Tevbe/112. ayetteki sâihûn (lafzen, “gezginler/seyyahlar”) tabirine müfessirlerin çoğu sâimûn yani “oruç tutanlar” anlamını verirler; bazı alimler de, terimin lügat anlamını tercih ederek onu az çok ‘muhâcirûn’ (‘zulüm ve kötülüğün egemen olduğu diyarı terk edenler’) teriminin eşanlamlısı olarak tefsir ederler. Peygamberimiz (s.)’in, “Ümmetimin seyahati oruçtur” hadisinden hareket edenler ise. seyahat‘ı; insanın görmediği, bilmediği birtakım şeylerle karşılaşmasına vesile olan bir dış dünya yolculuğu, orucu da insanın kendi iç dünyasında gizli kalmış bir takım özelliklerin tanınmasına, mülk ve meleküt aleminin birtakım sırlarına vakıf olmasına vesile bir ibadet; yani seyahati bir bedeni riyazet , orucu da bir ruhi riyazet ve seyahat olarak görürler.
Diyebiliriz ki; seyahat oruç, oruç da seyahattir. Oruç hem âfâk’ta hem de enfüs’te ötelere yönelik bir ulvi seyahattir: bu sayededir ki insan, iç ve dış âlemine farklı bir gözle bakar, her iki âlemin esrâr ve hakikatlerini keşfeder. Seyahat de orucun ta kendisidir. “Sâihûn” olmak, “sâimûn” olmaktır yani kendini tutmak, ağzı, dili, gözü, kulağı, eli, beli korumaktır; kezâ “muhacirûn” olmak yani günah ve haramlardan hicret etmektir ve “mücahidûn’ olmak yani nefsin hevâ ve isteklerine karşı cihad etmektir.
***
Sunuş
İslâm’ın beş temel rüknünden/esasından (kelime-i şehadet, namaz, oruç, hacc, zekât) biri olan oruç, günümüz Müslümanları tarafından çoğunlukla bedeni bir ibadet olarak algılanır olmuş ve hatta neredeyse sadece mideyi boş bırakmaya indirgenir hale gelmiştir. Bu eksik ve yanlış algı, orucun manevi ve deruni boyutunu ikinci plana itmekle kalmamakta, bu muhteşem ibadetin derin hikmetlerini, hakikatlerini ve faziletlerini bir bütün olarak kavramamızı ve dolayısıyla da onu tam olarak hayatımıza aktarmamızı engellemektedir.
Biz bu çalışmamızda; öncelikle orucun müminlere farz kılındığını bildiren Bakara sûresinin 183-185. ayetlerinde geçen “…umulur ki ittikâ edersiniz/sakınırsınız” ve “Ramazan ayı ki, Kur’ân onda indirildi…” ibare-i celîleleri istikametinde yürümeye ve her alanda kendisini örnek ve önder edindiğimiz Peygamber Efendimiz (s.)’in, “Ümmetimin seyahati oruçtur” hadis-i şerifinden hareketle, oruç ibadetini, daha çok derûnumuza/iç dünyamıza yani “ötelere” bir seyahat olarak temellendirmeye gayret ettik. Buna ilaveten, oruç tutmayı yani “sâim-ûn/oruç tutan-lar”dan olmayı, “sâihûn/seyahat edenler” olmak, “muhacirûn/hicret edenler” olmak, “mücahidün/cihad edenler” olmak bağlamında anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştık… Bu mülahazayla da çalışmamıza, modern yaşam biçiminin dayatmaları sonucu zihin dünyasında ciddi kırılmalar yaşayan Müslümanların “vakit” ve “seyahat” algılarını sorgulayarak yeniden inşa etmelerine imkan vereceğini umduğumuz bir değerlendirme ile girmeyi uygun bulduk.
Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’de “De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin.” (Furkan 25/77) buyurur ve iman eden kullanna şu talimatı verir:
“Ey iman edenler! Sabırla ve namazla Allah’tan yardım dileyin!” (Bakara 2/153)
Oruç ve cihad başta olmak üzere sabrın her türü ile ve ömür boyu sabır ve ısrarla devam etmemiz emredilen namaz ile Allah’tan yardım dilemek, müminler olarak şiarımız olmalıdır.
Duamız; tuttuğumuz oruçların bizi tutması yani ağzımızı, dilimizi, gözümüzü, kulağımızı, elimizi, belimizi haramlara, günahlara, kötülüklere karşı tutması, nefislerimizi hevamıza ve şeytana karşı koruması ve böylece “ötelere seyahat” anlamında bir kutlu yolculuk olarak gerçekleşmesidir.
Abdullah YILDIZ
Ağustos 2011/İstanbul
Vakit ve Seyahat Bilinci
Vakit su gibi akıp gidiyor… Allah’ın her birimiz için takdir buyurduğu ömür hazinesi her gün bir bir azalıyor. Yolun sonuna ne kadar yakın olduğumuz belli değil; kaç yıl, kaç ay, kaç hafta, kaç gün, kaç saat, dakika, saniye… Hesap Günü için azık hazırlama fırsatı, her geçen gün biraz daha kaçıp gidiyor…
“Keşke şu hayatım için önceden bir şeyler yapıp göndermiş olsaydım.” (Fecr 89/24) diye pişmanlık duyacak insanlar arasında olmamak için, henüz vakit varken, Ahiret azığı hazırlamanın tam zamanıdır.
Şu kısacık ömrümüzü neler uğruna tükettiğimizin, zamanımızı nasıl hoyratça harcadığımızın, imkân ve enerjimizi neler için seferber ettiğimizin, gündemimizi kimlerin ve nelerin işgal etmesine izin verdiğimizin hesabının tek tek görüleceği bir Gün mutlaka gelecek. O yakîn olarak iman ettiğimiz “Din Günü” (Fatiha 1/4), o “Hesap Günü” (Mümin 40/27), o “Toplanma Günü” (Teğâbün 64/9), o “Kâr-Zarar Günü” (Teğâbûn 64/9), o “Bağrışıp-Çağrışma Günü” (Mümin 40/32), o “Pişmanlık Günü” (Meryem 19/39) kesin gelecek.
“Sonra o gün (dünyada size verilmiş olan) her nimetten sorguya çekileceksiniz!” (Tekâsür 102/8)
Kendisinden hesaba çekileceğimiz nimetlerin başında da zaman nimeti gelir kuşkusuz. Şu kadrü kıymetini bilemediğimiz, nasıl geçtiğini fark edemediğimiz, tükettiğimiz, ‘öldürdüğümüz’ zaman…
Oysa Müslüman’ın “boş işlerle”; anlamsız, gayesiz faaliyetlerle meşgul olması men edilmiştir.
“Felaha/kurtuluşa eren müminlerin huşfl içinde namaz kılanlar” olduğunu belirten Mü’minûn suresinin 1-2. ayetlerinin peşisıra:
“Onlar boş/yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (Müminûn 23/3) beyanının gelmesi oldukça anlamlıdır.
Yüce Rabbimiz, mû’minlerin, bir işi bitirdiklerinde yeni bir işe sarılmalarını ve yorulmalarını emir buyurmaktadır: “Bir işi bitirip-boşaldığın vahit, hemen yeni bir işe sarıl/ koyul.” (İnşirah 94/7)
İmdi, vakti Müslümanca değerlendirmek için meselenin “derünuna” dalmak durumundayız. Derinlere doğru bir yolculuğa/seyahate koyulduğumuzda ise, karşımıza oruç ibadeti çıkmaktadır.
“Ümmetimin Seyahati Oruçtur”
Kur’ân’da seyahat kavramı, aynı kökten türeyen “sâihûn” (Tevbe 9/112) ve “sâihât” (Tahrim 66/5) olarak karşımıza çıkar ki, bu kelime daha çok mecazi anlamıyla “oruç tutan erkekler” ve “oruç tutan kadınlar” şeklinde anlaşılmıştır Ancak, her iki kelimeyi asli anlamına uygun çeviren mealler de vardır: Mesela”sâihûn”a; H Basri Çantay ‘seyahat edenler’ derken, Ali Bulaç ‘(İslâm uğrunda) seyahat edenler’, Celal Yıldırım ise ‘(ilim elde etmek, din, ahlâk ve fazileti yaymak için) seyahat edenler’ der. Muhammed Esed aynı kelimeyi ‘(Allah’ın hoşnutluğunu) aramaya durmaksızın devam edenler’ şeklinde anlamlandırırken, Abdulbaki Gölpınarlı ’oruç tutanlar (savaş veya bilgi elde etmek için yurttan yurda gezenler)’ diye çevirir. “Saihâl” kelimesi içinse M. Esed ‘(O’nun rızasını aramah için) yola koyulan hadınlar’ der.
Muhammed Esed, Tevbe/112. ayetin dipnotunda şu açıklamayı yapar: “Müfessirlerin çoğu sâihûn (lafzen, “gezginler/seyyahlar”) tabirine sâimûn yani, “oruç tutanlar” anlamını vermişlerdir; bu görüşü ileri sürerken, oruç tutan kimsenin de, tıpkı gezginler gibi kendisini geçici olarak dünya nimetlerinden, dünyevî tadımlardan geri tuttuğu düşüncesinden hareket etmişlerdir (Râzi’nin, Süfyân b. ‘Uyeyne’den aktardığına göre). Bu müfessirlerin siyâha (“gezginlik/seyyahlık”) terimiyle siyâm (“oruç”) arasında kurdukları bu mecazî özdeşliği sâihûn teriminin, yukarıdaki anlam örgüsü içinde, muhtelif sahâbîler ve onların bazı erken ardılları tarafından da böylece tefsir edilmiş olmasına dayandırdıklarını belirtmeliyiz (bkz. Taberî). Diğer bazı otoriteler ise (ör. Râzi’nin kaydettiği kadarıyla Ebü Müslim), terimin orijinal anlamını (lügat anlamını) tercih ederek onu az çok “muhâcirûn” (“zulüm ve kötülüğün egemen olduğu diyarı terk edenler”) teriminin eşanlamlısı olarak tefsir etmişlerdir. Bize kalırsa, sâihün ifadesi için kullanılabilecek en iyi karşılık “ [Allah’ın hoşnutluğunu aramaya] durmaksızın devam edenler” şeklinde olanıdır; ki böylece siyâha teriminin hem lügat hem de mecazi çağrışımları oldukça geniş bir anlam alanı içinde birleştirilmiş de oluyor.’¹
Elmalılı Hamdi Yazır ise, “sâihûn” terimini açıklarken, Peygamber Efendimiz (s.)’in, “Ümmetimin seyahati oruçtur.” hadis-i şerifine yer vererek; Abdullah b. Mesud’dan, İbn Abbas’dan, Hz. Aişe’den, Ebu Hureyre ve daha başkalarından rivayet yoluyla gelen tefsirin bu olduğunu söyler. Ona göre, orucun iki bakımdan seyahate benzerliği vardır: Birisi; sûrenin başında da işaret olunduğu üzere, seyahat eden kimse, işin icabı olarak gerek yiyip içmek, gerek dinlenmek ve daha başka nefsinin istekleri hususunda tutumlu davranmak ve bazı sıkıntılara katlanmak zorunda kalır. Oruç tutmak da insanı nefsanî arzulardan uzak tutmak açısından çok önemli bir yolculuğa benzer. Birisi de seyahat; insanın görmediği, bilmediği birtakım şeylerle karşılaşmasına vesile olan bir dış dünya yolculuğudur. Bunun gibi, oruç da insanın kendi iç dünyasında gizli kalmış birtakım özelliklerin tanınmasına, mülk ve melekût aleminin birtakım sırlarına vakıf olmasına vesile olur. Seyahat bir bedenî riyazet olduğu gibi, oruç da bir ruhi riyazet ve seyahattir. Ayrıca Atâ’dan, seyahat edenlerin mücahidler olduğuna dair bir rivayet nakledilmiştir. Ebu Ümâme’nin rivayetine göre de; bir adam Hz. Peygamber (s.)’den seyahate çıkmak için izin istemiş. Peygamber Efendimiz de ona, “Benim ümmetimin seyahati Allah yolunda cihad etmektir.” buyurmuştu. Bununla beraber bu ayetteki maksadın genel olarak yeryüzünde seyahat edenler demek olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bunlardan bir kısmı, “Mekke’den Medine’ye hicret edenlerdir.” demişlerdir. Bir kısmı da “İlim tahsili için yolculuk yapanlardır.” demişlerdir. Bazıları ise “Allah’ın yarattığı ayetleri ve yeryüzündeki gariplikleri görüp tanımak ve onlara ibretle bakmak için seyahat edenlerdir.” demişlerdir ki, “De ki, yeryüzünde gezip, dolaşın ve olup bitenlere dikkatle bakın!” (Ankebut 29/20; Rum 30/42) ayetlerindeki emir gereğince sırf Allah’ın kudretini eserlerinde görüp tanımak için seyahat edenler demek olur.²
İnsanın iç ve dış âleme yönelik seyahati ve müşahedesi bağlamında, Rabbimizin Kur’ân’da dikkatlerimize sunduğu “enfüs ve âfâk ayetlerini” de hatırlamalıyız.
“Onlara ayetlerimizi âfâkta (dış dünyada, evrende) ve enfüste (kendi öz benliklerinde) göstereceğiz. Tâ ki Kur’ân’ın hak olduğu onlar için açıklığa kavuşsun.” (Fussilet 41/53)
Zâriyât suresinin 20-21. ayetlerinde ise; yakîn/kesin iman edenler için arz’da ve enfüs’te nice ayetler (deliller, işaretler, ibretler) olduğu belirtiliyor ve bunların basiretle gözlemlenmesi isteniyor.
Demek ki; varlığın hakikatini kavramak ve Allah’ın yüce kudretine delil teşkil eden ayetleri, delilleri görebilmek için, hem dış dünyaya hem de iç âlemin derinliklerine doğru seyahate çıkmak, her iki alemde bulunanları ibret ve basiretle seyr ü temaşa etmek gerekiyor. İşte oruç tutan insan, bu muhteşem ibadet sayesinde enfüs ve âfâk yolculuğunu birleştirerek iç ve dış alemine farklı bir gözle bakabilmekte ve böylece ötelere uzanarak her iki âlemin esrar ve hakikatlerini keşfedebilmektedir.
Ayrıca; Türkçede ’yürüme, gitme, gezme, yolculuk, seyahat, sefer’1 gibi anlamlara gelen “seyir” kelimesi, Kur’ân’da (“sâre” fiilinden) “sîrû” ve “yesîrû” formları ile geçer. Bir bölümü emir sigasıyla “…sirü fi’l-arzi: yeryüzünde gezip-dolaşın“ şeklinde (3/137; 6/11; 16/36; 27/69; 29/20; 30/42; 34/18); bir bölümü de “e-…lem-yesîrü fi’i-arzi: yeryüzünde gezip-dolaşmıyorlar mı?” şeklinde (12/109; 22/46; 30/9; 35/44; 40/21,82; 47/10) soru ve teşvik cümlesi olarak gelen bu seyir/seyahat ayetleri, genellikle seyr ü temaşa edilen tabiat manzaraları, tarihi mekanlar ve kalıntılar üzerinde düşünüp taşınmayı ve onlardan ibret/ders almayı tavsiye buyurur. Şu ayet-i celile bu mesajları adeta özetler:
“…yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmüyorlar mı? Takva sahipleri için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Yusuf 12/109)
Söz konusu ayetlerde “gezin-dolaşın” ya da “gezip-dolaşmıyorlar mı?” dendikten hemen sonra “fe’nzurû”/”fe- yenzurûne: ibret nazarıyla bakın/baksınlar” ifadelerinin gelmesi oldukça anlamlıdır. Bu ibarelerde emir kipiyle gelen “na-za-ra” fiili; sadece ‘bakmak’, ‘göz atmak’ değil, aynı zamanda ‘bir bütün olarak görmek, bir işi iyiden iyiye düşünüp taşınmak, teemmül etmek ve anlamak’ demektir.
Özetle: Kur’ân’ın cennete götüren ameller cümlesinden sıraladığı seyahat’in; öncelikle bir tür içe yolculuk demek olan oruç anlamına geldiğini, ayrıca cihad, (kötülüklerden) hicret ve Allah yolunda gezi manalarını da içerdiğini; yine Kur’ân’ın öngördüğü seyir faaliyetinin de bakılıp-görülen nesneler üzerinde düşünüp-taşınma, ibret ve ders alma amacına yönelik olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz.
Öte yandan; dünya hayatının bir yolculuk’tan ibaret olduğunu da Allah Rasûlü (s.) bize öğretiyor:
Abdullah b. Mes’ûd (r a.) anlatıyor:
Birgün Rasûl-i Ekrem (s.) bir hasırın üzerinde yatıp uyumuştu. Uyandığında hasır vücudunun yan tarafında iz bırakmıştı. O sırada Hz. Ömer geldi ve:
-“Ey Allah’ın Elçisi!” dedi; “Daha yumuşah biryatak üzerinde yatsanız ne olur!”
Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.) şöyle buyurdu: “Benim dünya ile ne kadar ilgim var? Ben bu dünyada, çok sıcak bir günde yolculuk ederken bir ağacın altında azıcık dinlenen, sonra da oradan kalkıp giden bir yolcu gibiyim.”³
Evet, işte bütün mesele, bu dünyada bir “yolcu” olduğumuzun farkında olabilmek. Uzun ve meşakkatli hayat yolculuğu esnasında bir ağacın altında dinlendiğimiz kısacık “ân”a, âdeta hiç bitmeyecekmiş gibi bel bağlamamak.
Öyleyse, neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar hızlı geçen şu kısacık zaman diliminin aldatıcı rahatlığına/rehavetine kapılarak, “ötelere” yönelik kutlu ve uzun yolculuğumuzu tehlikeye atmamalıyız. Seyahatimizi âfâk’tan enfüs’e; ötelere, derinlere, iç âlemimize doğru gerçekleştirmeliyiz.
—-
¹. Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, Tevbe 9/112. ayetin tefsiri.
². M.Hamdi Yazır, Hab Dini Kur’ân Dili, Tcvbe 9/112. ayetin tefsiri.
³. Tirmizi, Zûhd 44.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Kültür
- Kitap AdıOruç - Ötelere Seyahat
- Sayfa Sayısı166
- YazarAbdullah Yıldız
- ISBN9753523264
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviPınar Yayınları / 2011