On yılların en önemli bilimkurgu serilerinden Üç Cisim Problemi, Ölümün Sonu ile sona eriyor.
Kıyamet Savaşı’ndan yarım asır sonra, Karanlık Orman Caydırması’nın sağladığı gergin denge, işgalci Trisolar medeniyetini uzakta tutmaktadır. Dünya, Trisolar teknolojileri sayesinde daha önce görülmemiş bir refah dönemine girmiştir. İnsan biliminin günbegün gelişmesi ve Trisolarların Dünya kültürüne entegre olması, iki medeniyetin birbirini yok etmeden birlikte var olabileceğini göstermektedir.
Yirmi birinci yüzyılın ilk zamanlarından bir uzay mühendisi olan Cheng Xin, bu yeni çağda hibernasyondan uyanır. Ancak beraberinde, Trisolar Krizi’nin başlangıcından kalan unutulmuş bir programın bilgisini de getirecek ve varlığı, bu iki dünya arasındaki narin dengeyi tepetaklak edecektir. İnsanlık yıldızlara ulaşabilecek midir yoksa beşiğinde can mı verecektir?
Üç Cisim Problemi için övgüler
“Olağanüstü bir kitap! Bilimsel ve felsefi tartışmaların eşsiz bir karışımı.” –George R. R. Martin
“Türünün en iyilerinden, alışılmış ama aynı zamanda da tuhaf.” –Kim Stanley Robinson
Zamanın Dışında Bir Geçmiş’in
Önsözünden Alıntı
Buna tarih denebilecek olmasına karşın, sadece hauralarımdan yola çıkarak yazacağım için tarihin somutluğunu taşıması mümkün değil.
Hatta geçmiş demek bile tam olarak doğru sayılmaz, sonuçta bu sayfalarda yaşanan olaylar geçmişte yaşanmadı, şu anda yaşanmıyor ve gelecekte de yaşanmayacaklar.
Detaylara girmek istemiyorum. Sadece ana hatları oluşturmak istiyorum, tarihin ya da geçmişin benim tarafımdan anlatılmış bir şeklini yazmak. Bugüne dek korunmuş bol miktarda detay mevcut. Şişelerin içinde süzülüyorlar ve umut ediyorum ki bir gün yeni evrene ulaşacaklar.
Kısacası ben sadece ana hatları yazdım; bu ana hatlar bir gün detayların eklenmesini kolaylaştırabilir. Tabii, bu işi yapmak bize düşmeyecek. Fakat umarım bir gün gelir ve biri bu sorumluluğu üstlenir.
O günün geçmişte var olmadığından, günümüzde var olmamasından ve gelecekte de var olmayacak olmasından dolayı üzgünüm.
Güneşi banya hareket ettiriyorum ve işığın açısı değişirken, fidelerin üzerindeki çiy damlaları aniden açılan sayısız göz gibi panıldıyorlar. Günün çabuk kararması için güneşin aydınlığını azaluyorum; ardından uzakta, batan güneşin karşısında duran siluetime bakıyorum.
Siluetime el sallıyorum; o da bana el sallıyor. Gölgeme bakarken kendimi bir kez daha genç hissediyorum.
O kadar güzel bir zaman ki bu, her şeyi hatırlamaya fazlasıyla uygun.
Mayıs 1453
Sihirbazın Ölümü
Kendini toparlamak için duran XI. Konstantin, önünde duran ve şehrin savunmasını ilgilendiren haritaların oluşturduğu yığını kenara itti, mor renkteki sabahlığına sıkıca sarıldı ve beklemeye başladı.
Zaman algısı fazlasıyla iyiydi: Sarsıntı tam da beklediği anda gerçekleşti, yerin merkezinden geliyormuş gibi hissettiren, kuvvetli ve şiddetli bir sallantıydı. Titreyen gümüş şamdan uguldadı ve Büyük Saray’ın tavanında belki de bin yıldır bekleyen bir avuç toz mumun alevleri üzerine dökülerek ufak kıvılcımlar halinde alev aldı.
Üç saatte bir -Osmanlıların, Orban adındaki mühendisin tasarladığı o muazzam topları doldurmaları üç saatlerini alyordubeş yüz kırk dört kiloluk taşlar Konstantinopolis’in surlarını dövüyordu. Bunlar dünyanın en güçlü surlarıydı: Ilk olarak beşinci yüzyılda 11. Theodosius tarafından inşa edilmişler, güçlendirilmeye ve genişletilmeye devam edilmişler ve Bizans’ın sayısız kuvvetli düşmanla başa çıkabilmesinin yegane sebebi olmuşlardı.
Fakat devasa boyutlardaki kayadan gülleler bir devin ısırıklarını andırırcasına, surlara her isabet ettiklerinde yeni bir yarık oluşturuyorlardı. Imparator olup bitenleri kafasında canlandırabiliyordu: Patlamanın etkisiyle etraf toz ve dumana karışmışken, sayısız asker ve vatandaş surlarda açılan yeni yaraları kapatmak üzere tozla kaplı bir gökyüzünün altındaki cesur karıncalar gibi harekete geçiyorlardı. Gedikleri, ellerinde ne varsa onunla dolduruyorlardı: şehirdeki diğer yapılardan koparılmış malzemeler, toprakla dolu çuvallar, pahalı Arap halıları… Hatta batan güneşin bir örtüymüşçesine aydınlattığı toz bulutlarının Konstantinopolis’e doğru yavaşça süzüldüklerini dahi hayal edebiliyordu.
Şehrin kuşatma altında geçirdiği beş hafta boyunca, günde yedi kez -nizami bir biçimde çalan devasa bir saati andınrasına bu sarsıntıları duyuyorlardı. Farklı bir dünyanın saati ve ritmiydi bu, kâfirlerin saati. Bu sarsıntılarla karşılaştırıldığında, köşedeki çift başlı kartal figürünü taşıyan ve Hıristiyan aleminin saatini gösteren bakır saatin sesi cılız kalıyordu.
Sarsıntılar dindi. Bir süre geçtikten ve biraz çabaladıktan sonra, Imparator Konstantin düşüncelerini toparlayarak yeniden içinde bulundukları ana odaklandı. Nöbetçiye ziyaretçisini görmeye hazır olduğunu işaret etti.
Imparatorun en sadık bakanlarından biri olan Phrantzes, peşinde sıska yapılı biriyle içeri girdi.
“Bu Helena.” Phrantzes kenara çekilerek kadını ortaya çıkardı.
Imparator, kadına baktı. Konstantinopolisli soylu kadınlar, şehir halkının giydiği sade ve bileklerine gelen beyaz kıyafetlerin aksine, abartılı süslemelerle bezeli kıyafetleri tercih ederlerdi. Fakat bu Helena ikisinin karışımı gibi görünüyordu. Altın işlemeli bir tunik yerine, halk tabakasının tercih ettiği türden beyaz bir elbise giyiyordu fakat üzerine ise gösterişli bir pelerin almıştı; lakin soyluların tercih ettigi mor ve kırmızı renklerin aksine, pelerin sarı renge boyanmıştı. Büyüleyici ve sehevi yüzüyle, yalnız başına solmaktansa ilgiden çürümeyi tercih eden bir çiçeği andırıyordu.
Büyük ihtimalle maddi durumu iyi sayılabilecek bir fahişeydi.
Kadının vücudu titriyordu. Bakışlarını yerden kaldırmıyordu fakat imparator, kadının gözlerindeki parıltıyı fark etti. Mensup olduğu sınıfta böylesi heyecan ve hevese pek rastlanmıyordu.
İmparator, “Büyülü güçlere sahip olduğunu mu iddia ediyorsun?” diye sordu.
Imparator bu görüşmeyi olabildiğince çabuk bir biçimde sonlandırmak istiyordu. Phrantzes genellikle dikkatli bir adamdı. Konstantinopolis’i savunan yaklaşık sekiz bin askerin sadece ufak bir kısmı yerleşik orduya mensuptu, iki bini ise Cenevizli paralı askerlerdi. Askerlerin geriye kalanını halkı üçer beşer orduya katılmaya ikna eden Phrantzes toplamıştı. Her ne kadar son fikrinden pek hazzetmese de, Imparator bu maharetli yöneticisinin isteğini geri çevirmemiş ve ona bir şans vermişti.
“Evet, padişahı öldürebilirim.” Helena’nın kısık sesi rüzgârda salınan ipek iplikleri andırıyordu.
Helena, beş gün önce sarayın önüne gelmiş ve imparatorla görüşmeyi talep etmişti. Nöbetçiler kendisini uzaklaştırmak istediğinde, Helena nöbetçilere onları şaşkına çeviren ufak bir paket göstermişti. Nöbetçiler, kadının kendilerine ne gösterdiğinden emin değillerdi ancak elindekinin onda bulunmaması gereken bir şey olduğunu biliyorlardı. Helena, imparatorun yanına götürülmek yerine, tutuklanmış ve getirdiği eşyayı nasıl elde ettiği konusunda sorguya çekilmişti. İtirafı daha sonra teyit edilmiş ve ardından Phrantzes’in karşısına çıkarılmıştı. Phrantzes ufak bir bohça çıkardı, sarılı duran kumaşı açtı ve içindekileri imparatorun masasına bıraktı.
İmparatorun bakışları, en az beş gün önceki askerlerinkiler kadar afalladığını ele veriyordu. Fakat onların aksine, karşısında neyin durduğunu gayet iyi biliyordu.
Dokuz asrı aşkın süre önce, Büyük Justinianus hükümdarlığı döneminde, usta zanaatkârlar saf altından, üzerleri mücevherlerle kaplı ve insanın ruhuna işleyen güzellige sahip iki kadeh yapmışlardı. Kadehler, mücevherlerin şekilleri ve yerleştirilme biçimleri haricinde tıpatıp aynıydılar. Biri Justinianus’tan sonra gelen imparatorlarla nesilden nesle geçmiş, diğeri ise başka bir takım hazinelerle birlikte milattan…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bilimkurgu-Fantazya Roman (Yabancı)
- Kitap AdıÖlümün Sonu
- Sayfa Sayısı800
- YazarCixin Liu
- ISBN9786257737043
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sherlock Holmes; Aklın Şüphesi Suçun Gerçeğidir ~ Arthur Conan Doyle
Sherlock Holmes; Aklın Şüphesi Suçun Gerçeğidir
Arthur Conan Doyle
Akıl yürütme sanatı, uzun ve sabırlı çalışmalar sonucunda elde edilir. Yetenekli bir akıl yürütücü beynini boş bir oda gibi kullanır, gereksiz bilgileri eler ve...
- Bayan Seninki ~ Claudia Piñeiro
Bayan Seninki
Claudia Piñeiro
Yağmurlu bir kış akşamında Inés, kocası Ernesto’yu takip eder ve onun ıssız bir ormanda bir kadınla buluştuğunu görür. Uzaktan gizlice onları izler. Kocası ve...
- Genetik Miras ~ William Landay
Genetik Miras
William Landay
İyi veya kötü biri olmak kendi tercihimiz midir? Ödüllü yazar William Landay’in Amerika’da büyük yankı uyandıran romanı, insanların suçla olan ilişkisini sorgularken, yürek burkan...