Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Oruç Beğ Tarihi – Ahmedi – Şükrullah
Oruç Beğ Tarihi – Ahmedi – Şükrullah

Oruç Beğ Tarihi – Ahmedi – Şükrullah

Hüseyin Nihal Atsız

Bu kitap; her üçü de Hüseyin Nihal Atsız tarafından hazırlanıp, daha önce Tercüman 1001 Temel Eser serisinde yayınlanmış olan Oruç Beğ Tarihi ile Türkiye…

Bu kitap; her üçü de Hüseyin Nihal Atsız tarafından hazırlanıp, daha önce Tercüman 1001 Temel Eser serisinde yayınlanmış olan Oruç Beğ Tarihi ile Türkiye Yayınevi tarafından Osmanlı Tarihleri-I adlı kitap içinde yayınlanan Ahmedî’nin manzum tarihi Dâstân ve Tevârîh-i Mülûk-ı Âl-i Osman’ın ve Şükrüllah’ın Behcetü’t-Tevârîh adlı eserlerinin ve Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni’nde neşredilen “İstanbul Kütüphanelerinde Tanınmamış Osmanlı Tarihleri” başlıklı makalesinin bir arada basımını ihtiva etmektedir.

Bilhassa erken dönem Osmanlı tarihi hakkında yazılmış önemli kaynaklar olmaları sebebiyle her üç eser de bugün bile tarihçilerin sıklıkla başvurdukları en önemli kaynaklar arasındadır. Sadece siyasî ve askerî olayların değil, Osmanlı toplum hayatının çok ince ayrıntılarını de resmetmeleri bakımından, kadim Türk geleneklerinin Anadolu ve Balkanlarda nasıl tezahür ettiğini incelemek isteyenler için de Atsız Hoca’nın hazırladığı bu tarihlerde kıymetli ipuçları bulunmaktadır.

Oruç Beğ Tarihi
*
Ahmedî:
Dâstân ve Tevârîh-i
Mülûk-i Âl-i Osman
*
Şükrullah:
Behcetü’t-Tevârîh

İÇİNDEKİLER
Sunuş………………………………………………………………………………………… 7
ORUÇ BEĞ TARİHİ
Eser ve Müellifi Hakkında Birkaç Söz ………………………………………….. 11
Oruç Beğ Tarihi………………………………………………………………………… 17
İsimler Cetveli………………………………………………………………………… 111
AHMEDÎ:
DÂSTÂN VE TEVÂRÎH-İ MÜLÛK-ı ÂL-İ OSMAN
Ahmedî (1334-1413) ………………………………………………………………. 131
Osman Ocağı Padişahlarının Destanı ve Tarihi ve Kâfirlerle
Savaşları …………………………………………………………………………… 137
Ahmedî’nin Osmanlı Tarihindeki Vukuatın Hülâsası…………………… 161
Ahmedî’ye Göre Osmanlı Hanedanı Soykütüğü…………………………… 166
İsimler Cetveli………………………………………………………………………… 167
Ahmedî’nin Osmanlı Tarihinde Açıklanması Gereken Sözler ………. 169
Türkçe Sözler……………………………………………………………………….. 169
Arapça Sözler……………………………………………………………………….. 171
Farsça Sözler ………………………………………………………………………. 175
ŞÜKRULLAH:
BEHCETÜ’T-TEVÂRÎH
Şükrullah’ın Hayatı ve Eserleri………………………………………………….. 181
Hayatı ………………………………………………………………………………… 181
Eserleri ………………………………………………………………………………. 183
Behcetü’t-Tevârîh……………………………………………………………………185
Behcetü’t-Tevârîh’in 16’ncı Asırdaki Tercümesi ………………………. 186
Behcetü’t-Tevârîh’in Bundan Önceki Seif ve Atsız Neşirleri ………. 187
Bu Seferki Behcetü’t-Tevârîh Basımında Okuyucuların Dikkat Etmesi
Gereken Noktalar………………………………………………………………. 189
Tercümede Kullanılan Eski Türkçe Kelimeler……………………………… 190
[Behcetü’t-Tevârîh]……………………………………………………………………….193
Osmanlı Sultanları Tarihi…………………………………………………………. 203
Şükrullah’a Göre Osmanlı Tarihinin Kronolojisi …………………………. 233
Şükrullah’ın hayatının Kronolojisi …………………………………………….. 233
Şükrullah’ın Eserleri………………………………………………………………… 234
Şükrullah’a Göre Osmanlıların Şeceresi……………………………………… 234
İsimler Cetveli………………………………………………………………………… 235

