Cadı Avcısı’nın yazarı Max Seeck’ten yeni roman…
İki Instagram fenomeni, Lisa Yamamoto ile Jason Nervander aynı gün kayıplara karışır. O sırada Finlandiya’nın buzlu kıyılarına bir kadın cesedi vurur.
Cadı Avcısı vakasından büyük darbe alan ve amirleri Erne Mikson’u kaybeden ekibin başına zorlu amir Helena Lappi geçer; soruşturmayı da dedektif Jessica Niemi’nin idare etmesini ister. Jessica bu vakaların arasındaki bağlantıyı bulmak için hummalı bir çalışma başlatır. Ama bir yandan yeni amiri, diğer yandan başta annesininki olmak üzere geçmişin hayaletleri Jessica’nın peşindedir.
Örümcek Ağı yüksek temposu ve başarılı kurgusuyla öne çıkan soluk soluğa bir İskandinav polisiyesi…
Fince sekiz romanı yayımlanan Max Seeck’in İngilizceye çevrilen ve büyük ses getiren ilk romanı Cadı Avcısı’dır. Jessica Niemi serisinin ilk romanının yayın hakları 40 ülkeye satıldı, televizyon dizisine uyarlanması planlandı.
Örümcek Ağı serideki ikinci kitaptır.
*
Prolog
Akifumi yüzünü terleten plastik maskeyi düzeltip hakiki gümüş çatal bıçak takımlarının ayrı ayrı bölmelere yerleştirilmiş olduğu mutfak adasının çekmecesini açtı. Küçük bıçaklar, büyük bıçaklar, meze çatalları, ana yemek çatalları. Biftek bıçakları. Tatlı kaşıkları. Dört çift metal yemek çubuğu. Uçlarından sarkan zincirleriyle birkaç adet çay süzgeci. Hepsi şık, hepsi çok zarifti. “Hâlâ aç mısın Asuna?” diye sordu, bir çatalı göz hizasına götürerek. Değerli metalin boyun kısmında koyu bir leke vardı. Pırıl pırıl görüntüyü bozan bir kusurdu bu ama sapını bir parça florürlü diş macunuyla ovunca temizlenirdi. “Hayır” dedi kız, bacak bacak üstüne atarak. Akifumi’nin emriyle ağzını bile silmeden yatağa oturdu. Lanet olsun, bu küçük fahişe çok genç görünüyor. Akifumi çekmeceden bir de tabak alıp içine mutfak adasının üzerine dizilmiş tepsilerdeki yiyeceklerden koydu; yeşil karabiberli biftek, somon füme, sarmısaklı patates, salata, ekmek. Vasat açık büfelerde ve spor komplekslerinin VIP localarında sunulan türden bir yemekti aslında ama sunum, kaliteli çatal bıçak takımları ve üzerinde tek çizik olmayan göz kamaştırıcı beyaz porselenler gibi detaylar genel olarak yemeğe hoş bir hava katıyordu. Akifumi tabağı masaya koyup bir şişe şampanya açarak kendine bir kadeh doldurdu. Az önce içtiği duble malt viski, verdiği geçici yenilmezlik hissiyle birlikte Akifumi’nin boğazını yakmaya devam ediyordu. “Sen bundan içemezsin” dedi, parmağıyla şampanya bardağına vurarak. “Okullu kızların içki içmesi yasak. Yasalara aykırı.” Sözler odada yankılanırken Akifumi daha da tahrik oldu.
Asuna öğrenci değildi. Tabii ki değildi. Ama öyle görünecek kadar gençti. Bunları düşünürken istemsizce yumruğunu sıktı. Kahrolası fahişe. Hayır, Akifumi hiç aç değildi. Şampanyayı tek bir yudumda içti. “Hangi okula gidiyorsun Asuna?” Kız tereddüt etti ve tam cevap verecekken Akifumi parmağını kaldırdı. Şişşt. “Aman boş ver… Seni dinlemekten bıktım” diye mırıldanarak kanca gibi büktüğü işaretparmağıyla yanına gelmesini işaret etti. “Gel. Hemen buraya gel.” Kız mini eteğini düzeltip topuklu ayakkabılarıyla sendeleyerek yanına gitti. Akifumi portakalların canlandırıcı kokusunu içine çekerken Uzakdoğu seyahatlerine, yakıcı güneşe ve güneş kremine dair anıları hatırladı. Ardından kızı saç örgülerinden tutup yere itti. “Tekrar yap Asuna. Tekrar yap sürtük ama bu defa isteyerek yap.” Sonra kafanı o beton duvara çarpacağım.
23 Kasım Cumartesi
1
Lisa Yamamoto krom kapıların kapanmasını bekleyip göğsündeki havayı tek bir uzun nefesle dışarı verdi. Siyah Prada güneş gözlüklerini çıkarıp arka duvardaki aynada kendine baktı. Kapatıcı stresini ve yorgunluğunu gizlemişti ama gözlerine mutlu bir ifade verememişti. Bir iki yıl önce olsa Finlandiya’nın en popüler rap sanatçısının ya da herhangi bir sanatçının lansman partisine davet edilmenin hissettireceği aşırı coşkudan şimdi eser yoktu. Şu anki baskın duygu tatsız bir belirsizlikti ve evden ayrılmadan önce şampanyadan daha güçlü bir şeyle özgüvenini şişirmediğine pişmandı. Ama davetlilerden biri illaki onun bu ihtiyacının karşılanmasını sağlayacaktı. Doğru kişiye doğru bakışı atarsa yeterli enerjiyi ona verecek bir şeyle kadınlar tuvaletine gidebilirdi. Lisa vücudunu saran bej renkli Hervé Léger bandaj elbisesinin içindeki vücudunu inceledi; fitti ve yeterince kıvrımlı hatlara sahipti. En azından iyi görünüyordu. Her şeyin yolunda olmadığı ya da her şeyi kontrol altında tutamadığı söylenemezdi tabii. Bu gecenin tek gündemi, onur konuğuyla birkaç güzel selfie, hatta diğer ünlülerle birkaç video hikâyesi çekmekti. Kimin lansman partisi olduğu düşünüldüğünde Helsinki’nin en ünlü yüzlerinin tam kadro geleceği kesindi. Lisa çantasının yan cebindeki telefonunun titrediğini hissetti. Yine Jason’dı muhtemelen. Zaten üç defa aramıştı. Bir rahat ver artık. Bakışlarını aynadan yukarıdaki dijital numara paneline kaydırdı. Kırmızı bir dört. Beş. Altı. Kısa bir melodinin ardından kapılar açılınca bağırışlar ve ara sıra atılan kahkahaların karıştığı bas sesleri ve gürültülü konuşmalar asansörün içine doldu.
Lisa kırmızı halının üzerinden ellerinde buketler ve şişelerle davetlilerin akınına uğrayan vestiyere bir bakış attı. Hiç kimseler, aslalar. Kendimi onlara tanıtmak zorunda olmadığım için şanslıyım. Lisa asansörden dışarı adımını attığında yıllardır tanıdığı bar fedaisi Sahib onu başıyla sessizce selamladı. Sonra panoramik manzaralı yerden tavana pencerelerin önünden geçti. Helsinki’nin çatıları günlerdir yağan yağmurla parlak duruyordu. Etkileyici aydınlatmasıyla şehrin alçak siluetine hâkim olan Torni Oteli, minyatür bir Empire State Binası görünümüyle uzakta yükselirken sokak lambalarından ve pencerelerden yayılan ışık karanlık manzarayı aydınlatıyordu. Şehir henüz ilk karın beyazlığına gömülmemişti. Siyah ceket, beyaz tişört giyen Sahib “Selam Lisa, seni gördüğüme sevindim” dedi, onun sırılsıklam olmuş yapay kürklü suni deri paltosunu çıkarmasına yardım ederken. Lisa’nın birkaç adım önündeki çift, kendisi hakkında konuştuklarını gizlemeden fısıldaşıyordu. Eskiden yabancıların bakışlarından ve ilgisinden hoşlanırdı. Şimdi ise sadece rahatsız oluyordu. Neden böyle bakıyorlar ki? Lisa çantasıyla ayakkabı çantasını bankoya bırakırken “Nasıl gidiyor?” diye sordu kel, kaslı Sahib’e. Sonra bir eliyle duvardan destek alıp diğeriyle beyaz çizgili siyah Superstar’larını ustalıkla çıkararak ayaklarını on santim topuklu, bej rengi rugan ayakkabılarına soktu. Sahib “Parti çok keyifli geçiyor” diye cevaplayarak Lisa’nın paltosuyla spor ayakkabı çantasını vestiyere götürüp ona binlerce partileyenin terli avucunda buruşmuş numaralı bir bilet uzattı. Lisa bas gitarın gümbürtüsünün arasında telefonunun tekrar titrediğini hissetti. Belki de uzun süredir çalıyordu. Telefonu çantasından alıp ekrana baktıktan sonra sesini kıstı. Kahretsin. “Teşekkürler” diyerek Sahib’e gülümsedi. Sahib de ona göz kırparak “Dikkat et, bu gece ortalıkta bir sürü yaramaz çocuk var” dedi. Lisa fedainin bu kibirli flörtöz tavrına katlanamamasına rağmen gülümseyip göz kırparak ona karşılık verdi. Kırmızı halıdan yol, siyah perdeleri geçip fotoğrafçıların patlayan flaşlarına doğru uzanıyordu. Defalarca yapılan yenilemelerin silemediği bayat parfüm, dökülmüş alkol ve yıllar içinde zemine ve perdelere sinmiş sigara dumanının yarattığı gece kulübü kokusu havaya dolmuştu. Tanımadığı bir kadın fedai perdeleri aralarken o da alev tonlarına boyanmış saçlar, alışılmışın dışında makyaj, dolgun dudaklar, fit vücutları vurgulayan ısmarlama takım elbiseler ve spor ceketler, ironik hipster bıyıkları, kesilmiş sakallar gibi son trendlerle caka satan parti insanlarının doluştuğu mekâna adımını attı. Futbol kalesi büyüklüğündeki fotoğraf duvarını görünce duraksadı. Ortaçağ’dan kalma bir darağacı gibi davetliler de o tarafa gidiyordu. “Yamamoto!” diye yükseldi bir kadın sesi. Lisa’nın gözleri, bir ara kendisiyle röportaj yapmış olmasına rağmen ismini hatırlayamadığı gözlüklü, kilolu muhabire kaydı. Lisa ona beyaz dişlerini göstererek hafifçe gülümsedi. “Merhaba!” “Sizinle ilgili küçük bir haber yapmak istiyoruz…” Lisa muhabirin arkasında duran ve boynunda magazin basın kartı olan fotoğrafçıya baktı. Yasaldı belli ki, ayrıca blogu için de iyi bir reklam olurdu. “Önce fotoğraf çektireyim.” “Elbette. Biz buradayız.” Lisa “Tamam, harika” dedi, daha önce tanıştığını hatırlamadığı İngilizce konuşan genç adamla kucaklaşırken. Merhaba! Seni gördüğüme sevindim. Elbette, yakında konuşuruz! Lisa kendini tıraş losyonuna boğulmuş bu yabancının fazla hevesli ve abartılı kucaklamasından kurtardıktan sonra fotoğraf duvarına giderek sıraya girdi. Loş ışıkla aydınlatılmış odayı, içeriye doluşmuş insan denizini inceledi. Bazı yüzler tanıdık, bazıları yabancı, çoğunluksa ikisinin arasında bir yerdeydi. Helsinki gece hayatının belli belirsiz, silik anıları. SDÖŞ. Sohbet, dans, öpüşme, sevişme. Genelde bu sıra izlenirdi ama Lisa birkaç gece sohbetten doğruca sevişmeye geçtiğini hatırlıyordu. Hatta sohbet bile etmeden aynı sonuca vardığı bir iki gece bile olmuştu. Lisa arka tarafta sürüden ayrılmış bir grup eğlence düşkününü, patlayan flaşları, elini birbirinin omzuna atarak sırayla paparazziye poz veren kadın ve erkekleri gördü. Ve bu kargaşanın merkezinde, pop etkileşimli hip hop albümü geçen yıl Finlandiya’nın yanı sıra, diğer İskandinav ülkelerinde ve Almanya’da da listelerin zirvesine yükselerek Spotify tarihine geçen yirmi altı yaşındaki rap sanatçısı, silindir şapkalı, smokinli onur konuğu Kex Maces, namı diğer Tim Taussi vardı. “Sıra sende Lisa” diye seslendi telefoto lensli kadın. Lisa elinde çantasıyla fona doğru adım attı. Fonda koca bir örümcekle resmedilmiş bir albüm kapağı vardı; Kex Maces’in Örümcek Ağı. Flaşlar kısaca ve sinir bozucu bir şekilde patladı. Fotoğrafçılar Lisa’yı her zaman böyle kolay bırakmazdı. Daha geçen yıl bile uykusunda kamera flaşlarını görüyordu. Teşekkürler! Artık özgürdü. Seni gördüğüme sevindim Lisa! Eğlenceli bir gece olsun! Gülümsemeler neredeyse gerçek, sözler içtendi ama altta yatan soğukluk Lisa’nın gözünden kaçmamıştı. Gözleri buna benzer sayısız etkinlik sayesinde böyle sosyal işaretleri görebiliyordu. Aslında hiç kimse gerçekten kim olduğunuzla ilgilenmiyordu, nasıl göründüğünüz ve neyi temsil ettiğinizle ilgileniyorlardı. Bazılarınınsa tek derdi, şişelerin dibini bulup Ziploc torbaların son gramına kadar vakumlandığı sabahın beşinde oral seks yapmak isteyip istemeyeceğinizdi. Sırada bir kadeh şampanya vardı; siyah gömlekli, sarı papyonlu bir garson eldivenli elinde bir tepsi dolusu şampanya taşıyordu. Aşırı kısa bir etek ve göğüs dekolteli bir bluz giyen tanıtımcı kız Lisa’ya bir program uzatıp göz kırparak “Ağa takılmayın” dedi. Ağa takılmayın. Ne kadar iddialı ve abartılı bir ifade. Lisa içeri gireli sadece birkaç dakika olmasına rağmen şimdiden bu cehennemden defolup gitmek istiyordu. Cesaretini toplamaya sandığından daha çok ihtiyacı vardı. Beyaz. Kokain. Bakışları onu rahatlatabilecek birini aradı. Teme, Sakke, Taleeb… Her zamanki adamları muhtemelen oradaydı ama kalabalığın içinde kaybolmuşlardı. Sonra kalbinin küt küt attığını hissetti. Adam yine oradaydı: Elleri cebinde, şehre bakan pencerelerin önünde durmuştu. Hafiften suçlayıcı ve delici bakışları geçen seferkiyle tamamen aynıydı. Lisa hemen arkasını dönüp bara yöneldi. Ama adamın gözlerini ondan ayırmayacağını biliyordu.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıÖrümcek Ağı
- Sayfa Sayısı300
- YazarMax Seeck
- ISBN9786255941008
- Boyutlar, Kapak13,7x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2025
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ben Böyleyim ~ Lisa Kleypas
Ben Böyleyim
Lisa Kleypas
Her Şey Bir Baloda Başlar Genç ve güzel Lillian Bowman, özgür Amerikalı tarzının pek de ‘uygun’ olmadığını çabuk öğrenir. Onu en çok tenkit eden...
- İki Şehrin Hikayesi ~ Charles Dickens
İki Şehrin Hikayesi
Charles Dickens
O günler en iyisiydi, ya da en kötüsüydü, akıl çağıydı ve aptallık çağıydı, inançlar zamanıydı ve inançsızlıklar zamanıydı, ışık mevsimiydi ve karanlık mevsimiydi, umut...
- Sahilde ~ Ian McEwan
Sahilde
Ian McEwan
“Sahilde” 1962 yılı. Dorset kıyılarına balayına gelmiş iki genç: Florence ve Edward. Biri seçkin bir aileden bir müzisyen; diğeri daha mütevazı bir aileden, tarih...