Şifreli yazılarımı tuttuğum hatıra defterimi ve ilk şiirlerimi Macaristan’da bıraktım. Erkek kardeşlerimi, annemi babamı, haber bile vermeden, bir veda bile etmeden geride bıraktım. Ama hepsinden de önemlisi o gün, 1956’nın o Kasım sonu, bir halka olan aidiyetimi kesin olarak kaybettim.
Macaristan’daki ilk mutlu yıllar, savaş sonrası yoksulluk, yatılı okul dönemi, “çocukluğun gümüş ipliği”nin kopuşu, Stalin’in ölümü, sürgün, Lozan yılları, yeni bir ülke, anadil ve düşman dil… Ágota Kristóf bebeği ve kocasıyla yirmi bir yaşında sığınmacı olarak yerleştiği İsviçre’de hiçbir zaman tam anlamıyla hâkim olamayacağı, asla kendine ait kılamayacağı, ne yazabildiği ne de okuyabildiği düşman bir dille tanışır. Bundan böyle kendini bir halkın parçası hissedemediği gibi ötekilik hissini de her daim içinde taşır.
Yazarın tek otobiyografik metni olan Okumaz Yazmaz ölçülü, kısa cümleleri, ne eksik ne de fazla sözcükleriyle doğrudan okurun kalbine sesleniyor.
“Bu kitap küçük bir mücevher.”
Kirkus Reviews
“Kristóf yaklaşık elli sayfada, başkalarının bütün bir kariyeri boyunca hedefleyebileceği şeyi başarıyor. Katıksız bir deha.”
Max Porter
ÁGOTA KRISTÓF, 1935’te Macaristan’da doğdu, Sovyet karşıtı bir devrimin ordu tarafından şiddetle bastırılmasının ardından, kocası ve bebeğiyle 1956’da ülkesinden kaçmak zorunda kaldı. İsviçre’nin Neuchâtel şehrine yerleşti, orada bir saat fabrikasında çalıştı, bir yandan da Fransızca öğrendi, tiyatro oyunları yazdı. Sığındığı ülkenin dilinde kaleme aldığı roman üçlemesinin ilk kitabı Büyük Defter’i, Kanıt ve Üçüncü Yalan kitapları izledi. Bu üçleme onun tanınmasını sağladı. Kitaplarında savaşın dehşeti ve bunun insanlar, bilhassa çocuklar üzerindeki etkisi, ötekilik, göçmenlik, anadil ve kimlik üzerine yoğunlaştı. Birçok saygın ödüle layık görüldü. 2011’de İsviçre’deki evinde öldü.
*
İlk Adımlar
Okuyorum. Hastalık gibi bir şey bu. Elime ne geçerse, gözüm neye değerse okuyorum: dergiler, okul kitapları, ilanlar, sokakta bulduğum kâğıt parçaları, yemek tarifleri, çocuk kitapları. Kâğıda basılmış ne varsa.
Dört yaşındayım. Savaş henüz başlamış.
O zamanlar, tren garı hatta elektriği, suyu, telefonu bile olmayan küçük bir kasabada yaşıyoruz.
Babam kasabadaki tek öğretmen. Birinci sınıftan altıncı sınıfa kadar tüm öğrencilere o ders veriyor. Aynı sınıfta. Okulu evimizden teneffüs avlusu ayırıyor yalnızca, okulun pencereleri annemin sebze bahçesine bakıyor.
Salonun en üst penceresine tırmandığımda önde, ayakta, karatahtaya yazı yazan babamla birlikte bütün sınıfı olduğu gibi görüyorum.
Babamın sınıfı, tebeşir, mürekkep, kâğıt, huzur, sessizlik, kar kokuyor, yazın bile.
Annemin büyük mutfağı, ölü hayvan, haşlanmış et, süt, reçel, ekmek, ıslak çamaşır, bebek çişi, kargaşa, gürültü, yaz sıcağı kokuyor, kışın bile.
Hava dışarıda oynamamıza izin vermediğinde, mutfakta bebek her zamankinden de fazla ağladığında, oğlan kardeşimle ben çok fazla gürültü ve yaramazlık yaptığı mızda, annem “ceza” olarak bizi babamızın yanına gönderiyor.
Evden çıkıyoruz. Oğlan kardeşim yakacak odunların istiflendiği sundurmanın önünde duruyor.
“Burada kalmak istiyorum ben. Odun keseceğim.”
“Tamam. Annem sevinir.”
Avluyu geçiyorum, sınıfa giriyorum, kapının yanında duruyorum, gözlerimi yere dikiyorum. Babam, “Yaklaş,” diyor.
Yaklaşıyorum. Kulağına fısıldıyorum.
“Cezalıyım… Annem…”
“Başka bir şey?” “Başka bir şey?” diye soruyor bana, çünkü bazen annemin bir notu oluyor, hiçbir şey demeden iletmem ya da söylemem gereken bir kelime: “doktor”, “acil durum” ya da bir sayı: 38 ya da 40.
Hepsi de çocukluk hastalıkları geçirip duran bebek yüzünden. Babama, “Hayır. Başka bir şey yok,” diyorum.
Resimli bir kitap veriyor bana.
“Geç otur.”
Sınıfın en arkasına gidiyorum, orada en büyük çocukların arkasında boş sıralar oluyor hep.
İşte böylece çok küçük yaşta, farkına bile varmadan, tamamen tesadüf eseri, iflah olmaz okuma hastalığına yakalanıyorum.
Annemin yakınlarda bir şehirde oturan anne babasının ışığı, suyu olan evine ziyarete gittiğimizde dedem elimden tutuyor, birlikte kapı kapı konu komşu gezmeye çıkıyoruz.
Dedem redingot ceketinin büyük cebinden bir gazete çıkarıyor ve komşulara diyor ki, “Bakın! Dinleyin!” Bana da şöyle diyor: “Oku.”
Okuyorum ben de. Akıcı bir şekilde, hiç hata yapmadan, benden istendiği gibi hızlı hızlı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı Edebiyat
- Kitap AdıOkumaz Yazmaz
- Sayfa Sayısı48
- YazarÁgota Kristóf
- ISBN9789750762246
- Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tungsten Dayı – Kimyasal Bir Çocukluğun Anıları ~ Oliver Sacks
Tungsten Dayı – Kimyasal Bir Çocukluğun Anıları
Oliver Sacks
Son olarak “Uyanışlar” adlı kitabıyla Türk okuruyla buluşan ve aslında bir nörolog olan Oliver Sacks, bu kez farklı bir konudan, kimyadan bahsediyor. Kitapta, yazarın...
- Limni’de Sürgün Bir Veli & Niyazi- Mısri’nin Hatıraları ~ Limnili Şeyh Abdi-i Siyahi , Dr. Mustafa Tatcı
Limni’de Sürgün Bir Veli & Niyazi- Mısri’nin Hatıraları
Limnili Şeyh Abdi-i Siyahi , Dr. Mustafa Tatcı
H Yayınları tarafından programlanan “Niyâzî-i Mısrı Okulu” serisinin ilk kitabı LİMNİ’DE SÜRGÜN BİR VELÎ -Niyâzî-i Mısrî’nin Hatıraları- okuyucusuna arz edilmektedir. H Yayınları, Türk tasavvuf...
- Doğu’nun Romantik Olmayan Yüzü (Gezi Notları) ~ Muhammed Esed
Doğu’nun Romantik Olmayan Yüzü (Gezi Notları)
Muhammed Esed
1922 yılının baharında 21 yaşında iken Kudüs’te Eski Şehir’in dış mahallesinde yer alan evine gelip yaşaması için amcası Dorion’dan bir mektup aldı. 1922’nin sisli...