Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ödül
Ödül

Ödül

Julie Garwood

Fatih William’ın Sakson tutsağı Nicholaa, Norman soylularından biriyle evlenmek zorunda bırakılır. Genç kadın eş olarak kendine merhametli savaşçı Baron Royce’u seçer. Becerikli, isyankâr ve…

Fatih William’ın Sakson tutsağı Nicholaa, Norman soylularından biriyle evlenmek zorunda bırakılır. Genç kadın eş olarak kendine merhametli savaşçı Baron Royce’u seçer. Becerikli, isyankâr ve tam anlamıyla tecrübesiz Nicholaa hislerine söz geçirmeye çalışsa da Royce’dan etkilenmeye başlar. Savaşın acımasızlığını, tutkunun yakıcılığını deneyimlemiş olan Royce ise bu çekici kadın karşısındaki hislerinin derinliğinden ötürü dehşete kapılır. Ve Saksonlar’ın Norman istilacılar tarafından böylesine ilgi gördüğü bir ihanet ikliminde, Royce ve Nicholaa yeni bir aşka yelken açarlar…

“Kalbinizi fethedecek kahramanlarıyla ÖDÜL gizem, entrika ve aşk dolu bir roman…”
Affaire de Coeur

“Sürükleyici anlatımıyla romantik, eğlenceli ve bir o kadar da macera dolu bir hikâye.”
Randezvous

“Tek kelimeyle kusursuz.”
Romantic Times

***

İngiltere, 1066

Ona neyin çarptığını hiç anlamadı.
Baron Royce deri kaplı kolunun arkasıyla alnından akan teri kuruluyorken kendini bir anda yerde buluverdi.
Kadın onun ayaklarını yerden kesmişti. Tam anlamıyla. Miğferini çıkarmasını beklemiş, sonra dar deri şeridi başının üzerinde büyük bir daire çizerek savurmuştu. Eğreti sapanının ortasına yerleştirdiği küçük taş, çıplak gözle görülemeyecek hıza erişmişti. Derinin havada dönerken çıkardığı ses, huysuz bir hayvanın çıkardığı yarı homurtu yan ıslık sesi gibiydi. Kadının avı bu sesi işitemeyecek kadar uzaktaydı, çünkü kadın duvarın tepesindeki geçidin soğuk sabah gölgeliğinde duruyordu ve adam kadından neredeyse on beş metre aşağıdaki açılıp kapanan köprünün yakınında dikiliyordu.
Dev Norman kolay bir hedef olmuştu. Kadının ailesine ait araziyi ele geçirmeye yeltenen kâfirlerin lideri olması gerekçesiyle bu hedef, kadının konsantrasyonunu kıvamlandırmıştı aynı zamanda. Kadın zihninde o devin, Hazreti Davut’un öldürdüğü Filistinli savaşçı Goliath olduğunu hayal etmişti.
Kendisinin de Hazreti Davut olduğunu…
Fakat antik hikayelerdeki kutsal kahramanın aksine kadın, düşmanını Öldürmeye niyetlenmemişti. Eğer amacı öldürmek olsaydı, adamın şakağının yanına nişan alırdı. Hayır, onu yalnızca sersemletmek istemişti. Bu nedenle adamın alnını seçmişti. Adama o karanlık zafer gününde sergilemiş olduğu canavarlıktan Ötürü ömrünün geri kalanında taşıyacağı bir iz sunmuş olmayı umuyordu.
Normanlar bu savaşı kazanıyorlardı. Bir iki saat içerisinde gizli sığınağa ulaşmış olurlardı.
Kadın mevcut durumun kaçınılmazlığından haberdardı. Sakson askerlerinin sayısı umutsuzca azalıyordu. Geri çekilmek mantıklı olan tek seçenekti. Evet, mevcut durum kaçınılmazdı, fakat aynı zamanda onur kırıcıydı.
Şu Norman devi, Normandiyalı William piçinin, kadının arazisini ele geçirmek maksadıyla son üç hafta içerisinde yolladığı dördüncü meydan okuyucuydu.
İlk üçü çocuklar gibi savaşmışlardı. Kadının ve onun erkek kardeşinin adamları onları kolayca kovalamışlardı.
Bu sefer meydan okuyan ise farklıydı. Kovalanamazdı. Adamın, kendinden öncekilerden çok daha tecrübeli olduğu belliydi. O kesinlikle diğerlerinden çok daha kurnazdı. Komutasındaki askerler öncekiler kadar tecrübesizlerdi. fakat bu en yeni lider onları saatlerdir sıkı disiplin altında tutuyordu.
Günün sonunda zafer, nefret edilen Normanlar’m olacaktı.
Normanlar’ın lideri kendi zaferinin sarhoşu olacaktı. her nasılsa. Kadın bu durumun icabına bakacaktı. Taşı adama fırlattığında gülümsemişti kadın. Baron  Royce askerlerinden birini araziyi çevreleyen hendekten çıkarmak için atından inmişti. Ayağı kayan aptal asker, derin suya kafa üstü düşmüş ve ağır zırhı nedeniyle dengesini kaybetmişti. Royce bir elini aşağıya uzatıp çizmeli ayağı tuttu ve genç askeri bulanık derinliklerden yüzeye doğru çekti. Ani bir bilek hareketiyle askerini çimenli kıyıya fırlattı. Genç askerden gelen eziyet verici öksürükler Royce’a onun daha fazla yardıma gereksinim duymadığını anlatmıştı. Delikanlı hâlâ nefes alıyordu. Miğferini çıkarmak için duraksayan Royce, taş hedefini bulduğu sırada alnından akan teri siliyordu.
Royce geriye doğru devrildi. Aygırından epeyce uzağa boylu boyunca uzandı. Baygınlığı uzun sürmedi. Gözlerini açtığında etrafı hâlâ bir toz bulutuyla çevriliydi. Askerleri yardım Önerisinde bulunmak için ona doğru koşuyorlardı.
Royce onların yardımını geri çevirdi. Yerinden doğrularak oturdu ve kendisini şaşkına çeviren bu acı verici bulanıklıktan kurtulmak istercesine başını iki yana salladı. Bir ya da iki dakika boyunca hangi cehennemde olduğunu bile hatırlayamadı. Alnının sağ gözünün üstünde kalan kısmındaki derin kesikten damla damla kan akıyordu. Royce yaranın etrafını yokladı ve hatırı sayılır bir parça elin kopmuş olduğunu işte o vakit ayrımsadı.
Ona neyin çarptığını yine de anlamadı. Pürüzlü yaranın büyüklüğünden, bu hasar! bir okun vermiş olamayacağını biliyordu. Fakat her şey bir yana, başının cayır cayır yandığını duyumsuyordu.
Royce acısını bir kenara itip ayağa kalkmaya odaklandı. Öfke, Royce’un imdadına yetişti. Tanrı şahit, Royce bunu yapan piçi bulacak ve ona da aynısını yapacaktı.
Bu düşünce Royce’u gerçek anlamda keyiflendirdi.
Seyisi atının dizginlerini tutarak ayakta dikiliyordu. Royce kendisini eyere savurdu ve bütün dikkatini araziyi çevreleyen duvarın tepesine doğrulttu. Düşmanı ona o noktadan mı nişan almıştı? Mesafe bir tehdit belirtisini dahi göremeyeceği kadar uzaktı.
Royce miğferini tekrar taktı.
Etrafına bakarken, aldığı darbeden bu yana on veya on beş dakika geçtiğini fark etti ve askerlerinin, göründüğü kadarıyla, onlara öğrettiği her şeyi unuttuklarına kanaat getirdi.
Royce’un geçici kumandan muavini Ingelram’ın, kalenin güney kanadı yakınında bulunan bir birlik dolusu savaşçısı vardı. Oklar, ilerlemeyi olanaksızlaştırarak duvarın tepesinden onların üstüne yağmaktaydı.
Royce savaşçıların beceriksizliğinden ötürü dehşete kapıldı. Askerler okları savuşturmak için kalkanlarını başlarının yukarısında tutuyorlar ve yeniden savunmaya yönelik savaşıyorlardı Halleri, Royce bu sabah bu baş belası görev için onlara katıldığından farksız değildi.
Royce derin bir nefes aldıktan sonra komutayı tekrar aldı.
Onların halihazırda ele geçirdikleri toprağı kaybetmelerini önlemek amacıyla taktikleri derhal değiştirdi. En çok güvendiği askerlerden onunu duvardan uzaklaştırdı ve onlarla birlikte arazinin üst kısmındaki küçük yükseltiye gitti. Adamları kendi nişan menzillerini sağlama almaya dahi zaman bulamadan önce Royce duvarın tepesinde duran bir Sakson askerini oklarından biriyle öldürdü. Sonra adamlarının bu görevi üstlenmelerine izin verdi. Kısa bir süre içerisinde Sakson duvarları bir kez daha korunmasızdı.
Adamlarından beşi duvarlara tırmanıp köprüyü aşağıya indiren ipleri kesti. Tanrı ona yardım etsin, Royce hevesli gönüllülerden birine kılıcını yanında götürmesini hatırlatmak zorunda kaldı.
Royce kılıcını çekip köprünün kalaslarından öteye atıyla hızla geçti. Hem alt hem de üst avlu tamamen terk edilmişti.
Kulübelerle dış yapıları adamakıllı araştırdılar ve bir tek Sakson askerine bile rastlamadılar. Royce’un aklına düşmanın gizli bir geçit aracılığıyla kendi arazisini terk ettiği geldi. Royce böyle bir açıklığı saptamak adına adamlarının yarısına duvarlarda araştırma yapmalarını emretti. Adamları o açıklığı buldukları an orayı kapatacaktı.
Birkaç dakika sonra Normanlar duvarın üstündeki göndere Normandiya Dükü’nün görkemli renklerinin sergilendiği bayrağı çektiklerinde kaleyi William adına ele geçirmiş oldular. Kale, Normanlar’a aitti artık.
Buna karşın Royce görevlerinin sadece yarısını yerine getirmişti. Ödülü alıp Londra’ya götürmek zorundaydı yine de.
Evet, şimdi Leydi Nicholaa’yı tutsak etme zamanıydı.
Kalenin odalarını araştırmak bir avuç dolusu uşağı ortaya çıkardı. Uşaklar dışarıya sürüklenip avludaki dar bir dairenin içine itildiler.
Royce kadar uzun boylu olmasına rağmen enden ve savaş yaralarından yoksun olan Ingelram, bir Sakson uşağını ceketinin arkasından tuttu. Uşak zayıf”, kır saçlı ve kırışık derili bir ihtiyardı.
Ingelram, “Bu adam kâhya, baronum. Adı Hacon. Gregory’ye aile hakkındaki her şeyi anlatan kişi,” demeden önce Royce’un attan inmeye vakti olmamıştı.
Hacon, “Ben hiçbir Norman’la konuşmadım,” diyerek itiraz etti cesurca. “Gregory adında birini tanımıyorum üstelik. Eğer bu doğru değilse, Tanrı canımı alsın.”
‘Sadık’ uşak yalan söylüyor ve bu uğursuz koşullara karşın böylesine bir cesarete sahip olduğu için kendisiyle gerçekten gurur duyuyordu. Yaşlı adam başını kaldırıp Norman liderine hâlâ bakmamış olsa da dikkati, ceketini yırtmaya aşırı derecede hevesli görünen sarışın şövalyedeydi.
Ingelram, “Evet, Gregory ile konuştun,” diyerek çıkıştı. “Gregory bu kaleyi ele geçirmek ve ödülü almak için meydan okuyan ilk şövalyeydi. Yalan söylemenin sana hiçbir faydası dokunmayacak, ihtiyar.”
Hacon, “Poposundaki okla giden şövalye mi?” sorusunu yöneltti.
Ingelram, Gregory’nin küçük düşüşünden bahsettiği için yaşlı adama öfke dolu bir bakış attı. Hacon’u kendi etrafında dönmeye zorladı. En sonunda Norman liderine başını kaldırarak bakan uşağın nefesi boğazında düğümlendi. Deriyle ve çelik zincir baklalarıyla kaplı devi görebilmek için başını olabildiğince geriye doğru eğmek zorunda kalan Hacon zırhtan yansıyan güneş ışığı huzmelerine ve savaşçının gözlerine gözlerini kısarak baktı. Ne savaşçı ne de onun muhteşem siyah aygırı kımıldadı ve yaşlı adam bir an için taştan yapılma koca bir heykele bakıyor olduğunu sandı.
Dev Norman, miğferini çıkarıncaya dek Hacon dinginliğini korudu.
Hacon akşam yemeğini oracıkta çıkarıverecekti neredeyse. Bu barbar, Hacon’u korkutuyordu. Merhamet için feryat etme ihtiyacından ötürü yaşlı adamın midesi bulanıyordu. Norman’ın donuk gri gözlerindeki bakış, kararlılığı nedeniyle buz gibi soğuktu ve Hacon ölmek üzere olduğundan emindi. Evet, beni öldürecek, diye düşündü Hacon. Çabucak son duasını etti. Bu onun için onurlu bir ölüm olacaktı, çünkü son nefesine dek zarif hanımına yardım etmeye kararlıydı. Bir masumu koruduğu için Tanrı onu cennetine kabul edecekti muhakkak.
Royce gözlerini dikip titreyen uşağa uzun bir süre baktı. Sonra miğferini seyisine fırlattı, atından indi ve dizginleri bir askere uzattı. Aygır şaha kalktı, fakat öfke nöbetini efendisinin sert komutuyla hızla sonlandırdı.
Dizlerinin bağı çözülen Hacon yere yığıldı. Elinî aşağıya doğru uzatıp Hacon’u çekerek yeniden ayağa kaldıran İngelram, “İkizlerden biri kalenin üst katında, baronum,” dedi. “İbadet odasında dua ediyor.”
Hacon derin bir nefes almasının akabinde konuşuverdi. “Önceki kuşatma sürerken kilise yanıp kül oldu.” Sesi kulağa boğuk bir fısıltı gibi geliyordu. “Rahibe Danielle manastırdan gelir gelmez, sunağın kaledeki odalardan birine taşınmasını emretti.”
ingelram, “Danielle rahibe olan kız kardeş,” dedi. “Tıpkı önceden işittiğimiz gibi, baronum. Onlar ikizler. Biri dünyaya hizmet etmeyi aklına koymuş bir azize, diğeri ise bize sorun çıkarmayı kendine görev edinmiş bir günahkâr.”
Royce hâlâ tek kelime dahi etmemişti. Uşağa sabit gözlerle bakmayı sürdürüyordu. Hacon liderin gözlerine uzun süre bakamadı. Bakışlarını yere çevirdi, ellerini kenetledi ve fısıldadı: “Rahibe Danielle Saksonlar ile Normanlar arasındaki bu savaşa yakalanmış. O bir masum ve manastıra geri dönmeyi arzuluyor yalnızca.”
“Ben diğerini istiyorum.”
Baronun sesi yumuşak ama dondurucuydu. Hacon’un midesi tekrar çalkalandı.
Ingetram, “Öbür ikizi istiyor,” diye haykırdı. Tam daha fazlasını söyleyecekti ki baronunun sert bakışını yakaladı ve konuşmak yerine ağzını kapamakta karar kıldı.
Hacon, “Öbür ikizin adı Nicholaa,” dedi. Sözlerine devam etmeden önce derin bir nefes daha aldı. “O gitti, baron.”
Royce bu habere herhangi bir tepki göstermezken, Ingelram hayal kırıklığını gizleyemedi. Yaşlı adamı dizlerinin üstüne bir kez daha çöktürdükten sonra, “Nasıl gidebildi?” diye haykırdı.
Hacon, “Kalenin kalın duvarlarına inşa edilmiş çok sayıda gizli geçit var,” itirafında bulundu. “Köprüyü geçtiğinizde hiç Sakson askeri olmadığını fark etmediniz mi? Leydi Nicholaa neredeyse bir saat kadar önce erkek kardeşinin adamlarıyla birlikte buradan ayrıldı.”
Ingelram hüsranla homurdandı ve öfkesini dindirmeye çalışarak uşağı bir kez daha sertçe itti.
Royce sabit bakışlarını askerine doğrultarak bir adım ilerledi. “Savunmasız bir ihtiyara kötü davrandığında bana gücünü kanıtlamıyorsun, Ingelram. Ve sorgulamama müdahale etliğinde bana coşkunu denetleme yeteneğini de göstermiyorsun.”
Asker tam anlamıyla küçük düşmüştü. Baronuna baş onayı verdikten sonra yaşlı Sakson’un ayağa kalkmasına yardım etti.
Royce genç askerin uşaktan bir adım uzaklaşmasını bekledi. Sonra Hacon’a baktı yine. “Bu ev halkına ne kadar süredir hizmet etmektesin?”
Hacon, “Yaklaşık yirmi senedir,” diye karşılık verdi. Sözlerine devam ederken ses tonu gurur yüklüydü. “Bana daima iyi davranıldı, baron. Onlar bana kendimi sanki onlardan biriymişim gibi hissettirdiler”
“Yirmi yıllık bu iyi davranışa karşın hanımlarını ele veriyorsun şimdi, öyle mi?” Royce tiksintiyle başını iki yana salladı. “Bana bağlılık sözü vermeyeceksin, Hacon, çünkü senin sözüne güvenilmez.”
Royce kâhya ile bir dakika daha zaman harcamadı. Kalenin kapılarına doğru ilerlerken uzun adımları kararlıydı. Baron hevesli adamlarını yolundan iteledi ve kaleye girdi.
Ingelram lordunun ardından aceleyle gittiğinde, Hacon’a uşaklar kümesine katılması ve kaderi için endişelenmekten vazgeçmesi işaret edildi.
Royce araştırmasında yöntemliydi. Kalenin ilk kapısı kırık dökük bir haldeydi. Döküntü eski saldırılar yüzündendi. Uzak köşenin yakınındaki uzun masa devrilmişti ve taburelerin birçoğu harap olmuştu.
Üst kattaki odalara uzanan merdiven kısmen bozulmamış görünüyordu. Ahşap basamaklar duvarlardan damlayan su nedeniyle kaygandı. Bu tırmanış tehlikeli bir şekilde sınırlayıcıydı. Tırabzanın çoğu kopmuş yandan sarkıyordu; şayet bir kişi dengesini kaybederse, düşmesini engelleyecek hiçbir şey yoktu.
İkinci katın sahanlığı ise semasıydı. Rüzgar uzak duvarın ortasında bir adam büyüklüğünde açılmış olan delikten geçerek uğulduyordu. Dışarıdan içeriye doğru esen soğuk kış rüzgârı, insanın iliklerine kadar işliyordu. Merdivenin bilimindeki koridor uzun ve karanlıktı.
Royce sahanlığa ulaşır ulaşmaz, Ingelram hızla onun önüne geçip kılıcını beceriksizce çekti. Askerin, lordunu…

Eklendi: Yayım tarihi

“Ödül” için bir yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıÖdül
  • Sayfa Sayısı456
  • YazarJulie Garwood
  • ÇevirmenTimur Avarkan
  • ISBN9944824392
  • Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviEpsilon / 2011

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Sır ~ Julie GarwoodSır

    Sır

    Julie Garwood

    New York Times çok satanlar yazarı Julie Garwood nefes kesici bir aşk hikâyesiyle sizleri bir kez daha büyüleyecek. Tüm zamanların en sevilen romanlarından birini...

  2. Güllere Sor ~ Julie GarwoodGüllere Sor

    Güllere Sor

    Julie Garwood

    New York’taki dar sokakta terk edilmiş bir bebek bulan Clayborne kardeşlerin hayatı birdenbire değişir. Bebeğe Mary Rose adını verip onu bir leydi gibi yetiştirmek...

  3. Gelin ~ Julie GarwoodGelin

    Gelin

    Julie Garwood

    Kralın emrine karşı gelmek olanaksızdı ve İskoçya’nın en güçlü toprak sahibi Alec Kincaid,İngiliz bir gelinle evlenmek zorunda kalmıştı.Baron Jamios’un en güzel kızı Jaime, Alec’in...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Sarışın Jane – Bela’nın Peşinde ~ Paul KieveSarışın Jane – Bela’nın Peşinde

    Sarışın Jane – Bela’nın Peşinde

    Paul Kieve

    Çok değerli casus kedisi Bela kaçırılmıştır. Janey Brown, Müthiş casus Sarışın Jane olarak ikinci görevine başlar! Bir grup çatlak bilim insanı, kedilerin dokuz canlı...

  2. Alçak Adam ~ Samantha GraceAlçak Adam

    Alçak Adam

    Samantha Grace

    BİR Londra, İngiltere 26 Mayıs 1816   O gece, Eldridge Balo Salonu’nda iki tip erkek bulunuyordu:  ateşli, ancak münasip ilgileriyle her genç kızın hemen...

  3. Tırpanlı Adam ~ Terry PratchettTırpanlı Adam

    Tırpanlı Adam

    Terry Pratchett

    “HASAT, TIRPANLI ADAMIN ONU ÖNEMSEMESİNDEN BAŞKA, NE UMUT EDEBİLİR?” Kült yazar Sör Terry Pratchett’ın, dünya çapında 85 milyonun üzerinde satan 41 kitaplık “DiskDünya” serisi, çok ama...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur