Neden Bu Kadar Akıllıyım?, Alman filozof Friedrich Nietzsche’nin otobiyografik nitelikte kurguladığı Ecce Homo’dan bir kesittir. Nietzsche’nin Ekim 1888’den buhran geçirdiği Aralık 1889’a dek üzerinde çalıştığı bu metin, filozofun kendisiyle ve eserlerine konu olan düşünce biçimiyle hesaplaşmasına dayanır. Bu kitapta yer verdiğimiz “Neden Bu Kadar Akıllıyım?”, “Neden Bu Kadar Bilgeyim?” ve “Neden Bu Kadar İyi Kitaplar Yazıyorum?” başlıkları, bir soru olmanın ötesinde, Nietzsche’nin kendini prototip insan olarak sunduğu eserinin belkemiğini oluşturur. Hıristiyanlık ve değer kavramlarının sorgulandığı; ahlak, özgür irade, Tanrı gibi anlam alanı sabitlenmiş kavramların tartışmaya açıldığı Neden Bu Kadar Akıllıyım?, Nietzsche’nin zihinsel yetilerini yitirmeden önce giriştiği son hesaplaşmadır.
İÇİNDEKİLER
Neden Bu Kadar Bilgeyim? ……………………………………….. 13
Neden Bu Kadar Akıllıyım? ……………………………………….. 29
Neden Bu Kadar İyi Kitaplar Yazıyorum? …………………….. 51
Sırf üzümlerin kızarmakla kalmayıp her şeyin olgunlaştığı bu kusursuz günde hayatıma bir gün ışığı düştü: Geriye baktım, öteye baktım; hiç bu kadar çok ve bu kadar güzel şeyi tek bir seferde görmemiştim. Kırk dördüncü yaşımı bugün bir hiç uğruna gömmedim, gömebildim – içindeki hayat kurtuldu, ölümsüzleşti. Tüm Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi, Dionysos Dithyrambosları, dinlence niyetine de Putların Alacakaranlığı – hepsi de bu yılın, hatta son çeyreğinin armağanları! Bütün hayatıma nasıl müteşekkir olmayayım? İşte bu yüzden hayatımı anlatıyorum kendime.
Neden Bu Kadar Bilgeyim?
1
Varoluşumun talihi, belki de biricikliği kaderinde saklıdır: Bilmece biçiminde ifade etmek gerekirse; babam olarak çoktan ölmüşüm, annem olarak hâlâ yaşıyorum ve yaşlanıyorum. Hayat merdiveninin deyiş yerindeyse en üst ve en alt basamağını oluşturan bu çift köken, aynı anda hem décadent hem de başlangıç olmak – beni belki ayırt eden o yansızlığımı, hayatın topyekûn sorunları karşısında taraf tutmaktan bağımsız oluşumu açıklayacak bir şey varsa, işte o budur. Yükselişe ve çöküşe dair işaretlerin kokusunu kimsenin hiç almadığı kadar alan incelikli bir sezgiye sahibim; bu konuda par excellence1 öğretmen benim – ikisini de bilirim, ben her ikisiyim. – Babam otuz altı yaşında öldü: Dünyaya sırf geçip gitmek üzere gelmiş bir varlık gibi hassas, sevimli ve hastalıklıydı – hayatın kendisinden ziyade hayatta hoş bir hatıraydı sanki. Onun sağlığının bozulduğu yaşta benimki de bozuldu: Hayatımın otuz altıncı yılında dirim gücümün en alt noktasına geldim – yaşıyordum ama üç adım ötemi görmeden. Basel’deki profesörlüğümden o vakitler –sene 1879’du– ayrıldım; yaz boyunca St. Moritz’de bir gölge gibi yaşadım; izleyen kışı, hayatımın en güneşsiz kışını Naumburg’da bir gölge olarak geçirdim. Minimumum buydu: Gezgin ve Gölgesi o sıralarda ortaya çıktı. Kuşkusuz o zamanlar gölge olmayı iyi beceriyordum… Ertesi kış, ki Cenova’daki ilk kışımdı, biraz da yoğun bir kansızlığın ve kas güçsüzlüğünün neden olduğu o tatlılık ve maneviyat Tan Kızıllığı’nı ortaya çıkardı. Adı geçen eserin yansıttığı tüm o aydınlık ve neşe, hatta ruh coşkunluğu benim için sırf en yoğun fizyolojik güçsüzlükle değil acı duygusunun aşırılığıyla da uyum içindedir. Güçlükle kustuğum balgamın yanı sıra kesintisiz üç gün süren beyin ağrılarının beraberinde getirdiği işkencenin ortasında bir diyalektikçinin zihin açıklığına par excellence sahiptim ve daha sağlıklı koşullarda tırmanamadığım, incelikleriyle düşünemediğim, yeterince mesafeli kalamadığım şeyleri son derece soğukkanlılıkla düşündüm. Diyalektiği, en ünlü örneği olan Sokrates’in durumunda olduğu üzere, ne bakımdan décadence semptomu olarak gördüğümü okurlarım belki bilirler. – Bütün o hastalıklı zihin bozuklukları, hatta ateşin eşlik ettiği yarı baygınlık hali bile bugüne kadar bana büsbütün yabancı kalan, doğasını ve sıklığını ancak öğrenerek edindiğim bilgilerdi. Benim kanım yavaş akar. Ateşimin çıktığını görüp teşhis eden olmamıştır. Sinir hastalığı yönünden beni uzun uzun muayene eden doktor sonunda şöyle demişti: “Hayır! Sizin sinirlerinizde bir şey yok; sinirli olan benim yalnızca.” Lokal herhangi bir rahatsızlığım olduğu kesinlikle kanıtlanamaz; genel bitkinliğin sonucu olarak zayıf bir sindirim sistemim olsa da organizmadan kaynaklanan bir mide rahatsızlığım yok. Zaman zaman tehlikeli bir şekilde körlüğe yaklaşan göz bozukluğum da nedensel değil bir sonuçtur yalnızca: Öyle ki yaşama gücümün her artışıyla birlikte görme gücüm de yeniden artmıştır. – Uzun, pek uzun yıllar benim için iyileşme anlamına gelir – ne yazık ki aynı zamanda nüks, çöküş ve dönem dönem bir çeşit décadence anlamına da. Bütün bunlardan sonra décadence konusunda deneyimli olduğumu söylememe gerek var mı? Konuyu ezbere bilirim. Genel olarak kavramaya ve anlamaya dair o ince işçilik, nuances’ları1 yakalayan o parmaklar, o “köşenin ardını görme” psikolojisi ve beni tanımlayan daha ne varsa hepsi o zamanlar öğrenilmiş şeylerdir; benim için her şeyin, tüm gözlem organlarım gibi gözlem yetimin de incelik kazandığı o dönemin en önemli armağanıdır bunlar. Hastalıklı perspektiften daha sağlıklı kavramlara ve değerlere bakmak, sonra da tersinden zengin bir hayatın bolluk ve özgüveninden aşağılara, décadence içgüdüsünün gizli çalışmasına bakmak – bu benim en uzun alıştırmam, benim asıl deneyimimdi; ustalaştığım bir şey varsa o da buydu. Perspektifleri tersyüz etmek şimdi benim elimde; bu iş benim elimden gelir: “Değerlerin yeniden değerlendirilmesi”nin sırf benim için mümkün olmasının ilk nedeni bu.
2
Aslında, décadant olmamı bir yana bırakırsak, bunun tam tersiyim de. Bu konudaki kanıtlarımdan biri, kötü durumlarda içgüdüsel olarak hep doğru yolları seçmemdir: Oysa asıl décadant kendisi için hep dezavantajlı yolları seçer. Bütün olarak bakıldığında sağlıklıydım; bir niş, bir özgünlük olarak décadant’dım ben. Mutlak yalıtılmışlığa ve alışılmış koşullardan ayrışmaya yönelik o enerji, artık bana bakmalarına, benimle ilgilenmelerine, bana hekimlik etmelerine izin vermemek için kendimi zorlamam – o zamanlar öncelikle neyin gerekli olduğuna dair koşulsuz bir içgüdü kesinliğini ele verir. Kendimi bizzat ele aldım, kendimi yeniden sağlıklı kıldım. Bunun koşulu –ki her fizyolog bunu kabul edecektir– insanın temelde sağlıklı olmasıdır. Tipik olarak hastalıklı bir varlığın, kendini sağlıklı kılmak şöyle dursun, aslen sağlıklı olması bile mümkün değildir; oysa tipik olarak sağlıklı biri için hastalanmak hayata, daha fazla yaşamaya teşvik eden enerjik bir uyarıcı görevini bile görebilir. Bu yüzden o uzun hastalık dönemi bana şimdi şöyle görünüyor: Kendim de dahil olmak üzere hayatı adeta yeniden keşfettim; bütün iyi, hatta küçük şeylerden başkalarının kolay kolay tat alamayacağı şekilde tat aldım. Felsefemi sağlık istencimden, hayat istencimden oluşturdum… Fakat şu noktaya dikkat edin: Dirim gücümün en düşük olduğu yıllar, kötümser olmayı bıraktığım yıllardır: Kendini yeniden yaratma içgüdüsü, beni bir yoksulluk ve yılgınlık felsefesinden men etmişti. Peki yetkinlik aslında nasıl teşhis edilir? Yetkin insan duyularımıza hitap eder: Hem sert hem de narin, hoş kokulu bir ağaçtan oyulmuş gibidir. Yalnızca ona yarayan şeyden tat alır; beğenisi ve zevki, yararlı olanın ölçüsünün aşıldığı noktada son bulur. Zarara çare bulmayı bilir; kötü rastlantıları kendi lehine çevirir; onu öldürmeyen şey güçlendirir. Gördüğü, duyduğu, yaşantıladığı her şeyden içgüdüsel olarak kendi sonucuna varır. İlkesi seçiciliktir; çokluğu gözden çıkarır. İster kitaplar, ister insanlar ya da durumlar söz konusu olsun, kendi toplumunda hep aykırıdır: Seçtiği, izin verdiği,
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı
- Kitap AdıNeden Bu Kadar Akıllıyım?
- Sayfa Sayısı64
- YazarFriedrich Nietzsche
- ISBN9789750752049
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- üç noktalı zamanlar ~ Deniz Doğan
üç noktalı zamanlar
Deniz Doğan
Bu cümleler, kaynakçası olmayan kitapların, kenarına düştüğümüz satırlar gibi. Kimi kısa; kesik kesik ağlarcasına, kimi bir uzun hava… Kendini ciddiye almayan, ama külün içindeki...
- Paris, Ecekent ~ Enis Batur
Paris, Ecekent
Enis Batur
Modern Zamanlar, Baudelaire’den başlayarak, büyük şehrin aylağı olma koşulunu neredeyse bir poetik duruş haline getirmiştir. Bulvarlar, meydanlar, köprüler, ara sokaklar gece gündüz yürüyen, avâre...
- İmza: Kızın ~ Selgin GB,Esra Aylin Akalın,Banu Özkan
İmza: Kızın
Selgin GB,Esra Aylin Akalın,Banu Özkan
Farklı sosyokültürel yapılardan, yaşları 8 ile 75 arasında değişen, babalarının hiç büyümeyen kızları, babalarına tüm söylemek istediklerini birer mektupla anlattılar. Ve sonunda tüm kız...