Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ne Ders Olsa Veririz – Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü
Ne Ders Olsa Veririz – Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü

Ne Ders Olsa Veririz – Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü

Aslı Vatansever, Meral Gezici Yalçın

“En az 16 saat ders yükü, kart basma, projeler, danışmanlıklar… burada hem sekreterlik yapıyoruz, hem memurluk yapıyoruz… hem de bir kolej öğretmeni gibi olabildiğince…

ne-ders-olsa-veririz-asli-vatansever-meral-gezici-yalcin“En az 16 saat ders yükü, kart basma, projeler, danışmanlıklar… burada hem sekreterlik yapıyoruz, hem memurluk yapıyoruz… hem de bir kolej öğretmeni gibi olabildiğince çok derse giriyoruz. Araştırmaya zaman kalmıyor. (…) Yaratıcı projelerime maddi manevi destek alamıyorum.”

“Ümit ediyorum doçentlikten sonra biraz rahatlayacağım. Alıştım yani bu şartlara. (…) Depresyona girecek kadar değil… Birkaç saat, bir gün sürüyor belki. Öyle beni fiziksel olarak hasta edecek, bunaltacak, moralimi bozacak, ağlatacak boyutlara ulaşmıyor, ama… hani okuyoruz duyuyoruz ya oraya gelebilir diye o yüzden söyledim.”

Akademisyenlik, “sözde” saygın bir meslek; akademisyenliğe adım atanlar, hem bu saygınlığın, hem de kendi entelektüel ilgilerinin peşinden gidiyorlar. “Gönüllü bir çilecilik ve adanmışlıkla” giriyorlar bu yola. Ancak akademik “iş”te, ağır bir emek sömürüsü ve güvencesizlik var. Çalışanları manen de kemiren, hiçleşme duygusuna gark eden bir emek süreci var.

Aslı Vatansever ve Meral Gezici Yalçın, “sözde” vakıf üniversitelerinde doruğa varan bu prekarizasyon sürecini inceliyorlar. Ayrıntılı tasvirlerle, kapsamlı görüşmelere dayanarak ve analitik bir bakışla… Alışma, umursamama, kabullenme mekanizmalarını, sınıf bilincinin ve örgütlenmenin önündeki engelleri de mercek altına alarak…

ASLI VATANSEVER 1980 yılında İstanbul’da doğdu. 1999 yılında İstanbul Alman Lisesi’ni, 2003 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdikten sonra, 2010 yılında Hamburg Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde doktorasını tamamladı. Doktora tezi Osmanlı’da İslamcılığın kökenleri üzerinedir. Halen İstanbul’da bir vakıf üniversitesinde yardımcı doçent olarak görev yapmaktadır.

MERAL GEZİCİ YALÇIN 1975 yılında Ankara’da doğdu. 1997 yılında Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nü bitirdi. Aynı üniversitede 2001 yılında sosyal psikoloji yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılında Almanya’da bulunan Marburg Üniversitesi Psikoloji Fakültesi Sosyal Psikoloji Anabilim Dalı’nda “Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin kolektif eylemleri” adlı tez çalışması ile doktora derecesini aldı. 2014 Eylülü’nden beri Abant İzzet Baysal Üniversitesi Psikoloji Bölümü, Sosyal Psikoloji Anabilim Dalı’nda yardımcı doçent olarak görev yapmaktadır.

ÖNSÖZ VE TEŞEKKÜR …. 9
GİRİŞ …. 13
Metodoloji …. 25
BİRİNCİ BÖLÜM
HİÇLEŞMENİN SİSTEMİK ARKA PLANI …. 35
Akademik emeğin ve bilginin metalaşması …. 35
Prekarizasyon …. 48
Akademik emeğin prekarizasyonu …. 51
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’NİN AKADEMİK SWEATSHOPLARI: VAKIF ÜNİVERSİTELERİ …. 57
Belirsiz bir işletme biçimi olarak “sözde” vakıf üniversiteleri …. 57
Eleştirel bir “sözde” vakıf üniversiteleri tarihi …. 64
“Yöngörü 2023”: Kalitesizleşme ve güvencesizlik sürecek …. 74
ÜÇÜNCÜ BÖLĞM
AKADEMİK MİTLER VE KANIKSANMIŞ SÖMÜRÜ …. 79
Manevi tatmin …. 80
Gönüllü çilecilik ve adanmışlık …. 86
Otonomi …. 88
Esnek çalışma saatleri ve uzun tatiller …. 91
Canlı entelektüel ortam …. 94
Öğrenciyle usta-çırak ilişkisi ve ders vermenin hazzı …. 97
Akademisyen olmak için doğanlar: “Başka bir iş asla yapamazmışım!” …. 100
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
VAKIF ÜNİVERSİTELERİNDEN HİÇLEŞME MANZARALARI …. 107
Güvencesizliğin veçheleri …. 107
İş bulma güvencesizliği …. 108
Keyfi işten çıkarmalar ve sürekli işsizlik tehlikesi …. 112
Gelir güvencesizliği …. 118
Vakıf Üniversitelerinde yükselmenin ve yetilerini geliştirmenin zorluğu …. 126
Performans baskısı …. 145
Mesleki dayanışmanın yok olması ve işyerinde güvensizlik …. 148
Temsili mekanızmaların yokluğu …. 158
Sınıfsal düşüş …. 178
Tükenmişlik, gelecek kaygısı, pişmanlık …. 182
Akademislenlerde sınıf bilinci ve örgütlenmenin önündeki engeller …. 192
BEŞİNCİ BÖLÜM
SÖYLEM ANALİZİ: ANLAMLAR VE MEŞRULAŞTIRMALAR …. 213
Alternatiflerle karşılaştırma …. 216
“Her yer aynı” ve “normalleştirme” …. 222
Genelleme ya da kişiselleştirme …. 229
Bilimsel ve ideolojik argümanlar …. 235
Alışmak, umursamamak, kabullenmek …. 239
Umutsuzluk, öğreilmiş çaresizlik, öz-yetersizlik …. 246
Tokenler ve sosyo-kültürel bağlam …. 250
ALTINCI BÖLÜM
SONUÇ YERİNE …. 255
Kaynakça …. 261

ÖNSÖZ VE TEŞEKKÜR

Bu çalışma, kendileri de vakıf üniversitesinde çalışan iki akademisyen tarafından, tam da sözleşme yenileme ve yönetimlerle kafa kafaya gelme anı olan Haziran ayında yapılmaya başlandı. Dolayısıyla her şeyden önce, bu çalışmada sözü edilen güvencesizlik, kötü çalışma koşulları, tükenmişlik ve motivasyonsuzluk gibi durumların da, işyerinde yaşanan muhtelif usulsüzlüklerin ve vicdani/ahlâki çelişkilerin de, bütün bunlarla başa çıkabilmek için zaman zaman başvurulan psikolojik ve duygusal mekanizmaların da, tıpkı alıntılanan görüşmeciler için olduğu gibi, bizim için de geçerli olduğunu söylemeliyiz. Bu anlamda çalışmamızın amacı kesinlikle bizim de bir parçası olduğumuz akademik dünyaya tepeden bakmak ve yargılamak değildir. Bir üst düzlemde emeğin ve bilginin metalaşmasıyla ilişkilendirdiğimiz akademik emeğin güvencesizliği mevzusu ve buna bağlı sıkıntılar, gerek uzun dönemli dinamikler açısından, gerekse bizim kişisel ve mesleki hayatımızda önemli bir yer tutmaktadır. Samimiyetle itiraf etmek gerekirse, bu kitapta sözü edilen datamn bir ay içerisinde toplanması ve neredeyse iki ay gibi kısa bir sürede yazıya dökülmesi, aslında bütün bir sene boyunca konuşmaktan usandığımız bu meselenin bizim adımıza taşma noktasına geldiğinin göstergesidir. Öyle ki, normalde bu kitapta da bahsettiğimiz çalışma koşulları dolayısıyla bir türlü bulamadığımız araştırma ilhamı ve enerjisi, bizatihi bu koşulların patlama noktasına getirmesiyle bir anda yeniden ortaya çıkmış ve bu çalışma içten bir aciliyet ve sorumluluk duygusuyla yürütülmüştür. Elbette ki, bir araştırmayı beraber yürüten iki ayrı araştırmacı olarak, araştırma sonuçlannı sanki bir elden çıkmışçasına uyumlu bir şekilde beraberce yazıya dökebilmemizi sağlayan da, yalnızca mevcut koşulların yarattığı duygudaşlık değil, bu mevcut koşullarda akademik sorumluluğun ne olması gerektiğine dair ortak bir vicdani paydaya sahip olmamızdır.

Bu kitapta da anlattığımız bugünkü üniversite ortamında böyle bir işbirliği ve vicdani ortaklık çok zor bulunan bir şans gibi görünebilir. Ancak meslektaşlarımızla yaptığımız görüşmeler ve onların bu görüşmelerdeki samimiyeti bizi, benzeri işbirliklerinin her şeye rağmen imkânsız olmadığına da inandırmıştır. Nitekim görüşme talebiyle kendisine ulaştığımız tüm akademisyenlerin derhal bize olumlu bir yanıtla geri dönmeleri, onca işlerinin arasında kendi vakitlerinden ayırarak bizimle uzun görüşmeler yapmaları, bize güvenerek deneyimlerini paylaşmaları akademide mesleki dayanışmanın da, insani paylaşım zemininin de her şeye rağmen hâlâ tamamen yok olmadığını göstermesi bakımından çok kıymetlidir. Ayrıca görüşmelerin görüşmecilerimiz için de, bizim için de hem bir dertleşme, hem de zaman zaman farkındalık yaratma işlevi gördüğünü söyleyebiliriz. Dolayısıyla bugün hem öğrenciyle, hem araştırmayla, hem de meslektaşlarımızla bağımızı aşındıran mevcut üniversite sistemini, ancak o bağları yeniden kurma cesaretini ve sabrını göstererek değiştirebileceğimizi de gördük. Bu anlamda, görüşmecilerimizin birçoğunun akademisyenlerin örgütlenebileceğine veya bir şeylerin daha iyiye gidebileceğine dair inançlarını kaybettiklerini söylemelerine rağmen, biz onların içtenliğini ve desteğini görerek yeniden inanmaya başladık. Kendilerine hem gösterdikleri güven ve dayanışma, hem de verdikleri bilgi ve umut için çok teşekkür ediyoruz.

Görüşmecilerimizden direkt alıntıladığımız sözler kendilerine aittir; anlattıklarının içeriğine de elbette herhangi bir şey ekleyip çıkarmadık. Ancak o anlatılardan çıkardığımız tüm sonuçların ve anlatılar arasında ya da anlatılarla büyük resim arasında kurduğumuz tüm bağlantıların sorumluluğu bize aittir. Görüşmecilerimizin anlatıları üzerinden yaptığımız çıkarsamaların da kesinlikle görüşmeciye dair kişisel yargılar içerme amacında olmadığını, tüm bunları genel bir olgunun birer örneği şeklinde ele almak istediğimizi belirtmek gerekir.

Görüşmecilerimizin kimlikleri ve bağlı bulundukları bölümler ve kurumlar, bu çalışmada da sözü edilen güvensiz akademik ortam ve işten çıkarılma tehditleri nedeniyle her zaman bizde gizli kalacaktır. Günün birinde hepimizin korkmadan ve tehditlere maruz kalmadan fikirlerimizi söyleyebileceğimiz, eleştiri yapabileceğimiz ve deneyimlerimizi paylaşabileceğimiz bir akademik ortam oluşana kadar, şimdilik sadece kendi kimliğimizi açıklamakla ve kendimizi olası baskı ve işten çıkarılma gibi tehditlere açık hâle getirmekle yetiniyoruz.(1)

Bu olası riskleri göze alabilmemizin nedeni, elbette ki, her şeyden önce başta da belirttiğimiz sorumluluk duygusudur. Bu, yalnızca akademiye karşı değil, aynı zamanda akademik emeğin metalaşmasının toplumsal yaşam açısından uzun vadeli sonuçlarını öngörebildiğimiz ölçüde, insan toplumlarına karşı da duyduğumuz bir sorumluluktur. Bu nedenle bu çalışmanın yalnızca akademik emeğin sorunlarını dile getirmek ve “kendi derdimize yanmak” için yazılmadığını, modern kapitalizmin gösterdiği kanserojen büyüme ve metalaştırma eğiliminin bir veçhesi olarak akademik üretim alanını konu edindiğimizi söylemek isteriz.

İkinci olarak, akademisyenlerin hiçbir iş güvencelerinin olmadığı, her dönem farklı üniversitelerden art arda akademisyen çıkarıldığı bir dönemde, yönetimler açısından tam da işten çıkarma sebebi sayılabilecek bir kitap yazmaya cesaret edebilmemizin bir diğer nedeni de, hiç kuşkusuz etrafımızda bize destek olan yakınlarımızın olmasıdır. Bizimle aynı vicdani düzlemde bulunan ve bize hem çalışma süresince entelektüel, hem de işten çıkarılırsak yaşamsal anlamda ellerinden geldiğince destek olacaklarını her daim hissettiren ailelerimize teşekkür ediyoruz. Günün birinde böyle endişelerin yaşanmayacağı, ailevi desteklerin de yalnızca duygusal boyutta olmasının yeterli olacağı bir akademik hayatı görebilmeyi diliyoruz.

Ayrıca kitap daha tamamlanma aşamasındayken projemize ilgi göstererek ve bu kitabın yazılmasını gönülden desteklediklerini söyleyerek şevkimizi arttıran Barış Özkul ve Tanıl Bora’ya gönülden teşekkür ediyoruz.

ASLI VATANSEVER – MERAL GEZİCİ YALÇIN
Ağustos 2014, İstanbul

GİRİŞ

20. yüzyılın son çeyreğinden beri, modernm kapitalizmin “yeni” bir aşamasına girildiği büyük ölçüde kabul edilmektedir. Yaşanan sistemik dönüşümü üretim biçimindeki, üretim ilişkilerindeki, üretim süreçlerindeki veya emeğin ve sermayenin doğasındaki tezahürleriyle ele almak mümkündür. Bilgi, iletişim gibi maddi olmayan metalarm kitlesel üretimini mümkün kılan teknolojik yeniliklerden yola çıkarak, üretim biçimindeki ve üretim araçlarındaki değişim incelenebilir (örn. Castells, 1998; Haug, 2009). Veya sermaye-emek dengesini tartışılmaz biçimde sermaye lehine döndürmüş olan neoliberal politikalar üzerinden üretim ilişkilerindeki eşitsizliğin yeni boyutları ortaya konabilir (örn. Streeck, 2012; Graeber, 2012; Therborn, 2012; Ross, 2009; Harvey, 2006; Bourdieu, 2006; Beck, [2000] 2008). Aynı şekilde, emeğin bilişsel, yaratıcı, duygulanımsal vb. diye tanımlanan türlerinin ortaya çıkışı üzerinde durarak üretici güçlerin değişen doğasından bahsedilebilir (örn. Bulut ve Peters, 2011; Caffentzis, 2011; Berardi, 2009; Hardt ve Negri, 2001; Negri; 1991; Gorz, [1982] 1997). Ya da maddi olmayan emek gücünü rekabetçi piyasa koşullarının talep ettiği şekilde “ehlileştirmeye” yönelik yeni bir işletme ideolojisinin hayata geçirilmesinden yola çıkarak, sermayenin değişen doğası üzerinde durulabilir (örn. de Gaulejac, 2013; Lichtenstein, Appay vd. içinde, 2011). Hiç kuşku yoktur ki, pek çok çalışmanın ortaya koyduğu gibi, bütün bu olgular aynı diyalektik sürecin, birbiriyle süreğen bir etkileşim halindeki veçheleridir. Ancak sisteme ve onun dönüşümüne dair bu saptamaların, bilgi üretiminin ve emeğin “akademik/bilimsel” diye adlandırılan özel bir türünün verdiği ürünler olduğu unutulmamalıdır.

Her türlü üretim gibi, yaşanan dünyanın özdüşünüm mekanizmasını teşkil eden bilgi üretimi de, içinde yaşadığımız sistemin diğer veçhelerinden kesinlikle soyutlanamayacak bir üretim biçimi içerisinde ve bu üretim biçimine özgü bir emek gücü tarafından gerçekleştirilir. Dolayısıyla bütün bu olguları tespit etmek, tanımlamak ve eleştirel bir biçimde tartışmak kadar, bu işlevi yerine getirme hakkını ve sorumluluğunu taşıdığı varsayılan akademik emek gücünün, zihinsel emeğin bir türü olarak sözü edilen mevcut üretim ilişkileri içerisindeki güncel konumunu ve durumunu ortaya koymak da önemlidir. Eğer her anlamda büyük çaplı değişimler içeren tarihsel bir an yaşandığından yola çıkıyorsak, yaşanan anın dinamikleri ve olası sonuçları kadar, o dinamikleri ve olasılıkları tanımlayan ve tartışanların, üzerine bilgi ürettikleri bu dönüşümü bizzat nasıl deneyimlediğini de tartışmaya açmalıyız. Bugün, genel anlamda bilgi ve eğitimin (ister mal, ister hizmet anlamında) bir meta olduğunu kabul edersek (Ünal, Ercan ve Korkusuz-Kurt içinde, 2011: 113), o metayı üretenlerin de mutlak surette ücretli emeğin bir çeşidi olduğunu kabul etmeli ve onu üretim ilişkileri içerisindeki konumu ile değerlendirmeliyiz. Bunu yapmak, akademisyenler olarak pek çoğumuzun varoluş amacımız olarak tanımladığı bilgi üretiminin hangi koşullarda ve nasıl devam edeceğini görebilmek açısından ertelenemeyecek önemde bir sorumluluktur. Diğer bir deyişle, içinde yaşadığımız dünya hakkında anlamlı ve insanlığın tarihsel deneyimine olumlu bir katkısı olacak şeyler söylemeye devam edebilmek istiyorsak, bu tartışmayı sürdürmesi gereken emek gücünün, bunu yapabilecek koşullara hâlâ sahip olup olmadığını sorgulamalıyız.

Bu çalışmada, bu amaçla kariyerlerinin farklı aşamalarında bulunan ve farklı disiplinlerden gelen akademisyenlerin, vasıflı emeğin giderek daha fazla maruz kaldığı güvencesizliği nasıl deneyimlediği/anlamlandırdığı sorgulanacak ve geniş anlamda akademik emek açısından güvencesizliğin ne anlama geldiği değerlendirilmeye çalışılacaktır. Bu değerlendirme çabasının arka planında emeğin doğasında ve sermaye-emek dengesinde, vasıflı emeği değersizleştirerek güvencesizleştiren ve varoluş koşullarını yeniden üretmesini engelleyerek hiçleştiren bir dönüşüm yaşandığı varsayımı vardır. Çalışmamızın spesifik çıkış noktası ise, bu güvencesizleştirme ve hiçleştirmenin son yıllarda giderek artan bir şekilde akademik emeğe de sıçramış olmasıdır. Dolayısıyla güncel sosyolojide emeğin güvencesizleştirilmesine dair süregiden prekarya ve prekarizasyon tartışmaları içerisinde akademik emeğin de değerlendirilmesi gerekli görünmektedir. İngilizcede belirsiz/muğlak anlamında kullanılan precarious ile proletarya sözcüklerinin bileşimi olan prekaryayı, salt bir neolojizmden veya Kıta Avrupa’sı sosyolojisinin, her daim marjinalize ve kriminalize edilerek belirsiz varoluş koşullarına mahkûm edilmiş olan kitleleri kapsayan tanımından farklı bir anlamda ele almak gerekir (örn. Wacquant, 2012; Wacquant, 2011; Castel, 2004; Feyerabend, 2006 vb.).(2) Günümüz dünyasında yeni olan şey, bugüne dek sistemin taşıyıcısı konumunda olmuş olan, Bourdieu’nün bahsettiği anlamda toplumsal ve kültürel sermaye birikimini ekonomik sermaye birikimi ile denkleştirme hedefine yönelmiş ve kendisini sermaye ile çelişki içinde tanımlamamış bir sınıf olan eğitimli orta/üst-orta sınıfın prekarizeolmasıdır. Bu anlamda, prekarizasyon

….

1) Kitabın yazarlarından Meral Gezici Yalçın, Ağustos 2014 tarihinde bu satırlar kaleme alınırken bir “sözde” vakıf üniversitesinde çalışıyordu. Ancak bundan birkaç ay önce, çalıştığı “sözde” vakıf üniversitesi ile sözleşme imzalama konusunda ihtilaf yaşadı; kendisine (ve kurumda çalışan tüm akademisyenlere) dayatılan yeni sözleşmeyi imzalamadı. Çünkü yeni iş sözleşmesine, kurumda çalışan tüm diğer akademisyenler için de geçerli olan, çalışma koşullarını kötüleştiren yeni maddeler eklenmişti. Sözleşme yenilememe olayından ve kitapta yer verilen katılımcı görüşmelerinin tamamlanmasından sadece bir ay sonra ise bir devlet üniversitesine başvurdu ve Eylül 2014 itibariyle şu an çalışmakta olduğu devlet üniversitesine ataması yapıldı.
2) Toplumsal entegrasyon sağlayamayanlar olarak tanımladığı ölçüde daha ziyade prekaryanın alt segmentlerini ifade ediyor gibidir. Dörre, prekaritenin mutlak surette ücretli emek piyasasından dışlanma, toplumsal izolasyon ve mutlak fakirlik anlamına gelmek zorunda olmadığını, ama toplumdaki normallik olgusunun nasıl tanımlandığına göre bunun dışında kalanlan ifade etmekte kullanılacak ilişkisel bir kategori olduğunu söyler. İş bağlamında prekariteyi ise toplumsal standartların altında kalan bir gelir düzeyi ve iş kontrolü ile özdeşleştirir (Dörre, 2011).

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) İnceleme-Araştırma Sosyoloji
  • Kitap AdıNe Ders Olsa Veririz - Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü
  • Sayfa Sayısı268
  • YazarAslı Vatansever,Meral Gezici Yalçın
  • ISBN9750516924
  • Boyutlar, Kapak13 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • Yayıneviİletişim Yayınları / 2015

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur