Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Öfkenin Şenliği
Öfkenin Şenliği

Öfkenin Şenliği

Jaklin Çelik

İstanbul’a, yıllardır uğramadığı sokağına ve evine eski bir hayaleti gömmeye dönmüştü. Cebinde; Harput’ta annesinden ve kardeşlerinden koparılmış küçük bir çocuğun, şimdi sahibine ve toprağına…

İstanbul’a, yıllardır uğramadığı sokağına ve evine eski bir hayaleti gömmeye dönmüştü. Cebinde; Harput’ta annesinden ve kardeşlerinden koparılmış küçük bir çocuğun, şimdi sahibine ve toprağına dönmek isteyen, eski bir gazetenin arasına konmuş bir tutam saçıyla…

Geçmişinden ve tarihinden miras kalan, şimdi sıçanların yuva edinip çürümüş tahtalarını kemirdiği bu evi, şüpheli bir emlakçı ve onun daha da garip sevgilisi satın almak için ısrar ediyorlardı. Ramela’nın, odalarında dolaşıp duvarlarına sırlarını fısıldadığı, her Paskalya’da ismi hatırlanmayanlara yemekler pişirdiği bu evi satabilecek miydi?

Zamanın izinde ve bugünün aynasında üç kadın… Geçmişe doğru katman katman sarılan Öfkenin Şenliği’nde Jaklin Çelik, Ramela ve Şake’nin hikâyesini iç içe ilerleyen bir ağıt, yükselen bir çığlık gibi anlatıyor.

*

Paskalya Yortusu’ndan önce “Ağlama Gecesi”nde, kırk kez arka arkaya söylenen “Merhamet Ya Rab” duasının bir yerinde papaz yardımcılarından biri, bir süredir gözüyle takip ettiği sıçana sıkı bir tekme savurdu. Dudakları arasında “Merhamet Ya Rab” yirmi ikinci tekrarındaydı ve sıçan mihrabın mermerine nakşedilmiş Ortodoks haç figürüne çarpıp halı üzerine boylu boyunca serildi. İnce, güçsüz bir “cıyk!” sesi duyuldu. Dolunay, camlardan yansıyan ışığıyla Vaftizci Yahya’nın kan damlayan kesik başının resmedildiği tabloda gözaltı çizgilerine demini vermiş acıyı yalazlıyordu. Koronun güçlü sesinde bir sarsıntı hissedildi. Başrahip, bir kabuk gibi sesinden sıyrılıp dağılan diğer sesleri kendi sesi etrafında çabucak toparladı.

Papaz yardımcısı öldürme içgüdüsüyle kendine engel olamamış, dizleri üzerine çökmüşlerin arasından yapılmaması gerekeni yapmış, ayağa kalkarak, kilise yasalarını çiğneme pahasına sıçanı öldürmüştü. Diğerlerinin yanına dönerken ay ışığının aydınlattığı yüzlerde ona karşı bir soru işareti belirmişti. Onunsa sesi daha gür çıkıyordu.

Sıçanın koyu gri tüylerle kaplı besili bedeni erzak deposu, gasilhanedeki kir, adak mumu ve her pazar fakirler için verilen yemek artıklarının eseriydi. Zavallıcık, yediği yiyeceklere sızmış zehirden kafası dumanlı, yolunun nereye düştüğünü bilmeksizin onu ölüme götüren ilahi tekmenin şiddetine yenilmiş, acıyla gelen ölümü, bezginliğin bir işareti olarak ağzından mihrabın mermerine bulaşmış kanını son bir çığlık olarak bırakmıştı. Ay ışığının geceyi gündüze çevirdiği kilisede, koronun dudakları arasından, inişli çıkışlı melodisiyle yirmi sekizinci kez dökülen “Merhamet Ya Rab” kelimeleri, ateş üstündeki günlüğün iksirli kokusuna karışırken, o, içindeki dumansız yangınla halı üzerinde sere serpe yatıyordu. Bir sıçan kendinden geçmiş bir şekilde insanların önünde yatıyorsa, ölüdür. Çünkü korkmadan insanların içine çıkmışsa, öldürülme korkusunu yenmiş demektir. Öldürülme korkusunu yenmiş sıçan, ölü bir sıçandır. Bunu, geçmişte sıçanlarla birlikte yaşadığım o evden biliyorum.

Sıçanın, dua okurken üzerimize giydiğimiz, sırtında ve göğsünün iki yanında haç işlemeli figürlerin yer aldığı uzun gömleklerimizi astığımız dolaptan çıktığını gözlerimle görmüştüm. Kısa bir süre sonra ışıklar kapanmış, ay ışığı, her türlü görsel yanılsamanın üzerinde dans edeceği bir denizanası gibi yaymıştı kendini içeri. Sıçanı, mihrabın gerisinde bulunan dua etmeye gelmiş çoğu insanın da gördüğünden emindim. En azından görüş açısına giyinme dolapları girmiş olanların. En öndekilerden bir fısıltı halinde geriye doğru akmıştı sıçanın mihrabın önüne doğru yol alışı. Fısıltıyı bir diğerine devreden tekrar diline alıyordu “Merhamet Ya Rab”ı. Dalgalar halinde arka sıralara uzanan konuşmalar, cemaatin ön saflarına, sıçanı dolunay ışığı altında seçmeye çalışan bakışlara evriliyordu. Sıçanın varlığı ön sıralarda bir siluet, gerilerde ise belli belirsiz “cıyk!” sesi etrafında dillendirilmiş bir rivayetti.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kum Saatinde Kumkapı ~ Jaklin ÇelikKum Saatinde Kumkapı

    Kum Saatinde Kumkapı

    Jaklin Çelik

    Yıllardır uyuyakalmış kiremitler darbelere direndiler, birbirlerine daha bir sıkı kenetlendiler. Mutluluklar hüzün, yaşanmışlar yaşanmamış, günler hafta, aylar yıl olup birbirlerini bırakmamacasına. Çok geçmedi, indirdiler...

  2. Sarhoşların Perşembesi ~ Jaklin ÇelikSarhoşların Perşembesi

    Sarhoşların Perşembesi

    Jaklin Çelik

    Birbirlerinin dilini anlamıyorlardı ama yoksulluğun işaret dilini az çok biliyordu burada yaşayan herkes. Bu dili anlamak merhametin kapılarını sonsuza dek açmıyor olsa da muhtemel...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Sultanı Öldürmek ~ Ahmet ÜmitSultanı Öldürmek

    Sultanı Öldürmek

    Ahmet Ümit

    Yıllardır aynı kadını bekleyen bir adam. Serhazinlerin son temsilcisi Müştak Serhazin. Şahane bir aşk için harcanmış bir hayat. Ve hayatını Osmanlı tarihine adamış hırslı...

  2. Minyeli Abdullah ~ Hekimoğlu İsmailMinyeli Abdullah

    Minyeli Abdullah

    Hekimoğlu İsmail

    İlk kez 1967 yılında Babıâli’de Sabah gazetesinde tefrika edilen Minyeli Abdullah, o kadar büyük ilgi görür ki bu kitabı yayımlamak için bir yayınevi kurulur....

  3. Kürar ~ Melike UzunKürar

    Kürar

    Melike Uzun

    Kürar: i. Felç olma hali, curare; hareket edememe ama hissetme, refleks gösterememe. ii. Güney Amerika’da avcıların oklarına sürdükleri felç edici zehirli bitki. iii. Kızılderililerin...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur