizayndır.
M. LEVİS ve K. WIGEN
Yine mi? Evet yine. Kovuculuk, üfürükçülük yaptığımı sizin söylemenize gerek kalmadan ben söyledim bile. (Buradaki “kovuculuk”un, kafamıza mıhlanmış efsaneleri kovma anlamında olduğunu belirtmeme gerek var mı?) Kendimi ebeledim bir bakıma. Onun için rahat olun ve koltuğunuza gömülüp yeni bir fırtınaya hazırlanın.
önce birkaç “eşkıya” alıntı.
Neden İslâm, Batılı entelektüelin sevip hiç çekinmeden öpebileceği bir yüze sahip olmak zorundadır ille de? Dahası, neden sadece tek bir yüze sahip olması gerekmekledir? (Jacques Berqııe).
Doftıı bizim kafamızda. Bizim kafalarımızın dışında Doğu yok. Halta Batı’mıı kendisi de yok. Batı, karşıl terimiyle aynı nedenlerle içimizde var olan bir düşünce (Thierry Hentsch).
Haritalar, en az toplar ve savaş gemileri kadar emperyalizmin silahlan olagelmiştir (1. B. Harlcy).
………………..

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Türk-Osmanlı
  • Kitap AdıOsmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler
  • Sayfa Sayısı240
  • YazarMustafa Armağan
  • ISBN9799752631167
  • Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2008

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Tarihimizle Hesaplaşmak ~ Mustafa ArmağanTarihimizle Hesaplaşmak

    Tarihimizle Hesaplaşmak

    Mustafa Armağan

    Mustafa Armağan bilinmeyenleri gün yüzüne çıkartmaya devam ediyor ve ekliyor: "Hesaplaşma kaçınılmaz görünüyor.. Er ya da geç."

  2. Osmanlı’yı Kuran Şehir/ Bursa’ya Şehrengiz ~ Mustafa ArmağanOsmanlı’yı Kuran Şehir/ Bursa’ya Şehrengiz

    Osmanlı’yı Kuran Şehir/ Bursa’ya Şehrengiz

    Mustafa Armağan

    Hepimizin içinde ara sıra sebebini bilemediğimiz bir ‘Bursa’nın daveti’ çınlar. ‘Kalkıp Bursa’ya gitsem, onun diriltici çeşmesinden kana kana içsem ve yenilensem’ deriz sıkıntılı anlarımızda....

  3. Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı ~ Mustafa ArmağanAbdülhamid’in Kurtlarla Dansı

    Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı

    Mustafa Armağan

    Sultan II. Abdülhamid 33 yıl boyunca etrafı “kurtlar”la çevrili bir ülkeyi sağ alim sahile çıkarmanın mücadelesini verdi. Hasta Adamın mirasının paylaşılması konusu 1850’lerde gündeme...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur