ÂŞIK OLMAK, KOLAY OLAN KISIMDI.
ASIL ZOR OLAN SONRASINDA YAŞANACAKLARDI…
Johnny Kavanagh’nın kaderinde spor yıldızı olmak vardı. Ancak feci bir sakatlık çok sevdiği on üç numaralı formadan ayrılmasına sebep olmuş, onu hayallerine tutunmak için mücadele etmeye zorlamıştı. Yolunu kaybetmiş durumdaydı, özgüvensiz ve umutsuz bir halde teselli arayışına girmişti. Bu yüzden, uyanık olduğu her saatte zihnini meşgul eden kızın gizemini çözmeye
karar verdi.
Shannon Lynch daha önce sır saklamakta hiç sorun yaşamamıştı. Şeytanların ve kötü adamların yalnızca peri masallarında değil, gerçek dünyada da var olduklarını biliyordu. Geçirdiği travmanın ardından çaresizce küçük kardeşlerini korumaya çalışıyordu. Ama geleceği gözlerinin önünde dağılırken kendini tekrar ailesinin olayları gizleme çabasının içinde bulmuştu. Şiddet görüp paramparça hale gelmiş, sonrasında ise çevresine duvarlar örmüştü ve insanlara olan güveni çok büyük bir darbe almış durumdaydı.
Yalnızca tek bir kişi o duvarlara tırmanabilirdi. Kalbinin sahibi olan çocuk. Ancak sırlar ortaya çıktığında hayatları sonsuza dek değişebilirdi. Johnny ve Shannon’ın aşkı hayatta kalabilecek miydi?
*
Ömür boyu yanımda olacak değerli dostum Nikki Ashton’a ithafen…
*
Sesindeki çaresizliği duyabiliyordum, onu duyması için yalvarırken anneme olan inancının son kıvılcımları da hızla sönüyordu.
Annem ise öylece mutfağın zemininde oturuyordu. Bakışları her birimizin üzerinde gezinse de yanımıza gelmek için hamle yapmıyordu. Olduğu yerde kalmıştı.
Babamın yanındaydı.
Ondan korktuğunu biliyordum, mutfağımızdaki adam yüzünden taş kesilmenin nasıl bir his olduğunu da anlıyordum ama yetişkin olan ordu. Onun evdeki yetişkin, anne ve koruyucu olması gerekiyordu. Bu rolün omuzlarına yüklendiği on sekiz yaşındaki ağabeyimiz bizi korumaya çalışmamalıydı.
“Joey” diye fısıldadı annem. Ona yalvarıyormuş gibi bakıyordu. “Sadece…”
“O mu. yoksa biz mi?” diye tekrarladı Joey. Sesi giderek daha soğuk çıkıyordu. “O mu. yoksa biz mi, anne?”
Omu. yoksa biz mi?
Bu beş kelime, şimdiye kadar duyduğum tüm sorulardan daha fazla anlam ve önem taşıyordu. Ancak hangi cevabın verildiği, annemin kendine ve bize hangi yalanı söylediği fark etmeksizin karşılaşacağımız sonucun aynı olacağını tüm kalbimle biliyordum.
Her zaman aynı oluyordu.
Sanırım o anda, evdeki kardeşlerim de bunu fark ediyordu. Joey kesinlikle fark etmişti.
Annemizin önünde durmuş, aslında hiçbir şeyi değiştirmeyecek bir cevap almayı beklerken hayal kırıklığına uğramış gibi görünüyordu çünkü eylemler kelimelerden daha yüksek sesle konuşuyordu. Annemiz. babamızın dizginlerini elinde tuttuğu iplerle yaşayıp nefes alan bir kuklaydı.
Seçim yapamazdı.
Öncesinde onun iznini almadan yapamazdı.
Küçük kardeşlerim bir kurtuluş için dua ediyordu ancak umut kin cı bir an yaşadığımızı biliyordum.
Hiçbir şey değişmeyecekti.
Hiçbir şey düzelmeyecekti.
İlk yardım çantası getirilecek, etraftaki kan temizlenecek, gözyaşla rı silinecek, olayları örtecek bir hikaye uydurulacak ve o adam bir iki günlüğüne ortadan kaybolacaktı. Sonrasında her şey her zamanki eski haline geri dönecekti.
Sözler verilir, sözler bozulur. Lynch ailesinin sloganı.
Bu eve köklerine bağlı büyük bir meşe gibi zincirlenmiştik. Bundan kaçış yoktu. Hepimiz reşit olup evden ayrılana kadar asla sonu gelmeyecekti.
Düşünemeyecek kadar bitkin bir halde sandalyeye çöktüm. Her şeyi zihnimde süzgeçten geçirmeye çalışıyor ve gerçekten hiçbir şey anlamıyordum. Şartlı tahliyesi olmayan bir hapis cezası gibiydi.
One doğru eğilip kaburgalarımı sıkıştırarak yaşadığım her şeyin sona ermesini bekledim. İçimdeki adrenalin hızla dağılıyor, yerini bilinçli olarak dayanabileceğimden çok daha fazla olan acı hissine bırakıyordu. Ağzımda yoğun ve güçlü bir kan tadı vardı, ciğerlerimdeki havasızlık hem başımın dönmesine hem de sersemlememe neden oluyordu. Parmak uçlarım uyuşma ve karıncalanma arasında dans ediyordu. Her yerim ağrıyordu, tamamen bitmiş durumdaydım. Acıdan ve saçmalıklardan tamamen bıkmıştım.
İçine doğduğum hayatı istemiyordum.
Bu aileyi istemiyordum.
Bu kasabayı ya da içindeki insanları istemiyordum. Bunların hiçbirini istemiyordum.
“Bir şeyi bilmeni istiyorum,” dedi Joey. Annem ona herhangi bir cevap vermemişti. Ağabeyimin ses tonu buz gibiydi ve içinde kaynayıp durduğunu bildiğim kelimeleri, kırık kalbinin çukurlarından çıkarılması gereken bir zehir gibi ortaya atıyordu. Böyle olduğunu biliyordum çünkü onunla aynı şeyleri hissediyordum. “Şu anda senden, ondan şu ana kadar nefret ettiğimden daha çok nefret ettiğimi bilmeni istiyorum.” Vücudu titriyordu, elleri iki yanında yumruk haline gelmişti. “Artık benim annem olmadığını bilmeni istiyorum… Zaten hiçbir zaman annelik yapmadın.” Çenesini sıkıp içindeki acının serbest kalmasını engellemeye çalıştı. Gururu o insanların önünde duygularını göstermesine izin vermiyordu. “Şu andan itibaren benim için ölüsün. Bütün pisliklerin var ya? Kendin halledeceksin. Bir dahaki sefere sana vurduğunda? Seni korumak için orada olmayacağım. Bir dahaki sefere tüm parayı içkiye yatırdığında, çocuklara yapacak yemek bulamadığında ya da elektriği tekrar açtıramadığında? Para alabileceğin başka bir pislik bulman gerekecek. Bir dahaki sefere viski krizlerinden birinde seni merdivenden ittiğinde ya da lanet olası kolunu kırdığında? Tıpkı burada yaptığın gibi seni görmezden geleceğim. Bizi korumak için ya numada olmadın, şu andan itibaren ben de seni korumak için yanında olmayacağam.”
Dudaklarından dökülen her kelimeyle irkildim. Onun acisini ruhumun en derinlerinde hissediyordum ve o duygu içimdeki hislere karışıyordu.
Babam tehditkar bir ses tonuyla, “Annenle böyle konuşma,” diye homurdandı. Bir seksenlik boyu ve doksan kilo ağırlığıyla yeniden ayağa kalkmıştı. “Seni nankör, küçük…”
“Benimle böyle konuşmayı aklından bile geçirme, pislik herif,” diye uvards Joey. Ona öfkeli gözlerle bakıyordu. “Seninle aynı kanı paylaşı yor olabilirim ama hepsi o kadar. Seninle işim bitti, ihtiyar. İstersen cehennemde yanabilirsin. umurumda değil. Umarım ikiniz de cehennem alexterivle kavrulursunuz.”
O anda bir elin omzuma hafifçe bastırdığını hissedip irkilerek acıyla inledim. Tadhg elini omzumdan çekmeden, “Sorun yok.” diye fısıldadı. Ben yanındayım.”
Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken gözlerimi kapattım.
Benimle böyle konuşabileceğini mi sanıyorsun?” Babam elinin tersiyle yüzünü sildiğinde koluna kan bulaştı. “Sakinleşsen iyi olur, çocuk…
“Bana çocuk mu diyorsun?” Joey başını arkaya atıp neşesiz bir kahkaha attı. “Bana? Hayatının büyük bölümünde senin lanet olası çocuklarını büyüten kişiye? Pisliğinizi temizleyen, sorumluluklarınızı üstlenen, iki değersiz ve boktan ebeveynin boşluğunu dolduran insana?” Joey öfkeyle ellerini havaya kaldırdı. “Daha on sekiz yaşındayım. Ama senin hayatın boyunca olabileceğinden daha büyük bir adamım!”
“Şansını zorlama,” diye homurdandı babam. Gözleri kızarırken hitla bir şekilde kendine geliyordu. “Seni uyarıyorum…”
“Yoksa ne olur?” diye alay etti Joey. Bunu söylerken umursamaz bit tavirla omuz silkmişti. “Beni bayıltacak mısın? Bana vuracak mısın? Tekmeleyecek misin? Kemerini mi çıkaracaksın? Bacaklarıma mi vuracaksın? Kafamda şişe mi kıracaksın? Beni korkutacak mısın?” Başını iki yana sallayarak alayla güldü. “Tahmin et ne oldu? Aruk o korkak küçük çocuk değilim, ihtiyar. Savunmasız bir çocuk, korkmuş genç bir kız ya da hırpalanmış karın değilim.” Ardından yeşil gözlerini kısarak devam etti. “O yüzden bana ne yaparsan yap, on katıyla karşılık vereceğime yemin ederim.”
“Evimden defol,” dedi babam. Bir ölüm sessizliğiyle konuşuyordu. “Hemen git, çocuk.”
“Dur. Teddy!” diye feryat etti annem ona doğru koşarak, “Yapamazsın…
“Kapa o lanet çeneni, kadın!” diye kükredi babam öfkesini ona yönelterek. “Senin suratını dağıtırım! Duydun mu beni?”
Annem irkilerek yüzünde çaresiz bir ifadeyle ağabeyime baktı. Joey kaskatı kesilmişti, içsel bir savaş verdiğini anlayabiliyordum ama yine de annemize doğru yaklaşmadı.
“Onu dışarı atamazsın…” Annem saf, katıksız bir korkuyla evlendiği adama bakarken sözleri uçup gitti. “Lütfen…” Gözyaşları soluk yanaklarından aşağı süzülüyordu. “O benim oğlum…”
“Ah! Şimdi de senin oğlun mu oldum?” Joey başını geriye atıp güldü. “Hiç zahmet etme.”
“Bunlar senin hatan, kızım,” diye bağırdı babam. Ters bakışlarını bana doğru çevirmişti. “Siktiğimin kasabasında orospuluk yapıyorsun. ailenin başına bela oluyorsun! Bu olayda tüm suç sana ait…”
“Sakın bunu yapmayı bile deneme.” diye uyardı ağabeyim sesini yükselterek. “Lanet olası gözlerini ondan uzak tut.”
“Gerçek bu.” diye hurlads babam. Kahverengi gözleri yüzüme kilitlenmişti. “Sen bir yer israfisin, her zaman öyle oldun.” Yüzündeki acımasız ifadeyle konuşmaya devam etti. “Annene senden bahsettiğimde beni dinlemedi bile. Ama gerçeği her zaman biliyordum. Küçükken bile senin ne olduğunu biliyordum, siktiğimin cücesi!” Bana bakarak yere tükürdü. “Nereden geldiğini bile bilmiyorum.”
Tüm hayatımı korkarak geçirmeme sebep olan adama bakakaldım. Mutfağın ortasında, korkunç derecede güçlü kolları ve yumruk haline gelmiş elleriyle duruyordu. Vücuduma hatırlayabildiğinden daha fazla zarar vermişti ama sözleriyle beni çok daha derinden yaralıyordu.
“Bunların hepsi yalan. Teddy!” dedi annem boğuk bir sesle. “Shannun, hebeğim…”
“Seni hiç istemedik.” dedi babam işkence etmeyi sürdürerek. “Bunu biliyor muydun? Annen seni bir hafta boyunca hastanede bıraktı, suçluluk duygusu onu ele geçirene kadar seni evlatlık olarak vermeyi düşündü. Ben fikrimi hiç değiştirmedim. Seni sevmek bir yana, yüzünü görmeye bile tahammül edemiyordum.”
“Shannon, onu dinleme!” diye bağırdı Joey. Sesi artık duygulanmış gibi çıkıyordu. “Bu doğru değil. O piç aklını kaçırmış. Söylediklerini dinleme. Beni duyuyor musun, Shan? Onu görmezden gel.”
“Seni de istemiyordum,” diye hirladı babam. Şimdi ters bakışlarını ağabeyime çevirmişti.
Joey alaycı bir tavırla, “Kalbim çok kırıldı.” diye karşılık verdi.
“Biz de senin için aynı şeyleri hissediyoruz.” diye homurdandı Tadhg. Babamıza bakarken eli omzumda titriyordu. “Hiçbirimiz seni istemiyoruz!”
“Tadhg.” dedi Jocy alçak ve uyarıcı bir ses tonuyla. Gözlerindeki paniği açıkça görebiliyordum. “Sessiz ol. Ben hallederim.”
“Hayır! Sessiz olmayacağım, Joe.” diye boğuk bir sesle karşı çıktı Tadhg. On bir yaşındaki bir çocuğun taşıması gerekenden daha fazla öfkeyle doluydu. “Bu ailedeki lanet olası sorun o ve gerçekleri duymass gerekiyor.”
“Şunu gözümün önünden al!” diye kükredi babam. Dikkatini onlardan biraz daha uzakta duran anneme çevirmişti. “Hemen yap, Marie!” diye bağırdı parmağıyla onu işaret ederek. “Ben o küçük piçi öldürmeden önce odadan çıkar.”
“Denediğini görmek isterdim,” diye alay etti Joey. İki yanında durup ona yapışmış olan Ollie ve Sean’s arkasına gizliyordu.
“Hayır!” Annem burnunu çekip ağabeyimin yanında yerini aldı. “Senin evden gitmen gerekiyor.”
Babam ona doğru bir adım attığında annem istemsizce korkup uzaklaşarak ellerini yüzüne kapattı.
Acınası bir durumdu.
Hiçbirimizin o insanlarla savaşma şansı yoktu.
Aşk ve korku bir insanın kalbinde nasıl bir araya gelebilirdi? Annem bu kadar korkarken ona nasıl aşık olabilirdi?
“Bana ne dedin sen?” diye tisladı babam öfkesini ona yönelterek. “Ne dedin sen!”
“Git.” dedi annem. Birkaç adım geri çekilirken tüm vücudu titriyordu. “Her şey bitti, Teddy. Ben pes ediyorum… aramızdaki her şey bitti. Aruk bunu yapamam… Hemen burayı terk etmeni istiyorum!”
“Pes mi ediyorsun?” diye alay etti babam ona bakarak. “Benden ayrılabileceğini mi sanıyorsun?” Zalimce güldü. “Sen benimsin, Marie. Beni duyuyor musun? Sen benimsin.” Anneme doğru bir adım daha…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıOn Üç'ü Saklamak - Tommen Erkekleri Serisi 2
- Sayfa Sayısı784
- YazarChloe Walsh
- ISBN9786253661465
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviMartı Yayınevi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Soğuk Ter ~ Pierre Boileau, Thomas Narcejac
Soğuk Ter
Pierre Boileau, Thomas Narcejac
Pierre Boileau ve Thomas Narcejac ikilisinin 1954’te Ölüler Arasından başlığıyla yayımlanan bu klasik kara romanı, gerilim filmlerinin büyük ustası Alfred Hitchcock’un unutulmaz filmi Vertigo’ya...
- Sıkı Dostlar ~ John Le Carre
Sıkı Dostlar
John Le Carre
“Shakespeare’in III. Richard’ı, Orwell’in 1984’ü gibi polemik yaratacak bir eser.” Washington Post Pakistan’da dünyaya gelen Ted Mundy bir İngiliz subayının oğludur. Sasha ise Doğu...
- Kurt Gölü ~ John Verdon
Kurt Gölü
John Verdon
Gördüğünüz bir kabus, cinayet silahı olarak kullanılabilir mi? Ülkenin farklı yerlerinde yaşayan dört kişinin tek ortak noktası; aynı rüyayı gördüklerini ve bu rüyada kurt...