Varışsız yollar, yok yolcular, yarım kalan yarınlar, kırık segâhlar, acı ve kahır dolu bir geçmişten süzülerek gelen zamanın ağır aktığı deltalar… Kâmil Erdem her öyküsüyle, anlatılması zor bir tarihe şerh düşüyor; bir ülkenin tarihinin, akıntıya direnirken parçalanan hayatların, unutturulmak istenenlerin kaydını tutuyor. Dil bu anlatılarda safını hiç terk etmiyor; tanımlanması zor olanın dile gelmesi için kendine has çağıltısıyla akarken okurlara bellek, dil ve edebiyat arasındaki ilişkiye dair de verimli düşünme alanları açıyor.
Şu Yağmur Bir Yağsa, Bir Kırık Segâh ve Yok Yolcu adlı kitaplarıyla Antalya Edebiyat Günleri İlk Öykü Ödülü, Haldun Taner Öykü Ödülü, Sait Faik Hikâye Armağanı ve Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne layık görülen Kâmil Erdem, yeni öykü kitabı O Sonbahar, O Kış ile edebiyatta açtığı derin yatakta akmaya devam ediyor.
İÇİNDEKİLER
A.Ş. Dağılınca …………………………………………………………………….7
Alışveriş……………………………………………………………………………13
Görüşme…………………………………………………………………………..17
O Sonbahar, O Kış…………………………………………………………….33
Varışsız …………………………………………………………………………….39
Çağrı ………………………………………………………………………………..53
Yarım Yarın ………………………………………………………………………61
Önbüro …………………………………………………………………………….79
Kaçamak…………………………………………………………………………..91
Geceye Çıkış …………………………………………………………………….97
A.Ş. Dağılınca
Artık doğru dürüst, yerliyerinde, meşru ve sınıfsal kökenli cinayet haberlerine, örneğin kentin burjuva kesiminin oturduğu, yollarında ağacı ve kuytusu bol bir mahallede, elbette gecenin bir vaktinde ve elbette kesif sisli, serin bir bahar gecesinde, başında bir hâle ile dolaştığını varsayan Vasıf Bey’in, evinin bahçesinde arabasından inip kapıya yönelmişken, susturucu takılmış bir tabancadan sıkılan iki kurşunla yere düşüp, cesedinin sabahleyin komşularının bahçe işlerini yapan Rıfat tarafından bulunması gibi ayrıntıları içeren, nispeten özenli yazılmış ya da anlatılmış cinayet haberlerine pek rastlanmıyor. Sabahleyin televizyonda sıralanan işlevsiz, alelade, hiçbir plan ve projeye hizmet etmeyen, bir öfke patlaması sonunda anlık bir itkiyle işlenmiş bir sürü cinayet haberi dinleyince bunları düşünmüştüm. Sanki cinayet haberleri çoğalmıştı ve televizyonlar müşteri memnuniyeti adına bu haberleri habire bir yerlerden bulup bulup çıkarıyor, insanlar da dramatik bir tonla sunulan bu haberleri dinledikçe, gördükçe, eh, bugün de öldürülmedik diye seviniyorlar demiştim kendi kendime. Geceki fırtına dinmişti. Akşama, tarifini Metin Eloğlu’ndan alacağım zamkinülzarefe yemeği yapmayı planlamıştım. Pencereden, sinerek ve insanları kollayarak sokağın karşısına geçen kediye bakmıştım. İnsanları öğrenmiş demiştim kendi kendime. Ve vestiyerdeki o erkek aksesuarı tabançekeceğe de bakmıştım bir süre. Çantamı kontrol edip çıkmıştım kırmızı sonbahara.
Yeme içme katında asansör durdu. Pek dikkat çekmeyen, asık suratlı iki genç kadın bindi. Yok, dalgın demek daha iyi. Kadınlar için yani. Asansör bu saatlerde tenha oluyordu. 17’ye çıkıyordum. Kadınlar bir düğmeye basmadılar henüz, bana üstünkörü bakıp kendi gülmeyişlerine döndüler. Biraz ot kokusu yaydılar. Acılı bir mektup almış gibi uzak bir kasabadan, biri öbürünün koluna dokundu. Bunlar gündoğumuna bakmışlar mıdır diye bir şeyler geçirdim içimden. Çünkü ben çoğu kez bakmıştım gündoğumuna, o uzak kentin bahçesindeki küçük oğlan kardeşim olan melengiç ağacının altından ve benim de saçlarım uzundu. Tokalarımız vardı ve sürece katılmıştık. Bu gökdelenin asansörüne bir cinayetin öznesi olmadan binmeyi başarmıştık. Belki de güvenli bir yer kalmamıştı dünyada ve bu 20 kişilik asansörde biz üç kız güvendeydik. Omzuma astığım çantam hiç bu kadar ağır olmamıştı.
Fermuarını açıp içine baktım, emin olmak istedim. Hani asansörde hep yaparız ya. Evet, tabancam usluca ve parlak, duruyordu yerliyerinde. Kadınlar köşelerinden kuşkuyla baktılar bir an başlarını çevirip, sonra suskunluklarına döndüler. Hâlâ bir düğmeye basmamışlardı ve asansör 9. katta durdu. Kapılar açıldı. Kimse görünmedi. Bu durmalar kalkmalar, bu durağan koridorlar iyi geliyordu öte yandan bana. Zaman kazanıyordum. Soğukkanlıyım değil mi diye soruyordum kendime ve kadınların birtakım küçük korkularını unutarak bu asansöre güvenle bindiklerini görüp onlardan, muhtemelen zemin kattaki giysi dükkânlarından birinde çalışan ve yeme içme katından belki de aşağıya, işyerlerine dönmek için asansöre binen onlardan güç alıyordum. Bu sessizlik uzun sürmeyecekti, biliyordum. Çünkü dakikalar sonra dünya yine bir itiş kakış akıntısına boylu boyunca dalacaktı ve çok fazla çatlamış cam, kromajlı bacağı kırılmasa da yan yatmış, oturakları verzalit metal iskemle, yere çalınmış bir divit ve hokka, (hayal, hayal), kapı önlerine birikmiş şaşkın insanlar, gökyüzünde birkaç dinibütün bulut toplaşacak ve evet haddinden fazla ses duyulacaktı. Kapılar yeniden kapandı, yükselmeye devam ettik. Şimdi de dövme yaptırmış Furkan, dedi kumral olanı ötekine. İğrenç bir hilal. Boynunun yan tarafına.
Sesini ilk kez duydum. Asansörün bir yerlerinden gelen ve gelen, dişleri olmayan bir evsizin iç sızıntısını anımsatan müziği aşıp ulaştı bana o ses ve sözler. Yine koluna dokundu öbürünün, sesi telafi etme arzusuyla, masum bir kucaklaşmaya dönmek ister gibi yüzüne baktı. Sonra dönüp bana da baktılar. Ama asansörün ışığı 17’yi gösterdi. Kapılar açıldı. İkili köşede bekledi, ben yürüyüp soğuk ışıklı koridora çıktım. Kapılar kapandı. Kapıdan çıkarken kızların, bedenimden yayıldığını düşündüğüm şaşkın görünüşümle neredeyse hiç ilgilenmediklerini, zamana, bu menhus yoksa modern mi demeliydim gökdelene, alt katlardaki şıkır şıkır dükkânlara, üçüncü kattaki şatafatlı yeme içme mekânlarına asla uygun olmayan kılık kıyafetimi hiç dert etmediklerini duyumsamış, kız kardeşlerime içimden yeniden minnetimi sunmuştum. Yani bedenim bu nereden çıktığını bilmediğim kararı uygulama yolunda şaşkınlık içinde olabilirdi. Reklam ajansının cam kapısında durmuş, içerde Asım’a bakınıyordum. Tanrısal olana daha yakın ben, çünkü erk bende, tabancam var, ölümsel olana daha yakın olan Asım’ı arıyordum. O şimdi, kimbilir, beni asla aklına getirmeden, yerin dibine batasıca bir ürünü insanlara satmak, daha çok satmak için kafasında günün modasına uygun ama sözümona biraz bilimsel, bilmemneyimin entelini de tatmin edecek ve tüm sevgili tüketicilerimizin esprili bulacağı bir sloganın peşindedir.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıO Sonbahar, O Kış
- Sayfa Sayısı104
- Yazar Kâmil Erdem
- ISBN9786256462403
- Boyutlar, Kapak13,5*21 cm, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sessizlik Çağı ~ Sofya Kurban
Sessizlik Çağı
Sofya Kurban
“Arkadan bağladığın başörtün kayıp gitmiş, örgülü saçın savruluyordu rüzgârda… Hele gözden yitip gittiğin dağın yamacından dörtnala gelip duruşun, şaha kalkan atın yularını çekip yanımızdan...
- Korkuyu Beklerken ~ Oğuz Atay
Korkuyu Beklerken
Oğuz Atay
Oğuz Atay’ın hikayeleri, gündelik hayatı kavrayış derinliği, anlatım zenginliği ve okuru alıp götürmedeki enerjileri bakımından romanlarından geri kalmaz. Kitaba adını veren hikayenin korkuyu beklerken...
- Ah Be Melek ~ Müge İplikçi
Ah Be Melek
Müge İplikçi
“Ah be dünya!” Gökyüzünde bir melek, ovaların, dağların, nehirlerin üzerinden geçiyor; kentleri dolduran insan kalabalığına takılıyor gözü. Yeryüzündeki melekleri seyrediyor, hüzünden deliliğe, delilikten hüzne...