Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Nazlı Kar
Nazlı Kar

Nazlı Kar

Juniçiro Tanizaki

Japon şiirinde kiraz çiçeklerine dair yüzlerce, binlerce şiir söylenmişti… Eskiler çiçeklerin açmasını sabırsızlıkla bekler… dalından düşüp giden çiçeklere hüzünlenirdi… defalarca, tekrar tekrar aynı şeyleri…

Japon şiirinde kiraz çiçeklerine dair yüzlerce, binlerce şiir söylenmişti… Eskiler çiçeklerin açmasını sabırsızlıkla bekler… dalından düşüp giden çiçeklere hüzünlenirdi… defalarca, tekrar tekrar aynı şeyleri dillendiren sayısız şiir yazılmıştı… Sachiko küçük bir kızken, bu şiirler ona çok sıradan gelir, pek duygulanmadan okuyup geçerdi. Yıllar geçip yaşı ilerledikçe eski zamanlarda yaşamış bu insanların sadece hoş ve zarif bir söz söyleme kaygısında olmadığını fark etmişti. Kirazların çiçek açmasını nasıl özlemle beklediklerini… sonra en görkemli zamanlarında dökülüp giden çiçeklerin yarattığı hüznü… Sachiko da ruhunun derinliklerinde hissetmeye başlamıştı.Nazlı Kar bir döneme, farklı bir coğrafyaya, Japon algısına, kültürüne bir yolculuk gibi…Dört kız kardeşin odağında gelişen bir “kadın romanı”. Yazar, satırlarında gelenek ve modernlik, Doğu ve Batı kavramlarını sorgularken okuyucusunu da kendisine katılmaya davet ediyor. Kitap adını, Japon şiirindeki bir söz sanatından alıyor. Kiraz çiçeklerinin baharda dallarından dökülmesini kar zannetmek…Kitabın kurgusu da bu imgeye uygun bir biçimde mevsimlerin döngüsünü aktarıyor, zamanın geçişine duyulan hüznü bize ulaştırıyor.

1. CİLT

Birinci bölüm

“Koisan, biraz yardım etsene.”

Sachiko aynadan en küçük kız kardeşi Taeko’nun geldiğini görünce ensesine pudra sürmek için elinde tuttuğu fırçayı uzatarak ona seslenmişti. Yaşadıkları yerde iyi ailelerin en küçük kızına Koisan diye hitap edilirdi. Kardeşi geldiği sırada, Sachiko ensesinin kimonosundan görünen bölümüne beyaz pudra sürüyordu. Aynadan bakışlarını ayırmadan içliğinin ve zarif ensesini ortaya çıkarmak için hafifçe arkaya kaydırdığı giysisinin nasıl göründüğüne, sanki başka birine bakarmış gibi bakarak kardeşine sordu:

“Yukiko aşağıda ne yapıyor?”

“Etsuko piyano çalışırken onun yanında duruyor galiba.”

Demek öyleydi… Aşağıdan duyulan piyano sesi buydu. Erkenden hazırlanan Yukiko, Etsuko’ya yakalanmış, piyano çalışmasını izliyordu. Etsuko normalde, annesi dışarı çıksa bile yanında Yukiko olduğu sürece evde kalıp uslu uslu beklerdi. Bugün annesi ile iki teyzesi Yukiko ve Taeko bir konsere gideceklerdi. Üçü birden giyinip süslenerek konser için hazırlanıyorlardı. Etsuko bunu görünce biraz huysuzlanmıştı. Konser saat ikide başlayacaktı. Sonunda Yukiko konser biter bitmez döneceğine, akşam yemeğine yetişeceğine söz verip yeğenini yatıştırdı.

“Biliyor musun, Yukiko’ya bir talip daha çıktı.”

“Öyle mi?”

Taeko, ablasının ensesini omzunun iki yanına doğru parlak fırça darbeleriyle boyamaya başladı. Sonra ensesinin iki yanına yukarıdan aşağı iki beyaz çizgi çekti. Sachiko aslında kambur duran biri değildi ama etine dolgun olduğundan biraz öyleymiş gibi görünüyordu. Sonbahar güneşinin vurduğu nemli teninin ışıltısı iç gıcıklayıcıydı; otuz yaşını geçmiş birine hiç benzemiyordu. İki kardeş, Osaka lehçesiyle sözcükleri yer yer yuvarlayıp yutarak, zaman zaman sesleri uzatarak iyi ailelerin hanımlarının yaptığı gibi cümle sonlarını melodik bir şekilde vurgulayarak konuşuyorlardı.

“Talip işini Itani Hanım haber verdi.”

“Yaa?”

“MB Kimya Endüstrisi Şirketi’nde çalışıyormuş.”

“Hali vakti yerinde miymiş peki?”

“Ayda yüz yetmiş, yüz seksen yen kadar alıyormuş.

İkramiyeleri de eklersen iki yüz elli yen kadar olur işte.”

“MB Kimya Endüstrisi Şirketi Fransızlarındı değil mi?”

“Evet, öyle! Nasıl da bildin!”

“O kadarını da bileyim!”

En küçükleri olan Taeko, bu konularda iki ablasından da daha çok şey bilirdi. Bu nedenle tuhaf bir şekilde dünyadan habersiz ablalarını, bu açıdan biraz hakir görür, sanki yaşça büyük olan kendisiymiş gibi konuşurdu.

“Bu şirketin adını hiç duymamıştım. Şirketin merkezi Paris’teymiş. Büyük bir şirketmiş.”

“Japonya’da da bir yerleri var. Kobe’de Rıhtım Caddesi’nde büyük bir bina.”

“Öyleymiş. Orada çalışıyormuş işte.”

“Fransızca da biliyor muymuş peki?”

“Hı hı. Osaka Yabancı Diller Fakültesi Fransızca Bölümü mezunuymuş. Paris’te biraz kalmış. Bu şirketteki işinden başka akşam okulunda Fransızca hocalığı yapıyormuş. Oradan yüz yen kadar alıyormuş. İki işinden toplam geliri üç yüz elli yen kadar ediyormuş, Itani Hanım öyle dedi.”

“Malı mülkü var mıymış?”

“Öyle çok bir şeyi yokmuş. Memleketinde annesinin yaşadığı eski, müstakil bir ev, Rokko’da kendi yaşadığı ev ile biraz arazisi varmış sadece. Rokko’daki evi taksitle almış. Zaten ecnebi usulü küçük bir yermiş. Toplu konut olarak yapılmış. Öyle lafı edilecek bir şey değil yani.”

“Öyle ama kira ödemeyeceklerse ayda dört yüz yenle yaşanabilir değil mi?”

“Yukiko’ya uygun olur mu acaba? Aslında adam çöpsüz üzüm, bir tek annesi var. O da memleketinde yaşıyormuş, Kobe’ye gelmiyormuş. Adam kırk bir yaşındaymış, şimdiye kadar hiç evlenmemiş.”

“Acaba bu yaşa kadar neden hiç evlenmemiş?”

“Itani Hanım’ın dediğine göre, ille de güzel olacak diye ince eleyip sık dokumuş.”

“Bu çok tuhaf. İşin aslı neymiş, iyice bir sorup soruşturmak gerek.”

“Talip pek de hevesliymiş.”

“Yuki Ablamın resmini mi gördü?”

Bir ablaları daha vardı. Ailenin en büyüğü olan o ablaları memleketlerinde yaşıyordu. Taeko küçüklüğünden beri ona Tsuruko Abla der, Sachiko’ya sadece abla diye hitap ederdi. Yukiko’ya da zamanla isminin son hecesini yutarak Yuki Ablam demeye başlamıştı.

“Resmi, Itani Hanım’a bırakmıştım. Bize hiç danışmadan kafasına göre karşı tarafa göstermiş. Diğer taraf çok beğenmiş, öyle dedi.”

“Talibin resmi yok mu?”

Aşağıdan hâlâ piyano sesi geldiğini duyan Sachiko, Yukiko’nun kolay kolay yukarı gelemeyeceğini kestirerek, “En üstteki şu küçük çekmeceyi açıver,” dedi. Bir yandan da eline dudak boyasını alıp sanki aynadaki görüntüsünü öpecekmiş gibi dudaklarını yuvarladı.

“Orada, değil mi?”

“Buldum… Yuki Ablama gösterdin mi bunu?”

“Gösterdim.”

“Ne dedi?”

“Her zamanki gibi, ‘Aa, bu mu?’ deyip bitirdi. Ağzından başka bir şey çıkmadı. Ee, sen ne diyorsun?”

“Eh. Vasat görünüyor. Yok belki iyi bir adamdır bilemem ama ilk bakışta maaşa tabi biri olduğu anlaşılıyor işte.”

“Doğru söylüyorsun ama zaten adam öyle biri!”

“Yuki Ablam için iyi bir tarafı var aslında. Ondan Fransızca öğrenir.”

Makyajı neredeyse tamamlanan Sachiko, üzerinde ünlü Kotzuchiya kimono mağazasının adı yazan kimono saklama kâğıdının bağını çözerken sanki o anda birden hatırlamış gibi: “Aklımdan çıkmış. ‘Eksik B’ oldum galiba. Koisan, aşağıdakilere iğne takımını dezenfekte etmelerini söyleyiversen?”

Beriberinin, Osaka-Kobe bölgesinde sık görülen bir hastalık olduğu söyleniyordu. Sachiko, kocası ve o sene artık birinci sınıfa gitmeye başlamış kızları Etsuko başta olmak üzere tüm ev halkı yaz başlarından itibaren sonbahara kadar art arda beriberiye yakalanıyorlardı. Bu nedenle B vitamini iğnesi yaptırmak âdetleri olmuştu. Son zamanlarda doktora bile gitmiyorlardı. Evde, etkili bir iğne olan Betaxin bulunduruyorlardı. Ortada ciddi bir sebep yokken bile ailecek birbirlerine iğne yapıp duruyorlardı. Kendilerini biraz halsiz hissetseler, bunu hemen B vitamini eksikliğine bağlıyorlardı. İlk kez kimin başlattığını hatırlamıyorlardı ama kendi aralarında buna “eksik B” diyorlardı.

Piyanonun sesinin kesildiğini fark eden Taeko, resmi hemen çekmeceye geri koydu. Merdivenlere kadar gidip yüksek sesle aşağı, “Biriniz bir bakıverin!” diye seslendi. “Evin hanımı iğne yaptıracak. İğne takımını dezenfekte etsinler, diyor.”

İkinci bölüm

Adı geçen Itani Hanım, Kobe Oriental Hotel’in yakınlarında Sachiko’ların devamlı gittikleri güzellik salonunun sahibesiydi. Bu hanımın çöpçatanlık yapmaktan hoşlandığını işiten Sachiko, epey önce ona Yukiko’dan bahsetmiş, resmini de bırakmıştı. Geçenlerde saçını yaptırmaya gittiğinde, Itani Hanım işlerinin biraz hafiflediği bir sırada, “Şöyle bir oturup konuşalım,” diyerek onu otelin lobisinde çay içmeye davet etmişti. Bu konuyu ilk defa orada açmıştı. “Aslında size, talip meselesinden daha önce bahsetmemem hiç hoş olmadı, bunu ben de biliyorum,” diye konuşmaya başlamıştı. Fakat işleri ağırdan alıp iyi bir kısmeti kaçırmak istememiş, kendisine bırakılan fotoğrafı, onlara bir şey danışmadan karşı tarafa gösterivermişti. Bir buçuk ay kadar oluyordu. Adamdan hiç ses seda çıkmayınca bu konuyu unutup gitmişti. Itani, olanları şöyle anlatmıştı: “Meğerse bu arada diğer taraf sizi sorup soruşturuyormuş. Hem Osaka’daki aile büyüklerini hem de ailenin buradaki kolunu araştırmış. Aileniz hakkında epeyce bilgi sahibi olmuş. Ayrıca küçükhanımın gittiği kız okuluna da, kaligrafi ve çay sanatı dersi hocalarına filan da sormuş. Hatta sırf bunun için gazeteye kadar gidip bir zamanlar çıkmış olan o haberi ve haberin yanlış olduğunu da bizzat araştırıp öğrenmiş.” Itani’nin anlattığına göre talibin durumu çok iyi anladığı belliymiş. Yine de Itani, “Öyle bir kız olmadığını yüz yüze bir konuşup kendiniz görün,” diyerek adamın içini rahat ettirmeye çalışmış. Talip Yukiko’dan söz ederken soyadını kullanarak, mütevazı bir şekilde şunları söylemiş: “Makioka Hanım’la benim sosyal seviyelerimiz denk değil. Bendeniz bir tek maaşla geçinen kendi halinde biriyim. Böyle asil bir küçükhanımın lütfedip benimle evleneceğini hiç düşünemiyorum. Hem evlenmeyi lütfetse bile benim fakirhanemde mustarip olmasına gönlüm izin vermiyor. Hani olur da benimle evlenmeye teveccüh ederse benim için bundan büyük lütuf olamaz. En azından konuyu kendilerine bir açmanızı isterim,” demiş. Aslına bakılacak olursa, bir zamanlar talibin dedelerinin Japon Denizi taraflarında Hokuriku’da küçük bir beylikte vekilharçlık makamları varmış. Memleketlerinde hâlâ o zamandan kalan müstakil evleri duruyormuş. Itani şöyle devam ederek, “Yani aile olarak birbirinize hiç uygun olmadığınız söylenemez. Tamam, hanım kızınız köklü bir aileden geliyor, Makioka dendi mi Osaka’da hemen herkes bilir. Bunu söylediğim için kusuruma bakmayın ama artık eskisi gibi değil. Siz kendinizi, eski zamanlarınızdaki gibi gördükçe küçükhanımın evlenmesi iyice gecikip duruyor. Karşısına hallice biri çıktığında bir orta yolunu bulsanız nasıl olur? Talibin şimdilik maaşı öyle çok bir şey değil belki ama daha kırk bir yaşında. Maaşı yükselir nasıl olsa. Yabancı bir şirkette çalıştığı için, Japon şirketine göre daha çok boş vakti olduğunu, akşam derslerini artırarak ayda rahatlıkla dört yüz yenden fazla kazanabileceğini söylüyor. Evlendiklerinde bir hizmetçi bile tutabileceğine kuşku yok. İnsan olarak da iyi birine benziyor.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıNazlı Kar
  • Sayfa Sayısı840
  • YazarJuniçiro Tanizaki
  • ISBN9789750727221
  • Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2021

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Bazıları Isırgan Sever ~ Juniçiro TanizakiBazıları Isırgan Sever

    Bazıları Isırgan Sever

    Juniçiro Tanizaki

    Her böceğin ağız tadı farklıdır ama bazı böcekler ısırgan sever. Birbirlerine karşı artık herhangi bir tutku beslemeyen Kaname ve Misako’nun evliliği çatırdamış, can sıkıcı...

  2. Anahtar ~ Juniçiro TanizakiAnahtar

    Anahtar

    Juniçiro Tanizaki

    Yirmi yılı aşan birliktelikte karısının vücudunun güzelliğini ilk kez görerek şaşıran bir koca için, evlilik hayatı yeni başlamış sayılır. Şu güçten düştüğüm yaşlarımda bile,...

  3. Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi ~ Juniçiro TanizakiÇılgın Bir İhtiyarın Güncesi

    Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi

    Juniçiro Tanizaki

    Geçen gün hastanede tomografi çektirdiğim zaman kanser olabilir dediklerinde bizim hanım ve hemşirenin yüzü sapsarı olmuş gibiydi, ama ben hiç oralı olmadım. Bu kadar...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. İyi Adam ~ Federico Axatİyi Adam

    İyi Adam

    Federico Axat

    Her şeyi vardı. Ama kapı çaldığında, Ted intihar etmek üzereydi. Kapıdakinin vazgeçip gitmesini beklerken masanın üstündeki not ilişti gözüne, kendi el yazısıyla yazılmış: “Kapıyı...

  2. Süper İyi Günler ~ Mark HaddonSüper İyi Günler

    Süper İyi Günler

    Mark Haddon

    İnsanlar kafamı karıştırıyor. Bunun iki temel sebebi var. İlk sebep, insanların hiç kelime kullanmadan bir sürü şey söylemeleri. Siobhan, tek kaşını kaldırmanın bir sürü...

  3. Nana ~ Emile ZolaNana

    Nana

    Emile Zola

    Saat dokuza gelmesine rağmen Variyete tiyatro salonu henüz dolmamıştı. Balkonda ve en ön sıralarda birkaç kişi, lâal koltuklara gömülmüş gibi, avizelerin yan ölgün ışığı...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur