Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Öğrenci Kız
Öğrenci Kız

Öğrenci Kız

Osamu Dazai

Bir okurunun kendisine gönderdiği günlüklerden esinlenerek yazdığı Öğrenci Kız’da Osamu Dazai Tokyo banliyösünde yaşayan isimsiz bir genç kızın bir gününü anlatıyor. Aklına takılan şarkıları,…

Bir okurunun kendisine gönderdiği günlüklerden esinlenerek yazdığı Öğrenci Kız’da Osamu Dazai Tokyo banliyösünde yaşayan isimsiz bir genç kızın bir gününü anlatıyor. Aklına takılan şarkıları, yolda düşündüğü ve gördüklerini, günlük yaşama dair ayrıntıları ve içten içe duyduğu hüznü büyük bir başarı ve empatiyle resmetmeyi başarıyor.

Yaşama hep çarpıcı bir dürüstlükle bakmış olan Dazai’nin bu uzun öyküsü, gençlerin sesini ve düşüncelerini çekinmeden aktaran ilk modern yapıtlardan biri.

“Dazai aristokrat bir serseriydi, kendi deyimiyle bir suçluydu ve yine de perhizdeki bir kâtip gibi, kendini dizginleyerek yazdı.”

Patti Smith

**

Sabah gözlerimi açarken hissettiğim şey çok ilginç. Saklambaç oynarken kapkaranlık dolabın içinde çömelip çıt çıkarmadan saklanmışken, dolabın kapısı bir anda açılıp, Deko, “Sobe!” diye bağırdığında içeri giren gün ışığından kamaşan gözlerim ve sonrasındaki garip ne yapacağını bilememe hissi. Arkasından gelen heyecan, kimonomun yakalarını birleştirmeye çalışarak biraz utangaç halde dolaptan çıkıp aniden gıcık kapışım, işte o his. Yok o da değil. Birazcık daha dayanılmaz bir şey. Bir kutuyu açmışsın da içinden daha küçük bir kutu çıkmış, o küçük kutuyu açtığında yine daha küçük bir kutu çıkmış, onu da açtığında içinden yine küçük bir kutu çıkmış, yine küçük bir kutu çıkmış, böyle böyle yedi-sekiz kutuyu açınca sonunda zar kadar bir kutu çıkmış da onu da açıp baktığında içinde hiçbir şey olmadığını, bomboş olduğunu görmüşsün gibi bir his. Buna daha yakın. Pat diye gözlerini açmak falan dedikleri şey yalan. Bulanık sudaki nişasta yavaş yavaş dibe çöküp de yüzeyin billurlaşması gibi, sonunda yorulup gözlerini açıyorsun. Sabahlarda hiç utanma yok. İçimi dolduran üzüntü katlanılacak gibi değil. Nefret ediyorum, nefret. Sabahları en çirkin halim. Bacaklarım bitap, şimdiden hiçbir şey yapasım gelmiyor. Doğru dürüst uyuyamadığım için mi acaba? İnsanın sabahları sağlığının zirvesinde olduğu falan yalan. Sabahlar gri. Hep aynı. Bomboş. Sabahları yataktayken hep karamsar oluyorum. Bıkıyorum. Ne kadar iğrenç pişmanlık duygusu varsa bir anda içimi dolduruyor. Kıvranıp kalıyorum.

Sabahlar işkence.

“Baba,” diye usulca sesleniyorum. Garip bir şekilde utangaç ve mutlu kalkıp çabucak yatağı toparlıyorum. Yer yatağını dolaba kaldırırken kendi kendime, “Yallah!” dediğimi fark edip şaşırdım. Hiç böyle kaba saba sözler sarf edecek bir kız olduğumu düşünmezdim. Tam da yaşlı kadınların ağzına yakışacak sözler bunlar – “yallah”mış. Neden ağzımdan böyle bir şey çıktı ki? Sanki içimde bir yerlerde yaşlı bir teyze falan gizli. İğrenç. Bundan böyle dikkat etsem iyi olur. Bir seferinde birinin yürüyüş şeklinden iğrenmiş, sonra da aslında tıpatıp aynı şekilde yürüdüğümü fark etmiştim. Aynı o zamanki gibi fena halde moralim bozuldu.

Sabahları kendime hiç güvenim yok.

Üzerimde geceliğimle makyaj masasının karşısına geçtim. Gözlüklerimi takmadan aynaya baktığımda yüzüm biraz bulanık, nemli görünüyor. Yüzümde en nefret ettiğim şey bu gözlükler ama onların da kendine has, başkalarının bilemeyeceği iyi tarafları var. Gözlüklerimi çıkarıp uzaklara bakmayı seviyorum. Her şey sislerle örtülü, bir rüya, bir zoetrop gibi harika görünüyor. Kirli olan hiçbir şey yok. Sadece büyük şeyler, taze, güçlü renkler, ışıklar var. Gözlüklerimi çıkarıp insanlara bakmayı da seviyorum. Baktığım herkesin yüzü nazik, güzel, güleç görünüyor. Üstelik gözlüklerimi takmadığımda ne birileriyle kavga etmek istiyorum ne de kötü bir söz söylemek. Sadece sessiz, dalgın duruyorum o kadar. Öyle anlarda kendimin de insanlara iyi huylu göründüğümü düşündüğümde daha da rahatlıyor, birilerine sırnaşmak istiyor, iyi yürekli oluyorum.

Yok yok, bu gözlükler sevilecek gibi değil. Gözlük taktığında yüzün ortadan kayboluyor. Gözlük yüzde beliren herhangi bir duygunun, romantizmin, güzelliğin, şiddetin, zayıflığın, masumiyetin, hüznün önüne geçiveriyor. Üstelik gözlerle anlaşmayı da inanılmaz derecede zorlaştırıyor.

Gözlükler hayalet gibi.

Kendi gözlüklerimden nefret ettiğimden midir nedir, gözlerin güzelliğinin en önemli şey olduğunu düşünüyorum. Burnunu göremeseler de, ağzın gizlenmiş de olsa, gözlerin onlara bakanı daha güzel yaşamaya heveslendiriyorsa yeter bence. Benim koca gözlerden ise hiçbir halt olmaz. Durmadan kendi gözlerime bakınca sinirim bozuluyor. Annem bile gözlerimde iş olmadığını söylüyor. Gözlerinin feri kaçmış dedikleri benim gözler için olsa gerek. Aklıma kömür parçalarını getiriyorlar, sinir oluyorum. Bakın işte. Çok fenalar. Her aynaya baktığımda içimden keşke gözlerim daha nemli olsaydı diye geçiriyorum. Mavi bir göl gibi gözler. Yeşil çimlere uzanmış, gökyüzünü seyrederken, arada bir yukarıda süzülen bulutları yansıtan gözler. Kuşların gölgelerini bile en ince ayrıntısına kadar yansıtan. Bir sürü güzel gözlü insanla tanışmak istiyorum.

Bugün mayısın ilk günü diye düşününce neşem biraz yerine geldi. Sevinmemek elde değil. Yaza az kaldı. Bahçeye çıktığımda çiçeklenen çilekleri gördüm. Babamın öldüğü gerçeği garip gelmeye başladı. Ölüp yok olmak denen şey anlaşılması zor bir şey. Anlayamıyorum. Ablamı, ayrıldığım insanları, uzun zamandır görmediklerimi özlüyorum. Sabahları, geçmişte yaşananlar, geçmişte kalan insanlar hemen yanı başımda sanki. Turp turşusunun o yavan kokusu gibi. Dayanılmaz bir şey.

Köpeklerim Capi ile Garip (tam bir gariban olduğu için Garip adını koyduk) birbirlerine dolana dolana koşup geldiler. İkisini de karşıma oturtup yalnızca Capi’yi sevdim. Capi’nin bembeyaz parlayan tüyleri çok güzel görünüyor. Garip’se kirli. Capi’yi sevince Garip’in yanda ağlamaklı ağlamaklı baktığının farkındayım. Garip’in topal olduğunun da farkındayım. Garip’in bu acınası halinden nefret ediyorum. O kadar zavallı ki dayanamayıp bile bile kötü davranıyorum. Garip, sokak köpeklerine benzediği için her an yakalanıp öldürülebilir. Ayağı da malum, kaçmaya çalışsa bile başaramaz. Hadi, Garip! Dağlara, bir yerlere kaç. Nasıl olsa kimse seni sevmeyecek. Bir an önce öl gitsin. Ben sadece Garip’e değil insanlara da kötü davranan bir kızım. Gerçekten fenayım. Milleti kızdırıp kışkırtıyorum. Verandada Capi’nin başını okşayıp otururken yemyeşil yaprakları gördükçe kendimi zavallı hissedip toprağa oturasım geldi.

Ağlamayı deneyeyim dedim. Nefesimi tutup gözlerim kanlanınca biraz gözyaşı akar diye düşündüm ama olmadı. Belki de artık gözyaşları olmayan bir kızım.

Vazgeçip odaları temizlemeye giriştim. Temizlik yaparken bir de baktım ki Tocin Okiçi1 filminden bir şarkı mırıldanıyorum. Duyan oldu mu diye etrafı kolaçan etmek zorunda kaldım. Normalde Mozart’tı, Bach’tı dinlemem gerekirken söylediğim şarkıya bak! Yer yatağını kaldırırken “Yallah”, temizlik yaparken Tocin Okiçi. Ben bitmişim artık. Uyanıkken böyleyse uyurken neler sayıkladığımı düşünmeyeyim daha iyi. Ama biraz komiğime de gitti doğrusu. Süpürgeyi bırakıp kendi kendime güldüm.

Dikmeyi dün bitirdiğim iç çamaşırımı giydim. Dikerken göğüs kısmına küçük, beyaz bir de gül işlemiştim. Üstüne bir şey giydiğimde gül görünmüyor. Kimse orada olduğunu bilmeyecek. Bu tür şeylerde üstüme yok.

Annem birilerinin çöpçatanlık işlerine kendini iyice kaptırdı yine. Sabah erkenden çıkmış. Annem eskiden beri başkalarına yardım için elinden geleni yaptığından bunlara alışığım ama yine de bu enerjiyi nereden bulduğuna şaşırıyorum. Babam kendini fazlasıyla çalışmalarına verdiğinden onun yapması gerekenleri de annem hallederdi. Babamın sosyal hayatla en ufak bağı olmadığı halde annem hoş insanları çevresine toplamayı bilirdi. Annemle babam farklı yönlere sahip olmalarına rağmen birbirlerine hep saygı duymuşlar. Hiçbir fena tarafı olmayan, zarif, huzurlu bir çift mi demeli? Of, ne ukalayım.

Miso çorbası ısınana kadar mutfak kapısının oraya oturup dalgın dalgın dışarıdaki ağaçları seyrettim. Bunun üzerine sanki geçmişte de gelecekte de buraya oturup aynı pozisyonda hem de aynı şeyleri düşünerek ağaçları seyretmiş, seyredecekmiş gibi, geçmiş, şimdi ve geleceği tek bir anda hissediyormuş gibi garip bir hisse kapıldım. Daha önce de başıma geldiği oldu. Biriyle oturmuş konuşuyorum diyelim. Bakışlarım masanın bir köşesine sabitlenip öylece kalıyor. Sadece ağzım hareket ediyor. Böyle anlarda tuhaf bir sanrıya kendimi kaptırıyorum. Bir zamanlar yine aynı bu şekilde, aynı şeylerden bahsederken, gözlerim masanın bir köşesine takılı kalmış da ileride de aynı şey tamamen aynı şekilde tekrar edecekmiş gibi bir his çıkageliyor ve ben buna kesinlikle inanacak gibi oluyorum. Ne zaman bir köy yolunda yürüsem, köy ne kadar uzakta olursa olsun, kesin bu yoldan daha önce de geçtim diye hissediyorum. Yürürken yol kenarındaki fasulyelerin yapraklarını kopardığımda, mutlaka yine aynı yolda aynı yaprakları önceden de koparmıştım diye içimden geçiriyorum. Ve yine bundan sonra da tekrar tekrar bu yolu yürüyeceğime, aynı yerde fasulyelerin yapraklarını koparacağıma inanıyorum. Şöyle şeyler de başıma geliyor. Bir keresinde küvette sıcak suyun içindeyim. Gözlerim bir anlığına ellerime gitmiş. Bunun üzerine yıllar sonra yine küvetteyken o an öylesine elime bakışımı, bakarken hissettiklerimi kesinkes hatırlayacağımdan emin oluyorum. Bu düşünce içimi karartıyor. Yine bir akşamüstü kâselere pilav koyarken, ilham desem abartı olacak ama, içimden hızla bir şeylerin geçip gittiğini hissettim. Felsefi bir ipucu mu desem ne desem, beni etkisi altına alan bu şeyle başım, göğsüm tamamen saydamlaştı. Sanki hayatın akışına kendiliğinden kapılıvermişim gibi, dalgaların insafında, hiçbir şey söylemeden, ses çıkarmadan, süzgeçten akan tokoroten1 gibi esnek, güzel ve hafif bir şekilde yaşayıp gidebilecekmişim gibi hissettim. Öyle felsefi bir şey falan değildi. Hırsız kediler gibi sessizce yaşayıp gideceğime dair bu önsezi, böyle bir hayattan doğru dürüst bir şey çıkmayacağı için tam tersine korkutucuydu. İnsan bu ruh halini biraz daha uzun yaşasa ruhu ele geçirilmiş gibi olur herhalde. İsa gibi. Ama İsa kadın olsa çok edepsiz olurdu.

Günlerimi bomboş geçirdiğim, hayatta zorluk da çekmediğim için, her gün gördüğüm, duyduğum yüzlerce, binlerce şeye duyularım tepki veremiyor, ben saf saf dururken tüm bunlar hayalet gibi peşimde dolanıyor da olabilirler sonuçta.

Yemek odasında tek başıma kahvaltıya oturdum. Yılın ilk salatalığı. Salatalığın yeşilliği akla yazı getiriyor. Mayıs salatalığının yeşilliğinde insanın kalbi boşalırmış gibi, acı veren, huzursuz eden bir hüzün var. Ne zaman yemek odasında tek başıma yemek yesem fena halde seyahate çıkasım geliyor. Trene binmek istiyorum. Gazeteye baktım. Cuşiro Konoe’nin1 fotoğrafını basmışlar. İyi bir adam mı acaba? Suratı hoşuma gitmedi. Alnı çirkin. Gazetenin en eğlenceli tarafı kitap reklamları. Harf ya da satır başına yüz-iki yüz yen alıyor olmalılar. Bayağı bir emek harcanmış hepsine. Her harften her kelimeden en etkili şekilde nasıl yararlanırız diye çırpınıp, sözcükleri elekten geçirmişler sanki. Hepsi çok iyi yazılmış. Bu kadar pahalı sözcüklere kolay kolay rastlanmaz. İnsan seviyor. Heyecan vericiler.

Yemeği bitirip, kapıyı kapayıp, okula doğru yola çıktım. Pek yağmur yağacağa benzemiyordu ama ben yine de dün annemin verdiği şemsiyeyi taşımak istediğim için yanıma aldım. Annem bunu genç kızken kullanırmış. Böyle ilginç bir şemsiye bulduğum için halimden bayağı memnunum. Böyle bir şemsiyeyle Paris sokaklarında yürümek isterdim. Şu savaş bitince kesin böyle klasik şemsiyeler moda olacak diye düşündüm. Tam da bone şapkanın yakışacağı bir şemsiye. Pembe etekleri uzun, yakası açık bir kimono giyip, ipekten siyah dantelli uzun eldivenler takıp, büyük, geniş kenarlı bir şapkaya mor bir menekşe iliştirirdim. Sonra da yeşilin en koyu zamanında Paris’te bir restorana öğle yemeği yemeye giderdim. Hüzünlü bir şekilde elimi hafifçe yanağıma götürüp dışarıdan geçenleri izlerken biri omzuma dokunurdu. Birden müzik, gül valsi. Aman neyse, neyse. Gerçek, bu eski püskü, garip görünüşlü, uzun ince saplı şemsiyeden ibaret. Zavallı ve acınacak durumdayım. Kibritçi kız gibi. Şu otları falan yolup yola çıkayım bari.

Evden çıkarken anneme yardım olsun diye bahçe kapısının önündeki otları biraz yoldum. Belki bugün iyi bir şeyler olur. Hepsi aynı ot olmasına rağmen neden bazısını

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. İnsanlığımı Yitirirken ~ Osamu Dazaiİnsanlığımı Yitirirken

    İnsanlığımı Yitirirken

    Osamu Dazai

    Dazai’nin yarı otobiyografik romanı İnsanlığımı Yitirirken, içinde yaşadığı toplum tarafından kabul görmediğini hisseden ve yalnızlığın varoluşsal kaygısıyla yüzleşmek zorunda kalan Yozo adında bir adamın...

  2. Maymun Adası ~ Osamu DazaiMaymun Adası

    Maymun Adası

    Osamu Dazai

    “Ölmeyi düşünüyordum. Yılbaşında birileri bana bir top kumaş verdi. Yeni yıl hediyesiymiş. Kimonoluk bu kumaş, ketendi. Gri tonlarında, ince çizgilerle dokunmuştu. Bundan olsa olsa...

  3. Pandora’nın Kutusu ~ Osamu DazaiPandora’nın Kutusu

    Pandora’nın Kutusu

    Osamu Dazai

    Yunan mitlerindeki Pandora’nın kutusunu biliyorsun, değil mi? Hikâyeye göre asla açılmaması gereken bu kutu açıldığı anda hastalık, hüzün, haset, açgözlülük, şüphe, sinsilik, açlık ve...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Soğuk Kan ~ Robert BryndzaSoğuk Kan

    Soğuk Kan

    Robert Bryndza

    Bir katile âşık oldum Şimdi benim de ellerimde kan var Dedektif Erika Foster, polislik kariyeri boyunca her türden cinayetle karşılaştığını düşünüyordu, ta ki Thames...

  2. Uygun Bir Eş ~ Stephanie LaurensUygun Bir Eş

    Uygun Bir Eş

    Stephanie Laurens

    Aşktan ne kadar kaçabilirsiniz ? Ruthven Lordu Philip, aşkın pençesine düşmek için dayanılmaz bir istek duyuyordu. Tam bu sırada, Philip’in çocukluğundan beri tanıdığı ve...

  3. Zar Kitabı ~ Luke RhinehartZar Kitabı

    Zar Kitabı

    Luke Rhinehart

    Zar Kitabı, zar yaşamına başlarken yanınızda bulunduracağınız ve ara sıra içindeki mesellerden, atasözlerinden, denemelerden, düşüncelerden ve pratik önerilerden faydalanabileceğiniz eğlenceli bir kitap. Karar vermek...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur