Dünyanın muazzam tasarımı karşısında duyduğumuz hayret, heyecan ve iç görüyle mitolojiyi yarattık. Sonra ateşin etrafında birbirimize anlattığımız öyküler; Sophokles’in Oedipus’a sorduğu bilmecede, Platon’un mağarasının duvarına yansıyan gölgelerinde, Kral Arthur’un Yuvarlak Masası’nın etrafında, Karagöz ile Hacivat’ın perdeye yansıyan gölgelerinde, Shakespeare’in kir içindeki sarhoş köylüleri bile büyülediği çamurlu sahnesinde yer aldıktan sonra Edward Muggeridge’nin fotoğraf makinesi ve Lumiere Kardeşler’in kamerasıyla ayrı bir biçime büründü. Sonra George Lucas’lar, Steven Spielberg’ler, Peter Jackson’lar anlatma işini üstlendi.
Sizler de iletişimi, mitoloji ve sinemadan verilen örnekler eşliğinde okumak istiyorsanız Çağlayan Babacan’ın, Olimpos Dağı’ndan Hollywood’a adlı kitabı tam size göre.
Keyifli okumalar…
İIÇINDEKILER
1. İnsan İletişiminin Kökenine Dair Birkaç Nokta 5
2. Çerçeveleme-1 17
3. Çerçeveleme-2 27
4. Nasıl Daha İnsan Görünürsünüz? 35
5. Cazibe Kanunları 46
6. İletişimde Kadın Beyni-Erkek Beyni 55
7. Pandemide İletişim 67
8. Duyularla İletişim 81
9. İletişim ve Merak 93
10. Yabancılarla Konuşmak 105
11. Damgalama 114
12. Toplantı İletişimi 120
13. Grup Denen Tavşan Deliği 130
14. Kamuoyu 140
15. Yalana Ne Borcumuz Var? 150
Kaynakça 165
Yazar Hakkında 171
1. İnsan İletişiminin Kökenine Dair Birkaç Nokta
Merhaba, “Merhaba, selam, naber bro” ya da benzeri bir şeyle başlamalısın söze çünkü senden zarar gelmeyeceğini ve kimse için tehlikeli olmadığını herkesin bilmesi gerekiyor en başta. Hipokrat yeminindeki “…Asla kimseye zarar vermeyeceğim” ilkesi, her tür iletişim için de geçerli. İlk izlenimi bir müzik parçası olarak düşünürsen, selamlaşmayı da bu müziğin ilk tınısı kabul edebilirsin. Asurca “şalamu” sözcüğüne, Chicago Sözlüğü büyük boy 24 sayfa ayırmış. O denli önemli anlaşılan. Sözcüğün ilk anlamı bedensel sağlık, ikinci anlamı ise toplumun güven ve refah içinde olmasıdır. Bu anlamlar da önemli ama üçüncü anlamı iletişimin kökeni ile ilgili; selamet, emniyet ve güvenlik. Barış, iyi niyeti tesis etme, birine hediye verme. Aramice, salam; Akadca, şalmu; Sümerce, silim; İbranice, şalom; Arapça, selam ve bu haliyle günümüz Türkçesinde de yaşıyor. Teslim, tesellüm, aklıselim… Kelime çok kıvrak, her yerde. Selamlaşmak, karşılaşan kişilerin, birbirlerinin kimlik ve niyetlerini anlamaları için en kısa yol, geçerli bir parola adeta. Eski zamanlarda, düşmanlık ve soygun gibi maddi tehlikelerle peri ve cin gibi manevi tehlikelerin, yani bilinmezlerin çokluğunda sığınılacak bir liman, barış adası işte.
Benim gençliğimde moda olan “kendine iyi bak-sana belediye baksın” ve “görüşürüz-kaçan mı var, ne zaman istersen” gibi diyaloglar; siyah-beyaz okul önlükleri içindeyken yapılan mizah gibi geliyor insana şimdi. İşin etimolojik boyutundan, iletişim boyutuna tekrar dönüyorum. Selamlaşma, güven verme ritüeli o kadar önemli ki eski zamanlarda din âlimleri, kime selam verilip kime selam verilmeyeceği ile ilgili üşenmeyip liste hazırlamışlar. Harvard İşletme Okulundan sosyal psikologlar Amy Cuddy, Susan Fiske ve Peter Glick “İzlenim eğitiminde etkileşim desenleri” adlı bir çalışma yapmışlar. Bulguları, insan iletişiminin kökeni ile ilgili önemli şeyler söylüyor. İki insan ilk defa karşılaşınca her ikisinin de aklına şu iki temel soru geliyormuş:
• Bu kişiye güvenebilir miyim?
• Bu kişiye saygı duyabilir miyim?
Aslında bu sorular temelde sıcaklık ve yetkinlikle de ilgilidir. Ama dünyanın tehlikelerle dolu olduğu çok eski zamanlarda, atalarımız; bir yabancı ile karşılaştığında akıllarına gelen ilk şey olan “Bu beni yer mi ya da ben bunu yiyebilir miyim” sorusuydu. Aslında bu ikilem, adı geçen sosyal psikologların bulduğu şeyle aynıdır. Yani, karşımdaki bir tehdit kaynağı mı ya da ona güvenebilir miyim? Bir insanla nasıl iletişim kurarsan kur, zarar vermeyeceğinin garantisini baştan sunmalısın ona. Yoksa her insanda var olan ve geniş bir duygu repertuarına sahip limbik beyin, kişiyi en temel güdülerden olan “savaş” ya da “sıvış” tepkisine hazırlar.
Bunun ilk nedeni beyinde “çöplüğünü koru” bölgesi denilen “dorsal premamiller” çekirdeğidir. İkincisi korku ve tehlike anında devreye giren alarm sistemi, amigdaladır. Üçüncü ve son vuruşu, vücudun patronu olan beyin yapar. Tehlike hissettiğinde insanı sakinleştirecek oksitosini devreden çıkarır,kendini testosteron, vazopressin ve kortizol gibi, kişiyi Barbar Conan’a dönüştürecek hormonlara emanet eder.
Yani normal uçak gibi görünen beyin, olağanüstü durumlarda savaş uçağına dönüşür. Sistem, biraz tehlikeli bir otomatik pilot anlayacağın. Bu da Ayvalık’a tatile giden patronun, dükkânı çıraklara emanet etmesi gibidir; tehdit, kaos, tehlike hissettiği anda insan beyni ne yapacağını tam olarak kestiremediğinden, eli ayağına dolaşan çırak gibi, tek noktaya odaklanır: güvenlik. Abartma hocam, diyebilirsin. Tamam, savanda arazi, eş ve yiyecek mücadelesinde olan Neandertaller değiliz ama süpermarketlerin otoparkında yer kapmak için yaptığımız şeyleri düşününce, su kaynağını kontrol etmek için savaşan Cro-magnonlardan çok da farklı görünmüyoruz değil mi? Bazı bilim insanları iletişim tarihinde üç büyük devrimin olduğunu söylerler:
Chirografik Devrim, MÖ 4. yüzyılda yazının bulunmasını
izleyen dönem,
• Gutenberg Devrimi, 15. yüzyıl ortalarında matbaanın bulunmasını izleyen dönem,
• Elektrik ve Elektronik Devrimi, telgraf ve daha sonra radyo ve televizyonun bulunmasını izleyen dönem.
Değişen birçok şey oldu ama değişmeyen bazı ayrıntılarla ilgili konuşuyoruz. Niye birbirimizle iletişim kurduk? Başkalarıyla ilgilenmeye programlanmış varlıklar mıyız? Binlerce yıldır öğrendiklerimiz, iletişim kurarken içgüdülerimizi ne kadar kontrol eder? Ve atalarımıza dair öğrendiklerimizi modern dünyada, plazalardan örülmüş jungle’da, vahşi trafik ormanlarında kullanabilir miyiz? İnsan iletişiminin kökenine dair birkaç nokta işte bunlar. Şu habere bir göz at.
23 Temmuz 2017’de, Hatay’ın anavatana katılışının 78. yıldönümünde, her yıl olduğu gibi şehir merkezinde kutlama törenleri düzenlendi. O yıl farklı bir şey daha yapıldı. 1,5 ton ağırlığında 78 metre uzunluğunda bir künefe hazırlandı. Hürriyet Gazetesi’ndeki habere göre 1,5 ton ağırlığındaki 78 metrelik bu künefe 20 dakikada bitmiş. Bu anlamlı 20 dakika içindeki izdihamda çocuklar ezilme tehlikesi geçirmiş.
Bu tehlike içinde büyükler, elleriyle tabaklarına aldıkları künefeleri yine elleri ile yemişler. Hürriyet Gazetesi’nin muhabirine göre Hatay’da o zaman için künefenin porsiyonu 5 lira imiş. Konuyla ilgisi yok ama 4 yıl Hatay’da yaşadım künefesi enfestir. Habere konu olan Hatay’ın sakinleri, neden kıtlıktan çıkmış ya da büyük bir açlık kapıdaymış gibi ilkel bir davranış sergilediler? Cevabı Psikolog Sinan Alper ve Onurcan Yılmaz veriyor: “Gerginlik ve kaygının hâkim olduğu bir ülkede yaşıyor olmak, buna ilaveten hemen yanı başında Suriye gibi bir ülkede savaşın ve katliamların gerçekleşiyor olmasının uyardığı tehdit, en değişmeyen yanımızı harekete geçirmişti: Zor ve tehlikeli bir dünyaya uyum göstermek için yapabildiğin kadar çok stok yapmalısın.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Kültür
- Kitap AdıOlimpos Dağı’ndan Hollywood’a
- Sayfa Sayısı176
- YazarÇağlayan Babacan
- ISBN9786257112628
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviElma Yayınevi / 2022