Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

On Gece Düşleri
On Gece Düşleri

On Gece Düşleri

Natsume Soseki

“Etrafımdaki eşyalar bir görünüyor bir kayboluyor. Ama odaya uğramayan tek şey yıllardır peşinden koştuğum, arayıp da bulmaya çalıştığım ancak bir türlü erişemediğim hiçlik.” Japonya’nın…

“Etrafımdaki eşyalar bir görünüyor bir kayboluyor. Ama odaya uğramayan tek şey yıllardır peşinden koştuğum, arayıp da bulmaya çalıştığım ancak bir türlü erişemediğim hiçlik.”

Japonya’nın en tanınmış ve en saygı duyulan yazarlarından biri olan, Üç Köşeli Dünya, Gönül ve Ardından gibi eserlerin yazarı Natsume Soseki’den gerçek hayat ile düş dünyasını harmanlayan sürrealist öyküler: On Gece Düşleri.

Ölüme hazırlanan bir samuray, hayaletlerle haşır neşir bir mezar kazıcısı, intikam arayan bir savaşçı, kendini tanrı sanan bir adam ve çok daha fazlası bilinçaltının derinliklerine yapılan bu kısa ziyarette kendine yer buluyor.

İçindekiler
Şöyle Bir Düş Gördüm…………………………………………….9
Birinci Gece………………………………………………………….13
İkinci Gece …………………………………………………………..19
Üçüncü Gece ………………………………………………………..25
Dördüncü Gece …………………………………………………….29
Beşinci Gece…………………………………………………………33
Altıncı Gece …………………………………………………………37
Yedinci Gece…………………………………………………………41
Sekizinci Gece………………………………………………………45
Dokuzuncu Gece…………………………………………………..51
Onuncu Gece ……………………………………………………….57
Tuhaf Bir Ses………………………………………………………..63

Şöyle Bir Düş Gördüm

Yume Cu Ya (Düş On Gece), Türkçede daha şık duracağını umduğumuz ismiyle On Gece Düşleri, Natsume Soseki’nin Asahi gazetesinde 25 Temmuz 1908’de Birinci Gece başlığıyla tefrika etmeye başladığı ve 5 Ağustos 1908’de Onuncu Gece başlığıyla tamamladığı kısa hikâyelerinin bir araya getirilmiş hâlidir.

“Şöyle bir düş gördüm,” diye başlar Soseki on hikâyesinden dördüne. Bu da bize anlatıların hepsini düş başlığı altında toplama fırsatı verir. Böylece okur, Soseki’nin bu kısa düşsel anlatılarında onun fantastik dünyasına doğru bir yolculuğa çıkar, Tanrılar Çağından Meici Çağı’na Japon tarihinin çeşitli dönemlerine bakar Soseki’nin araladığı kapıdan. On Gece Düşleri’nde Sekizinci ve Dokuzuncu Gece, görece olarak, daha uzaktır fantastik anlatımdan. Ancak psikanaliz kuramı çerçevesinde değerlendirildiğinde, yazarın hayalle hakikat arasındaki ustalıklı geçişleri, bilinçaltının anlatıda bıraktığı izler, bize Meici aydını Soseki’nin nahif dünyasını farklı açılardan yorumlama imkânı sunar.

Bu rüyaları derinlemesine bir çözümlemeye tâbi tutmak, akademik çalışmanın konusudur. O hâlde, okuyucuyu gereğinden fazla yönlendirmeden kısa bir açıklama yapmakla yetinelim.

Eserlerinde Japonya’nın Batılılaşma serüvenini ve bu sürecin bireyin iç dünyasında yarattığı sıkışmışlık hissini kahramanlarına duru bir dille itiraf ettiren Soseki, bu defa bu misyonu, kurmaca düşlere ve düş motiflerine yüklemiştir.

Sayısız kez doğudan yükselip sayısız kez batıda yiten kızıl bir güneş (Birinci Gece), batıda dalgaların arasında bir görünüp bir kaybolan kızıl güneş (Yedinci Gece), engin denizde günler ve geceler boyu batıya doğru ilerleyen ancak hangi limana yanaşacağı bilinmeyen bir gemi (Yedinci Gece), Şotaro’nun Panama şapkası (Sekizinci Gece ve Onuncu Gece) gibi imge ve olaylar, Japonya’nın Batı ve Batılılaşma serüvenine dair semboller içerir.

Japonya’nın asil geçmişinin gelenek ve göreneklerini, kültürel mirasını, kendi çağında bulamayan Soseki, geçmişe duyduğu özlemi de düşlerin diline yüklemiştir. Geçmişin ruhunu, kadim mirasın estetiğini içinde bulunduğu modern çağda yakalamanın imkansızlığından yakınır anlatıcı Altıncı Gece’de. Bu, sadece sanat için mi böyledir? Hayır! İnsanları bile farklıdır modern zamanların. Aylaklığa, boş laflara, merakına yenik düşmeye meyillidir çağın insanı. Geçmişi şimdide aramak ve bulmaya çalışmanın boşa kürek çekmek olduğu sergilenir Altıncı Gece düşünde. Samurayları (Dokuzuncu Gece) görürüz düşlerin birinde. Soseki’nin düşleri, İkinci Gece’de, onurlu yaşamı kendine amaç edinmiş bireyin hedefinden saptığında gerçek bir Samuray gibi seppuku yaparak onuruyla hayatından vazgeçebileceğini konu edinir.

Soseki’nin düşlerinde, kendi çocukluğundan yansımalar da var: Üçüncü Gece’de, sırtında taşıdığı çocuğunu ormanda bırakıp kaçmanın yolunu arayan baba ile Dördüncü Gece’de sihirbazlık sergileyecek diye bir ihtiyarın peşine takılıp giden çocuk gibi…

Son Gecenin Sonuna Bir Sürpriz: Tuhaf Bir Ses

Natsume Soseki’nin On Gece Düşleri’nin sonrasına eklediğimiz Henna Oto / Tuhaf Bir Ses adlı hikâyesi de 1920 Temmuz 1911 tarihinde Asahi gazetesinde yayımlandı. Tefrika tarihi ve Soseki’nin yaşam öyküsü göz önünde bulundurulduğunda, yazarın bu hikâyeyi 1910 yılında mide kanaması geçirerek hastaneye kaldırıldığı dönemden esinlenerek yazdığını söylemek mümkün.

Anlatıcının tedavi gördüğü hastanede gece yarısı tam uykuya dalmak üzereyken duyduğu garip bir sesle başlayan hikâye, iki bölümden oluşur. İlk bölümde, anlatıcının bitişiğindeki odada kalan, hiç görmediği hastane komşusu ve o tuhaf ses hakkındaki düşünceleri, takıntıları karşılar okuyucuyu.

İkinci bölümde ise zaman geçer, anlatıcı yine rahatsızlanıp aynı hastaneye yatar. Bu sefer kaldığı oda daha önce kaldığı odanın bitişiğindeki, yani o tuhaf seslerin geldiği, odadır. Hastane daha sakindir. Bu sessizlik ve dinginlik anlatıcının iç dünyasındaki sesleri hareketlendirdiği gibi önceki komşusunun refakatini üstlenmiş olan hemşire ile tanışıp sohbet etmesine de vesile olur. Anlaşılan o ki, daha önceki yatışında gaipten sesler duyan tek kişi kendisi değildir.

Kısacık ömrüne birçok roman, öykü ve şiirin yanı sıra bilimsel eserler de sığdıran Soseki, Japon toplumunun belleğinde derin izler bırakmıştır. Ülkemizde romanları büyük ilgiyle okunan yazarın On Gece Düşleri başlığıyla yayına hazırlanan kısa öykülerinin de aynı ilgiyi görmesi en büyük temennimizdir.

Zeynep Gençer Baloğlu

Denizli / Haziran 2021

Birinci Gece

Şöyle bir düş gördüm:

Kollarımı kavuşturmuş, yastığın yanında oturuyorum, bir yandan da yanı başımda sırtüstü yatan kadını izliyorum.

Belli belirsiz bir sesle, “Ben çok yakında öleceğim?” diyor.

Yastığa dağılmış uzun saçları, yumuşak hatlı, yuvarlak, güzel yüzüne yatak olmuş gibi. Kar beyazı yanakları, damarlarında akan kanın sıcaklığıyla al al oluyor. Dudakları ise, söylememe gerek bile yok ama söyleyeyim, kıpkırmızı.

O hâliyle hiç de çok yakında ölecek birine benzemiyor. Lakin mütemadiyen:

“Çok yakında öleceğim!… Öleceğim!” diye mırıldanıyor.

Kadın böyle umarsız mırıldandıkça benim tedirginliğim de bir son bulmuyor. Ona biraz daha yaklaşıp uyanık mı, uykuda mı anlamaya çalışıyorum. Yüzümü yüzüne iyice yaklaştırıp soruyorum:

“Hımm!.. Demek öyle!… Demek yakında öleceksin!

Hemen mi?..”

Kadın ise, “Öleceğim işte!..” diyerek gözlerini birden fal taşı gibi açıyor.

Uzun kirpiklerinin süslediği iri, nemli gözleri kapkara. O kara gözlerin derinliklerinde, gözbebeğinin tam ortasında siluetimin aksini görüyorum. Kendi yansımamın bu kadar net göründüğü kadının kara gözbebeklerinde titreşen fere rağmen, gerçekten ölecek mi acaba diye düşünüyor, sonra da ona biraz daha sokulup ağzını neredeyse yastığa dayanmış, yine soruyorum:

“Ölmeyeceksin, değil mi?.. Her şey yoluna girecek, değil mi?..”

Uykulu gözlerini bir kez daha gözlerime kilitleyen kadın cevap veriyor:

“Ama ölüyorum işte!.. Artık yapacak bir şey kalmadı.”

Boşluğa mı konuşuyor yoksa beni gerçekten görüp gerçekten benimle mi konuşuyor?… Anlamak için korkuyla tekrar soruyorum:

“Beni görebiliyor musun?”

“Seni görebiliyor muyum diye mi sordun? Bak, tam şuraya yansıyan sen değil misin?” diyerek tebessüm ediyor kadın. Susup eski yerime geçiyor, kollarımı kavuşturup onu izlemeye devam ediyorum yine. Bir yandan da gerçekten ölecek mi acaba düşüncesi zihnimi meşgul ediyor. İkimizin suskunluğu sürüp gidiyor.

Bir süre sonra odadaki sessizliği bölen yine onun sesi:

“Öldükten sonra beni göm, olur mu?.. Hani incili istiridyeler var ya, işte onlardan irice birinin kabuğuyla bir mezar kaz. Sonra gökten düşen yıldız parçalarını mezar taşım olarak dik. Sonra … Sonra da mezarımın başında bekle, olur mu?.. Seni ziyaret edeceğim çünkü?”

“Ne zaman gelirsin?” diye soruyorum artık durumu kabullenmiş gibi.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Bitmeyen Yol ~ Natsume SosekiBitmeyen Yol

    Bitmeyen Yol

    Natsume Soseki

    Bitmeyen Yol, modern Japon edebiyatının önde gelen temsilcileri arasında gösterilen Natsume Sōseki’nin yaşamının hesaplaşmalarla dolu en karanlık dönemine tanıklık eden romanıdır. İngiltere’de gördüğü edebiyat...

  2. Pirinç Kuşu ~ Natsume SosekiPirinç Kuşu

    Pirinç Kuşu

    Natsume Soseki

    Taze bahar soğuğunda Mabet önünde Bir turna düşledim.” Modern Japon edebiyatının kurucularından Natsume Sōseki, ülkesindeki topyekûn modernleşme sürecinde toplumda yaşanan hızlı ve keskin dönüşümün...

  3. Üç Köşeli Dünya ~ Natsume SosekiÜç Köşeli Dünya

    Üç Köşeli Dünya

    Natsume Soseki

    “Sadece aklın istikametinde hareket edersen insanlardan uzaklaşırsın. Duygularınla hareket edersen sürüklenirsin. Ruhunu açarsan ve dilediğin gibi yaşamazsan sıkışırsın. Nasıl bakarsan bak, insanlarla yaşamak zordur.”...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Arkadaşım Yalnızlık ~ M. Hıfzı AksoyArkadaşım Yalnızlık

    Arkadaşım Yalnızlık

    M. Hıfzı Aksoy

    “Kimi kime şikayet edeceksin oğul. Para her kapıyı açıyor. Bir sürü kulp bulurlar benim kanıtımı çürütmek için. Kafama koymuşum bir kez… Kendi davamı kendim...

  2. Suç ” Bir Ceza Avukatından Gerçek Hikayeler “ ~ Ferdinand von Schirach Suç ” Bir Ceza Avukatından Gerçek Hikayeler “

    Suç ” Bir Ceza Avukatından Gerçek Hikayeler “

    Ferdinand von Schirach

    Tanınmış, iyi kalpli bir doktor kırk yıllık karısını baltayla öldürüyor, cesedi parçalayıp polisi arıyor. İtirafı da cezası kadar sıradışı. Bir adam banka soyuyor. Kulağa...

  3. İmdat Aşık Oldum – Hayatın İçinden Gerçek Bir Gönül Fırtınası ~ Cüneyd Suaviİmdat Aşık Oldum – Hayatın İçinden Gerçek Bir Gönül Fırtınası

    İmdat Aşık Oldum – Hayatın İçinden Gerçek Bir Gönül Fırtınası

    Cüneyd Suavi

    2010 Yılının şubat ayıydı. Bir gün maillerimi açtığımda, beni çok şaşırtan bir çağrı gördüm: Mailin ‘konu’ kısmında sadece tek kelime yazıyordu: “İmdat!” “İmdat!” diye...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur