“Bildiğim kadarıyla bugüne dek önsözle ilgili bir teori ortaya koyan olmadı. Bu ihmalden ötürü kaygılanacak değiliz ne de olsa hepimiz onun az çok ne olduğunu biliyoruz. Önsöz, üzücü çoğunlukta, sofra başı hitabetiyle kasvetli övgünameler arasında gidip gelir; içinde bolca, sorumsuzca boca edilmiş abartı bulunur, kuşkucu okuma bunları türün geleneği olarak kabul eder. Mevcut estetiği gözler önüne seren ve kanıtlamaya çalışan başka önsöz örnekleri de mevcuttur – Wordsworth’ün Lirik Baladlar eserinin ikinci baskısına yazdığı o hafızalardan silinmeyen incelemesi gibi.”
Sadece Borges dünyayı böylesine entelektüel bir titizlikle düşleyebilirdi.
Ian McEwan
İçindekiler
Önsözlerin Önsözü …………………………………………………..13
Almafuerte’de Düzyazı ve Şiir ……………………………………17
Hilario Ascasubi, Paulino Lucero. Aniceto El Gallo.
Santos Vega …………………………………………………………25
Adolfo Bioy Casares, Morel’in Buluşu …………………………..33
Ray Bradbury, Mars Yıllıkları ………………………………………37
Estanislao Del Campo, Fausto …………………………………….41
Thomas Carlyle, Sartor Resartus
[Yamalı Terzi] ……………………………………………………..47
Thomas Carlyle, Kahramanlar, Ralph Waldo Emerson,
Temsilci Adamlar ………………………………………………….49
Carriego’nun Dizeleri ………………………………………………..57
Miguel de Cervantes, Novelas Ejemplares
[Örnek Alınacak Novellalar] ………………………………….61
Wilkie Collins, Aytaşı ………………………………………………..67
Santiago Dabove, La Muerte Y Su Traje
[Ölüm ve Kostümü] …………………………………………….71
Macedonio Fernández …………………………………………………75
Gaucho …………………………………………………………………..89
Alberto Gerchunoff, Retorno A Don Quijote
[Don Quijote’ye Dönüş] ………………………………………95
Edward Gibbon, Páginas De Historia
Y De [Tarihin ve Otobiyografinin Sayfaları] ……………..99
Roberto Godel, Nacimiento Del Fuego
[Ateşten Doğmak] ……………………………………………..109
Carlos M. Grünberg, Mester De Judería
[Yahudi Ozan] …………………………………………………..113
Francis Bret Harte, California Sketches
[California Taslakları] …………………………………………119
Pedro Henríquez Ureña, Obra Crítica
[Eleştiri Yazıları] ………………………………………………..123
José Hernández, Martín Fierro …………………………………..129
Henry James, The Abasement Of Northemores
[Northmore’ların Alçalışı] …………………………………..145
Franz Kafka, Dönüşüm ……………………………………………..149
Norah Lange, La Calle De La Tarde
[Sokaklarda Akşamlar] ………………………………………..153
Lewis Carroll, Bütün Eserleri …………………………………….157
El Matrero ……………………………………………………………..163
Herman Melville, Kâtip Bartleby ……………………………….169
Francisco De Quevedo, Düzyazı ve Şiirleri …………………..173
Attilio Rossi, Buenos Aires En Tinta China,
[Çini Mürekkebiyle Buenos Aires] ………………………..183
Domingo F. Sarmiento, Recuerdos De Provincia,
[Taşra Hatıraları] ……………………………………………….187
Domingo F. Sarmiento, Facundo ………………………………..195
Marcel Schwob, La Croisade Des Enfants,
[Çocukların Haçlı Seferleri] …………………………………203
William Shakespeare, Macbeth ………………………………….207
William Shand, Ferment …………………………………………..215
Olaf Stapledon, Star Maker ………………………………………219
Emanuel Swedenborg, Mystical Works,
[Mistik Eserler] ………………………………………………….223
Paul Valéry, Le Cimetière marin
[Deniz Kenarındaki Mezarlık] ……………………………..237
María Esther Vázquez, Los Nombres De La Muerte,
[Ölümün İsimleri] ……………………………………………..243
Walt Whitman, Çimen Yaprakları ………………………………247
Önsözlerin Önsözü
Önsözlerin Önsözü tabirinin Neşideler Neşidesi (Luis de León’un yazdığı şekliyle) Gecelerin Gecesi ya da Kralların Kralı gibi Eski Ahit diline özgü üstünlük belirten bir ifade olmadığını açıklamama gerek var mı bilmem. Bu yazdığım, Torres Agüero Yayınevi’nin seçtiği, 1923 ila 1974 yılları arasında kaleme alınmış muhtelif önsözlere dair birkaç sayfalık bir sunuş sadece. Diğerlerinden bir kademe üste çıkmış bir önsöz diyelim biz buna. 1926 civarı bir gaf yaparak adını anımsamak bile istemediğim bir deneme kitabı yazdım; Valery Larbaud, belki de ortak dostumuz Güiraldes’i memnun etmek için kitabın konularının çeşitliliğini övmüş, bu özelliğin ancak Güney Amerikalı yazarlara has olduğunu belirtmişti. Bu gerçeğin bazı tarihsel dayanakları var. Malum, Tucuman Kongresi’nde1 artık İspanyol olmayı bırakma kararı almıştık: Görevimiz tıpkı Amerika Birleşik Devletleri gibi farklı bir gelenek yaratmak üzere kolları sıvamaktı. Bu geleneği bağımızı kopardığımız ülkede bulmaya çalışmak aleni bir kavram kargaşasına yol açabilirdi; hayalî bir yerli kültüründe aramaksa imkânsız olduğu kadar saçma kaçardı. Biz de kaçınılmaz biçimde Avrupa’yı seçtik, özellikle de Fransa’yı (Bizzat Amerikalı olan Edgar Allan Poe da bize Baudelaire ve Mallarmé aracılığıyla ulaşmıştı). Kan ve dil öğelerini bağlamın dışında tutarsak –ki bunlar da aynı zamanda geleneğe dahildi– Fransa’nın üzerimizde başka ülkelerle kıyaslanamayacak derinlikte etkisi oldu. Max Henríquez Ureña’ya göre iki başkenti México ve Buenos Aires olan modernizm, İspanyolcayı ortak araç olarak kullanıp muhtelif edebiyatları tazelemişti ve Hugo ya da Verlaine’in olmadığı bir modernizm düşünülemezdi. Bu durum daha sonraları okyanusu aşıp İspanya’nın ünlü şairlerini de etkileyecekti. Çocukluğumda Fransızca bilmemek neredeyse okuma yazma bilmemekle bir tutulurdu. Yıllar içinde Fransızcadan İngilizceye, oradan da cehalete geçiş yaptık, elbette arada İspanyolcayı da atlamadan… Bu kitabı gözden geçirirken, bugün artık epeyce unutulmuş olan başkasına yönelik açık fikirliliği yeniden keşfediyorum. Nazizmin babası Carlyle’ın ateşiyle dumanı, ikinci bir Quijote hayalleri kurmaktan hiç vazgeçmeyen Cervantes’in novellaları, harika Facundo efsanesi, Walt Whitman’ın koca kıtayı kucaklayan o sesi, Valéry’nin hoş söz sanatları, Lewis Carroll’ın düşler âlemine özgü satranç oyunu, Kafka’nın Eleacı ertelemeleri, Swedenborg’un somut semaları, Macbeth’in sesi ve hiddeti, Macedonio Fernández’in güler yüzlü mistiğiyle Almafuerte’nin çaresiz mistiği burada yankılarını buldu. Metinleri tekrar okuyup inceledim fakat malum, insan dünle bugün aynı kişi değil, bu yüzden daha önce yazılanları kâh çürüten kâh doğrulayan bazı son notlar ekledim. Bildiğim kadarıyla bugüne dek önsözle ilgili bir teori ortaya koyan olmadı. Bu ihmalden ötürü kaygılanacak değiliz ne de olsa hepimiz onun az çok ne olduğunu biliyoruz. Önsöz, üzücü çoğunlukta, sofra başı hitabetiyle kasvetli övgünameler arasında gidip gelir; içinde bolca, sorumsuzca boca edilmiş abartı bulunur, kuşkucu okuma bunları türün geleneği olarak kabul eder. Mevcut estetiği gözler önüne seren ve kanıtlamaya çalışan başka önsöz örnekleri de mevcuttur – Wordsworth’ün Lirik Baladlar eserinin ikinci baskısına yazdığı o hafızalardan silinmeyen incelemesi gibi. Montaigne’in dokunaklı, kısa ve öz önsözü hayranlık uyandıran kitabının kendisinden hiç de aşağı kalmaz. Zaman içinde unutulmadan günümüze kadar gelen pek çok eserde önsöz metnin ayrılmaz bir parçasıdır. Binbir Gece Masalları’nda –ya da Burton’ın tabiriyle Bin ve Bir gecenin masalında– her sabah kraliçesinin kellesini uçurmak isteyen kralın hikâyesi de en az ondan sonra gelenler kadar efsanevidir; birbirine Canterbury Hikâyeleri’ni anlatan hacı kafilesinin geçit töreni pek çoklarınca kitabın en canlı hikâyesi olarak değerlendirilmiştir. Elizabeth dönemi sahnelerinde önsöz, oyunun konusunu ilan eden oyuncuya aitti. Epik şiire yapılan geleneksel başvuruları anmak uygun kaçar mı bilmiyorum: Örneğin, Camões’in büyük bir mutlulukla tekrar ettiği Arma virumque cano1 (İnsanlığın ve yiğitliğin şarkısını anlatıyorum):
As Armas, e os Barões assinalados…
Talih yardım ederse önsöz salt masa başı muhabbetine özgü bir alt tür olmaktan çıkarak eleştirinin bir nevi yan türü haline gelir. Uzun yılları ve fikirleri kapsayan benim önsözlerim, lehte ya da aleyhte, ne türde bir yargıyı hak edecek, bilmiyorum. Unutulmuş bu sayfaları gözden geçirirken daha iyi ve özgün başka bir kitap fikri geldi aklıma; olur da bunu hayata geçirmek isteyen birileri çıkarsa diye anlatmak isterim. Bana kalırsa bu fikri gerçekleştirmek için daha maharetli ellere ve beni çoktan terk etmiş sebata ihtiyaç var. Carlyle, 1830’lu yıllarda, Sartor Resartus [Yamalı Terzi] kitabında, sözümona bir Alman profesörün giysilerin felsefesi üzerine kapsamlı bir kitabı olduğunu iddia etmiş, aslında var olmayan bu metni kısmen tercüme etmiş, hatta biraz çekinceyle onun hakkında yorum da yapmıştı. Benim tasarladığım kitap da az çok buna benziyor; var olmayan başka kitaplara yazılmış önsözlerden oluşacak. Bu olası kitaplardan bolca alıntı içerecek. Zahmetli yazından ziyade hayal gücünün aylaklıklarına ya da hoşgörülü diyaloglara daha çok yakışan bazı olay örgüleri vardır, işte o yazılmamış sayfaların maddi olmayan özünü o türde olay örgüleri oluşturacak. Belki de etrafı büyücülerle çevrilmiş, şövalye olduğunu hayal eden zavallı bir adam mı, yoksa zavallı bir adam olmayı düşleyen etrafı büyücülerle çevrilmiş bir şövalye mi olduğuna asla karar veremeyen Quijote’nin ya da Quijano’nun önsözünü yazacağız. Elbette alaycılıktan ya da parodiden sakınmak gerek, anlatılanlar zihnimizin kabul edebileceği ve özlemini duyduğu şeyler olmalı.
J.L.B
Buenos Aires, 26 Kasım 1974
ALMAFUERTE’DE1 DÜZYAZI VE ŞİİR
Her1 pazar evimize gelen Entre Ríos’lu gencin, çalışma odasında, gaz lambasından yayılan mavimtırak ışığın altında, neredeyse bitmek bilmeyen ve kesinlikle anlaşılmaz dizelerden ibaret bir şiiri tirat atarcasına okumasının üstünden yarım asırdan uzun zaman geçti. Babamların bu arkadaşı şairdi, şiirlerinin gözde konusu genellikle mahallenin yoksul insanlarıydı ama o gece bize okuduğu kendi şiiri değildi ve konu da bir biçimde evrensel sayılırdı. Az önce saydığım koşullarla ilgili yanılıyor olabilirim, buna hiç şaşırmam; belki günlerden pazar değil de cumartesiydi, gaz lambasının yerini de çoktan elektrik almıştı. Fakat emin olduğum bir şey varsa, o da bu dizelerin bende yarattığı ani aydınlanma hissidir. O geceye kadar dil benim için salt bir iletişim aracından ibaretti, işaretlerden oluşan gündelik bir mekanizmaydı; oysa Evaristo Carriego’nun ezberden okuduğu Almafuerte’ye ait o dizeler dilin aynı zamanda bir müzik, tutku ve düş olabileceğini de göstermişti. Housman, şiirin kanlı canlı, fiziksel olarak hissedilebilir bir şey olduğunu yazar; ben de bu tuhaf büyülü ateşi ruhumda ilk kez Almafuerte sayesinde hissetmiştim. Farklı şairlerle diller bu durumu sonrasında bulanıklaştırmış ya da silikleştirmiştir; örneğin Whitman Hugo’yu, Yeats Liliencron’u gölgede bırakmış olsa da Guadalquivir ve Ródano kıyılarında duyduğum Almafuerte’yi ise daima anımsadım.
Almafuerte’nin kusurları çıplak gözle fark edilir, aslında parodi sınırını geçmesiyse an meselesidir; fakat şüphe duymayacağımız yegâne yanı, açıklanamaz şiirsel gücüdür. Bu çelişki ya da bazen kaba denebilecek bir biçim aracılığıyla kendine yol bulan derin meziyet oldum olası ilgimi çekmiştir; yazdıklarım ya da yazacaklarım arasında bulunmadığı halde, “Almafuerte’nin Teorisi” adını verebileceğim ve söylediklerimi haklı çıkaran, salt hayalden ibaret ya da ideal bir kitap var aslında. Tuttuğum müsveddelere bakılırsa bu farazi kitap fikri aklıma ta 1932’de gelmiş. Hepi topu yüz sayfalık bir kitap; onu daha uzun bir anlatıyla hayal etmek haksız yere hayalete çevirmek olabilir esasında. Bu kitabın olmayışına ya da sadece olası nesnelerin tuhaf ve hareketsiz dünyasında var oluşuna kimse hayıflanmamalı; burada kabataslak vereceğim özet de pekâlâ kapsamlı bir kitaptan yıllar içinde süzülen hatıralara eşdeğer olabilir. Ayrıca yazılmamış bir kitap olması durumu da Almafuerte’ye her açıdan yakışıyor; çünkü burada incelenen konu edebiyattan ziyade bir yazarın ruhu, bir metnin simgelerinden ziyade çağrışımları… Almafuerte’nin genel teorisinden önce Pedro Bonifacio Palacios hakkında özel bir yorum yapmak geliyor. Teori yorumsuz da (fırsat bu fırsat bunu da belirteyim) kalabilir.
Rivayet o ki, Palacios ömrünü bakir bir adam olarak geçirdi. Anlaşılan insanların sıradan aşk ve mutluluk anlayışı onda bir nevi kutsal denebilecek bir korku yaratmış, bu korku da küçümsemeye ya da sofuca kınamaya dönüşmüştü. Okur bu konuyla ilgili olarak Bonastre’nin tartışmalı (Almafuerte, 1920) eserini ve Antonio Herrero’nun onu çürütmek amacıyla yazdığı (Almafuerte y Zoilo, 1920) eserlerini inceleyebilir. Ayrıca Almafuerte’nin kişisel tanıklığı her türlü tartışmadan daha geçerlidir; yazdığı “En el abismo” [Uçurumda] başlıklı ilk şiirinin son onluğunu bir kez daha okuyalım:
Öyle bir durumdayım ki
lanet okuyacaksın bana,
mecbursun yaşamaya
korkunç aşağılanmayla.
Ruhum ben, rüyetim,
Lucifer’in abisiyim,
buyurgan onun gibi,
küfürbaz ve bağırgan.
Başımın üstünde durur
o defnenin laneti!
Ekilmiş palmiyeliğim
kum ve çakıl üstüne:
çiçek açan gururum
incelmiş yüce gurur.
Serpilmiş tohumum
yıldız geçidinin ardı sıra;
çayırlığın kızkuşuyum
kartallarla başa baş giden…
Gölgenin de gölgesiyim
ölümsüz gölgeliğe öykünen!
Ne zaman gülsem,
gülen başkası sanırım,
taya binsem ne olur
benim saymam asla.
Boşluğun sesiyim,
kaskatı ve çorak şeylerin
tıpkı bu çöl tozu gibi
bütün yeşilliği kurutan…
Bir ölüyüm ben
öldü sayılmak istemeyen!
Bu dizelerin ortaya koyduğu mutsuzluktan daha önemlisi, söz konusu mutsuzluğun yürekli bir biçimde kabullenilmesidir. Boileau, Kropotkin, Swift gibi başkaları da Palacios’u kıskıvrak pençesine alan bu yalnızlığa aşinaydı; oysa hiçbiri hüsranın genel öğretisini onun gibi kuramamış, onu aklayıp mistikleştirmeyi başaramamıştır. Almafuerte’nin özündeki yalnızlığı gösterdim; hüsranın, kendisine has utanç verici bir kusur değil bütün insanların nihai ve asli kaderi olduğunu bize kati bir dille anlatmayı becermiştir. Bunu yazılarında, “İnsanlığın mutluluğu Tanrı’nın planlarına dahil değildir,” diye ifade eder ve “Adaletten başka dileğin yoksa bir şey isteme daha iyi”, “Her şeyi hakir görün çünkü her şey kendisindeki hakir görülme şartının bilincindedir,”1 diye belirtir. Almafuerte’nin saf kötümserliği Eski Ahit’i de, Marcus Aurelius’u da geride bırakır; her ikisi de dünyayı kötülemeye kötüler fakat adaletli insana hayranlıklarını ve övgülerini sunmaktan da geri durmazlar –o adaletli kişi ki Tanrı’yla özdeştir. Almafuerte ise öyle yapmaz, ona kalırsa erdem demek evrensel kuvvetlerde talihin yaver gitmesi demektir.
Mutluları, kodamanları kınarım
dürüstleri, uyumlu ve güçlüleri…
Çünkü şans gülmüş yüzlerine
talihi yerinde bir kumarbaz gibi!
Böyle diyor bize “El Misionero” [Misyoner] şiiri.
Spinoza, pişmanlığı, üzüntünün bir biçimi olarak değerlendirdiği için kınamıştı; Almafuerte ise bağışlamayı kınar. Bağışlamayı, içerdiği bilgiçlik, kibirli lütufkârlık, bir insanın diğeri üstünde uyguladığı küstahça Nihai Yargı havası nedeniyle mahkûm eder.
O Tarifsiz kişi, Tanrı’nın Oğlu
Golgota’dan affettiğinde sapkını
Evrenin çehresinde açmış oldu
onulmaz en korkunç yarayı
Şu iki dizesi ise daha da açık:
Ben İsa-Tanrı değilim ki seni affeden
Ben İyi İsa’yım: Seni seven!
Almafuerte karşısındakinin halinden tamamen anlamak için kör kadar karanlıkta kalmayı, kötürüm kadar işe yaramaz olmayı hatta –niye olmasın– menfur kadar iğrenç olmayı dileyebilirdi. Hüsranı bütün kaderin yegâne amacı olarak hissettiğini söylemiştik; bir insan ne kadar azap çekerse o kadar iyi, ne kadar aşağılanırsa o kadar hayranlık duyulası biridir; ne kadar aşağılık olursa o kadar çok bu evrene benzer – ki kuşkusuz hiç ahlaki olmayan bu evrene… Böylece içtenlikle şöyle yazabilmişti:
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıÖnsözler Kitabı
- Sayfa Sayısı256
- YazarJorge Luis Borges
- ISBN9789750764707
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kullanılmış Biletler ~ Murathan Mungan
Kullanılmış Biletler
Murathan Mungan
Sinemayı tutkuyla sevmiş bir edebiyatçının kaleminden, sinema seven okurlar için keyifli seyirler… Kullanılmış Biletler, Murathan Mungan’ın sinema yazılarını bir araya getiriyor. Farklı tarihlerde yazılmış,...
- Beni Asıl Hayat Aldattı ~ Cezmi Ersöz
Beni Asıl Hayat Aldattı
Cezmi Ersöz
Gözyaşlarım hırsa getirdi beni. Dolabı açtım. Bir gömleğini seçtim. Önce hasretle kokladım, ardından düğmelerini kopardım tek tek… Sonra aldım elime iğne ipliği, koparttığım düğmelerini...
- Aşk Yakalar Seni ~ Fatoş Yıldız
Aşk Yakalar Seni
Fatoş Yıldız
Doğru olan nedir senin için, düşünüp durma boşa ! Hangi rota, hangi karar, hangi mavi.Çıkmaz yolların kavşağında otur, dinlen, dinle kendini.Sil beynindeki tüm karmaşayı,...