Özgür Vural’ın “Osman Reis’in Tuhaf İntiharı” adlı romanı 1905-1918 arasında Trabzon ve çevresinde geçiyor. Bu dönem Osmanlı topraklarında İkinci Meşrutiyet’e geçiş, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktidarı ele alışı, imparatorluktaki unsurların üzerinde etkisi olan milliyetçilik akımlarının örgütlendikten sonra silahlı faaliyetleriyle öne çıkışları gibi değişimlerin yaşandığı ve neredeyse birbiri ardına gelen savaşların toplumdaki kırılma noktalarını harekete geçirdiği bir dönem. Bu karmaşa sırasında Rus işgalinden yeni kurtulmuş Trabzon’da Osman Reis beklenmedik bir şekilde intihar ediyor. Reji kolculuğu da yapmış eski bir denizci ve Rus işgali döneminde şehrin önemli bir eğlence mekânının da sahibi olan Osman Reis’in ölümü bir cinayet mi yoksa intihar mı? Osman Reis’in ölümünün siyasal ve toplumsal bir anlamı var mı? Kâhya Yahya ve Topal Osman’ın, Reis’in ölümüyle bir ilgileri var mı? İşte bu sorularla ilerleyen roman dönemin ve bölgenin tarihine ilişkin yoğun bir araştırmanın sonunda ortaya çıktığını her satırında ortaya koyarken ülkemizde yaşanan tarihi ve siyasal tartışmalara da dâhil oluyor.
*
26 Şubat 1918 – Trabzon
Gözlerini şiddetli bir baş ağrısıyla açtı, sanki şakaklarına çivi çakılıyor. Öylesine susamış ki koca bir güğümü tek dikişte bitirebilir. Kafasını kaldırıyor, çapaklı gözlerini kırpıştırarak önce sağa, sonra sola bakıyor, her iki komodinde ne sürahi ne de bir bardak su hak getire! Alnını ovuşturarak bir süre içinden söyleni-yor. Cemile’ye seslenmek için ağzını açacak ama çoraklıktan ke-limeler yığılıp kaldı. Gözü emval-i metruke deposundan kafesle-diği ceviz kaplama gardıroptan sarkan dantelli hurca takılıyor. Tebriz işi, pek süslü heybenin birkaç düğmesi açık, içerisindeki atlas yün yorganın ucu dışarı fırlamış. Sırma nakışlı mitilin açık mavi, parlak kumaşı hayli zamandır uzak kaldığı denizi anımsatı-yor, derhal silkelenip serabı defetti. Gözleri Teğmen Kpasin’in hediye ettiği krom kaplama Raketa’ya kayıyor. Öğleden sonra ikiyi on geçmekte. Saate uzandı, yerinde doğrulup zembereğin sesini dinleyerek mandalı sonuna kadar kurdu. Yataktan kalkınca ayakları terliklerini körlemesine buldu, rabıta zemin ağırlığının altında gıcırdıyor. Hırkasını kuşandı. Yüzünü yıkamak, susuzlu-ğunu bir an önce dindirmek için odadan çıkmaya yelteniyor. Cemile ondan önce davranmış, kapıyı açmış bile. Hayli öfkeli, komodinleri işaret ediyor. Kırklı yaşlarının başındaki kadın hem hiçbir şey anlamadı hem de pek oralı değil. Hatunu hafifçe yana itekleyip kapıdan geçecek. Yaylanan ahşap merdivenden inip arka bahçeye çıkıyor. Yer yer paslanmış, boyaları dökülmüş emme basma tulumbaya yüklendi. Ağzını yayvan musluğa dayayıp kana kana susuzluğunu gideriyor. Başını tulumbanın altına sokacak ama pompa su kesiyor. Galiz bir küfür savurdu, bir daha yüklen-di. Tekrar akmaya başlayan su buz gibi. Ensesinden sırtına doğru akan serinlik Osman Reis’i nihayet kendine getiriyor. Kayrak taşı döşeli patikadan ilerleyip ayakyoluna vardı, hacetini giderip ko-nağa yönelecek. Cemile arka kapının eşiğinde elinde bir çift yün çorapla kocasını bekliyor. Hiçbir şey söylemeden çorapları aldı, taş merdivenlere oturarak yavaşça giydi, ayak parmaklarını ovu-yor. Rahatlayınca kafasını kaldırdı, Cemile ile göz gözeler. Kadın gülümsüyor, hafif ürkek, muhtemelen azarlanacağını da biliyor;
“Çorba sıcak Osman Bey, içersin değil mi?”
“Yahu kırk kere söyledim. Şu yatak odasına su koy! Cehen-neme uyanıyorum her sabah.”
Kocasının sırtını sıvazlayıp öfkeyi bünyesinden defetmesine kendince yardımcı olan Cemile ilerlemiş yaşına rağmen halen latif bir kadın. Üç çocuk doğurmuş olmasına karşın biçimli vücudu, al yanakları, dolgun dudakları, uçları kıvrık kalın kirpikleri, parlak, koyu yeşil gözleri ile ahaliye dudak ısırtıyor. Komşular böylesine güzel ve iyi huylu bir zevcesi varken Osman Reis’in kâfir yosmalarının peşinde koşmasını bir türlü anlayamıyor ama kılükal Orta Hisar’ın en vazgeçilmez eğlencesi. Cihan Otel’in sahibi Niyazi Efendi’nin biricik kızı, Tekke Mahallesi’nin afitabı Cemile genç kızlığında yakmış abayı Osman’a. Osman da ezelden Cemile’ye tutkun. Peder bey işsiz güçsüz, ipsiz sapsız diye başlarda istememiş Osman’ı. Ta ki reis işleri yoluna koyana kadar. Kumarbaz, ayyaş Osman aniden nedamet getirerek tütün rejisinin kolluğuna katılıp hatırı sayılır ganimet elde edince bu sefer elindekini har vurup harman savurmamış, eloğlunun kayığında heyamola çekmek yerine kendi alamanasına sahip olmuş. Karasevdalı kızının ince hastalığa yakalanmasından korkan Niyazi Efendi, damat namzedinin eli para görmeye başlayınca razı olmuş, nişan, nikâh, düğün aynı yaz ardı ardına yapılmış.
Evin hanımı, halen söylenen kocasının kalkmasına yardımcı olup pışpışlaya pışpışlaya merdivenlere yönlendiriyor. Yukarı çıktılar, mavi çinilerle süslü döküm kuzine sofayı hamama çevir-miş. Meşe odunu isi ile karışık su buharı iç gıcıklıyor. Yığma kerpiç üzerine ahşap kaplama konağın bu odasının duvarları boydan boya lambri. Duvara asılı dürbün ve yeni yağlanmış filinta pırıl pırıl. Alpaka yününden bordo duvar halısı üstündeki alageyiklere hayat veriyor, fırlayıp odada koşturmaya başlayacaklar. Dört bir köşeye serpiştirilmiş iğne oyası gaz lambaları hasretle akşamı bekliyor, buğulu pencerelere yaslanmış sedirin üstündeki Havva Hanım, tülbent yemenisi burnuna kadar düşmüş öğlen şekerlemesi yapmakta. İpek İran halıları ayak tabanlarını okşarken sobada cızırdayan tencere Cemile’yi sinirlendiriyor;
“Fadime! Gözü kör olmayasıca, kör Fadime. Çorba taşıyor neredesin?”
Evlatlık, önlüğüyle ellerini kurulayarak, dirseğine kadar sıyır-dığı esvabının yeniyle alnını silerek telaşla içeri girdi, koşa koşa kuzineye yöneliyor. Avuçları yana yana tencereyi yere indirip yan gözle hanımına bakarken kabahatini bildiğinden çiğ çiğ sırıtıyor. Osman Reis karısını yalnız bırakmayacak;
“Gevrek gevrek sırıtma kız. Ömer’le Mehmet nerede? Ya Elif?”
Apalak kız burnunu çekiyor;
“Elif içeride beyim. Bulaşıkta bana yardım ediyor. Oğlanları bilmem. Öğlen vaktine yakın evden çıktılardı.”
Osman Reis kaşlarını çatarak hışımla Cemile’ye dönüyor, Cemile’nin telaşı korkuyla karışık, hafif kekeliyor;
“Ruslardan kalma ganimet mi ne varmış, onlardan toplamak için limana gittiler. Yapmayın, etmeyin babanız perişan eder dedim, dinletemedim…”
“La havle. Yahu ben bu velvele geçinceye kadar hiçbir yere çı-kılmayacak, evin alış verişini dâhi ben yapacağım demedim mi? İskele babasıyız sanki! Kızım koy şu çorbayı, ardından da hamamlığı yak. Elimden bir kaza çıkmadan şu evden çıkayım. Çocukları da bulur derakap eve gönderirim.”
Fadime yelyepelek mutfağa yöneliyor, babasının kucağına bir an önce çıkmak için içeriden fırlayan Elif’le neredeyse çarpışacak. İri cüssesine rağmen kıvrak bir hareketle afacandan sıyrılıyor. Elif umursamadan koşmaya devam etti, muhabbetle pederine sarılı-yor, saçları okşanınca can paresi pek bir mesut oldu. Tam yanı başına oturacaktı ki annesi evin reisini rahat bırakmasını söyleye-rek tutup çekince mutluluğu kısa sürüyor. Fadime, elinde peşgun, kısa ama sık adımlarla salonun ortasına geliyor. Yer sofrasını kurup tek hamlede Keşan işlemeli örtüyü serdi. Yeni kalaylanmış bakır siniyi de ortaya yerleştiriyor. Besleme kız gürbüzlüğüne rağmen eline çabuk. Osman Reis kızcağızın sevimli telaşını izlerken hafif gülümseyip kafasını sallayarak yer sofrasının önünde bağdaş kurdu. Göz açıp kapayıncaya kadar üzerinde halis tereyağı gezdirilmiş karalâhana çorbası önünde tütmeye başlıyor. Mısır ekmeğini bölüp tabağa daldırdı, buharı üstündeki çorbayı üflemeden kaşık kaşık içiyor. Cemile kayınvalidesini uyandırmak için tam dürtecekti ki Osman elini kaldırıp engelliyor, sesini iyice alçalttı;
“Bırak uyusun. Şimdi namazı kaçırdı diye söylenmesini çe-kemem. Ben çıkınca ne yaparsan yap.”
Cemile omuz silkip Elif’in elinden tutarak yatak odasını top-lamaya çıkıyor. Osman, nefes nefese kaldı ama çorbayı bitirince gözlerine fer geliyor. Yere avuç içini yaslayıp dizinin üstünde doğrulunca ayak bilekleri kütürdüyor, dudaklarını ısırıp o da ayak- ucunda yatak odasına çıkacak. Cemile söylenerek yastıkları kabartıp yatağı toplarken sarıçam komodinin üzerinden sigara tablasını ve çakmağını alıyor. Elif’e göz kırpıp pencerenin önüne geldi. Nemden şişmiş pencereyi zorlayarak açıp içeri dolan temiz havayı içine çekiyor. Başparmağını bir süre işlemeli gümüş tablanın üstünde gezdirdikten sonra sigarayı dudaklarına götürüp Dupont çakmağı ile tutuşturdu. Derin bir nefes çekip düşüncelere dalarak harabeye dönmüş Orta Hisar mahallesini seyre başlıyor. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyor ama Fadime’nin içeri dalmasıyla irkildi. Hamamlık hazır, sigara elini yakmadan kendiliğinden sönmüş.
Yatak odasına bitişik taş bölme hamamlık. Köknar padavra ve çinko levhalarla kaplı fındık kadar odanın gideri arka bahçeye akıp meyve ağaçlarını suluyor. Küçük mermer bir kurna, sac soba üzerinde kaynayan isten kararmış tunç kazan, duvarda lekeli, kırık bir ayna, yosun tutmuş tabure ve her içeri girdiğinde ciğerlerine çektiği ılık buhar. Hamamlıkta yalnız kalınca kendini huzurlu hissediyor. Berberde tıraş olmayı uzun süre önce bırakmış. Perukâr tayfasına hiç güvenmiyor, oldum olası da sevmemişti zaten. Yerli yersiz çok konuşurlar. Aynada sakallarını sıvazlayarak bir süre kendini izledi, zaman hayli acımasız, durmaksızın yaşlanıyor. Kemerli bir burnun üstünde birbirinden bir hayli ayrık duran iki gözü de torbalanmış, kaşları ve kirpikleri seyrek ama kızarmış cildinde öne çıkıyorlar. Âdem elması içeri kaçmış, dudakları incelmiş. Uzun çenesini kaşıyıp, siyah, gümrah saçlarını arkaya doğru yatırıyor. At kılı fırçasına sabunu uzun uzun yedirdi. Sakalları sert ve sık olduğundan yüzü kısa sürede köpük içerisinde kalıyor. Usturasını kayışa çekip bıçağı ziyadesiyle keskinleştiriyor. Yanaklarını şişirerek, dudağını gererek, çenesini öne çıkartarak tek bir sakal teli bırakmadan tıraşını bitiriyor. Takunyalarını çıkartıp tabureye oturdu. Sobanın üzerinde kaynamakta olan kazandan maşrapalarca suyu kurnaya boca edip soğuk suyla ılıştırarak dökünmeye başladı, bir yandan da sabunu kafasında gezdiriyor. Başı köpük içerisinde, yüzünü buruşturmuş, gözlerini sımsıkı kapattığı halde örgü lifi askısında el yordamıyla buldu. Güzelce köpürtüp tüm vücudunu sabunluyor. Arda arda döktüğü üç maşrapa sıcak suyun ardından derin bir oh çekti. Besmeleyle niyet ediyor. Ellerini dirseklerine kadar yıkadıktan sonra edep yerlerini temizledi, ardından sağ eliyle üç kere boğazına gargara yapıp genzine su çekiyor. Sol eliyle sümkürüp burnunu temizledi, başını mesh edip en son ayaklarını yıkadı. Tüm bunları yaparken bir yandan “Amentü” mırıldanıyor. Peştamalını kuşandı, buhardan göz gözü görmüyor. Takunyalarını giyip çıktı, takırdaya takırdaya yelken kürek yatak odasına dalıyor. Fadime’nin odanın ortasına yerleştirdiği maltız içerinin soğuğunu kırmış. Kurulandı, hızla iç çamaşırlarını giydi. Kolalanmış kar beyazı gömleğini gardıroptan alırken kesif naftalin kokusu burnunu yakıyor. Bol paçalı siyah pantolonunu giyip kızıl kuşağını beline özenle doladı. Kuzguni renkli kadife yeleğini sırtına geçirdi, komodinin üstündeki altın kaplama köstekli saatini, mendilini küçük cebine yerleştiriyor. İpek çoraplarını kuşanıp ayaklarının yeni iskarpinlerinin içine kayışını seyretti. Fesini başına yerleştirdi, püskülünü sağa yatırdı. Kehribar tespihini bileğine geçirip aynanın karşısında bıyıklarını burduktan sonra bağırıyor;
“Ben çıkıyorum paltom nerede?”
Merdivenleri indi. Cemile gabardin kaban elinde bekliyor. Osman Reis kollarını arkaya doğru uzattı, kadın giymesine yar-dımcı oluyor. Cemile’nin hamaratlığı üstünde, elbise fırçasını kaptı, omuzlarının tozunu alırken kocasını fazla ürkütmeden söylenecek;
“Bu saatte işe gitmiyorsun herhalde? Çocukları bulup eve göndermeyi unutma.”
Osman “la havle” çekip başını iki yana salladı. Cevap verme-den evin kapısını vurup kendini sokağa atıyor.
Sokağa çıkar çıkmaz basıyor küfrü. Hemen karşıdaki metruk binadan diken kıllı, kırmızı gözlü, simsiyah fareler fışkırarak üzerine doğru yöneldi, savurduğu tekmeyle ciyaklayarak dağılan kemirgen sürüsü sokağın dört bir yanına saçıldı. Ortahisar Ma-hallesi’nde Rus Bahriyelileri tarafından tahrip edilmemiş ender Müslüman evlerinden biri de kendininki. Bu imtiyazdan bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar ev yararlanmış. Bunun dışındaki binalar genellikle depoya, ahıra çevrilmiş, kâgir binalar dışındaki ahşap evler yakacak olarak kullanılmış. Rus askerlerini seyretmişti bir gece pencereden. Evin ikinci katındaki salonun ortasına kum yığmış, söktükleri kapı ve pencere pervazlarını yakarak ısınıyor bir yandan da kafayı çekerek akordeon eşliğinde bağıra çağıra şarkı söylüyorlardı. Eğlence ertesi gece başka bir odanın pencere, pervaz, kapı ya da döşemelerinin ateşinde devam ediyordu. Evde yakacak bir şey kalmayınca binayı terk etmişler, metruk binayı bu kere de fareler basmış. Yanık, çürük, dışkı, sidik kokusu sokağın ayrılmaz bir parçası artık. Aslında evi bir an önce tamamen yakıp kurtulmak gerekir. Harekete geçmeye bile yelteniyor ama bu zemheri günü esen sert rüzgâr kendi evi dâhil bütün mahalleyi dakikalar içerisinde tutuşturabilir. Vazgeçti fakat durumu bir an önce şehreminine bildirmek lazım aksi takdirde aşağı mahalleler-de görülen vebanın Orta Hisar’a sıçraması an meselesi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Tarihi Roman
- Kitap AdıOsman Reis'in Tuhaf İntiharı
- Sayfa Sayısı264
- YazarÖzgür Vural
- ISBN9786259930305
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviAbis Yayıncılık / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Şakir Paşa Ailesi ~ Şirin Devrim
Şakir Paşa Ailesi
Şirin Devrim
II. Abdülhamid’in sadrazamı olan Cevad Paşa sözünü esirgemeyen, şahsiyet sahibi bir devlet adamıdır. Ancak bir komplo düzenlediğinden kuşkulanan Padişah onu sadrazamlıktan azleder. Bunun üzerine...
- Nil’in Melikesi Hazreti Asiye ~ Sibel Eraslan
Nil’in Melikesi Hazreti Asiye
Sibel Eraslan
Seni suların içinden çekip çıkardı kalbim, Musa koydum ismini, Bir göz aydınlığısın benim için, Nil, bir kandil gibi astı seni içime. Musa koydum ismini,...
- Sürgü Karlar Altında Yatan Bir Tarih ~ Talip Aydemir
Sürgü Karlar Altında Yatan Bir Tarih
Talip Aydemir
“Söz verin dağlar, kuşlar, dereler, ağaçlar! İnsanlık için, yeniden doğmak için, çığlıklar için, kutsiyetim için göz yummayacaksınız ve söz verin, bir daha açılmamak üzere...