Olmak Cesareti, Kemal Sayar’ ın ikinci deneme kitabı. Bu kitabı oluşturan denemeler, farklı sularda seyrediyor gibi görünseler de, sonunda aynı okyanusta buluşan ırmaklar gibi, aynı menzile akıyor. Her biri, yaşadığımız günlere insan ruhundan bir pencere açmayı deniyor. Yazar, “Yaşamaktan ve sevmekten derin bir korkuyla korksak da, aslolan hayattır. Hayata karşı savaş açamayız” düşüncesi ekseninde kuruyor kitabını.
İçindekiler
Beşinci bölüm:
DEĞİNİLER
Asker gidecek, geri dönecek
Orta Çağ karanlığı
Sıradan faşizm
Zihîn okuyucular
Put yapımevleri
Açık toplum, kapalı toplum
Onlar ve biz
Bu Ülkeyi sevmek
Kuzuların sessizliği
Hukuk ve gasp
Irkçılığın yükselişi
Rasyonel ve emosyonel
Bağlanma ihtiyacı
İNSAN BU DÜNYADA VAR OLDUĞU sürece, etrafında bir güvvenlik çemberi olsun, âsûde bir bahçe içinde, belalardan uzak yaşasın isler. Oysa bu bahçe dış dünyanın moğollarının talanına uğrar çoğu kez. Kendimiz için çizdiğimiz güvenlik sınırlan altüst edilir.
Agresyon, yani saldırganlık, bir yönüyle bu güvenlik alanı ihlallerinden kaynaklanır: “Sen benim bahçeme girersen, ben de sana saldırırım.” Bowlby ise, saldırganlığın kökünde ‘güvensiz bağlanma’yı bulur. Güvensiz ya da kaygılı bağlanma, dış dünyanın belalarından korunmak isteyen, ancak bu güvenliği elde edemediği için sevgi nesnesine tereddütlü biçimde bağlanan çocuğun durumudur. Bebekler, yaşamlarının ilk aylarından başlayarak anneleriyle duygusal bir bağ kurarlar. Anne babaları evden ayrılırken ağlayan çocuklara sıklıkla rastlarız. Anne yahut babaya, ona sevgi ve şefkat veren her kim ise ona bağlanma, bebeğin güvenlik arayışının bir ürünüdür. Bebekler, belleklerinin ve bilişsel işlevlerinin gelişmesiyle yabancı ve farklı olanı ayırd etmeye başladıklarında, anne babalarından ayrı kalmayı protesto edeceklerdir. Yabancı olan güvensizliğin simgesidir ve ondan sığınılacak yer ana kucağıdır, işte çocuklarda ruhsal gelişimin kilometre taşlarından birisi budur: annenin kendisine ihtiyaç duyulduğunda bebeğinin yanında olması. Eğer bağlanma çocuk İçin güvenli bir ortam tedarik ederse, yani çocuk annenin kendisini hayal kırıklığına uğratmayacağını ve ona ihtiyacını duyurduğunda annesini yanıbaşında bulacağını peşinen bilirse, artık kısa süreli ayrılıklara da tepki vermez. Nasıl olsa anne geri dönecektir.
işte bu emniyet duygusu, yetişkin hayatımızdaki ruhsal olgunluğu da tayin eden önemli bir unsurdur. Öte yanda, sevgi ve şefkatin kaynağı olan kişinin ihtiyaç duyulduğunda orada olmaması, bir kayıp ve yas tutumunu beraberinde getirebilir. Kaybedilen nesneyi geri getirmeye dönük her teşebbüs akim kalırsa, öfke ve umutsuzluk sökün eder. Oysa dünya her ne bedelle olursa olsun anlamlı bulduğumuz bir şekle şemaile sokulmalıdır. Dış dünyanın tekinsizliği telafi edilmeli, sevilen nesne kem gözlerden sakı nüm alı dır.
Toplumlar da güvenlik sorunlarıyla değişik savunma biçimlerini kullanarak başa çıkarlar. Nasıl bağlanma bir çocuğun sağlıklı gelişimi için elzemse, toplumlar da stres dönemlerinde bağlanma ihtiyacını kuvvetle hissederler. Çocukta kişiliğin gelişimini etkileyen bağlanma yaşantısı, hem kültürün bir ürünü hem de o kültürün bir sonraki nesilde nasıl üretileceğinin belirleyicisidir. Yani, bağlanma yaşantısıyla hem bir bağlanma kültürü oluşur, hem de düzen, otorite, güvenlik ve kontrol fikirlerini ne şekilde tevarüs edeceğimiz belirlenmiş olur. Eşitsizliğin hükümferma olduğu bir toplumda güvenlik için yarışma vardır. Güvenlik zenginlerin elde ettiği bir mal olurken, güvensizlik toplumun kenarlarına İtilir ve böylece fukara, isler istemez güvensizlik halkasının içinde kalır.
Bowlby’nin erken çocukluk yaşamını açıklamak için geliştirdiği ve annenin çocuğun yaşamının İlk Uç yılında onun yanında olması gerektiğini söylediği için—daha sonraları—anneyi eve hapsettiği gerekçesiyle feministlerin hücumlarına maruz kalan ‘bağlanma teorisi’nin, Türkiye’de gündelik siyaseti incelemek için elverişli bir metafor olduğunu düşünüyorum. Türk siyasî hayatında siyasi parti liderlerinin anabababacı gibi aile vurgulu rollere soyunmaları da işimi kolaylaştırıyor. İşimi kolaylaştıran bir başka gerçek de, söz konusu kimlikleri kolaylıkla benimseyen kişilerin siyaset sahnesinden kolaylıkla çekilmemeleri ve ebeveynlik vazifelerini sonuna kadar deruhte etmeye çalışmaları. Duygusal gelişimi durdurulmuş bir toplum, bu insanlarla olan münasebetlerinde çocuk rolünü kolaylıkla benimsiyor: “Baba bizi kurtar!” çığlıklarını hatırlayınız. Siyasî figürler bu ülkede bu kadar zamana mukavim bir portre çiziyorlarsa, bizim bağlanmamızın kudretini yabana atmamak gerek. Onlar oturdukları koltuğa yapışıyor, biz de onlara. İnsanların Önceki yüzyıllarda bağlanma ihtiyaçlarını karşılayan saltanat, kılık değiştirmiş biçimde devam ediyor.
Gerçekten de, güçlü bir otorite figürü insanlara bir emniyet duygusu verir. Neredeyse tüm güçlü, yani kâdir i mutlak (omnipotent) olduğuna inanılan bir lider, bağlılarının da özdeşleşme yoluyla kendilerini güçlü hissetmelerini sağlar. Adına karizma denilen şey, sözkonusu kişinin etrafında bir güç hâlesinin üretilmesinden başka birşey olmasa gerek. Yine de, otorite figürlerinin yerini, babalığın içini daha kuvvetli bir biçimde dolduran ‘daha otoriter’ kişiler aldığında sesimiz çıkmaz. Bilakis, bundan ziyadesiyle memnun olan kişiler çıkar aramızdan. Taksim Mey…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) İnceleme Psikoljik Danışma
- Kitap AdıOlmak Cesareti
- Sayfa Sayısı197
- YazarDr. Kemal Sayar
- ISBN9758285327
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviKARAKALEM YAYINLARI / 1997