Hayallerine kavuştuğu, mutlulukla yeni tanıştığı anda kaybolan Gökçe’nin yokluğu, en çok dostlarını etkiler. Yıllar sonra bile çözülmeyi bekleyen olayı araştıran arkadaşları, önce kendi hayatlarındaki sırlarla karşı karşıya gelirler. Gerçeğe ulaşmak ise sandıklarından daha zor olacaktır. Geçmişin izleriyle yaşayan Yankı’yı, geçmişi şimdide arayan Alper’i, geçmişten kaçmak isteyip ona tutsak olan Erdem’i yıllar sonra bir araya getiren şey Gökçe’nin kendisini tekrar hatırlatmasıdır. Ve bu kez herkes kendi sırlarıyla yüzleşmek zorunda kalacaktır.“Sen, yaşayamayan tüm insanlar için yaşayabildiğin kadar yaşa. Sınırlardan ve onları aşmaktan korkma.”
*
Giriş
21 Ağustos 2005 / Pazar
02.53
Erdem’in kullandığı arabada yankılanan kahkaha sesleri, CD çalardan yankılanan Poison adlı şarkının sesini bastıracak kadar güçlü değildi.
Saat neredeyse gecenin üçü olduğundan yol, neredeyse boştu. Bu da Erdem’in kafasına göre hız yapmasına olanak sağlıyordu. Yanında oturan Gökçe, yeni aldığı ehliyetini kaybetmek üzere olduğuyla ilgili bir şeyler söyledi ama sesi, çalan şarkının arasında kayboldu. Gökçe, Erdem’in kendisini duyduğuna bile ihtimal vermiyordu.
“Pekâlâ,” dedi Gökçe’nin arkasında oturan Burcu. Sesini duyurmak için aniden öne atılmış, CD çaların sesini kısmıştı. “Eğer hemen bir tuvalet bulmazsak altıma işeyeceğim.” Herkes, onu ciddiye almadan gülüşüyordu ki Burcu, “Ciddiyim,” diyerek gülüşmeleri bir bıçak gibi kesti.
Hemen yanında oturan Yankı, işaret parmağını çenesine değdirerek düşünceli bir tavra büründü. Ardından, “Yakınlarda bir kermes vardı,” dedi. “Oranın tuvaletini kullanabiliriz.”
Bahsettiği kermes, bir kültür merkezinde yapılıyordu ve muhtemelen bu saatte, kapılar kilitliydi. Burcu bu küçük detayı arkadaşına hatırlatınca sol tarafta oturan Hakan, güvenlik görevlilerinden ufak bir ricada bulunabileceklerini söyledi.
Sonunda kültür merkezinin önüne geldiklerinde, güvenlik görevlisine istediklerini yaptırmaları için yaklaşık dört dakika konuşmaları gerekti.
Nihayet güvenlik görevlisi ikna olmuştu ancak gençleri, içeride ışıkların yanmadığına dair uyardı. Burcu’nun tüyleri ürpermişti çünkü kız, karanlıktan deli gibi korkuyordu. Tek başına içeri girecek olma düşüncesinin bile onu gerdiği çok belliydi.
Gökçe, “Seninle gelebilirim,” diye bir öneride bulundu.
“Çok sevinirim.” Burcu’nun gözlerinde, karanlıkta bile fark edilebilen bir parıltı peyda oldu.
Gökçe ve Burcu içeri girerken, “Biz, sizi burada bekliyoruz,” dedi Yankı. Gökçe başını sallayıp korkmasın diye arkadaşının koluna girdi.
Önlerinde duran geniş danışma masasının arkasındaki büyük merdiven, tiyatro salonlarına açılıyordu. Zaten bildikleri kadarıyla iki ya da üç salon vardı. Hemen sağ taraflarında, karanlığa gömülen merdivenler vardı ki bunlar, kermesin yapıldığı salona ve açık olan tuvaletlere çıkıyordu. Tiyatro salonlarının oradaki tuvaletler, uzun bir süredir arızalıydı ama nedense tamir etmek, kimsenin aklına gelmiyordu.
Burcu, Gökçe’nin elini sıkarak, “Gitmesek mi acaba?” dedi. “Zaten eve gitmemize de az kaldı.”
“Saçmalama,” diyerek Burcu’yu cesaretlendirdi Gökçe. “Bir canavar, karanlıkta bizi bekliyor değil ya.”
Gökçe, Burcu’nun tam olarak buna inandığını fark etti ama ikisi de sessiz kaldı. Konuşmak yerine, karanlık merdivenlere doğru kol kola ilerlediler.
Merdivenleri, düşmemek ya da bir yerlerini çarpmamak için oldukça yavaş çıkıyorlardı. Karanlıkta kaldıkları her dakika, Burcu’nun nefes alış verişi düzensiz bir hâl alıyordu. Bunu belli etmek istemediği açıktı ama Gökçe, onu korkusunu hissedecek kadar iyi tanıyordu.
Üst kata çıktıklarında salonun çeşitli noktalarına yerleştirilen stantları, pencereden içeri süzülen sokak lambalarının ışığı sayesinde fark edebildiler.
Gözleri etrafı tararken Gökçe, şaşkınlık içinde, “Bekle, orada ışık mı yanıyor?” diye sordu. İkisi de aynı noktaya bakarken tuvalete giden dar koridorun ışığının yandığını fark ettiler. Burcu da Gökçe gibi bu duruma oldukça şaşırmış görünüyordu çünkü güvenlik görevlisi, dakikalar önce ışıkların kapalı olduğunu ve onları açmak için bile olsa, yerinden ayrılmasının yasak olduğunu söylemişti.
“Sanırım tuvaletin ışığını kapatmayı unutmuşlar,” dedi Gökçe. Tam oraya doğru ilerliyordu ki Burcu, onu durdurdu. “Bekle,” dedi. Çocuk gibi davrandığının bilincindeydi ama engel olamadığı düşünceler tarafından tutsak edilmiş gibi bir ifade taşıyordu.
“Ya orada biri varsa?”
Gökçe, Burcu’nun tam manasıyla saçmaladığını düşünüyordu ama fobisinin onu ciddi derecede zorladığını bildiğinden sessiz kaldı.
“Ben buradayım,” dedi kızın elinden tutarken. “Korkulacak bir şey yok.”
Burcu, dudaklarına zoraki bir gülümseme yerleştirdi ama gerginliği, hâlâ gözlerindeki yerini koruyordu.
İkna olduğunu belli ederek başını salladı. Birlikte karanlıkta ilerlerken, bu sefer gergin hisseden Gökçe’ydi.
Üzerinde bir çift göz hissediyordu.
Burcu sürekli korktuğu için psikolojik olarak etkilendiğini varsaydı ama hissettiği şey, oldukça güçlüydü. Tuvalete doğru ilerlerken gözleriyle karanlığı arıyor, orada bir şeyin gizlendiğini hissediyordu.
Bu sırada, gözünün önünden hızla bir şeklin geçtiğini görür gibi oldu.
“Bekle!” Gökçe, Burcu’yu aniden durdurdu. Burcu, Gökçe’nin onu neden durdurduğunu merak etti ve ne olduğunu anlamak için Gökçe’nin dikkatle baktığı noktaya gözlerini dikti ama ikisi de bir şey göremedi.
“Sanırım, gerginliğin bana da bulaştı,” dedi Gökçe. Ardından kendini rahatlatmak ister gibi derin bir nefes aldı ve arkadaşına sahte bir gülücük sundu.
“Hemen buradan çıkabiliriz,” dedi Burcu. Teklifi hâlâ geçerliydi ve gözleri, sanki buradan gitmek için her an yalvarabilirmiş gibi bakıyordu. Gökçe, Burcu’nun tuvaletini biraz daha tutamadığı için kendi kendine lanetler okuduğunu biliyordu.
“Saçmalama,” dedi ve tuvalete doğru ilerlediler.
Tuvalete girdiklerinde Gökçe, ışığı açtı ve ikisi de kabinlere girdiler. Bu karanlık ortamdaki maceralarından sonra idrar kesesini boşaltmak, Burcu için tam anlamıyla bir ödüldü.
Burcu, “Erdem’le çıkacak mısın?” diye sordu. İkisi de tuvaletteyken konuşmaları, dışarıdan bakıldığında oldukça komik bir durumdu fakat iki kız, bunu alışkanlık hâline getirmişti.
“Hayır,” diye yanıtladı Gökçe. Erdem’in Gökçe’ye âşık olduğu herkesin dilindeydi. Hatta Gökçe’nin annesi bile bu durumu öğrenmiş ve Gökçe’ye düzinelerce soru sormuştu.
“Neden?” dedi Burcu. Gökçe’nin bu kadar net bir cevap vermesine şaşırmıştı. “O çocuğun sana âşık olduğunu hepimiz biliyoruz.”
Gökçe, kabinden çıktıktan sonra ellerini yıkarken, “Bildiğini sandığın şey, aslında tam olarak öyle olmayabilir,” dedi.
“Ne demek istiyorsun?”
“Önemsiz.” Gökçe, birkaç saniye düşündükten sonra tekrar konuşmaya başladı: “Peki, sen?”
“Ben ne?” diyerek güldü Burcu. “Ben, el değmemiş bir bakireyim. Erkek nedir, bilmem!”
Burcu, alay dolu bir kahkaha attı ama Gökçe öfkelenmişti. “Eminim, öyledir,” dedi. Sert bir tonla konuştuktan sonra musluğu kapatıp ellerini kurulamaya koyuldu.
“Yüzüme vurma, lütfen,” Burcu’nun sesi, üzgün ve kırgın çıkmıştı. “Ne kadar pişman olduğumu görüyorsun.”
Haklıydı. Gökçe, olup biten her şeyin farkındaydı.
Burcu konuşmayı sürdürürken Gökçe, dışarıdan bir ses geldiğini duydu. Sanki biri, bir şeye çarpmıştı. Kalp ritminin bir an hızlandığını hissetti. Ona ne oluyordu? Burcu’yla sürekli dalga geçen kendisiydi ve şimdi, ondan farkı yok gibiydi.
Burcu’ya verdiği nasihatler aklına geldi. Ona, daima korkusuyla yüzleşmesi gerektiğini, karanlığa karşı olan korkusunu ancak bu şekilde yenebileceğini söylerdi.
Şimdi kendisi de söylediklerine uyacak, dışarı çıkacak, karanlıkta kimsenin olmadığını görüp tekrar tuvalete girecekti.
Derin bir nefes alıp, kabinde kendi kendine konuşan Burcu’yu orada bırakarak kapıya doğru ilerledi.
Yaklaşık iki dakika sonra Burcu tuvaletten çıktı. Etrafında kimseyi görememesi onu şaşırtmamıştı çünkü biraz önce, kendi kendine konuştuğunu fark etmişti.
Ellerini yıkarken, bir yandan da “Gökçe,” diye seslendi. Hâlâ kapının yakınlarında olduğunu düşünüyordu.
Fakat yanılmıştı.
O gece, Burcu gözyaşları içinde Yankı’yı aramış, Gökçe’nin nerede olduğunu bilmediğini söylemişti. Kızın aniden toz olup havaya karıştığından bahsetmişti.
Yankı durumu arkadaşlarına anlattığında Erdem ve Hakan, güvenlik görevlisiyle birlikte ne olduğuna bakmak için içeri girdiler. Yankı, böyle zamanlarda kadın olmanın sağladığı ayrıcalıklardan memnun oluyordu.
Birkaç dakikanın sonunda Hakan, kolunda Burcu ile geri döndü. Kızcağız, mahvolmuş görünüyordu. Karanlıkta kalma düşüncesi bile nefesini keserken, bunu gerçekten yaşamanın onu delirme noktasına getirdiği belliydi.
Yankı, tek destek kaynağı sevgilisinin kolu olan arkadaşına koştuğunda kız, hıçkırıklarının arasından, “Karanlık,” diyordu. “Korkumu bile bile beni asla yalnız bırakmazdı. Kesinlikle bir şeyler olmuş olmalı.”
Yankı ve Hakan, arkadaşlarını sakinleştirmeye çalışıyorlardı ama ikisi de endişelenmişti.
Yaklaşık iki saat boyunca kültür merkezini ve çevresini aramışlar, bir şey bulamamışlardı. Gün doğumuyla birlikte ailesine haber vermek zorunda olduklarını biliyorlardı, öyle de yaptılar.
Aramalar, iki gün sonra sabah altı sularında, polis merkezine, çöplükte iç çamaşırlarıyla bir kadın cesedi bulunduğu ihbarı düşene kadar devam etti.
(…)
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü Roman (Yerli)
- Kitap AdıÖlüler Konuşamaz
- Sayfa Sayısı432
- YazarDilara Keskin
- ISBN9786257077279
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton
- YayıneviEphesus / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İstanbul Hatırası ~ Ahmet Ümit
İstanbul Hatırası
Ahmet Ümit
İstanbul Hatırası Yedi tepeli şehre çökmüş kasvet yüklü bir bulut, son nefesini vermiş yedi kurban… Tarihî yarımadada işlenen sıra dışı bir cinayet, Başkomser Nevzat’ı...
- Nefretten Sonra ~ Fatih Murat Arsal
Nefretten Sonra
Fatih Murat Arsal
Natalia babasının intiharı ile bir Türk’e emanet edildi. Çünkü babası vasiyetinde, Tamer Karlıbel’i kızına vasi tayin ettiğini yazmıştı. Fakat intiharından bir kaç dakika önce...
- Telef ~ Attilâ Şenkon
Telef
Attilâ Şenkon
Kısa bir konuşma yapmamı bekliyorlar benden. Çaldığımız onca kapıya rağmen, ağabeyimin yirmi yıl önce gözaltında göz göre göre kaybedilişiyle ilgili kesin bir bilgiye ulaşmış...