Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ölüm Mesajı
Ölüm Mesajı

Ölüm Mesajı

Mark Billingham

Morse, Rebus ve şimdi Thorne. Bir sonraki süperstar dedektif zaten aramızda—onu kaçırmayın.’ LEE CHILD MESAJ Tom Thorne mesleği gereği olarak çok sayıda ceset görmüştür….

Morse, Rebus ve şimdi Thorne. Bir sonraki süperstar
dedektif zaten aramızda—onu kaçırmayın.’
LEE CHILD
MESAJ
Tom Thorne mesleği gereği olarak çok sayıda ceset görmüştür. Ancak bu kez cep telefonuna bir katilin kurbanlarının fotoğrafları gelmektedir. O bir süre sonra bir sonraki cesedin kendisi olacağının farkına varır.

KATİL
Ve fotoğrafları gönderen kişi yakalanmasına rağmen, ölümcül tehdit varlığını sürdürmektedir. Bazılarına göre dava kapanmıştır fakat Thorne’un kabusları yeni başlamaktadır.

DÖNÜŞ
Çünkü ölüm mesajlarının asıl planlayıcısı başka birisidir. Thorne demir parmaklıklar ardındaki psikopatın kendi kirli işleri için başka biri tarafından yönlendirildiğini öğrenir. Polisin buna inanmaması nedeniyle artık kendi sorununu kendisinin çözmesi gerekmektedir.
“Şimdiye kadar yazdığı en iyi romanı.”
—INDEPENDENT ON SUNDAY

“Kavrayıcı . . . gergin ve rahatsız edici.”
THE TIMES

“Tom Thorne kanlı intikam duygusundan bir şey kaybetmemiş olan bir katil ile karşı karşıyadır. Thorne’un mücadelesi takdir edilmeye değer.
THE OBSERVER

“İyi kurgulanmış, yüksek kaliteli bir kitap.”
THE GUARDIAN

Onları gördüğü ilk anda, polis olduklarını anlamıştı aslında; duruşlarındaki ciddiyet, yüzlerindeki endişeyle karışık resmiyet, midesine bir yumruk gibi inmişti. Kadın olanın gösterdiği sandalyeye yığılır gibi kendini bırakırken, ciğerlerindeki nefesin tükendiğini hissetti.
Kurumuş ağzını tükürüğüyle ıslattı ve yuttu. İki polisin kendilerini rahat ettirmeye çalıştığını ama başarılı olamadıklarını gördü; adamlar boğazlarını temizlediler ve sandalyelerini biraz öne çektiler.
Yere sürtünen sandalyelerin çıkardığı ses, üçünün de içini kaldırdı. O korkunç çizik sesi ve ekosu.
Her ikisi de, odada kendi isteklerinin dışında bulunuyor gibiydiler; hangi oyun olduğunu bilmeden yanlışlıkla sahneye dalan aktörler gibi adeta. Karşılarındaki adama kaçamak bakışlar atıp, onun içinden yükselmekte olan çığlığı fark eden polislerin yüz ifadelerine bakınca, neredeyse onlar adına üzüldüğünü hissetti.
Polisler, kendilerini tanıttılar. Erkeklerden kısa boylu olanı söze girdi ve ardından da kadın polis devam etti. Her ikisi de, sanki bir fark yaratacakmış gibi, Hıristiyan isimlerini belirtmişlerdi.
‘Üzgünüm Marcus, ama sanırım sana kötü haberlerimiz Söyledikleri isimleri bile aklında tutmamıştı. Sadece karşısındaki kafalara bakıyor ve odadan çıktıkları çok sonraları bile hafızasında kalacak detayları ezberliyordu: Kirli bir yaka, içkici birinin burnunda görünen ince damarlar, boyalı saçların dibinden çıkan koyu renk saç dipleri.
‘Angie,’ dedi. ‘Angie, değil mi?”
‘Üzgünüm.’
‘Söyleyin;
‘Bir kaza oldu,’
‘Kötü bir kaza…’
‘Korkarım, araba duramadı.’
Onların ağızlarının kelimeler ürettiğini görürken, kafasında tek bir düşünce, kötü frekans veren bir radyo kanalının yayını gibi cızırtıyla tekrar etmeye başladı.
Bu yüzden bir kadın polis yolladılar. Çünkü onlar daha hassas olurlar. Ya da belki benim bir kadın karşısında kendimi kaybedip çığlıklar atmayacağımı düşündüler…
‘Bana o arabadan bahsedin,’ dedi.
Erkek polis başını salladı; sanki teknik detaylardan bahsetmek daha kolaymış ve bu gibi bir soruya hazırlıklı gelmiş gibi. ‘Tahminimize göre, ışıklardan hızla geçmiş ve dörtyol ağzında da duramamış. Hız sınırının üzerindeymiş. İlk anda fazla bir bilgi alamadık ama en azından boya örneğini elde edebildik.’
‘Angie’nin vücudundan mı aldım?, boyayı”
Polis yavaşça başını salladı ve derin bir nefes aldı. ‘Ertesi sabah birkaç mil uzakta, yanmış halde bulduk. Çoluk çocuk işi…’
Odanın içi yapış yapış olmuştu sanki, yeni yapılmış dekorasyonun kokusunu duyabiliyordu. Uykuya dalmayı ve korkunç bir kâbustan, vücuduna yapışmış çarşaflarla uyanmayı düşündü.
‘Robbie’ye kim bakıyor?’ Soruyu sorarken, erkek polise bakmıştı. Peter gibi bir şeydi adı. Adamın gözlerinin kendi gözlerinden ayrıldığını gördü ve o anda, kalbinden bir parçanın koptuğunu hissetti.
‘Üzgünüm,” dedi kadın polis. ‘Oğlunuz da kaza anında Bayan Georgiou’yla beraberdi. Araç. her ikisine de çarpmış.’
‘Her ikisi de olay yerinde öldüler.’ Erkek polis, ellerini sıkıca birbirine kenetlemişti. Sonra tekelini alyansının üzerine koydu ve yüzüğü parmağında çevirmeye başladı. Acı çekmediler.’
Bakışlarını polisin parmaklarına odakladı ama yine de damarlarının donarcasına sızlamasına ve titremesine engel olamadı. Kanının siyaha döndüğünü ve dövmelerinin ve sararmış derisinin altından, uzun zaman sonra canlanmaya başlayarak bir şeyler fısıldadığını hissetti.
‘Pekala, o zaman,’ diyen kadın polis, aslında şunu ima ediyordu: Çok şükür bitti. Şimdi bu kahrolasıca yerden çıkalım
Başını salladı, içinden geçen şuydu: Evet. teşekkür ederim Ve lütfen ben kafamı sizin yüzünüzde, duvarda veya yerde dağıtmadan önce, defolup gidin
Gardiyanın beklediği kapıya doğru yürürken, birden tüm hislerinin ayaklandığını ve canlandığım fark etti; adeta tamamen kendini kaybetmeden önceki son uyanış gibi.
Duvardaki çatlaklara parmaklanın sokmak isteği uyandı içinde. Yürürken bacaklarına sürtünen kot pantolonunun sert kumaşım duyumsadı. Odanın arka tarafındaki iki polisin fısıltı halindeki konuşmaları, kendi ayak seslerinin gümbürtüsünden ve radyatörlerden gelen su sesinden daha ağır basıyordu.
‘Ne zaman çıkacak?’
‘Sanırım, birkaç haftaya kadar.’
‘En azından cenazelerde elleri kelepçeli olmayacak…’

BİR
Tom Thorne. karşısındaki yaşlı kadının elinde, onu inandırmaya çalıştığı gibi as olduğuna inanmıyordu. O şirin yaşlı kadın gülümsemesi ve gözlüklerin altındaki yumuşak bakışlar, onu asla kandıramazdı. Smokin giymiş, köşeli çenesi olan adam da ona inandırıcı gelmiyordu. Birkaç el önce, adamın blöfünü görmüştü ve haklı çıkmıştı. Adamın elinde en fazla birkaç on olabilirdi.
Thorne, bahsi on beş dolar daha yükseltti. Elindeki as, aslında onun şansını yükseltiyordu ama ortadaki üç kupayla, floş peşinde koşan rakiplerini geride bırakmak istiyordu
Smokinli adam destesini toparladı. Hemen ardından da, tüm oyun boyunca iri bir puroyu çiğneyip duran renkli gömlekli, kel adam onu izledi.
Artık sadece Thorne ve yaşlı kadın kalmıştı oyunda. Kadın uzun uzadıya düşündüyse de, sonunda kartlarını açtı ve Thome’un 25 doları almasına göz yumdu.
Bu, bilgisayarda poker oynamanın en sıkıcı tarafıydı. Oyuncular gerçek olsa da, onların ekrandaki şekli her zaman aynıydı. Belki de, oyuna Top Bluffa adıyla katılan yaşlı kadın, Amerika’nın orta batısından ergenlik çağında sivilceli bir gençti. İnternet’teki kumar oyunlarında Kard Kop olarak tanınan Thorne, pokerpro.com sitesine birkaç aydan beri giriyordu. Sadece biraz eğlence için, o kadar. Kumarın, uyuşturucu kullanmak kadar çabucak elindeki av ucundakini tükettiğine sıklıkla şahit olmuştu etrafında. İnternet de, bu konuda daha fazla yol açıyordu kumar bağımlılarına. Onun için, bu iadece görevi bitlikten sonra biniz gevşemek için yararlandığı bir yoldu. Ya da bu geceki gibi. Louise’in aramasını beklerken zaman öldürmek için yaptığı bir şey.
Saatine baktığında, iki buçuk saattir oynadığını şaşırarak fark etti.
Ekranın alt tarafına baktığında, o akşamı 40 dolarla kapattığını gördü. Toplamda, 275 dolar kazanmıştı. Arada bir kaybetse de. genellemeye vurduğunda, Royal Oak’ta harcayacağından çok daha az oluyordu kaybettiği para.
Thorne ayağa kalktı ve müzik setine doğru yürüdü. Uzun süredir dinlediği Laura Cantrell CD’sini çıkarttı ve onun yerine koyacak uygun bir CD aramaya başladı. Saat ikiye gelene kadar, yarım saat, kırk beş dakika daha oturup, sonra yatmaya karar verdi.
Mayıs sonunda; beraber çalıştıkları bir olayın bitimine yakın bir zamandan beri, bölge dedektifi Louise Porter’la beraberdi. Thorne, Çocuk Kaçırmaları Soruşturma Ünitesi’nde, onun ekibine verildiğinden beri yani, Mullen olayı, birçok hayatı darmadağın etmişti; bazıları ölmüş, bazıları ise bir daha topl ayam ayacak kadar kendilerini kaybetmişti, Thorne ve Louise, bu kadar korkunç bir olaydan, böyle pozitif bir ilişki filizlenmesine kendileri de şaşırmıştı ama beş aydır beraberdiler ve çok da iyi gidiyordu ilişkileri,
Thorne, bir Waylon Jennings CD’si çıkardı. Müzik setine CD’yi koyduktan sonra, “Only Daddy Taht’ll Walk The Line’ın giriş kısmındaki gitar soloyla beraber başını hafifçe sallamaya başladı.
Farklı bölümlerde çalışan iki polisin beraber çok vakit geçirmesi, değişik bir durumdu. Louise, birbirlerinden uzak olmalarının onlara kendi alanlarını sağladığını düşünüyor ve bunun  da ilişkiye iyi yansıdığını söylüyordu. Onun Pimlico’daki küçük dairesi, metro veya arabayla yakın mesafedeydi. Thorne’un daha da küçük olan dairesi ise, Kentish Town’daydı. Haftanın ikiüç gecesini beraber geçirseler de, Louise’e güre; ayrı evlerinin olması, huzursuzluk çıkmasına engel oluyordu, özgürlüğünü kaybetmek veya birbirine fazla alışmak gibi sorunlardan kurtuluyorlardı. Ya da birbirlerinden sıkılmaktan.
Thorne, önceki hayatında bu gibi problemleri sıkça yaşamıştı ama yine de Louise’e biraz fazla endişelendiğini söylüyordu. İlişkilerinin başlamasından birkaç ay sonra, Bengal I.ancer’de oturmuş kahve içip hangi evde kalacaklarını konuşurlarken, tavırlarının iki polisin bir davayla ilgili tartışmasına benzediğini fark etmişti. Thorne, masanın karşısına uzanmış ve Louise’in elini tutmuştu. Ona, rahatlamaları ve birbirlerinin keyfini çıkarmaları gerektiğini söylemişti. Ve bunu yapmanın, onlara iyi geleceğini,
‘Bu, tam bir erkeğin söyleyeceği laf işte,’ demişti I.ouise.
‘Ne?’
‘Rahatla, keyfini çıkar zırvalığı.’
Thorne, anlamazlıktan gelip, hafifçe gülümsemisti.
‘Erkeklerin ilişkileri hakkında beş dakika bile konuşmaya tahammül edemezken, tüm günü CD’lerini alfabetik sıraya dizmekle geçirebilmelerine şaşırıyorum doğrusu.’
Thorne, gerçekten de Kraus’un Kristof fersun’dan önce geldiğini biliyordu. Bunun yanında, iki buçuk sene evvel babasını kaybettiğinden beri, ilk defa hayata mutlulukla bakabildiğini de biliyordu.
Way!on ennings The jayhaıvks ve George Jones arasında duruyordu “The Taker’ı söylemeye başladığında, Thorne bilgisayarının başına döndü ve birkaç el daha oynamak için oturdu. Elvis’in masanın altında, yiyecek bir şeyler bulmak ümidiyle dolanıp durduğunu görebiliyordu. Biraz gece atıştırması ya da belki çok erken bir sabah kahvaltısı.
Cep telefonu çaldığında, Thorne internette GoCat’i bulmaya çalışıyor ve bir yandan da kafasında nasıl bir hamle yapacağını planlıyordu.

‘Üzgünüm,’ dedi Louise. ‘Şimdi çıkıyorum işlen.’
Çatuk Kaçırmaları Soruşturma ünitesi, diğer özel bölümlerle beraber, Scotland Yard’da bulunuyordu. Thorne’un Cinayet Masası Ekibinin bulunduğu Hcndon’daki Peel Centre’den, bir hayli uzaktı ama gecenin bu saatinde, Kentisb Toıvn’a olsa olsa 20 dakikada gelebilirdi Louise.
‘Suyu hemen ısıtıyorum,’ dedi Thorne. Karşıda bir duraksama oldu ve Thorne, Louise’in binadan çıkarken diğer polislere iyi geceler dediğini duydu. Herkes binanın altındaki kapalı garaja iniyor olmalıydı.
Sonunda, ‘sanırım bu gece eve gideceğim,’ dedi Louise.
‘Peki, tamam.’
‘Çok yorgunum.’
‘Tamam, sorun değil.’ Varın aksam yapalım.’
Ben bu gece de yapacağım,’ dedi Thorne. Sadece görünüşe göre, seninle değil, tek başıma yapacağım.’
Louise’in gülüşü, kısık ama ittendi. Nefes alışverişlerinden, Thorne onun arabasına doğru hızla yürüdüğünü ve eve varmak İçin can attığını tahmin edebiliyordu. Önceden aramalıydım,’ dedi, ‘ama buraların nasıl olduğunu biliyorsun. Çok bekledin mi?’
‘Önemli değil.’ Gerçekten de önemli değildi. Her ikisi de o kadar garip saatlerde işten çıkabiliyorlardı ki, bu gibi gecenin bir yarısı yapılan telefon konuşmaları, onlar için olağan hale gelmişti.
‘Senin günün nasıldı?’
‘Şöyle böyle.’ Her zamanki gibi, Thorne aynı anda birkaç tane değişik cinayet olayı üzerinde çalışıyordu. Her biri, değişik durumlardaydılar; henüz soğumamış bir cesetten, yeni yeni i yol almaya başlayan bir mahkeme davasına, sinir krizi geçirip I boş bir votka şişesiyle karısını ve kayınvalidesini katleden bir adamdan, genç bir Asyalı’yı “namus” uğruna öldüren bir antcaya, bir pub’ın otoparkında öldürülen bir Türk gencine kadar i her şey vardı. ‘Senden ne haber?’ diye sordu Thorne.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıÖlüm Mesajı
  • Sayfa Sayısı400
  • YazarMark Billingham
  • ISBN6055943424
  • Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviPegasus / 2009

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Vergilius’un Ölümü ~ Hermann BrochVergilius’un Ölümü

    Vergilius’un Ölümü

    Hermann Broch

    Broch’un Vergilius’u, bugüne kadar romanın esnek ortamı bağlamında gerçekleştirilmiş en sıradışı ve en temel deneylerden biridir. Thomas Mann Broch, Joyce’tan bu yana Avrupa edebiyatının...

  2. Ağır Ölüm ~ Nancy HustonAğır Ölüm

    Ağır Ölüm

    Nancy Huston

    Nancy Huston’dan, çağımızın trajedilerini “Son Akşam Yemeği” tablosu alegorisiyle ortaya koyan bir insanlık komedyası: Ağır Ölüm… Küllenmiş ilişkiler, tazeleyici umutlar, orta yaş buhranı, bireysel...

  3. Ayaklı Bela ~ Jamie McGuireAyaklı Bela

    Ayaklı Bela

    Jamie McGuire

    Aşıksan başın belada! Abby Abernathy; geçmişini unutmak için kalkıp uzak bir şehre okumaya gelen, temkinli, kendi hâlinde bir kız. Travis Maddox; hayatını dövüşerek kazanan...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur