“Gerçekten yaşamayan insanlar genelde yoğun bir sıvının içinde hareket ederler. Yaşamlarını ancak bu şekilde sürdürebilirler. Hayatları görmemelerine bağlıdır.”
Yakışıklı, iyi eğitimli ve bir süre önce intihara teşebbüs eden Dalton Harron bir iş gezisi için yola çıkar ama bindiği tren bir tünelde bozulur. Dalton neler olduğunu görmek için trenden iner ve o sırada bir demiryolu işçisiyle tartışarak onu öldürür. Yerine geri döndüğünde, işlediği suçu itiraf etme ihtiyacıyla olan biteni trendeki genç ve kör bir kıza anlatmak ister fakat kız ona kompartımandan hiç ayrılmadığını söyleyecektir.
Susan Sontag’ın ilk kez 1967’de yayımlanan ikinci romanı Ölüm Tüneli, gerçekle rüyayı iç içe geçiren, gerçeğin kaygan tanımını irdelerken Batı insanının ruhuna çılgın bir dalış yapan bir modern kurgu klasiği.
“Kesik kesik cümlelerin ve neredeyse belgesel kesinliğindeki gözlemlerin ustalıklı bir üslupla harmanlandığı, gerçekten müthiş bir kitap.”
The Boston Globe
SUSAN SONTAG, 1933’te New York’ta doğdu. Çocukluğu Tucson, Arizona ve Los Angeles’ta geçti. On beş yaşındayken California Üniversitesi’ne girdi. Bir yıl sonra Chicago Üniversitesi’ne geçiş yaptı ve 1951’de mezun oldu. Çalışmalarını Harvard Üniversitesi’nde sürdürdü ve felsefe doktorası yaptı. 1957-1958 yıllarında Paris Üniversitesi’nde çalıştı. Daha sonra Amerika’ya dönerek New York Koleji’nde felsefe dersleri verdi ve Columbia Üniversitesi’nde öğretmenlik yaptı. 60’lı yıllar boyunca The New York Review of Books, Commentary ve Partisan Review’da birçok denemesi yayımlandı. Film senaryoları yazan ve yönetmenlik de yapan Susan Sontag’ın denemeleri arasında Sanatçı: Örnek bir Çilekeş, Fotoğraf Üzerine ve Başkalarının Acısına Bakmak sayılabilir. Yanardağ Sevdalısı, Amerika’da, İyiliksever ve Ölüm Tüneli adlı romanları dışında Ben, Vesaire adlı bir de öykü kitabı vardır. Sontag 2004’te New York’ta öldü.
***
Diana Kemeny’ye, sevgi ve minnetle
İyi kalpli Diddy iş gezisine çıkıyordu. Ailesinin ona verdiği takma adı Diddy’yi (artık) yalnızca kardeşi ve okul günlerinden birkaç arkadaşı kullanıyordu. “Merhaba Diddy!” diye seslenirdi Paul, ne zaman kente gelip uyarmadan işyerine damlasa ya da sabahın üçünde haber vermeden Diddy’nin evinin kapısına dayansa. Diddy, bazen alaycı bir kendini beğenmişlikle takma adına İyi kalpli Diddy diye eklemeler yapardı. Bir de şunlar vardı: İyi Diddy, İyilik Timsali Did ve Hepten Bitik. Kendisinin ve çocukluk arkadaşlarının kullandıkları lakaplar bir yana, gerçek adı Dalton’dı.
Tam ismini vermek gerekirse Dalton Harron: Pennsylvania’nın orta ölçekli bir kentinde el bebek gül bebek yetiştirilmiş ve eğitimine bir dünya para harcanmış mülayim bir arkadaş. İyi huylu bir çocuk, bu dünyadan sessiz sedasız göçmüş medeni anne babanın en büyük oğlu. (Şimdi) epeyce yakışıklı, otuz üç yaşında bir adam. Eskisine kıyasla daha suskun. Belki biraz müşkülpesent; bir parça tumturaklı konuşan biri. Karşısındakiyle kibarca konuştuğunda cevap almaya alışkın ve (şu an) yaşadığı büyükşehrin nezaketsiz tavırlarına asla uyum sağlayamamış. Ama küskün değil. Kadınlara kötü davranmayan, kredi kartlarını hiçbir zaman kaybetmeyen ya da bulaşıkları yıkarken tabak kırmayan, işini özenle yapan, dostlarına cömertçe borç veren, ne kadar yorgun olursa olsun her gece yarısı aksatmadan köpeğini gezdiren bir adam. İnsanların ister istemez hoşlandığı, felaketlerin kapısına uğramadığı türde biri.
Tam anlamıyla yaşıyor olmasa da, Diddy’nin bir hayatı vardı. Bu ikisi bambaşka şeylerdir. Bazı insanlar hayatlarının ta kendisidir. Diddy gibi olan diğerleri ise kendi hayatlarında güçbela barınırlar. Tedirgin kiracılar gibi, mülkiyet haklarının kapsamını ya da kira sözleşmesinin süresinin ne zaman sona ereceğini hiçbir zaman tam olarak bilmezler. Beceriksiz kartograflar misali tekrar tekrar egzotik bir kıtanın hatalı haritalarını çizer dururlar.
En nihayetinde bu tip biri için her şey tükenmeye mahkûmdur. Duvarlar bel verir. Nesnelerin arasındaki boşluklar genişler. Yüzeyleri terler, incelir, yer yer kabarır. Özlerinde yer alan tortulaşmış korkunun isterik sıvıları kenarlardan sızar. Bir şeyleri harekete geçirmek ve uzamda yön bulmak zorlaşır. Mutfaktan oturma odasına sallana sallana yürüyerek içki servisi yapmak, müzik setini açmak, neşeliymiş gibi davranmak için ne çok çaba gerekir… Ama Diddy’nin sorunları, daha çok çaba sarf ederek çözülecek gibi değil. Daha çok çaba sarf etmek, şimdiki zamanın geçmişe karışırken silindiği sanrısına dayanan, o mahir yetersizlik duygusunu yok etmeyecek. Bu çabanın yanında Diddy’nin inanca da ihtiyacı var, ki bu (şu an) onda yok. Bu da her şeyi öngörülemez kılıyor. Haftada beş gün, saat tam 10.00’da Watkins&Company’ nin Lexington Bulvarı’ndaki bürolarında boy göstermesi gerek. Diddy, her gün bunu yapabileceğinden şüphelense de her sabah bir şekilde bunu başarıyor. Bu bir mucize. Ama Diddy, inançlı olmadığından, mucizelerin meydana gelmesinin böyle bir dünyanın varlığını garantilemeyeceği sonucuna varıyor. Bunun yerine, insanın yapmayı kafasına koyduklarını yerine getirmesinin mucize sayılamayacağına karar veriyor. Bu daha çok, şeylerin hareketsiz, narin ve yapışkan yapısında iğrenç bir çatlak olarak görülebilir. Ya da birinin makası dikkatsizce savurup kumaşta çirkin bir yırtık ya da sigarayla kazara bir delik açması gibi aptalca bir kaza.
Her şey tükeniyor: Tükeniş, Diddy’nin düzenli yaşamının tamamına yayılıyor. Enerjisini bodrumundaki büyük jeneratörden sağlayan bir ev gibi. Diddy’nin içinde, jeneratörün enerjisinin tükendiğine dair neredeyse elle tutulabilir somutlukta bir his var. O jeneratörün korkunç biçimde kusurlu çalıştığına, zıvanadan çıktığına dair bir his… Bu his, Diddy’nin yaşamını aniden, evini darmadağın edip zevkli mobilyalarını mahveden bir atık selinin basmasına neden oluyor. Öyle ki Diddy kendine sığınacak bir yer aramak zorunda kalıyor. Daracık bir köşede tortop oluyor. Ama Diddy’nin kendine ayıracağı alan ne denli ufak olursa olsun, uzun süre güvenli kalmayacak. Burayı katı madde işgal edemese bile, bu sefer de arızalı ya da isyankâr jeneratörün iğrenç cerahati akışkanlaşıp her yere yayılarak mekânın üstünü deri gibi örtecek. Jeneratör, değerli değersiz, güzel çirkin demeden, pis ve kötü kokulu bir ham petrol seli kusarak her şeyin ve herkesin üstünü kaplayacak. Diddy’nin dünyasını kirleterek onu kullanılamaz, yaşanılamaz hale getirecek.
Her şeyin böyle sıvılaşarak tükenişi, Diddy’nin bütün bilincini etkisi altına alıp en basit hareketlerini bile baltalıyor. Yataktan kalkmak bir ıstırap; anlamsız havayla hayat bulmaya çalışan karaya vurmuş bir balığın çırpınışları kadar ümitsiz. Gerçekten yaşamayan insanlar genelde yoğun bir sıvının içinde hareket ederler. Yaşamlarını ancak bu şekilde sürdürebilirler. Hayatları, görmemelerine bağlıdır. Ama bu sıvı buharlaşıp havaya karıştığında altından sansürsüz, kokuşmuş, berbat bir hayat açığa çıkar. Yok olmaya mahkûm kentlerin harabeleriyle yüklü kayıp kıtalar belirir. Ölüm sancıları çekerken felce uğramış kadim yaratıkların iskeletlerinin üzerinden yer yer deri parçaları sarkar. Eşi bulunmaz bir vahşet manzarası… İskeletler ve terk edilmiş kentler kurtarılabilir. Ama kayıp ve insansızlaştırılmış bir tabiat kurtarılamaz. İnsanlığın nazarından, denetim ve arzularından bunca zamandır uzak olan Tyrrhenia’nın çorak dağları, gezegende bilinen başka hiçbir dağa benzemez. Hayalî gökyüzünün altında nasıl da ürperip terler…
Aynı o tanıdık, ışık geçirmez ortam sızıntı yapmaya başladığından beri Diddy’nin hayatının ürperip terlediği gibi. Birbirine bağlı yumuşak pelür kâğıdına benzer günler çözülmüş. Cıvık plenum kurumuş ve içinden sivri uçlu, insanlıkdışı öğeler fırlamış. Ortam durmadan buharlaşıyor; kaynayarak birbirine karışan bütünlüğün kaynağı kuruyor. Yok oluyor. Geriye kalan her şey tesadüfi ve anlaşılmaz. Salt sese indirgenmiş insan konuşması dahil. Ama Diddy su seviyesindeki ürkütücü düşüşü, yaşamsal yağların kuruyup çekildiğini, insan ölçeği anlayışının kıyısındaki erozyonu henüz kimsenin fark etmediğini ya da en azından alenen kabullenmeye cesaret edemediğini gözlemliyor. Bunu ilan eden ilk kişi Diddy mi olacak? Küstah Diddy. Her zaman dürüst olmaya çalışsa da hiçbir zaman bilge olduğunu iddia etmedi. Belki de herkesin dile getirdiği ve Diddy’nin bir zamanlar anlamış olsa bile (artık) anlamadığını söylediği hayatla ilgili o yalanda gizli bir bilgelik vardır. Dolayısıyla Diddy konuşmaya devam ediyor, tıpkı diğer herkes gibi. Sözcükler, dönen bir tel sepetten düşen kekremsi, tebeşir renkli küpler gibi… Diddy onları topladıktan sonra mantıksız kelimeleri birbiri ardına yerleştirerek akla yatkın duran bir cümle kuruyor. Sıradan niyet, vaat, fikir, talep ve itirazları, uzlaşma ve anlaşmazlıkları belirten cümleler… Ama bunu neden yaptığını bilmiyor artık. Nefes alıp vermek bile yeterince zorken, hiç nefes almadan konuşmaya devam ediyor.
Su seviyesi düştükçe, önemsiz olaylar korkunç ve düzensiz biçimde su yüzüne çıkıyor. Diddy nefes almak için çırpınıyor ama her hamlesinde kendini yaralıyor. Diddy başarısız bir amfibi. Tüm görevler onun için anlamsızlaşmış, hiçbir yer ona kucak açmıyor, neredeyse herkes gülünç, bütün mevsimler şaşmış ve tüm durumlar tehlikeli.