Eser ve Müellifi Hakkında Birkaç Söz

«Osmanlı Tarihi»nin en eski yerli kaynakları, ilk «tarihî takvim»lerle Ahmedî’nin meşhur İskendernâme’sine eklediği manzum parçasından sonra «Tevârîh-i Âl-i Osman» (= Osmanlı Hanedanı Tarihleri) diye adlandırılan kroniklerdir. Çoğunun müellifi bilinmeyen bu kroniklerin başlıcaları Âşıkpaşaoğlu, Neşrî ve Edirneli Oruc’a ait olanlarıdır. Oruc’un eseri 1925’te Berlin’de ünlü Türkolog Prof. Babinger tarafından bastırılmış, Türkiye’de ise şimdiye kadar bu eserle ciddî şekilde meşgul olunmamıştır. Babinger’in bastırdığı Oruç Tarihi, eserin Oxford ve Cambridge nüshalarının ayrı ayrı basımından ibarettir. İki nüsha arasındaki kelime ve ifade farkları fazla olduğundan, nüshalardan birini esas alarak ötekindeki farkları dip notları ile göstermek yoluna, haklı olarak gitmemiştir. Babinger basımında Oxford nüshası 3-75. sayfaları almakta ve hicrî 872 tarihinde bitmektedir. Bu nüshanın başlarında müellif kendisini «Oruç b. Âdili’l-Kazzâz Kâtibü’l-Edrenevî» diye tanıtmaktadır. Oruc’dan bahseden Türk tarihçilerinin onu «Oruç Beğ» diye anması belki bu kâtipliğinden ötürüdür. O sırada Istanbul alınmış olmakla beraber Edirne (ve o zamanki söyleyişle «Edrene»)de, hiç olmazsa bazı aylarda devlet başkenti olmak vasfını muhafaza ettiğinden Oruc’un Edirne’de Divan Kâtibi olduğu, bu sebepten Oruç Beğ denildiği düşünülebilir. Babinger’in yayınladığı ikinci nüsha Cambridge nüshası olup eserin 79-139. sayfalarını işgal etmekte ve hicretin 899. yılına kadar gelmektedir. Bu nüsha 3 Şaban 1022 (= 18 Eylül 1613)’de istinsah olunmuştur. Yani oldukça yeni bir nüshadır. 899 yılına kadar geldiği için Babinger bu ikinci nüshaya «mufassal nüsha» diyorsa da sayfa sayısı bakımından bunun 60 sayfa olmasına karşılık muhtasar sayılan ilk nüsha 72 sayfa tutmaktadır. Ayrıca ikinci nüshada müellif adına ait bir kayıt yoktur. Oruç hakkındaki bütün bilgimiz babasının bir ipekçi (kazzâz), yani ipek veya ibrişim bükücü olmasından ve Oruc’un Edirne’de doğmuş bulunmasından ibarettir. Oruc’un tarihi dil bakımından XV. Yüzyıl Anadolu Türkçesinin sade güzelliğini taşımasından başka eski bir kronik olması dolayısıyla da mühimdir. 899 Hicrî yılına kadar olan bütünü bizzat müellif tarafından yazılmış olsa, yani Âşıkpaşaoğlu Tarihi’nde olduğu gibi, son yıllarını müstensihler eklemiş bulunmasa dahi yine eski bir tarihtir. Osmanlı Tarihleri’nde âdet olduğu üzere olaylar kısa ve kesin olarak anlatılmıştır ki bu, bilinen ilk Türk Tarihi demek olan milâdî 720-725 yıllarına ait Bilge Tonyukuk yazıtından beri Türk tarihçiliğinin garip bir geleneğidir. Hiç şüphesiz, Oruç Kroniği’nin baş bölümlerine bol miktarda destan ve efsane unsurları karışmıştır. Buna rağmen tarih bilgisi süzgecinden geçirmek suretiyle, bu bölümlerden de faydalanmak mümkündür. II. Murad ve Fatih çağları için ise bir ana kaynaktır. Birçok yerlerinin Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman’larla hemen hemen aynı oluşu, Babinger’in dediği gibi, bir tek anakaynaktan faydalanmış olmaları ihtimalini düşündürmektedir. Oruç Tarihi’nin şimdiye kadar birkaç nüshası bulunmuştur. En mühimi, müellif adını da ihtiva eden Oxford nüshasıdır ki Bodleian Kütüphanesi’nde (Nu. Rawl. or. 5) bulunmaktadır. Zagreb’de Yugoslav Bilimler Akademisi’nde (Babinger Koleksiyonu, Nu. 673, I) ikinci bir nüshası bulunmuştur. Cambridge nüshası, Zagreb nüshasına benzemektedir. Paris’te, Bibliotheque Nationale’de (Suppl. turc 859) de yine tahrif edilmiş bir nüsha vardır. Bu nüsha 1144 Ramazanı başında (= Mart 1732 başları) istinsah edilmiştir ve hicrî 847’de II. Mu-rad’ın tahttan çekilişine kadardır. Bir de Münih’te, Bayrische Staatsbibliothek’te (Cod. Turc 83) bir nüsha bilinmektedir. Oruç Tarihi’nin Türkiye’deki nüshaları hakkında etraflı bilgi yoktur. 1951’de Istanbul’da toplanan XXII. Müsteşrikler Kongresi dolayısıyla yayınlanan ve Türkiye kütüphanelerindeki değerli yazmaları gösteren fihrist risalelerinin Manisa-Akhisar şehirlerine ait olanında, Manisa’daki Muradiye Kütüphanesi’nde 5506 sayılı derginin ikinci eseri olarak 143 – 236. yaprakları ihtiva eden Oruç Beğ’in Tevârîh-i Âl-i Osman’ı kaydedilmiştir. Aynı eserden ertesi yıl İsmet Parmaksızoğlu da bahsetmiştir (Manisa Genel Kütüphanesi Tarih-Coğrafya Yazmaları Katalogu, s. 9, Istanbul 1952). Parmaksızoğlu’nun verdiği i zahattan bu nüshada da müellif adının zikredildiğini öğreniyoruz. Yalnız müellif burada babasının «kazzâz» olduğundan bahsetmemiştir ki, bunun da müstensih atlaması olacağı tabiidir. Manisa’daki bu nüshadan başka Istanbul Kütüphaneleri’ndeki anonimlerden bir ikisinin de Oruc’a ait olması ihtimali vardır. Türkiye’de Oruç Beğ Tarihi’nden ilk bahseden tarihçi, Istanbullu olduğu için «Şehrîzâde» (Istanbulluoğlu) soyadını alan ve Hicrî 1178’de ölen (Osmanlı Müellifleri, III, 75) «Mehmet Said Efendi»dir. Başlangıçtan Hicrî 1000 yılına kadar yazdığı Nevpeydâ adlı eserinin kaynakları arasında Oruç Beğ’in tarihi de vardır. Bu tarihin Osman Gazi’den Yıldırım’ın cülûsuna kadar bahsettiği, Osmanlı Müellifleri’nin başka bir yerinde (III, 180) söylenmekte ise de bu kaydın Mehmed Said Efendi’ye mi, yoksa Osmanlı Müellifleri sahibine mi ait olduğu anlaşılamamaktadır. Bununla beraber bu kaydın doğru olmadığını aşağıda açıklayacağız. Oruc’dan ikinci olarak bahseden Osmanlı tarihçisi Hicrî 1297’de ölen Tayyaroğlu Atâ Beğ’dir. Enderun Tarihi adlı 5 ciltlik mühim bir eserin müellifi olan Atâ Beğ, Osmanlı Tarihi’ne ait kaynaklarını sayarken (Enderun Tarihi, III, 324) «lisân-ı Türkî-i kadîm ile Sultan Osman ve Sultan Orhan asrı vukuatını mübeyyin Oruç Beğ Tarihi»nden bahsetmektedir. Bugün, Atâ Beğ’in gördüğü nüshanın eksik bir nüsha olduğu anlaşılmaktadır. Oruç Beğ’den bahseden üçüncü Türk tarihçisi Necib Âsım’dır. «Osmanlı Târihnüvisleri ve Müverrihleri» adı ile Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası’nın 1 Nisan 1326 tarihli 1. cüzünün 42. sayfasında, Enderun Tarihi müellifi Atâ Beğ’in verdiği bilgiyi tekrarlamakla iktifa etmiş ve biraz şüpheli bir ifade kullanmıştır.

Nihayet, en son olarak da Bursalı Tahir Beğ, Osmanlı Müellifleri adlı eserinde müellifimizden «Oruç Beğ» diye bahsetmiş, fakat hakkında bilgi vermemiştir. Bana göre Oruç Beğ okadar eski bir zamanın müellifi değildir. Bunun bir delili, ilk vezirlerden «Çandarlı Kara Halil» için «zamanımızdaki Vezir Halil Paşa’nın dedesiydi» demesidir. «Zamanımızdaki vezir» dediği Halil Paşa, II. Murad ve Fatih’in sadırazamı olan Çandarlıoğlu Halil Paşa’dır ki Hicrî 842-853 (=Milâdî 1438 – 1453) arasında büyükvezirlik yapmıştır. Şu halde Oruç Beğ Tarihi en erken olarak 842’de yazılmış ve sonraki bölümleri müstensihler tarafından eklenmiş olabilir. Fakat eserin Fatih, hattâ II. Bayazıd çağında yazıldığını gösteren daha mühim bir delil vardır ki, o da başlangıçta, Osmanlıların atası olarak efsanevî Süleymanşah’ın gösterilmiş olmasıdır. Bugün artık bilindiği üzere, Süleymanşah, Fatih’ten sonraki devirde uydurularak Osmanlı soy kütüğüne katılmış bir şahıstır. Netekim Fatih’in son sadırazamı olan Karamanlı Nişancı Mehmed Paşa’nın Arapça yazdığı Osmanlı Tarihi’nde Süleymanşah’tan bahsedilmemiştir. Bu sebeple ben bu eserin, II. Bayazıd’ın saltanatı başlarında yazılmış olduğunu kabul ediyorum. Eserde bazı mühim tarih yanlışları olmasına rağmen (Yıldırım Bayazıd’ın sünnet düğününde 20 yaşını aşkın gösterilmesi gibi ki istinsah yanlışı da olabilir) bu tarih, Âşıkpaşaoğlu ile Neşrî’yi tamamlayacak değerde bir eserdir. Türkler arasında «Oruç Beğ» diye tanındığı için benim de öyle anacağım bu müellifin eserini Türk aydınlarına sunmakla hiç şüphesiz millî kültüre küçük bir hizmette bulunmuş oluyorum.

Metinde, bugün için anlaşılmayan bazı kelimelerin yerine anlaşılanlarını koymak ve XV. Yüzyılda başka türlü söylenen fiil kiplerini bugünün söyleyişine çevirmek («gelür» veya «bulmış» yerine «gelir», «bulmuş» demek gibi) suretiyle metnin tarihçi ve dilci olmayanlar tarafından kolayca anlaşılmasını sağlamaya çalıştım. Yalnız, metindeki bir iki manzumeyi o zamanki şekliyle aldım. Gerekli yerlerde dip notlan ile kısa açıklamalar yaptım ve bugünkü nesiller için anlaşılmayan Hicrî tarihlerin milâdî karşılıklarını da yine dip notlarında gösterdim. Esas olarak, Babinger’in muhtasar saymasına rağmen daha mufassal olan Oxford nüshasını aldım. Onun bittiği yerden itibaren de Cambridge nüshasıyla eseri tamamladım. Millî kültürümüzün anıtlarından biri olan bu eseri böylece yayınlamakla mevcudu tükenmiş olan asıl eseri edinmek imkânından mahrum tarihçilere de yardım ettiğime inanıyorum. Tarih bilginleri bu eseri mukayeseli olarak basıncaya kadar bu basım ihtiyacı karşılayacaktır.

Atsız

28 Nisan 1972

Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm
Elhamdülillâhi Rabbi’l-Âlemîn. Ve’s-Selâtü
ve’s-Selâmi alâ Seyyidinâ Muhammedin
ve Âlihi’t-Tayyibîni’t-Tâhirîni Ecma’în.
1

Azizimiz! Bil ki bunca ulular ki gelmişlerdir eskilerden ve sonrakilerden kimi tefsir, kimi hadîs, kimi peygamberler tarihi, kimi bizim peygamberimizin tarihi, kimi padişahlar tarihi gibi şeyler yazmışlardır. Kimi de acayip hikâyeler kaleme almış, İran ve Rum padişahlarından, Efrâsiyab’dan, Zâloğlu Rüstem’den âlemde söylenmedik hiçbir söz kalmamıştır. Her azizler ki gelmişlerdir, her biri kendi zamanında olan padişahların kıssalarını yazıp beyan etmişlerdir. İmdi: Azizimiz! Her kişiye kendi zamanında olan padişahların kıssalarını yazmak gerektir. Zira «Zıllullâhi fî’l-arz»dır.2 İmdi azizimiz bu değersiz Âdilül-Kazzâz oğlu Edirneli Kâtip Oruç3 gördü ki her kıssa için türlü hikâyetler söylenmiştir. Ancak, Osmanlı Hanedanı tarihi tevatür4 le söylenmiş değil. Bilhassa bunların kıssaları asıldır. Zira, bunlar gaziler ve düşmanı yenicilerdir. Tanrı uğruna hak yoluna durmuşlardır. Gazâ malını toplayıp Hak yönüne harc edicilerdir ve Haktan yana gidicilerdir. Din yoluna gayretlilerdir. Dünyaya mağrur değillerdir. Şeriat yolunu gözeticilerdir. Dinsizlerden intikam alıcılardır ve kimsesizleri sevicilerdir. Garptan şarka İslâm dinini açıcılardır ve Hakkın yolundan dışarda olan âsileri kırıcılardır. Osmanlı Hanedanı sert bir ailedir. Oğuz neslinden ve Sâm aslındandır. 5 İnançları sağlamdır. İmdi lâzımdır ki Osmanlı Hanedanı’nın başlangıcından tâ sonuna kadar kıssalarını ve ettikleri gazalarını zikredelim. Tâ kıyamete kadar anılalım. Vallâhu a’lem.

beyit

Cihanda kişinin adıdır kalan;
Kalanı vebal ü yalandır, yalan

İmdi azizimiz! Hakkın inayeti, Muhammed Mustafa’nın şefaati, evliyaların ve peygamberlerin himmeti ve şeriat yolunu yapan âlimlerin duası üzerlerinden eksik olmayıp atadan ataya tâ nihayete varıncaya kadar akıbetlerini hayır edip İslâm imanını lâyık kılıp kabirlerini kıyamete kadar nurla ışıklandırsın. Hak Taâlânın rahmeti ve Hazreti Peygamberin şefaati o azizlerin üzerlerine olsun. Âmin! Yâ Rabbe’l-Âlemîn.

Osman Hanedanı’nın neslini bil: Babası Ertuğrul, onun babası Süleymanşah, onun babası Kaya Alp, onun babası Kızıl Buğa, onun babası Baytur, onun babası Aykulug Ağa, onun babası Tugar, onun babası Kayıtnun, onun babası Baysunkur, onun babası Bakı Ağa, onun babası Sugançaf, onun babası Temür, onun babası Basak, onun babası Gök Alp, onun babası Oğuz, onun babası Kara Han, onun babası Kutluca Ağa, onun babası Tozak. Böylece 38 kişidir ki Nuh Peygamber’in oğlu Yâfes’e çıkar. 7 Bunlar Acem ülkesinde padişah idiler. Hazret-i Peygambere inançları vardı. Mâhân şehrinde padişah idiler. Mervli Ebû Müslim bu nesilden çıkmıştır derler. Cengiz Han, Hatay8 ülkesinden 20.000 erle çıkıp gelip Belh şehrini ve ülkesini, Horasan ve İrak ve bütün Acem ülkesini harab etmişti. O vakit Belh şehrinin şahı Horzumşah9 idi. Ariflerin sultanı olan Hazret-i Mevlânâ o vakit 9 yaşında idi. Belh şehrinin içinde dünyaya geldi. Mevlânâ Celâleddin’in babası Bahâeddin, ki Horzumşah’ın kızından doğmuştu, onun babasına Belh şehrinin hatibi Mevlânâ Hüseyin derlerdi. Bu Mevlânâ Hüseyin, Ebûbekir neslindendi. Sultan Bahâeddin, Cengiz Han ortaya çıkmadan 6 ay önce vatanını bırakıp Belh şehrinden Bağdad’a gelmişti. O Bağdad’da iken Cengiz Han gelip Belh şehrini ve ülkesini harab etmişti. Memleketleri yıka boza sonra Bağdad’a gelip onu dahi harab etti.

O vakit Bağdad’da halife Abbas Ailesi neslinden Muntasır Billâh idi. Halifeyi öldürüp, Abbasîler’i kırıp, Selçuk Hanedanı’nı memleketten çıkarıp âlem karmakarışık olmuştu. Acem ülkesini baştanbaşa ve Âbilistan10dan beri Yunan11 ve Arap diyarının bir kısmını hep Cengiz Hanlılar tutmuştu. Hicretin 620’si idi. 12 Selçuk Hanedanı neslinden Sultan Alâeddin bu memleketin şahı idi. Âlem karmakarışık olmakla Acem ülkesinden Anadolu’ya gelip onun dahi başına sergüzeştler gelip Amasya şehrine gelmişti. Sonunda Sivas şehrinden çıkıp Yunan Eline padişah oldu hicretin 626’sında. 13 Onun başka bir hikâyeti vardır. Karaman ülkesine o vakit Yunan ülkesi derlerdi. Cengiz Han, Belh şehrini harab edince o sırada öldü. Tanrı’nın laneti üzerine olsun. Oğlu Hülegü Han14 yerine beğ olup oğlanları üreyip Acem ülkesini Cengiz Hanlılar tutmuştu. Âlem karıştı. Oğuz tayfası göçebe Yörük tayfası idi. Mâhân şehrinin şahı o vakit Süleymanşah’tı. Osman Gazi’nin dedesidir. Mâhân şehri harab olunca Süleyman şah dahi Mâhân’ı bırakıp Acem Elinden Anadolu ülkesine gelmeye niyet etti. Erzurum ülkesine geldi. Oradan Erzincan’a geldi. Oradan Amasya’ya gelip gazâ niyetine deyip çok gazalar etti. Çok yerler açtı. Sonra oradan geçip Haleb’e geldi. Haleb bölgesinde Ca’ber Kalesi derler, o kalenin önüne kondular. Fırat Irmağı’nı geçmek istediler. Yol, iz bilmezlerdi. Nihayet Süleymanşah at tepti Fırat Irmağı’nı geçmeye.

Meğer önü yâr imiş. Atıyla Fırat’ta boğuldu. Şehid oldu. Irmaktan çıkardılar. Ca’ber Kalesi’nin önünde gömdüler. Şimdi ona Mezâr-ı Türk derler. Süleymanşah’ın üç oğlu kaldı. Birinin adı Sunkur Tegin, birinin adı Gündoğdu ve birinin adı Ertuğrul ki Osman’ın babasıdır. Bu üç kardeş Fırat Irmağı’ndan Pasın Ovası’na geldiler, durdular. Oradan göçüp Sürmeli Çukuru’na geldiler. Sunkur Tegin ve Gündoğdu geri, Acem ülkesine gittiler. Ertuğrul orada kaldı. Gazâ niyeti edip yerleşti. Üç oğlu oldu. Birinin adı Gündüz, birinin adı Sarunatı. 15 Ona Savcı dahi derlerdi. Birinin adı Osman Gazi. Tanrı’nın rahmeti üzerine olsun. Ama Osman Gazi, Anadolu ülkesinde dünyaya geldi hicretin 658’inde. 16 Osman küçük idi. Ertuğrul, Osman küçücük iken çift sürdürdü. Devlet Osman Gazi’nin başında idi. O iki kardeş öldü. Osman Gazi yerlerine geçti. Bir gün Ertuğrul, Sarunatı oğlunu Sultan Alâeddin’e gönderdi ki Sultan Alâeddin’den yer isteyeler, orada yerleşeler. Sultan Alâeddin dahi kabul etti. Bunları hoş gördü. Karahisar Tekfürü ve Bilecik Tekfürü Sultan Alâeddin’e itaat etmiş olup haraç verirlerdi. Sultan Alâeddin dahi o iki aralığı onlara yurt verdi. Söğütçük derler, oraya kadar olan yerleri yurt tutalar. Domalıç Dağı’nı ve Ermeni Dağı’nı onlara yaylak ve kışlak verdi. Ertuğrul, Sarunatı ile Ankara’ya geldiler. Orada vatan tuttular. Rumlar üzerine çok gazalar ettiler. Sonunda iki oğlu da öldü. Sonra Ertuğrul öldü. Osman Gazi onun yerine geçti. Gece gündüz Hak yolunda gazâ ederdi. Yiğitlik ve kahramanlıkta yüce bir bahadır olarak ortaya çıktı. Sanki dünyada Zâl, Sâm ve Neriman idi. 17 Okadar adı çıktı. Yiğitler arasında hürmet ve itibar gören kişi oldu. Ne zaman ata binse üzerindeki sanki Sâm yahut Zâl oğlu Rüstem’di. Sonunda Söğütçük’te yerleşti. Birdenbire Kostantin Tekfürü, oğlunu nice bin iyi silâhlı adamla Müslümanlar üzerine gönderdi. Sultan Alâeddin’e dahi haber oldu ki kâfir askeri üzerimize yürüdü diye, Sultan Alâeddin dahi her tarafa mektuplar gönderdi. Hükmettiği yerlere, tâ Sivas kapısına kadar çeriler toplamaya başladı. Osman Gazi dahi 1000 kişi mikdarı yiğitler alıp ve kendi gibi erkek arslanlar toplayıp ulu gazadır diyip o gelen kâfir askerine karşı vardı. O 1000 kişiyi üç bölük kılıp bir gece üç yerden baskın edip kâfir askerine giriştiler. Kâfir askeri gafil, sarhoş yatarken mucize Muhammed’indir diyip kılıç koydular. Sabah vaktine kadar kâfirleri kılıçtan geçirdiler. Tarumar eylediler. Bunca ganimet malıyla dönüp yerlerine geldiler. Malın onda birini çıkarıp Sultan Alâeddin’e gönderdiler. Sultan Alâeddin bu fethi işitti, gayet ferah oldu. Osman Gazi’nin bu yiğitliğine aferin diyip tez buyurdu: Hazineden ok, silâh ve zırhlar çıkarttı. Elli katar deve ve elli katar katır18 bütün savaş malzemesiyle donatıldı. Hazret-i Peygamberin Mısır sultanından gelmiş ak bayrağını da çıkarttı. Tuğ, bayrak, sancak, davul, nakkare, boru ve kösler dövülüp, sancak çözülüp Veziri Abdülaziz adındaki bilgili ve akıllı kişiyle birlikte gönderdi. Osman Gazi’ye haber oldu ki «Sultan Alâeddin sana bunca ikramlar eyledi, geliyor.» diye. Osman Gazi dahi karşı çıktı. Getirip bir hoş yere kondurdu, Abdülaziz’

….


1 Âlemlerin sahibi olan Allah’a hamd, efendimiz Muhammed’e ve onun iyi, arınmış ocağının bütününe dualar ve selâmlar olsun.
2 Yerde Tanrı’nın gölgesi.
3 «Kazzâz» Arapça kelime olup «ipek işleyen», «ibrişim büken» demektir. Oruc’un babası Âdil’in ipekçi esnafından olduğu anlaşılıyor.
4 «Tevatür» Arapça bir kelime olup «doğru veya yanlış olduğu düşünülmeden üzerinde ittifak edilen konu» demektir.
5 «Sâm», meşhur efsaneye göre Nuh’un üç oğlundan biri olup Araplar’ın atasıdır. Oruç burada yanılmıştır. Çünkü aynı efsaneye göre Türkler’in atası, Nuh’un oğullarından «Yâfes»tir. Nitekim daha aşağıda öyle geçmektedir (7. nota bak).
6 «En iyi bilen Tanrı’dır»
7 Oruç burada 18 ad saydığı halde Osman Gazi’nin 38 atasından bahsetmektedir. Zaten bunların hepsi muhayyel ve efsanevî atalardır.
İçlerinde doğru olan tek taraf Osman Gazi’nin babasının «Ertuğrul» olduğudur. Öteki isimlerin çoğu da bozuk şekilde alınmış olup başka
kaynaklarda isim olarak doğru kelimelerdir.
8 Kuzey Çin.
9 Türkler Harzem’e “Horzum” diyorlardı
10 Bugünkü Elbistan.
11 Konya ve Karaman bölgesinin eski adı. Netekim aşağıda Oruç da açıklıyor.
12 Hicretin 620’si milâdî olarak 4 Şubat 1223 – 23 Ocak 1224 arasıdır.
13 Hicretin 626’sı milâdî 30 Kasım 1228-19 Kasım 1229 arasıdır.
14 Oruç burada yanılmıştır: Hülegü Han, Cengiz’in oğlu değil, torunudur
15 Ertuğrul’un bu oğlunun adı öteki kaynaklarda «Saru-batı» veya «Saruyatı» şeklinde de geçmektedir. Mesele kesinlikle çözülmediği için buradaki şekli aldık.
16 Hicretin 658’i milâdî 18 Aralık 1259 — 5 Aralık 1260 arasıdır
17 Şehname’deki İran kahramanları.
18 Elli deve veya elli katırdan kurulu katar demektir

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Tarih
  • Kitap AdıOruç Beğ Tarihi - Ahmedi - Şükrullah
  • Sayfa Sayısı285
  • YazarHüseyin Nihal Atsız
  • ISBN9789754378696
  • Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviÖtüken Neşriyat / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Ruh Adam ~ Hüseyin Nihal AtsızRuh Adam

    Ruh Adam

    Hüseyin Nihal Atsız

    «Ruh Adam», Türk edebiyatında pek alışılmamış çeşitte bir romandır. Müellifin tarihî romanlarını okumuş olanlar, tarihî bir roman gibi başlayan bu eserin öyle olmadığını görecek,...

  2. Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi ve Çektiklerimiz ~ Hüseyin Nihal AtsızTürkçülüğe Karşı Haçlı Seferi ve Çektiklerimiz

    Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi ve Çektiklerimiz

    Hüseyin Nihal Atsız

    Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi ve Çektiklerimiz, Atsız’ın, Büyük Doğu dergilerinin 6 Mart 1959 – 16 Ekim 1959 tarihleri arasında haftalık olarak 33 sayı neşredilen...

  3. Bozkurtların Ölümü ~ Hüseyin Nihal AtsızBozkurtların Ölümü

    Bozkurtların Ölümü

    Hüseyin Nihal Atsız

    Bozkurtların Ölümü, Türk milletinin ana yurttaki hayat mücadelesinin, kahpelik ve entrikalarla saldıran düşmanlarla boğuşmalarının, “hangi duyguyla sönüp dağılıp küçüldüğümüzün”, ardından Türk düşüncesi yaşasın diye...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur