Orhan Duru’nun beşinci öykü kitabı “Şişe”…
“Şişe”, klasik öykünün kalıplarını bozarak başka bir anlatı dili geliştiren 1950 Kuşağı’nın ele avuca sığmaz yazarı Orhan Duru’nun ayrıksı kitaplarından biri. Orhan Duru sözü kırk parçaya bölerek düşün gerçeğini, saçmanın anlamını, umutsuzluğun neşesini yaratıyor.
İlk baskısı 1989’da Ada Yayınları tarafından yapılan “Şişe” için şöyle denmişti: “Tüm deliler buraya toplanıyor ve birbirini buluyor galiba…” diye bir cümle düşen Orhan Duru’nun, yıllar boyu yazıp “şişelediği” yedi öykü yer alıyor bu kitapta. “Fantastik, humoristik ve sismik…” yedi öykü. Sözcüklerin simyasından anlayanların kahkahalar atarak, tarih meraklılarının ise gözlüklerini takarak okuyacakları son yılların azgın enflasyonundan etkilenmemiş ender, saf ve eşsiz öyküler bunlar.
“Güncelin dışına çıkınca işin içine duygular karışıyor, romantikleşiyorsunuz. Soyutluyorsunuz kendinizi giderek. Niye yapayım bunu? Güncel bir gerçekçiyim ben.”
*
İkonoklast
Kozmik etkiler tüm bunlar. Kosmos, uzay, acun ve evrenin derinliklerinden kendi ağlarını örerek, gizli kaynaklardan çıkarak gelen uzantılar, ışınlar, radyo dalgaları, manyetik iletişim birimleri, yüce ve ulu bir yaratığın ya da yaratıcının fısıltıları, takımyıldızların parazitleri, yapay uyduların duyargaları… Doğal olarak çözülmeyen uzay şifreleri de katılıyor buna; güneş ve aylar, novalar, süpernovalar, samanyolu, sarmal Andromeda galaksisi, Herkül yıldızına doğru kesin ve emin adımlarla ilerleyiş, devinim ve matematik düzen, pulsarlar ve quasarlar, milyar ışık yılları, eonlar ötesinden esintilerin ortamında sırt üstü uzanıp gökyüzüne bakınca, bir büyük bilinmezin içine düşüyormuş gibi oluyor insan, bu kuru ve açık gecede… Burçlar beliriyor ve yok oluyor ağır çekimle birbiri ardından, sanki bir planetarium’da gibi. Yay Burcu, Oğlak Burcu, İkizler ve Yengeç, sonra bilgisayarlı yıldız falı, bakla falı ve dökülmüş kurşunun oluşturduğu gizemli biçimler… Ayışığının soğuk aydınlığında uzakta belirsiz adalar: Tuğla Adası, Keçi Adası, Çatal Ada ve beyaz yelkenli bir tekne, kıpırtısız.
Birden uyandı. Dipdiri bir uyanış bu, uyku sersemliğinden ve bilinçaltının bulutlarından uzakta. Gövdesindeki egemen olamadığı mekanizmalar, kimyasal işlemler belli bir zaman aralığında uyku denilen dinlenme dönemini bitirmiş ve yeniden dirilmenin kararını vermiş gibi. Ya da başka bir etken uyandırdı onu. Sivrisinekler olabilir. Yeniden saldırıya geçtiler ince vızıltılarıyla karanlıkta acımasız. Ellerinde ve ayaklarında kaşıntı ve şişlikler var şimdiden. Seviyorlar onu çıkardığı koku ya da salgılar nedeniyle. Uyandıran bu olmalı. Bu kadar yıldan ve uzak çöllerde çalışmalardan sonra gene sıtma, uyku ya da fil hastalığı. Üretiyor doğa, pislik ve artıklar yanında, her çeşit böcek, örümcek, akrep, sinek, karafatma ve kırkayak…
Bir rahatlık içindeydi, mutluluk ya da boşalmışlık duygusuyla. Biraz da övünç. Gül yatıyordu yanında küçük göğüsleri ve kocaman kalçalarıyla. Daha önce kestane rengi saçları, hafif çekik gözleri, çıkık yanakları, dolgun dudaklarıyla karşılaştığında, kentin insanı sürekli uyarıcı nitelikteki kalabalığı arasında, birdenbire sarmaş dolaş olmuşlardı kahkahalarla gülerek, birbirlerine anlamsız öyküler anlatarak ve niye birbirlerini istediklerini bilerek. Yumuşak ak teninin altındaki uzunca adalelerini duyar gibi oluyordu yeniden. Sonra gecenin bu saatinde, (Hangi saatinde?) o kadar geç değil, bir yabancılaşma duydu Gül’e. Sivrisinekler yarattı belki de bu uzaklaşmayı ve ayrımı. Aldırmıyordu böcekler Gül’e… Onları çeken bir koku, bir kimyasal bileşik ya da bir hormon yoktu onda. İşte belirli bir farklılık. Çıkarıp kolonya döktü sokulan yerlerine. Böylece kaşıntıyı giderir gibi oldu. Ama vızıltılar kesilmiyordu bir türlü. Gül’e sarıldı ama hemen ayrıldı. Her yeri ter içindeydi ve yapış yapış.
Kalkıp taş avluya çıktı. Çıplak ayaklarında duydu taşların gündüzden kalan sıcaklığını. Eski kuyudan su çekerek boşalttı kafasından aşağı birden soluksuz kalarak suyun toprağın derinliklerinden gelen serinliğinde. “İnildikçe ısı artmaz mı, dünyanın merkezinin eriyik olduğunu söylemezler mi?” diye sordu kendi kendine… İkinci ve üçüncü kova sular izledi bunu, ürperinceye dek. Bir diskoteğin gürültüleri geliyordu uzaklardan Afrika’da safariye gidiyormuş ya da bir yürek atıyormuş gibi; güm güm güm ve dum dum dum…
Öyle dikildi kaldı bir süre ne yapacağını bilmeden ve geçirdi ayaklarına pantolonunu, sırtına gömleğini, eteklerini kabaca sokarak ve düğmelerini iliklemeden, ıslak ıslak.. Yaşam sürüyordu kentte, tarihi yapılar, tapınaklar, kuleler ve büyük şato aydınlatılmıştı pırıl pırıl ışıldaklarla.
Ardına bile bakmadan uzaklaştı.
“Evet Murat” dedi Ayşim Hanım, şişmanca ve tombalak, sürekli yeni koca peşinde koşan ve belki de o sırada yanında oturan kişiyi gözüne kestiren.
“Evet” dedi yeniden. Yanındaki kişiyi göstererek, “Bu arkadaşım Gazanfer.. Ressam, biliyorsunuz. Hayranlarınızdanız, sanatının elbette. Sanat ve insan ne kadar birbirinden farklı şeyler. Şimdi burada bir sergi açmak üzere hazırlanıyoruz. Hemen yarın… Büyük bir başarıyla bu sergiyi gerçekleştireceğiz. Böylece kent bir sanat ektinliğine kavuşmuş olacak… Buna büyük gereksinim var. Herkese resimler satacağız büyük paralarla.. Ben de doğal olarak komisyonumu alacağım. Bu hakkım benim. Burası belki bir galeri sayılmaz ama herkesin toplandığı bir köşe. Seçkin dostlarımızın uğradığı bir yer. Duvarlar tablolarla donanacak. Bir açılış yapacağız bu sergiye. Siz de çağrılısınız bu açılışa. Mutlaka bekliyoruz. Gazanfer’in tablolarını beğeneceksiniz…”
Murat “Ne geveze kadın” diye düşündü ve hemen özledi Gül’ü tüm bu saçmalıklardan uzak ve doyurucu. Ama dönemezdi şu anda belki de hiç dönmek istemiyordu anlık ve vahşi birleşmelerinden sonra. Ayşim’e baktı uzun boylu anlamsız gözlerle. İstemediği şeyleri söylemek durumundaydı. Yoktu başka seçeneği. “Hep istemediğim şeyleri yapmak zorunda kalıyorum” diye söylendi kendi kendine ve biraz da dışa karşı göstererek bu hoşnutsuzluğunu. Gene de gülümsedi isteksizce Ayşim ve Gazanfer’e:
“Ne kadar güzel girişim bu kentte bir sergi açmak.. Yeteri kadar ilgilenen var mı resim sanatıyla ve tablolarla? Örneğin Gazanfer’in tablolarını biliyorum arkadaş ve tanıdıklarımdan. Kendisini ilk kez görmekten mutluyum. Belki de sokaklarda dolaşırken gördüm. İki olayı birleştirmiş değilim. Bir yanda Gazanfer ve bir yanda tabloları. Şimdi ikisi bir araya geliyor. Gene de güçlükleri var gibi geliyor bu sorunun. Yani parasal durum.”
Gazanfer kıpırdadı bu sözler üzerine ve içkisinden bir yudum alarak ve bir kolunu Ayşim’in boynundan geçirerek konuştu ciddiyetle:
Gazanfer’in konuşması:
“Bakın ben yıllarca Paris’te süründüm. Lokantalarda çalıştım. Kapıcılık yaptım. Kâğıt topladım. Sonunda bir atölyem bile oldu. Sergiler açtım, başarısız. Ama biliyorsunuz artık Paris’in modası geçti. Şimdi resim merkezi New York. Herkes oraya taşınıyor. Ben bile uzandım bir talihimi deneyim diye. Şimdi bir tablom var. Gugenheim’da. Hepsi bu. Bunlar hep boşuna. Ya tümden uluslararası olacaksınız ya da kaynaklarınıza döneceksiniz. Yani yurda. Parasal olanaklar da var burada, ününüz de var. Şimdi her şeyi başka bir gözle görüyorum. Paris ve New York deneylerim pek çok şey kazandırdı bana, kuşku yok. Bu arada acımasız bir biçimde kıran kırana uğraş vermeyi de öğrendim, yaşamla didişmeyi. Burada
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıŞişe
- Sayfa Sayısı80
- YazarOrhan Duru
- ISBN9789750851162
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Gerçeği İnciten Papağan ~ Sadık Yalsızuçanlar
Gerçeği İnciten Papağan
Sadık Yalsızuçanlar
Hayalini ele al, benimle gel dedi Yeşil Gözlü Adam. Papağan, Önce yolu betimleyin. dedi, Önce kuşatın, sonra betimleyin. İşte dedi Yeşil Gözlü Adam, onu...
- Alemdağ’da Var Bir Yılan ~ Sait Faik Abasıyanık
Alemdağ’da Var Bir Yılan
Sait Faik Abasıyanık
“İşte karşı karşıyasın. Haydi bakalım. Söyle söyleyeceğini. De diyeceğini. Dinler de. Tatlı tatlı dinler de. Sevgiden söz aç. Ne çıkar; o seni anlarsa değil,...
- Üç Örnek Öykü ve Bir Önsöz ~ Miguel de Unamuno
Üç Örnek Öykü ve Bir Önsöz
Miguel de Unamuno
1898 kuşağının en güçlü kalemlerinden Miguel de Unamuno’nun felsefesinin ve yazınının timsali olarak görülebilecek Üç Örnek Öykü ve Bir Önsöz’de dönüm noktasındaki İspanya’ya gökten...