- Ankara’da bir generali kaçırma planını “Anayasa Mehmet” nasıl bozdu?
- Cezaevinde görevli komutan ile tutuklu kız arasındaki aşkın sonunda ne oldu?
- “Kızıl siyasi iktidar” için niçin Siverek ve Tunceli merkez seçildi?
- “Devrim nikâhı” niçin yapılıyor, bu yolla neler gizleniyordu?
- Bildirileri yazmak için hangi üniversitenin daktiloları çalındı?
- Bakanlara, Kürtçülük ideolojisiyle asi kitle oluşturuluyor uyarısı nerede yapıldı?
- Asker, komünizmi nasıl kötülüyor, hangi örnekleri veriyordu?
- Erbakan’ın Başbakan olacağı 23 yıl önce bakanlara nasıl anlatıldı?
- Bakanlar Kurulu’na sunulan “Çok gizli – Devlet Brifingine” Kadir Mısırlıoğlu nasıl girdi?
- “Sol bir sel gibi akıp gider. Sağ ovayı bir defa bastı mı bataklık haline getirir” sözü niçin söylendi?
Gazeteci-Yazar Saygı Öztürk, Örgüt Pazarı’nda 70’li yılların Türkiyesi’nde döşenmeye başlanan taşlarla bugüne uzanan siyasi iklimin perde arkasını gözler önüne seriyor.
İçindekiler
Önsöz………………………………………………………………………………….7
1/ Genelkurmay’ı ayağa kaldıran istihbarat……………………..11
2/ Siyah naylon torbadan gün ışığına……………………………….18
3/ Yeni kadrolar……………………………………………………………….64
4/ Operasyon……………………………………………………………………82
5/ Beyazlar ve Kırmızılar………………………………………………….87
6/ Kıvılcımistler………………………………………………………………131
7/ Eski tüfekler……………………………………………………………….137
8/ Her şeyi ve herkesi eleştiren örgüt: “İlkesizler”………….141
9/ Sabotajlar……………………………………………………………………148
10/ Ankara’da yeni bir örgüt ………………………………………….154
11/ Kürtçülük …………………………………………………………………160
12/ Birleşik Cephe…………………………………………………………..183
13/ Yarım asırlık mazi…………………………………………………….202
14/ Kitap yasağı ……………………………………………………………..204
15/ Türkiye’de aşırı sağ akımlar……………………………………..224
16/ Siyasi Partiler……………………………………………………………235
17/ Sıkıyönetim Mahkemeleri…………………………………………248
18/ Devlet Güvenlik Mahkemeleri………………………………….254
Sonsöz …………………………………………………………………………….264
Önsöz
Saygı Öztürk bir gazeteci. Pek çok meslektaşımız ense yaparken, maaşını düzenli alıyorsa mutlu olurken, Saygı’nın haber peşinde gece gündüz nasıl koştuğunu en yakından izleyenlerden biriyim. Hem Hürriyet’te birlikte çalıştık hem de şimdi Sözcü’de birlikteyiz. Kısacası, Saygı bıkmak, yorulmak bilmeyen bir gazetecidir. Bundan önce Devletin Derinliklerinde, Kırcı/5-6-2 Tamam Reis, Madalyalı Mahkûm, İsmet Paşa’nın Kürt Raporu, Apo Olayının Perde Arkası, Belgelerle Ergenekon, 33 Kurşun, Ölüm Kuyuları, Sınır Ötesi Savaşın Kurmay Günlüğü, Taşeron Mesih, Son Babalar, MGK, Okyanus Ötesindeki Vaiz, Kırmızı Klasör, Belgelerle 28 Şubat, Balyozda Kumpas, Kod Adı Mürted, Kripto Üçgeni, Hayalet İmam, Menzil, Alaattin Çakıcı, Vali Bey ve Cehennemi Yaşadım kitaplarını yazdı. Hepsi belgesel, hepsi araştırmalara dayalı kitaplar… ve Örgüt Pazarı adlı bu kitabıyla yine karşınızda. Dolayısıyla, ben de Saygı’nın “Kadrolu önsöz yazarı” kimliğimle yine karşınızdayım! Bu kitap gerçekten çok ilginç.
Türkiye’nin nerelerden nerelere geldiği çok önemli ve bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış bir brifing raporuyla anlatılıyor. Genelkurmay Başkanlığı tarafından Haziran 1973’te Bakanlar Kurulu’na verilen “Çok Gizli” kayıtlı “Devlet Brifingi”nin belgesi. Başlığı “Türkiye’de Yıkıcı Faaliyetler.” Ülkemizin o yıllardaki durumunu kısaca anımsayalım. Bugünkü “Terörist” sözcüğü o sırada “Anarşist” olarak geçiyor. Türkiye anarşi olaylarıyla çalkalanırken komutanlar tarafından 12 Mart Muhtırası veriliyor ve Demirel hükümeti istifa etmek zorunda kalıyor. Ancak olaylar durulmuyor. Her gün yeni cinayetler işleniyor ve günün birinde, işte bu kitabın tümünü oluşturan Genelkurmay brifingi Bakanlar Kurulu’na veriliyor… Ve yıllardır özenle sakladığı bir nüshası da bir süre sonra Saygı’nın eline geçiyor. Olayların sonrasını hepimiz biliyoruz. Olaylar durulmuyor ve nokta 12 Eylül 1980 darbesiyle koyuluyor.
Bu brifing metni çok ilginç. Türkiye’nin bir numaralı düşmanı olarak komünizmi gösteriyor. Hemen önsözünde şu cümle yer alıyor: “Komünizm ilkel bir rejimdir… İlkel insan topluluklarında olduğu gibi vahşete dayanan bir rejimdir…” Yani askerler komünizm ve sola bindirdikçe bindiriyor, nasıl bir zavallı, kan akıtan rejim olduğunu Türkiye’deki olaylardan yola çıkarak anlatıyor. Belgede bütün gizli ve açık örgütler anlatılıyor, isimler veriliyor. Anarşistlerin isimleri tek tek sıralanıyor. Aradan onca yıl geçti, o sıralanan isimlerin bir bölümü bugün de hayatta. Bazıları milletvekiliydi, bazıları Silivri’de hapis yattı. Ertuğrul Kürkçü, Doğu Perinçek, Sarp Kuray gibi… Bazıları korktu ve döndü!.. Halil Berktay gibi. Bazıları öldü, idam edildi… Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Mahir Çayan, Mihri Belli gibi… Bunlar brifing kitabında fotoğrafları olanlar.
Peki başka hangi zararlı akımlar var Türkiye’nin önünde? Örneğin şeriatçılık var mı? Evet, birkaç örgüt ismi sayılıyor. İçlerinde Hizb-üt Tahrir, Rabıta, Komünizmle Mücadele Derneği, İlim Yayma Cemiyeti, Mücadele Birliği var da, bilinen isimler pek yer almıyor. Artık onlar kalmadı! Günümüzde onların yerini malı götüren şeriatçı dernekler aldı! Sadece siyasi partiler bölümünde Necmettin Erbakan’ın adı geçiyor. Bunları brifing kitabının arka sayfalarında yer alan şema ve fotoğraflardan görüyoruz. Fethullah Gülen o yıllarda henüz piyasada değil. Gün gelip şeriatçıların ülkemizde iktidar olacağını o günlerde rüyada görsek hayra yormazdık. Şeriat tehlikesinin o günlerde ciddiye alınmadığını raporda açıkça görüyoruz.
Gelelim Kürtçülük olayına. Sonraki yıllarda başımıza bela olan Kürtçülük!.. O sırada PKK yok, Abdullah Öcalan yok. Ancak devlet brifingi kitabında Kürtçülük olayına biraz önem veriliyor. Sonrasında olacakların o günlerden tahmin edildiği anlaşılıyor. Kürtçülerin o günkü istekleri neyse, bugün de aynı. Artık bu konuda çaresiz kalan devletin bile İmralı’da pazarlık masasına oturduğu süreci, böyle bir rezaleti yaşamaktan utanıyoruz. Ama o dönemde esas hedef sol örgütler ve komünizm. Kürtçülerden fotoğrafları verilenler arasında Şerafettin Elçi, Kemal Burkay, Musa Anter ve başkaları var.
Saygı Öztürk çok ilginç bir devlet belgesini ele geçirmiş, kitap yapmış. Bu belge aslında geçmiş yılların bir aynası. O gün neler oluyormuş, anarşi ile mücadele zihniyeti nasılmış, bugün neler oluyor!.. Nereden nereye geldiğimizin kısa bir özeti… Gerçek tablo şöyle: Muhtıralar ve darbeler sonrasında komünizm ve sol ezilmiş, neredeyse yok edilmiş. Ancak Kürtçülük hortlamış. Devlet Kürtçülük karşısında teslim bayrağını çekmiş. Sadece Kürtçülük değil, şeriatçılık da hortlamış ve üstelik iktidar olmayı başarmış. Bu gizli devlet brifingi bizi geçmiş yıllara götürüyor, unuttuğumuz olayları ve kişileri –doğru veya yanlış– gözler önüne seriyor. Saygı yine güzel bir iş yapmış. Onun kadrolu önsöz yazarı olarak bana da “Ellerine sağlık” demek düşüyor.
1. Bölüm
Genelkurmay’ı ayağa kaldıran istihbarat
“Bir orgeneral kaçırılacak” Komutan, masasına gelen “istihbarat notları”nı inceliyordu. Özel kalemde görevli komutan, “Çakır’ın getirdiği önemli bir bilgi var komutanım” dedi. Dosyanın içinde yarım sayfalık bir not vardı. Komutan, okuma gözlüğünü düzeltti ve “Konu: Suikast” bölümünü görünce, “Kime?” diye söylendi. Özel kalem görevlisi sesini çıkarmadı. Notu hızla okuyordu:
Konu: Suikast yapılacağı.
Kim: İllegal örgüt.
Nerede: Ankara.
Ne zaman: İdamlardan önce.
Niçin: İdamları durdurmak için.
Nasıl: Kaçırma veya tarama.
Ne yapacak: İdamların (Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan) durdurulması için, yüksek rütbeli (Orgeneral) kaçırılması, rehin alınması veya suikast yapılması hususunda güvenilir kaynaklardan duyum alınmıştır. Bilgilerinize arz ederim. Komutan alışıktı bu tür duyumlara. Bu tür notları yazanlar için, “Adam oturduğu yerde, ‘olsa olsa böyle olur. Ben yazayım da,olursa ben daha önce uyarmıştım’ der. Olmazsa da, ‘haber kaynağım yanlış bilgi verdi’ der ve konu kapanır. Bu da onlardan biri” diye düşündü. Masasında bulunan Saatli Maarif takvimine baktı. 7 Mart 1972 tarihini gösteriyordu. Komutan “ne olur ne olmaz” diye düşündü ve bu bilginin ilgili birimlere dağıtımını istedi. Orgeneral rütbesindeki komutanlara da ayrıca “bilgi sunulması” talimatını verdi.
Mart ayında komutanların gidiş-gelişlerinde resmi görevlilerin yanı sıra sivil ekipler de görevlendirilmişti. Genelkurmay Başkanlığı, Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri ile Jandarma Genel Komutanlığı karargâhlarının çevresinde de önlem alınmıştı. Sivil giydirilen, saçlarının uzatılmasına izin verilen askerler bu binaların çevresinde sade vatandaş gibi dolaşıyor, şüpheli bir durum olup olmadığına bakıyorlardı. Ancak, “Çakır”dan gelen istihbaratı doğrulayacak yeni bilgi de yoktu. Önlemler yavaş yavaş azaltıldı ve komutanların koruma düzeni Mayıs ayında eski haline döndü. Komutanı bağlamak için ip getirmişlerdi “Çakır”ın verdiği önemli duyum “boş” çıkmıştı. “Çakır” kendisine göre o kadar emin bir kaynaktan almıştı ki bu bilgiyi, yanlış çıkabileceğine hiç ihtimal vermiyordu.
Olayı bilen bazı arkadaşları, “Anarşistler ne zaman orgeneral kaçıracak?” diye onu alaya alıyorlardı. O da, böyle iddialı ve önemli duyumunun boş çıkması nedeniyle mahcup olmuştu. Tarih 5 Mayıs 1972. Nenehatun Caddesi’nde oturan Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Kemalettin Eken, evinden çıktı, otomobiline doğru yürümeye başladı. Yaveri Yarbay Adnan Coşkun da yanındaydı. Şoförü “Anayasa Mehmet” koştu, otomobilin kapısını açtı. Şoförüne hep “Anayasa Mehmet” diye hitap ederdi. Böyle söylemek hoşuna da giderdi. Komutanın, şoförüne “Anayasa Mehmet” diye hitap etmesini merak edenlere, “Benim şoförümün cebinden Anayasa eksik olmaz. Anayasa’nın bütün maddelerini, gerekçelerini bilir. O yüzden onun adı Anayasa Mehmet’tir” diyordu. Gerçekten Mehmet Söylemez, yürürlükte olan Anayasa’nın kitapçığını hep yanında taşır ve onun bu durumunu bilenler de artık ona “Anayasa Mehmet” denilmesini hiç yadırgamazlardı. Komutan otomobiline bindi. Kapı önünde iki nöbetçi, komutanın çıkış hazırlığını gördüklerinde bahçenin demir kapısını açmışlardı. Komutanın evinin bulunduğu yer, Ankara’nın hareketli caddelerinden biriydi. Komutanın evini yaklaşık yarım saattir izleyen kişiler de heyecanlıydı. Büyük bir eyleme hazırlandıklarını biliyorlardı. Şu ana kadar bir sorun yaşamamışlardı. Kapıdaki hareketliliği görünce, direksiyondaki kişi, “Çıkıyorlar, harekete geçiyoruz” dedi. Kontağı çevirdi.
Araç çalışmadı. Bir daha çevirdi, bu kez aracı çalıştırdığında rahatladı. Çift yönlü trafiğe açık olan caddede, komutanın her zaman gideceği yönde yolunu kesmeyi planlıyorlardı. Otomobilde, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) militanları Hasan Atakol, Ergun Adaklı, Niyazi Yıldızhan, Sefa Asım Yıldız bulunuyordu. Günlerce bu yoldan, bazen yürüyerek, bazen örgüte ait araçlarla hep aynı saatlerde geçmişlerdi. Komutanın hangi yoldan gittiğini çok iyi biliyorlardı. Bugün de bir değişiklik olacağını beklemiyorlardı. Onlar, kapıya doğru yaklaştığında, komutanın aracı da çıkıyordu. Direksiyonda bulunan “Anayasa Mehmet” ters yönden gelen aracı görünce şaşırdı. Elini onlara doğru, “Ne yapıyorsunuz?” anlamında uzattı. O an, otomobilden inenlerin ellerinde silahları vardı. “Anayasa Mehmet”i durdurmak için ateş etmeye başladılar. Askerler koşarken, bir yandan silahlarını ateşlemeye başladılar. Her taraftan silah sesleri geliyordu. Ortalık karışmıştı. Niyazi Yıldızhan, tam komutanı hedef almıştı. Kendisine doğru yaklaşan askeri fark etti. Komutandan önce askere ateş etti. Kurşun askere isabet etti. Diğer asker, “Komutanım, komutanım bir şey oldu mu?” diye bağırarak, araca doğru koşarken diğer terörist ateş etti ve asker yaralandı.
“Anayasa Mehmet” saldırı durumunda ne yapılacağının eğitimini almıştı. Bu durumda hemen sireni çalıştırması gerekiyordu. Sireni açtı. Silah sesleri ile siren sesi birbirine karışmıştı. Az önce komutanın çıktığını bilen, komutanın evinin arka tarafında bulunan iki nöbetçi de bir şeyler olduğunu anlamışlardı. Onlar koşarak ön tarafa geldiklerinde, iki askerin yerde olduğunu gördüler. Nişan alıp teröristlere ateş etmeye başladılar. Niyazi Yıldızhan, askerlerin ateşi sonucu olay yerinde ölmüştü. Sefa Asım Yıldız yaralıydı. Bir albayın oğlu olan Ergun Adaklı ile Hasan Atakol ise komutanı öldürmek ya da kaçırmak için çabalıyorlardı. Şoförü “Anayasa Mehmet” kolundan yaralanmıştı. Ancak bir an önce komutanı buradan uzaklaştırmak istiyordu. Sireni açık bir biçimde Jandarma Genel Komutanlığı’na geldi. Nöbetçiler, Jandarma Genel Komutanı’nın aracının siren çalarak gelmesi nedeniyle kötü bir şey olduğunu anlamışlardı.
Kapıyı açtıklarında Orgeneral Kemalettin Eken, yaveri Adnan Bey, şoförü “Anayasa Mehmet”i kanlar içinde gördüler. En ağır yarayı şoför almıştı. Ancak o haliyle komutanı yaralı olarak karargâha ulaştırmıştı. Komutan otomobilden indirilirken, çok kan kaybeden şoförü bayılmıştı. Hastaneye götürüldüğünde, üzerini çıkartırlarken, cebinde kana bulanmış Anayasa kitapçığını gördüler. O şoför, daha sonra Devlet Bakanı da olan Ufuk Söylemez’in babasından başkası değildi. Bir orgeneralin kaçırılacağı duyumunu alan ve bunu ilgili makamlara ulaştırdığında, biraz da dalga geçilen “Çakır” haklı çıkmıştı. Hem o kadar haklı çıkmıştı ki, yaralı olarak yakalanan Sefa Asım Yıldız’ın üzerinde komutanı bağlamak için ip çıkmıştı. Bu olay “Çakır”ın yükselmesinin yolunu açtı. O dönemin en büyük para ödülü de ona verildi. Alacağı evin peşinatını o parayla ödedi… Diğer iki eylemci ise Anadol marka otomobille kaçmayı başardılar. Hasan Atakol, kaçak oluğu dönemde Sivas’tan Ankara’ya otobüsle gelirken yakalandı. Ergun Adaklı’dan ise uzun süre haber alınamadı. Yurtdışına kaçtığı sanılıyordu…
Cezaevinden kaçarken, “O duvar bize vız gelir” diye yazdılar Büyükşehirlerde, terörün olmadığı gün yok gibiydi. Sağ ve sol görüşlü birçok öğrenci hayatını kaybediyordu. Ölümler olağan hale gelmişti, çok büyük eylemler olmadıkça, gazetelerde tek sütun haberlerde yerini buluyordu. Operasyonlarda eylemciler yakalanıyor, cezaevlerinde adım atacak yer kalmıyordu. Cezaevlerinden tünel kazıp kaçmak moda olmuştu. Altuğ Taner Akçam ve arkadaşlarının Ankara Ulucanlar Cezaevi’nden kaçışları da büyük yankı uyandırmıştı. Tüneli bulup inceleme yapan görevlilerin gözüne duvara kazınmış şu yazı ilişti: “O duvar, o duvarınız vız gelir bize…” Ankara asayiş birimleri şok olmuştu. Dalga geçer gibi duvara yazılan mesaj ortalığı karıştırmaya yetmişti. O yazının bir rüya üzerine yazıldığı çok sonra anlaşılacaktır.
Altuğ Taner Akçam, rüyasında çamaşır tozu görür. Bunu, siyasi olmayan bir mahkûma anlatır. Mahkûm rüyayı özgürlüğe yorar. Altuğ Taner Akçam, tünel kazma işini bu rüya yorumu üzerine hızlandırır. Kaçış başlar, marangozhaneye geldiklerinde “Duvarlar vız gelir” yazarlar. Adi suçtan tutuklu Muzaffer Erbaş, siyasi suçlu Zeki Şerit, Sadi Güven, Rıza Selman ve gasp suçlusu Zeki Özer, toplam altı kişi kuş olup uçmuşlardır. Böylelikle rüyada görülen beyaz tozun özgürlük anlamına geldiği de doğrulanmış olur. Tünelcilerden, adi suçtan yargılanan Muzaffer Erbaş’ın kardeşi sitelerde kunduracıda çalışıyordu. Muzaffer’e ulaşmak için kardeşini izlemeye aldılar. Ancak o görevlilere, kardeşinin nerede olduğunu bilmediğini söyledi. O, öyle söylüyordu ama onunla ilgili Emniyet birimine telefon eden bir kişi, “Muzaffer’in kardeşi dün yeni ayakkabı aldı. Bu parayı nereden bulmuş?” deyip telefonu kapattı.
Erbaş, Emniyet’e getirildi. Sorguya alınır alınmaz, “Ayakkabı parasını nereden buldun?” diye soruldu. Emniyet’te kötü muamelenin, işkencenin olduğunu biliyordu. Sorgucuları hiç zorlamadan, “Parayı ağabeyim verdi. Kendisi İstanbul’a gitti. İstanbul’da tuttuğu evin adresini de biliyorum” dediğinde, sorgucular da rahatlamıştı. Bu ifade üzerine ekip İstanbul’daki adrese gitti. İstanbul’un varoşlarında, bahçe içindeki müstakil ev, sabaha karşı kontrol altına alındı. Kapıyı çaldıklarında bir bayan korkuyla kapıyı açtı. Polisler evi aradı, ancak Muzaffer yoktu.
Hanıma, “Muzaffer Erbaş nerede?” diye sorduklarında, aldıkları cevap şaşırtıcıydı. Kadın, “O cezaevinde” diyordu, bir daha sorduklarında aynı şeyi tekrarlıyordu. Gerçekten Muzaffer Erbaş o evde kalıyordu. Ancak, bir gün Beyoğlu’na gitmiş, taksiyle eve dönerken, polis kontrol ve çevrimini görmüştü. Üstündeki tabancayı taksinin içine bırakmış, takside başka müşteri olmadığı için polis, Muzaffer Erbaş’ı Cumhuriyet Savcılığı’na teslim etmişti. Mahkeme, Silah Kanunu’na muhalefet suçundan Muzaffer Erbaş’ı tutukladı. Cezaevlerinin durumu öyle belirsizdi ki, bir mahkûmun içeride olup olmadığını öğrenmek bile kamu görevlileri için hayli zordu.
Eşinin bile cezaevinde olduğunu bildiği Muzaffer Erbaş’ın durumuna gelince, görevliler, cezaevine gidip, aradıkları kişinin orada olup olmadığını sordular. Onlara, “Kayıtlarımızda böyle bir mahkûm bulunmamaktadır” denildi. Görevliler, bu kez yeniden aynı eve gidip kadına Muzaffer Erbaş’ın nerede olduğunu sert bir şekilde sordular. Kadın korku içinde, “Vallahi Muzaffer hapishanede” dedi. Tünel kazıp kaçan siyasi mahkûmlara ulaşmak, kaçışla ilgili bilgi almak için Muzaffer önemliydi. Görevliler yeniden cezaevine gitti.
Son 15 gün içinde Silah Kanunu’na muhalefetten cezaevine girenlerin fotoğraflarını tek tek incelediler. Şüphelendikleri fotoğraflarla, ellerindeki Muzaffer’in fotoğraflarını karşılaştırdılar. Olay çözülmüş gibiydi. Muzaffer Erbaş’ı müdüriyete çağırdılar. “Bu ne iştir?” diye sordular. Kaçak olduğu dönemde sahte bir nüfus cüzdanı edindiğini, cezaevine girişi başka isimle yaptığını söyledi. Tünel kazıp kaçan siyasi mahkûmların ise her birinin farklı yerlere gittiklerini anlattı. Kaçaklardan Zeki Şerit bir çatışmada vuruldu. Altuğ Taner Akçam ise Almanya’dan ses verdi. Cezaevinde olduğu sıralar, Devrimci Gençlik dergisindeki yazılarından dolayı hakkında 600-700 yıl hapis cezası isteniyordu. Cezaevinden nasıl kaçtıkları da öğrenilmişti. Gaz ocağının ayaklarını koparıp sivrileştirerek tüneli kazdıkları, toprağın büyük kısmını tuvalet deliğine döktükleri anlaşılmıştı. Altuğ Taner Akçam tünel kazımında yer almamış, kendisine son iki gün içerisinde haber verilmişti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma - İnceleme Terör-Mafya
- Kitap AdıÖrgüt Pazarı
- Sayfa Sayısı288
- YazarSaygı Öztürk
- ISBN9786256666436
- Boyutlar, Kapak13.7 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2024