Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ormandaki Kulübe
Ormandaki Kulübe

Ormandaki Kulübe

İsmet Aci

Bu sefer daha yürekliydiler. Nasıl olsa içine kadar rahatça girebiliyorlardı. Öyle yaptılar. Tahtaları çürümüş balkondan, salona geçtiler. Balkonun kapısındaki kilit bıraktıkları gibiydi. Salonun rüzgârdan…

Bu sefer daha yürekliydiler. Nasıl olsa içine kadar rahatça girebiliyorlardı. Öyle yaptılar. Tahtaları çürümüş balkondan, salona geçtiler. Balkonun kapısındaki kilit bıraktıkları gibiydi. Salonun rüzgârdan kopan kapısı olduğu yerde duruyordu. İlk bakışta değişiklik yoktu. Her şey yerli yerindeydi. Boşuna kuruntu etmişlerdi. İlle bir değişiklik olsun diye bekliyorlardı ama yoktu.

Sinan öndeydi.

“Koşun, koşun,”diye bağırdı.

Hepsi o tarafa koştu. Başına bir olay geldi sandılar. O salonun ortasında duruyordu.

“Şuraya bakın.”

Hepsi Sinan’ın gösterdiği noktaya bakıyordu.

Dikkatlerinden kaçtı. Sinan’ın ne demek istediğini çözemediler. Sinan, parmağını uzatmış yerleri gösteriyordu. Gaz lambasının cam kırkları yoktu. Rüzgârdan ıslanmış salondaki örtü kaldırılmıştı. Tavandan dökülen topraklar öylece duruyordu…

***

ORMANDAKİ KULÜBE

Cengiz’in anneannesi Mah Sultan ile dedesi Salih bir orman köyünde yaşıyordu. Çok eskiden kurulmuş bir köydü. Köy yerinde herkes bir birini tanırdı. Köyde, ona Salih Dede diyorlardı.

Cengiz, annesinin kucağında bebekken, köyden ayrılmış, büyüdüğünde de hiç gitmemişti. Annesiyle birlikte resimlere baktıklarında, annesi:

“Bak burası dedenlerin köyü…” derdi.

Annesi, bir akşam her zaman yaptığı gibi albümü getirip odanın orta yerine bıraktı. Birkaç fotoğraf orta yere dağıldı. Aceleyle topladı, dökülen fotoğrafları. Suçlu hissetti kendini. Fotoğrafta olsa, başaklarınınkini gelişi güzel atmamak lazımdı. Tanıdıklarına, fotoğraflarda da olsa saygısızlık yapmayı istememişti. Zaten istemeden olmuştu. İsteyerek asla yapmazdı. Asiye hanım olgun insandı. Örnek isnadı. Büyüğünü, büyük, küçüğünü küçük bilirdi. Hiç kimseye büyük olsun, küçük olsun saygıda, sevgide kusur etmezdi. Herkes onu bu davranışlarından dolayı takdir ederdi. Albümde, özenle sakladığı, fotoğrafları yerlerinden dikkatlice, birer birer çıkardı. Biraz  sert  hareket etse incineceklerini düşündü. Özlem vardı içine. Annesine, babasına, köyüne, kasabasına kısacası doğup büyüdüğü yerlere özlem vardı. Hasretti. Burnunun ucu sızlıyor cümlesi sanki Asiye Hanım için söylenmişti. Hepsini kucağına koydu fotoğrafların. Eline aldığına dakikalarca bakıyor, kucağından aldığı fotoğrafın birini bir yanına koyuyor, diğerini bir yanına koyuyordu.

Uzun yıllardır Almanya’da yaşıyorlardı, çocuğu, kocası birde kendi. Topu topu üç kez gidebildi köyüne. Anne babasını görmeye. Aklına gelince burnun ucu sızlıyordu. Özlemini böyle fotoğraflara bakarak gideriyordu.

İlk ve tek çocuğu Cengiz’de yanına oturdu. Birlikte bakmaya başladılar. Cengiz çabuk unutuyordu kimin, kim olduğunu. Yeniden soruyordu.

“Bu kim, bu kim anne?”

“Resimdeki bu bebekte sensin. Sana benzemiyor değil m? Belki biraz burnun şimdiki haline benziyor gibi. Küçük küt burun.”

Annesi ihtiyar adamı eliyle gösterdi.

“Bu da babam,” dedi.

Resmi birkaç kez öptü. Sağ yanına koydu. Sonra yaşlı kadının resmini aldı.

“Ah, benim annem. Seni nasıl özledim. Bu yaz, mutlaka iki günlüğüne, üç günlüğüne de olsa geleceğim. Burnumda tütüyorsunuz. Babam ve sen bekle geleceğim…”

Sanki yanındaymışlar da kulağına söylüyormuş gibi içten konuşuyordu.

“Duymayın dediklerimi. Size sürpriz var.”

Annesinin resmini tekrar öptü. Göğsünün üstüne bastırdı elleriyle. Sonra sol yanın koydu. Şimdi ikisinin tam ortasındaydı. Tıpkı yıllar önce olduğu gibiydi. Cengiz annesini izledi. Ne yaptığını anlamaya çalışıyordu.

Son fotoğrafı eline aldı. Çok dikkatli baktı. İçin de kaybettiği bir şey arıyormuş gibiydi. Bir arkadaşı, bir sevdiği, bir tanıdığı. Ama bulamadı nedense. Tekrar tekrar baktı. Sonra oğluna fotoğrafın nerede çekildiğini, resimdekilerin kimler olduğunu anlattı. Bir süre sonra:

“Bu günlük bu kadar yeter,” deyip, fotoğrafları yerine yerleştirip kaldırdı.

Fotoğraflara bakarken, gözleri nemlenmişti. Cengiz’e göstermedi. Bu sırada kapı çalındı. Babasının işten dönme zamanıydı. Başkası olamazdı. Hep bu saatlerde dönerdi. Annesi, Cengiz’e işaret ederek, kapıyı açmasını söyledi.

Cengiz, kapıyı açtı. Gelen babasıydı. Terliklerini verdi. Babası:

“Ana, oğul çok iş yapmış gibisiniz,” dedi.

“Ne iş, ne iş,” dedi annesi.

Cengiz.

“Resimlere baktık. Anneannemle, dedem yaşlanmışlar. Sen çok yakışıklıymışsın baba.  Saçlarında böyle değilmiş…”

“Tabi ya ne sandın babanı?”

Annesi, eşi Bilal beyin yanına, iyice yaklaştı.

“Bir şey söylesem, kızmasın değil mi?” dedi.

“Kızmam. Sen yanlış bir şey söylemesin ki.”

“Dinle bak. Kızmak yok. Söylüyorum. Resimlere bakınca hasretim büyüdü. İçim başka oldu. Çok özlemişim. Biliyorum izninde yok. Ama bir çaresini bulsak, iki günlüğüne de olsa memlekete gidip dönsek, ne dersin?” dedi.

Bilal Bey katıla katıla gülmeye başladı. Asiye Hanım onun katıla katıla gülmesine alınarak, kendi kendine “Benimle alay mı ediyor,” diye kocasına surat astı. Dudak büktü. Yüzünün şekli değişti. Bu teklifinde gülünecek bir şey yoktu. Bilal Beyin gülmesi durdu. Gülmeye doymuştu.

“Şimdi, beni dinleyin,”dedi.

“Bu gün ayni şeyi düşündüm. Çoktandır memlekete gitmedik. iyi  tesadüf. Ben de gitsek, diye düşündüm. Hanım sana ben söyleyecektim. Sen atak davranıp bana söyledin. Hatta daha bomba haberimi söylemedim. Haber ne diye merak ettiniz değil mi? Derin, derin düşündüm, taşındım. Bu yaz tatilinde Cengiz’i dedesinin köyüne bırakmaya karar verdim. O çok küçükken ayrıldık. Bir daha kısmet olmadı. Kaç kere gittiysek götüremedik.Güzel haber değil mi? Gider bu yaz orada kalır. Hem köyü tanır. Hem yeni arkadaşlar edinir. Çevresi değişir. Yeni şeyler öğrenir. Köy dediğin kitap gibidir. İnsana çok şey kazandırır. Her şey doğal ve yerli yerinde. Nasıl hanım? Güzel fikir değil mi?”

Asiye hanım, önce Bilal beyin konuşmalarını şaka sandı. Bu sefer kendi güldü.Hem de kocasına inat.Ondan daha çok güldü. Bu kadar tesadüf olur muydu? İkisi ayrı zamanlarda ayni şeyi düşünmüş olabilirler miydi?

Bu iyi haberdi. Şaka değildi. Sabah tüm arkadaşlarına bunu duyurabilirdi. Bu yaz gitmediği bir yere gidecekti. Görmediklerini görecekti.  Kim bilir arkadaşları nasıl kıskanacaklardı.Nasıl kıskanacaklardı.

Resimleri gösterirken amacı zaten böyle bir olaya temel hazırlamaktı. Önce Cengiz’e yapılan teklifi sonra kocasının fikrini başıyla onayladı. Kötü bir durum değildi. Çok yerinde bir karardı. Cengiz’in yüzüne baktı. Olumsuz karşılamadığını anladı.

Asiye hanım, Cengiz’i dedesine bırakınca canının sıkılacağını ve özleyeceğini düşündü. Yüzü asıldı. Kendi kendine:

“Sıkılır mıyım? Sıkılmamam gerekmez. Nihayetinde anneme ve babama bırakacağım. Torunlarına çok iyi bakarlar. Gözlerinin önünden ayırmazlar onu. Babam bekçisi olur. Kendi nereye, Cengiz oraya. Güzel bir tatil olur. Gözüm arkada kalmaz. Daha güvende olur…”

Okulların tatil olmasına bir hafta kalmıştı. Bir hafta uzun zaman değildi.Fakat bir türlü geçmek bilmiyordu.  Haftanın bitmesini sabırsızlıkla bekledi. Cengiz, arkadaşlarına köye gideceğini söyledi. Onlara kendinin de bilmediği yerleri biliyormuş gibi anlattı. Ne zaman resimlere baksalar annesinin anlattıklarını ezberlemişti. Aldıklarını satıyordu şimdilik. Ama döndüğünde. Neler anlatırdı. Neler anlatırdı.

Cengiz, her akşam yatağa girdiğinde hayal kuruyordu. Dedesinin evinin hemen yanında kümes var, kümes tavuklar dolu. Tavukların başında çil horoz. Çil horuz çok uzun uzun üüüüürüü ötüyor. Ali Babanın çiftliğindeki hayvanların hepsi o köyde vardı. Suyun içinde yüzen ördekleri, kazları düşündü…

Cengiz’e göre köyde yok, yoktu. Her şey vardı ve bir biriyle uyumluydu. Hem yüzen, hem viyaklayan ördekler. Uzun uzun anıran eşekler geldi gözünün önüne. Biner gezerdi. Asla korkmazdı. Diğer çocuklarda binerdi. Eşeklerle yarış düzenlerlerdi… Hayal ettikleri gece rüyasına giriyordu.

***

Cengiz, köye gitmek için hazırlıklara başladı. Köyle ilgili resimleri inceledi. Kitapları karıştırdı. Köy evlerine baktı. Kendilerinin kaldığı eve benzemiyordu. Alışacaktı. Hepsini ezberledi.

Gördüklerinin çoğunu annesi anlatmıştı. Sadece gidip onları yaşamak kalıyordu.

Gün geldi çattı. Bir gün sonra yolcuydular. Eli boş köye gidilmezdi. Bizim örfümüzde, âdetimizde, geleneğimizde göreneğimizde olmazsa olmazlardandır. Gittiği yere hediyeler götürmek. Çam sakızı çoban armağanı olmalı. Üçü birlikte alış verişe çıktılar. Önce Cengiz için bir şeyler baktılar. Köyde sıkı giyinmeliydi. Köy havası belli olmazdı. Bir yağar hava buz gibi olurdu. Bir bakarsın sıcak insanın başına geçerdi. Giyecekleri çok olmalıydı. Sonra anneannesi, dedesi için hediyelikler baktılar. Bir kaç parça fazladan aldılar. Hepsi güzel şeylerdi aldıklarının. Eve geldiklerinde annesi orta yere serdi hepsini.Tıpkı fotoğrafları serdiği gibi. Ayrı ayrı paketledi. Onu alalım, bunu alalım dedikçe almışlardı. Valiz doldu.

Sabah yola çıkacaklardı.

Cengiz’in istediği bir şey vardı. Annesi, babası onu götürmese yalnız gönderseydi. Böylece büyümüş gelişmiş olduğunu köyde, herkes görecekti. Köye tek başına gelmiş olmanın havası başkaydı. Hem de yakın bir yerden değil. Almanya’dan tek başına gelmiş olmak acayip havalı olurdu. Ama yok. Birlikte gideceklerdi.

Şimdi işler çok kolaydı. Geçiyorsun bilgisayarın başına, istediğin ulaşım aracının biletini alıyorsun. Uçaksa uçak, trense tren. Babası da öyle yaptı. Geçti bilgisayarın başına. İki tık tık yaptı. Her şey istediği gibiydi. Oturduğu yerden biletlerini aldı. Birlikte gidecek ve döneceklerdi.

Cengiz bu yaz köylüydü. Salih Dede’siyle, anneannesiyle kalacaktı.  Eğer bir aksilik olursa, haber verirlerdi. Babası biletini alırdı. Cengiz de gittiği gibi dönerdi. Geriye bari tek dönebilseydi. Birlikte gitmelerinin biricik sebebi, annesi de, kendi annesi ve babasını özlemişti. Özlem giderecekti. Resimlere bakıp öptüğü yüzleri gerçekten öpecekti. Cengiz’in annesi. “Annemi, babamı göreceğim,” diye heyecanlanıyordu.

*

Hava alanı kalabalıktı. Sürekli anons geçiliyordu. “…Uçağı indi. Almanya, İstanbul uçağı, on beş dakika rötarlı kalkacak. Sayın yolcular, uçağınız hava alanına inmiştir…”

Kalabalığı karıştılar. Asiye Hanım ne zaman uçağa binse korkuyordu. Bir türlü uçak yolculuğuna alışamamıştı. Yapacak bir şey, yoktu. Zorunlu olarak,  korkuyla uçağa biniyordu.

*

Yolculuk güzeldi. Hiç bir aksilik yaşamadılar. Hiç korkmadı havada olmaktan. Doya doya baktı yeryüzüne. Uçak yolculuğu en güvenli yolculuktu. Doyasıya seyretti üzerinden geçtiği yerleri. İlk defa binmişti uçağa. Ama korkusu yoktu.

Otobüs tıklım tıklımdı. İçerisi sıcacıktı. Ter kokusu yayıldı. Terlediler. Yoruldular. Önce uçak, sonra otobüs, sonra minibüs derken iki günde anneannesinin, dedesinin köylerine vardılar.

Komşu ziyaretiydi. Gelen misafirlerdi. Zaman çabuk geçti. Anne, babasının dönme zamanı geldi. Yarın gideceklerdi. Cengiz yalnız başına kalacaktı. Balkonda otururken, Asiye hanım oğluna son öğütlerini yaptı.

“Bak oğlum,” dedi. Salih Dede’ni ve Mah Sultan nineni sakın üzme. Üzmesin biliyorum. Benimki ana yüreği hep merak eder dururum…”

Sabah, Asiye Hanımla Bilal Bey,  yolcuydu. Almanya onları bekliyordu. İkinci vatanlarıydı. Türkiye kadar olmasa da seviyorlardı ikinci vatanlarını.

“Çocuk size emanet,” deyip geldiği gibi kaybolup gittiler. Cengiz emin ellerdeydi. Merak edilecek bir durum yoktu. Sadece ana yüreği yufkaydı. Yaş dökmeden duramadı annesi.

***

Artık Cengiz, dedesinin yanındaydı.   Gözünü şehirde açmıştı. Almanya’nın değişik yerlerini tanımış, kendi başına bisikletine binip birçok yeri gezip, görmüştü. Köy öyle değildi. Bisikleti de yoktu.Son aldığı on sekiz vitesli bisikletini bırakarak gelmişti. Öğrenmek için sorması gerekiyordu. O da sürekli sordu.

“Bu nedir? Bu neye yarar…?”

Konuşmaya yeni başlayan bebeği andırıyordu soruları. Yabancıydı.

Anneannesi onu alıp çevreyi gezdirdi. Buna ihtiyacı vardı.İyi oldu gezdirmesi.Her şeyi iyice anlattı. Canı sıkıldığında çıkıp dolaşabileceğini, yeni arkadaşlarla tanışabileceğini söyledi.

Gözlerini dört açtı. Dikkatinden kaçan olmadı. Bir fotoğraf makinesi gibi gördüklerini kaydetti. Çevreyi iyice tanımaya çalıştı. Şimdi bilgi depoluyordu. Dönünce neler anlatacaktı. Kim bilir.

Köyde ilk arkadaşı anneannesiydi. Şimdilik ikisi birlikteydi. Sonra dedesiyle anlaşmaya başladı. Etrafı giderek genişliyordu.

Gezmeyi tamamlayıp eve döndüklerinde, gölgeleri boylarının yedi sekiz katına çıktı. Akşam yakındı. Soğuk rüzgâr yüzlerine çarptı.  Yorulmuşlardı. Evin yanındaki tepenin yanın gelince, dinlenmek için oturdular. Anneannesi ayaklarını uzattı. Cengiz yanına çömeldi. Toprak sıcacıktı. Güneş kızdırmıştı.

Gözlerini gezdirdi çevresinde. Bütün her yer ormandı. Koyu yeşil ormanın görüntüsü etrafa hâkimdi. Orman tıpkı büyük bir deniz gibiydi. Kısaca burası bir orman deniziydi. Gökyüzünde kuş sürüsü göründü. Ormanın üzerinde uçuyorlardı. Kavis çizerek kafalarının üzerinden geçtiler. Gözleriyle takip etti. Gökyüzünde, giderek küçüldü sonra kayboldular. Tepelerin arkasında gözden çıktılar. Anneanne bu görüntülere alışıktı. Hep olurdu. Kuşların rüzgârla dansıydı. Kuşlar eğleniyordu. Dikkatini çekmedi ilgisizdi. Fakat, Cengiz dehşet içindeydi. Kuşlar daha kalabalık geri döndüler. İçlerinden biri geldi. Cengiz’le anneannesinin oturduğu yerin üzerin de uzun süre kanat çırpıp olduğu yerde bekledi. Görünmez bir kuvvet sanki o kuşu getirip onların üstüne asmıştı. Olduğu yerde dakikalarca kanat çırptı.

Anneannesi, başını kaldırdı. Cengiz de aynısını yapınca:

“Bunun adı yağmur kuşudur. Nerede durur, kanat çırparsa oraya mutlak yağmur yağar. Bakma şimdi bulutların olmamasına. Bir bakarsın aniden her yer kapkaranlık olur. Siyah bulutlar yığılır üstümüze. Tıpkı şu karşıda gördüğün gibi kara bulutlar. Rüzgârın soğukluğuna bakılırsa yağmur yağacak bu gece. Kesin evimizin olduğu yere yağmur yağacak,” dedi.

Sonra bir başka kuş sürüsü yaklaştı havadan. Anneannesi:

“Bunlar kuş değil,”dedi. “Bunlar yarasalardır. Bu gördüğün ormanın içinde ıssız mağaralar var. Gündüz o mağaralarda yaşarlar, gece olunca sürüler halinde çıkıp dolaşırlar. Bak yine çıkmışlar. Bu gün erkenciler. Yağmur yağacağı zamanlarda erken çıkarlar. Bunların çıkışı da yağmurun yağacağına işarettir.”

“Biliyorum,”dedi Cengiz.

“Mağaraları mı, dedi?” Anneannesi.

“Hayır, anneanne. Mağaraları değil. Yarasaları biliyorum, dedim. Yarasaların gözleri yoktur. Onlar burunlarının ucundaki tüylere göre yol bulurlar, biliyor muydun,” dedi.

“Bak, bunu bilmiyordum.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Hikaye-Öykü
  • Kitap AdıOrmandaki Kulübe
  • Sayfa Sayısı96
  • Yazarİsmet Aci
  • ISBN9786054532346
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviÖzlem Yayınevi / 2013

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Mahallenin Çocukları ~ İsmet AciMahallenin Çocukları

    Mahallenin Çocukları

    İsmet Aci

    Bir gün üç arkadaş, köyün içinden akıp giden dereye yüzmeye gittik. O kadar balık vardı ki, balıklarla birlikte yüzdük… Biz oyun oynarken evden koşarak...

  2. Adsız Sokak Çocukları ~ İsmet AciAdsız Sokak Çocukları

    Adsız Sokak Çocukları

    İsmet Aci

    Doğum günümü hiç kutlanmadı ki, kaç yaşında olduğumu bileyim. Sadece ben, senin yaşındayken, o zaman on iki veya on üç yaşında ancak olurdum.  Yaptığım...

  3. Ustanın Çocukları ~ İsmet AciUstanın Çocukları

    Ustanın Çocukları

    İsmet Aci

    İki kardeşin de birer kuş yuvası ve yuvalarında serçenin tüysüz yavruları vardı. Yuvanın başına gittiklerinde eğer kuşların gözleri kapalıysa ıslık çalarak ağızlarını açtırırlardı. Kendilerine...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur