Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Oluruna Bırak
Oluruna Bırak

Oluruna Bırak

Kathryne Kennedy, Şebnem Barker

Maddi durumu pek parlak olmayan Monchester Dükü unvan arayışıyla Londra’ya akın eden zengin Amerikalıları hor görmektedir. Bu yüzden demiryolu mirasçısı Summer Wine Lee sosyeteye…

Maddi durumu pek parlak olmayan Monchester Dükü unvan arayışıyla Londra’ya akın eden zengin Amerikalıları hor görmektedir. Bu yüzden demiryolu mirasçısı Summer Wine Lee sosyeteye girebilmek için yardımını isteyip para teklif ettiğinde, kızı geri çevirmeye hazırdır. Fakat bıçak taşıyan bu küçük güzelle tanıştığında karşı koyamadığının sadece serveti olmadığını fark eder…

Londra sosyetesinin ilgisini çekmek gibi bir amacı olmayan Summer Wine Lee sadece nişanlısına layık görülmek istemektedir. Kusursuz bir hanımefendi olmasının bedelini karşılamaya da hazırdır. Ama bunun kalbine mal olacağını aklından bile geçirmez…

“Kathryne Kennedy öylesine emsalsiz karakterler yaratıyor ki bu konudaki ustalığı gerçekten kusursuz.”
Merrimon Book Reviews

“Etkileyici ve unutulmaz!”
Between the Lines

“Zevkli ve yaratıcı.”
Publishers Weekly

“Lafını esirgemeyen alaycı karakterleriyle Oluruna Bırak oldukça eğlenceli bir roman.”
Booklist

***

BİR

Londra, 1885

Summer Wine Lee işe alabilirse hayatını sonsuza dek değiştireceğini umduğu adamı görebilmek için Londra’da kiraladıkları konağın ikinci kat penceresini kaplayan perdenin ardından sokağa göz gezdirdi. Oldukça fakir durumdaki Monchester Dükü’nü acil bir iş meselesini görüşmek istediğini söyleyerek evine davet etmişti ama gelip gelmeyeceğinden emin değildi.

Koyu yeşil renkli perdeyi süsleyen püskülü elinde çevirmeye başladı. Bir aydan uzun süredir Londra’daydılar ve hiçbir şey olmamıştı. Ne bir davetiye. Ne bir ziyaretçi. Curzon Caddesi’nde yürüyüşe çıktığında yanından geçen zarif giyimli İngilizlerden hafif bir baş selamı bile yoktu. Arkadaşı Maria ona planını uygulayabilmesi için bütün bilgileri toplayana dek sabırlı olmasını söylemişti.

Fakat kendini bu kadar yalnız hissederken sabırlı olması epeyce zordu.

İçini çekti. Çocukluğu boyunca yalnız olmuştu. Neden şimdi kendine acımaya başlayacaktı ki? Babası Arizona’daki madeni saplantı haline getirmişti ve Summer bir sersem gibi gümüş damarı bulduğunda onun kendisiyle daha çok vakit geçireceğini düşünmüştü. Öyle ki bu durum onun zengin olma takıntısından kurtulmasını sağlayabilirdi. Ancak böyle olmamış, yaşlı adam tutkularını başka şekillerde devam ettirirken – demiryolları, bankalar ve emlak yatırımları – onu ve Maria’yı bir hudut şehri olan Tombstone’dan uzaklaştırıp New York’a tıkmıştı.

Summer salondaki ahşap kaplı yüksek duvarlara, kadife döşemelere ve uzun tüylü halılara göz attı, hepsi biraz yıpranmıştı ve eskiydi. Her yerinden yenilik fışkıran New York’un aksine İngiltere’de her şey insana eski hissi veriyordu, ancak iki şehir de onu sıcak karşılamamıştı. New York sosyetesi onu ve arkadaşını Monte ile tanışana dek reddetmişti. Bunca yol kat edip İngiltere’ye gelmesine sebep olan erkeği, müstakbel eşini düşünüp gülümsedi… Böylece farklı bir kişi, Monte’nin ailesinin kabul edeceği gerçek bir hanımefendi olacaktı.

Babam New York’ta kalacağına keşke bizimle gelseydi diye düşündü. Yaşlı adam sağlığının seyahat etmek için uygun olmadığını ileri sürmüştü, senelerce madenlerde çalışmasının sonucu olarak çok kötü öksürüyordu, fakat Summer onun iş görüşmelerini orta yerinde kesip buraya gelmek istemediğini hissediyordu hâlâ içten içe. Ondan sadece para gönderdiği zamanlarda haber alıyordu.

En yakın arkadaşı Maria’nın yanında olduğunu hatırlattı kendine. Ve o berbat okyanus seyahatine salyalı bir sürü hayvanla çıkamamasına rağmen küçük Chihuahua’sı Chi-Chi’yi yanına alabilmişti. Yani tam anlamıyla yalnız sayılmazdı.

“Maria, umarım bu işe yarar,” diye mırıldandı boş salonda. Çünkü bu kendisinin değil arkadaşının planıydı. Summer evlenerek unvan ve mirasa konmuş Amerikalı hanımlardan birini tutmak istemişti; bu gibi kadınlar Prens Albert’ı eğlendirmek için öyle hızlı para harcarlardı ki genç Amerikalı kızları sosyeteye girmeleri konusunda desteklerlerdi.

Maria uzun siyah saçlarını omzundan geriye atarak, “Bu yeterli değil,” demişti. “Söylediklerime güven, bir hanımefendi olmak istiyorsan bunu sana öğretecek bir erkek tutacaksın. Ve ben en sonunda mükemmel birini buldum… İki yıkıntı şatosu olan fakir bir dük… Sosyal çevrelerde hazırcevaplılığı ve sivri dili ile korkulan… Fakat aynı zamanda majestelerinin hususi gözdelerinden biri.”

İkisi de bahsi geçen dük ile hiç tanışmamıştı, fakat Maria bunun bulunmaz bir fırsat olduğunu sıkça dile getirmişti. Sonuç olarak Summer adama davetiye göndermişti, ancak korkmasına neden olan şeyin neden kaynaklandığını tam olarak çözemiyordu: Ya dük sadece merakından buraya gelecekti ya da daveti hiç umursamayacaktı.

Merdivenlerden ayak sesleri yükseldi. Maria yeşil gözleri heyecanla parlayarak, “Geliyor!” dedi nefes nefese kalmış bir halde.

Midesi ağzına gelen Summer tüm vücudunun titrediğini hissetti. “Nereden biliyorsun?”

Maria elini kalbinin üzerine koydu. “Çünkü onu daha önce görmüş hizmetçilerden birini caddeyi gözlemekle görevlendirdim.”

Summer burnunu cama dayayarak sokağın ucunu görmeye çalıştı. Birkaç adam evin bulunduğu tarafa doğru uzun adımlarla ilerliyordu. “Bizimkisi hangisi?”

Maria arkasını dönerken, “Şapkasız olan,” diye cevap verdi.

Summer eve doğru yürümekte olan adamdan gözlerini alamadığı için sadece Maria’nın aşağıya inen ayak seslerini duydu. Diğer adamlar melon şapka takmışlardı, dolayısıyla onu ayırmak kolaydı. İngiltere’nin cılız güneş ışınları bile sarı saçlarının rengini altın sarısına çeviriyordu. Saçları modaya uygun olmayacak derecede uzundu ve diğerlerininki gibi kremle yatıştırılmamıştı. Bu Summer’ın hoşuna gitti.

Dük uçuk mavi renkli uzun bir palto, dar bir pantolon giymiş ve gece mavisi bir kravat takmıştı. Baston ya da şemsiyesi yoktu, ters yöne yürümekte olan bir grup beyefendinin yanından geçerken Summer onun çok da uzun boylu olmadığını fark etti. Nedense bu biraz rahatlamasına neden oldu ve zil çalıp Maria bir ziyaretçisi olduğunu haber verdiğinde neredeyse sakinleştiğini hissetti.

Adam salona girene kadar.

Summer koltuğa özenle oturup ellerini kucağında kenetledi ve köpeğin ayak altında dolanmayacağına dair ona söz veren hizmetçiyi içten içe azarlayarak alelacele Chi-chi’yi eteklerinin altına sakladı. Hayvanın iç eteklerinin içinde sıcak bir yere yerleştiğini hissetti – hiçbiri İngiltere’nin yaz serinliğine kendini hazırlamamıştı – ve rahat bir nefes aldı.

Dük başından keçi derisi botlarının ucuna kadar onu incelerken, “Siz Bayan Lee misiniz?” diye sordu. “Bayan Summer Wine Lee?”

Adamın sesinin derin ağırlığı ancak dehşet olarak adlandırabildiği bir hisle kalbinin teklemesine sebep olunca Summer köpeğini iterek hızla ayağa fırladı. Lanet olsun, Chi-chi’nin dükün bacaklarına saldırmasına izin veremezdi, bu yüzden botunun ucuyla hayvanın karnını okşayarak çabucak yerine oturdu.

Elini uzatıp yeniden ayağa kalkmaya yeltenmeden, “Me-memnun oldum,” dedi kekeleyerek.

Altın rengi kaşları şaşkınlıkla kalkan adam her şey normalmiş gibi ona doğru ilerledi ve sadece gerçek bir beyefendinin yapacağı şekilde öpmek üzere elini ellerinin arasına aldı. Fakat tenleri birbirine değdiği an ona uzun uzun bakarak duraksadı. Gözleri masmavi, Summer’a Apollo heykelini anımsatan dudakları muhteşem, olağanüstü yakışıklılığına erkeksi bir görünüm katan burnu ise hafif kemerliydi.

Chi-chi tam o anda hırlamaya başladı ve üzerlerine düşen büyülü ortamı bozdu. Dük sesin nereden geldiğini anlamak için etrafına bakınırken Summer karın okşama işlemine yeniden başladı ve küçük köpek çabucak sessizleşti. Hissettiğinden de cesaretli bir tavırla yanındaki sandalyeyi işaret ettiğinde ise adam yüzünü asıp kadife döşemenin üzerine zarif bir edayla yerleşti.

Monchester Dükü gördüklerine inanamıyormuşçasına onu süzmeye başladı. Unvan sahibi olup sosyetede yer edinmek isteyen birçok Amerikalı bayanla tanışmıştı… Biraz daha hoş ve sağlıklı olsalar da genellikle İngiliz kadınlarına benzerlerdi. Fakat bu kız çocukluğundan hatırladığı bir masaldan fırlamış, saçları gözleri ve teni altuni kahverenginin her tonunu taşıyan zarif bir peri kızını andırıyordu. “İlginç bir isminiz var. Sanırım Amerikalısınız?”

Summer’ın gözleri kocaman açıldı. Adam sanki kötü bir şey söylemişti. “Evet.”

“Ve bana iş teklif ediyorsunuz?”

“Evet.” Adam sanki Londra’da herhangi bir şey için en son başvurulması gereken kişiymiş gibi konuşmuştu.

“Benim kim olduğumu biliyor musunuz?”

Lanet olsun sesinden ukalalık akıyor diye düşündü Summer. “Evet.”

Adamın kaşları tekrar havaya kalktı. “Şöhretim de dahil?”

Summer ağzını açtı ve tekrar kapattı. Maria’nın verdiği bilgiye ne kadar güvenebilirdi? Bu adam bir tür hovarda mıydı? Onu evine davet ederek itibarını zedelemiş, sosyeteye girme şansını tamamen yok mu etmişti? “Ben… Ben ne demek istediğinizden emin değilim.”

“O halde hanımefendi, sizi bilgilendireyim.” Öne doğru eğildi, erkeksi havası odayı doldururken gözleri öfkeyle parlıyordu. “Bana herhangi bir teklif sunmadan önce Amerikalı kadınlardan hoşlanmadığımı bilmeniz gerek. Unvanların bu gibi yollarla satın alınmasından da nefret ederim. Elime geçen her fırsatta majestelerine statü avcılarını kötülerim, bildiğiniz üzere kendisiyle aramızda hususi bir dostluk bulunmaktadır. Yoksa beni neden çağırasınız ki? Bir centilmen olarak sizi bu konuda uyarmanın adil olacağını düşündüm. Doğruluk payı içeren yorumlarım, alışık olduğum rahat hayatı yaşamamı sağlayan prensi eğlendirir, ben de elimdeki bütün bilgileri onun eğlencesini daimi kılmak adına kullanırım. İleri sürmek istediğiniz öneriler de buna dahil… Tabii şahsınıza dair bilgilerle birlikte.”

Böylesi bir konuşmaya hazırlıksız yakalanan Summer büyük bir şaşkınlıkla bakışlarını adama dikti. Söyleyeceklerinin provasını yaparken onun da söyleceği şeyler olacağını hiç düşünmemişti. “Şahsıma dair bilgiler mi?” diyebildi sadece.

“Elbette.”

“Mesela?”

“Mesela elbisenizin tuhaf kesimi modanın birkaç sene gerisinde… Saçınızın durmadan korkunç bir biçimde topuzunuzdan kurtulup yüzünüzün çevresine dökülmesi de. Ve sesinizdeki sorun nedir? Maalesef birçok Amerikalı kadın tanıdım ve hiçbiri kendilerini olduğundan daha da eğitimsiz gösteren genizden gelen böylesi bir aksana sahip değildi.” Sandalyesine rahatça yaslandı ve kollarını geniş göğsünün üzerinde kavuşturdu. “Ayrıca rica etsem beni bacağınızın titremesine sebep olan şu rahatsızlığınızla ilgili aydınlatabilir misiniz?”

Maria adamın sivri dilli olduğunu söylemişti, fakat Summer bu derece olacağını aklından bile geçirmemişti. Neden yardıma ihtiyaç duyduğunu yeniden hatırlamaya çalıştı. Onun desteğiyle sosyeteyi tahmininden de kısa bir süre içinde fethedebilirdi.

Dük özgüvenli ve ukala bir edayla gözyaşlarına boğulmasını bekleyerek bakışlarını ona odaklamıştı. Bunun üzerine Summer gülümsedi ve eteklerini kaldırdı.

Ve Chi-chi’nin – 2.5 kiloluk hırıldayan ve diş gösteren tüy yumağının – ortaya çıkmasıyla adamın ağzı şaşkınlıktan açık kaldı.

“Bacaklarınızı ısırmasını önlemeye çalışıyordum ama şimdi sanırım onu bir deneme yapması için serbest bırakacağım.”

Ne yazık ki adam uzun çizme giyiyordu ve Chi-chi deriyi sadece biraz aşındırabildi.

Bacağını sallayarak köpekten kurtulmaya çalışan dük, “Kahretsin, bu da ne böyle?” diye sordu.

Belli ki kapıyı dinlemekte olan Maria, “Bir kopek,” cevabını yapıştırdı. Salona girdi ve beyaz tüy yığınını kollarının arasına aldı. “Ve sizi sevmedi, tıpkı benim gibi.” Döndü ve Summer’a baktı. “Orada oturup bu adama gülümsemeye nasıl devam edersin? Bıçağını çek! Güzel bir şekilde dürt ve onu yolcu et! Onu buraya davet etmek gibi böylesi çılgınca bir fikre kapıldığım için özür dilerim.”

Monchester Dükü dehşete kapılmış halde kızın elbisesinin fırfırlarına bakarak, “Üzerinizde bıçak mı var? O da mı eteklerinizin altında?” diye sordu. Daha önce hiç böyle birine rastlamamıştı. Can sıkıntısı en yakın arkadaşıydı, ancak bu kızın bulunduğu ortama girdiği andan beri sanki hayata dönmüştü, bu kız sanki etrafına bir pırıltı yayıyordu.

Summer içinden bir kahkaha yükseldiğini hissetti. Adamın yüzündeki ifade çok komikti! Arizona’dan ayrıldıklarından beri silahını baldırında taşımayı bırakması iyi olmuştu. Ama Kızılderili arkadaşı Chatto’nun verdiği bıçağı asla yanından ayırmıyordu. “Elbette.”

Dük altın renkli tek kaşını kaldırdı ve “Eteğinizin altında başka neler olduğunu sorabilir miyim?” dedi.

Maria, “Hayır, soramazsınız,” diyerek araya girdi. Siyah saçları neredeyse şiddetinden havaya dikilmişti, solgun mavi gözleri ise öfkeyle parlıyordu. Chi-chi genç kızın tutuşundan kurtulmaya çalışırken acı dolu bir şekilde havlayıp hırıldıyordu. “Siz bir centilmen değilsiniz ve bu evi bir an önce terk etmenizi öneririm!”

Summer sebebini bilmiyordu ama dük bu aşağılama girişiminden hiç de rahatsız olmuş gibi görünmüyordu. Neticede bu tip erkeklere alışkındı, her ne kadar karşısındaki adam cesaretini farklı şekilde kullanıyor olsa da. Ve içinde yükselen kahkahayı tutmakta giderek zorlanıyordu… Önce kıkırdadı, sonra da düpedüz gözlerinden yaşlar gelinceye dek bacağına vurarak kahkahalara boğuldu.

Maria’nın gözleri kısıldı. “Ben bunda komik olan hiçbir şey göremiyorum.”

Adam, “Ben de,” dedi ancak yüzü keyifle aydınlanmış ve sanki çok sık gülmezmiş ya da böylesi bir duruma alışık değilmiş gibi dudakları hafif bir sırıtışla seğirmeye başlamıştı.

Summer gözyaşlarını sildi. “Görmüyor musun Maria? Buraya sadece komik dedikodular almak için geldi. Elinde sosyeteye girme ümitlerimi tamamen yok etmeye yetecek kadar silah var bile. Bu durumda onun sessizliğini desteği ile birlikte satın almak tek seçeneğim… Tabii yapabilirsem.”

Maria öfkeli bir tavırla derin bir nefes aldı.

Dük egzotik gorüntüsünü inceleyerek siyah saçlı güzele baktı. Bu kız da nereden çıkmıştı? “Siz kimsiniz?”

“Onun arkadaşı,” diye atıldı Maria. “Sizin arkadaşlığın ne demek olduğunu bilmediğinize eminim gerçi, öyle değil mi?”

“Yeter Maria. Chi-chi’yi al ve git şimdi. Lord hazretlerinin sessizliği satın alınabilir mi bakalım…”

Adam öne doğru eğildi. “Lord hazretleri değil ekselansları demelisiniz. Çok fazla para gerekecek bayan… Bu küçük tablo bile prensimizi en azından bir hafta eğlendirmeye yeter.”

Summer da öne doğru eğildi ve bu hamlesi adamın şaşırıp geri adım atmasına neden oldu. “Hisleriniz gayet açık bayım, fakat anladığım kadarıyla aslında prens Amerikalı kızları seviyor. Ve ne kadar sıradışı o kadar iyi. Belki de sizi işe alarak kendime kötülük yapıyorum zira hikâyeleriniz eminim onda merak uyandıracaktır.” Kraliçeyle tanıştırılma şansımı da yok edecektir diye düşündü içten içe. Ve bu onun asıl amacıydı – o tutucu kadından kabul görmek New York’un kendi sosyetesinin kraliçesinin, heybetli Bayan Astor’ın da onayını almak demekti.

Adam bu sözleri sindirdikten sonra başını salladı. “İş teklifinizi duymaya can atıyorum.”

“Güzel.” Summer adama gülümsedi ve masanın üzerindeki küçük zili çaldı. Yüzü kıpkırmızı olan uşak bakışlarını kaçırarak elinde çay tepsisiyle içeri girdi. Maria bu adamın işe alınması konusunda onu ikna etmişti çünkü züppe görünmüyordu ve Summer atletik yapısının, dahası çekici yüzünün de bu işte rol oynadığından kesinlikle emindi. “Teşekkürler, Charles. Bu yeterli.” Maria’nın onu casusluk yapması için gönderdiğinden şüphelendi bir an için ve konuşmasına devam etmeden önce uşağın odadan çıkmasını bekledi. “Size olan teklifim bayım… Biraz alışılmışın dışında.” Tepsiye uzanıp büyük bir kısmını beyaz örtünün üzerine döktüğünü fark etmeksizin çay servisini yaptı. Aklı genzinden yükselen aksanı yumuşatma kısmına takılmıştı; New York’ta ses dersleri almış ama yine de o kültürlü akılcılığı sağlamayı başaramamıştı. “Sizi beni sosyeteye tanıtmanız için kiralamak istiyorum.”

Dük dökülen çay dantelli örtüyü daha fazla kirletmeden kızın elinden fincanı hızla kaptı. “Bu konudaki fikirlerimi size çoktan aktarmış olduğuma inanıyorum. Ülkemin vatandaşlarından birinin unvanını vermesi için Amerikalı bir üçkâğıtçıya yardımcı olacağımı gerçekten düşünüyor musunuz?”

“Ah ama beni yanlış anladınız. Ben bir koca arayışında değilim.”

Altın rengi kaşlar belirgin bir şüpheyle kalktı. “O halde kaliteniz tartışılmaz.”

Summer fincanını adamın ukala yüzüne fırlatmamak için hızla tepsiye bıraktı. Dük belli ki ona inanmamıştı. “Ben zaten ülkemde başka biriyle nişanlıyım. Ailesi sosyetede yüksek mevkiide olan harika bir adamla.”

“Ah.” Adam rahat bir tavırla sandalyesinde arkasına yaslandı. “Ve siz tam olarak onların standartlarına ulaşamıyorsunuz, öyle mi?”

“Böyle düşünmenize sebep olan… Hayır, her neyse boş verin. Beyniniz diliniz kadar kıvrak ve beni öyle kolayca aşağılamanıza sebep olacak bir şey yapmayacağım.” Adama öfkeyle baktı. “Evet, onların standartlarına ulaşmam lazım. Kraliçe ile tanışmam lazım. Ve sizi temin ederim ki ülkenizin değerli lordlarını bırakıp direkt olarak Amerika’ya geri döneceğim.”

“Amerikalı harika erkeğinizin yanına mı?” Yüzü bir şey canını sıkmış gibi asıldı. Kızın Amerikalı bir erkeği İngiliz lordlarına tercih etmesine gerçekten içerlemiş olabilir miydi?

“Size söyledim, ben unvan peşinde değilim.”

“Şu Amerikalıdan bahsederken gözlerinizde beliren o aptal pırıltıdan dolayı size inanma eğilimindeyim.” Garip bir hisle göğsü daraldı. Kızın nişanlı olması onu neden böylesine rahatsız ediyordu ki? Bu konuyu daha fazla düşünmeyi reddederek, “Bu harika kişinin bir ismi var mı?” diye sordu.

“Monte,” diye karşılık verdi Summer iç çekerek.

Dük fincanını hızla masaya bıraktı. “Ne kadar?”

“Ne kadar mı? Ah para. Anladığım kadarıyla mülkünüz harap durumda ve…”

Mavi gözleri parlayan adam, “Bu sizi hiç ilgilendirmez,” dedi. Ses tonu bu gibi özel meselelere daha fazla burnunu sokmaması gerektiğini ima ediyordu, kızın yanlış Amerikan terbiyesiyle yetiştirilmiş olduğu belliydi.

“Fakat geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?”

“Siz cahil bir yabanisiniz, öyle değil mi? Beyefendiler çalışmazlar, hanımefendi. Onları beyefendi yapan da budur.”

Summer ayağa fırlayıp salonda gezinerek adama karşılık verdi: “Pervasız sözler ediyorsunuz bayım.”

Kız salonda yürürken, hayır adeta süzülürken bu kadar kaba birine göre inanılmaz derecede zarif diye düşündü Monchester Dükü. “Siz de pervasız sorular soruyorsunuz. Siz Amerikalı kızlara hiç terbiye vermezler mi?”

“Ben diğer Amerikalı kızlara benzemem.”

“Bu zaten çok belli. Çayı döke saça servis ederken salonu büyük bir zarafetle adımlıyorsunuz, yemin ederim su üzerinde yürür gibisiniz. Sizin gibi bir bayan nasıl yaratılır ki?”

Summer güldü. Adam onu izlerken suratında nasıl bir ifade belirdiğinin farkında değil miydi? Ama belki de bu şaşkın ifadesi sadece onun yüzündendi, kaşlarını kaldırdığında karşısındakinin gülümsemesine alışkın değildi. Yine de bunu sorun etmiyor görünüyordu.

“Sizi işe almama izin verirseniz…” dedi genç kız. “Nasıl olduğunu öğrenebilirsiniz.”

Dük kravatını düzeltti ve saçlarını kulaklarının arkasına iterken yüzünde kibar ama sıkıntılı bir ifade belirdi. “İlgilenmiyorum.”

“Peki bir demiryolunun üçte bir hissesi ilgilenmeniz için yeterli olur mu?” Summer adama ne teklif edeceğini detaylı olarak düşünmüştü; New York sosyetesinin paraya olan ilgisi İngilizlerin de aynı bakış açısına sahip olabileceklerine inanmasına neden olmuştu. Para teklif etmek belki de yapılan bir şey değildi. Babası demiryolunu küçük olduğu için ona vermişti, ancak adamın bu teklife hayır demeyeceği kadar da kârlıydı.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıOluruna Bırak
  • Sayfa Sayısı328
  • YazarKathryne Kennedy
  • ÇevirmenŞebnem Barker
  • ISBN9789944825801
  • Boyutlar, Kapak13,5x21,5, Karton Kapak
  • YayıneviEpsilon / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Gece Mavisi Elbise ~ Karen FoxleeGece Mavisi Elbise

    Gece Mavisi Elbise

    Karen Foxlee

    Gecenin içinde düşünürken, denizin keskin soluk alıp verişlerini çok net duyabiliyor. Yatağına uzanıp yine sıkı sıkı gözlerini yumuyor. Işığı olsa küçük yeşil defterine bir...

  2. 4 3 2 1 ~ Paul Auster4 3 2 1

    4 3 2 1

    Paul Auster

    “Auster’ın en büyük, en yürek burkan, en doyurucu romanı, gerçeklerin ve olasılıkların, aşkın ve yaşamın sürükleyici ve şaşırtıcı öyküsü” olarak tanımlanan yapıt, bir aile...

  3. Büyülenme ~ Hermann BrochBüyülenme

    Büyülenme

    Hermann Broch

    İlk romanı kırk beş yaşındayken yayımlanan Hermann Broch, Nazilerin Avusturya’yı ilhakının ardından sosyalist bir dergi bulundurduğu şüphesiyle kısa süreliğine hapis yattı ancak aralarında James...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur