MoranSimone de Beauvoir, “Kadın doğulmaz; kadın olunur,” demişti; hepsi bu olsa iyi…
Nasıl Kadın Olunur?, benim kadın olmayı yanlış anladığım onca zamanın öyküsünü anlatıyor. Evet, eski moda feminist “yükselen bilinçlilik” hâlâ büyük değer taşıyor. Ama konu kürtaj, kozmetik mucizeleri, doğum, annelik, seks, aşk, iş, kadın düşmanlığı, korku ya da kendi teninin altında nasıl hissettiğine geldiğinde, kadınlar, çok ama çok sarhoş olmadıkça birbirlerine genellikle doğruyu söylemiyor.
Renkli kişiliği, çılgın fikirleri, samimi üslubu ile tanınan ve doğruları söylemekten vazgeçmeyen biri olan Caitlin Moran, 2010’da İngiltere’de yılın köşe yazarı ödülünü aldı. 2011’de Times’taki yazıları nedeniyle yılın eleştirmeni ve röportaj gazetecisi seçildi.
Caitlin Moran’ın Nasıl Kadın Olunur’unu sevmek için o kadar çok sebep var ki… Cinsiyetçiliğe öylesine muhteşem bir şekilde direniyor ki bunu neredeyse fark etmiyorsunuz bile… Mutlaka okunmalı.
-New York Times-
Moran’ın zekası baştan çıkarıcı.
-The New Yorker-
Müthiş eğlenceli… Moran eşsiz diliyle okurlarını hem eğlendiriyor hem de bilgilendiriyor… Feminizm militanlığı yapmıyor, feminizmi insancıllaştırıyor.
-Publishers Weekly-
Önsöz: En Kötü Doğum Günüm
Bölüm 1: Kanamaya Başlıyorum!
Bölüm 2: Kıllanıyorum!
Bölüm 3: Memelerime Ne Demeli, Bilmiyorum!
Bölüm 4: Ben Bir Feministim!
Bölüm 5: Bir Sutyene ihtiyacım Var!
Bölüm 6: Şişmanım!
Bölüm 7: Cinsiyetçilikle Karşılaşıyorum!
Bölüm 8: Aşığım!
Bölüm 9: Kucak Dansına Gidiyorum!
Bölüm 10: Evleniyorum!
Bölüm 11: Modayla İlgileniyorum!
Bölüm 12: Neden Çocuk Sahibi Olmalısın?
Bölüm 13: Neden Çocuk Sahibi Olmamalısın?
Bölüm 14: Rol Modelleri; Onlarla Ne Yapacağız?
Bölüm 15: Kürtaj
Bölüm 16: Müdahale
Ek
Teşekkürler
Çevirmenin Notu
Metnin çevirisinde başlıca kaygılarımdan biri yazarın okura yaklaşımım, okurla kurmayı hedeflediği yakınlığı ve sohbet havasını gözetmek oldu. Bu nedenle yazarın birçok kullanımına, Türkçeyi çok zorlamadığı sürece sadık kalmaya çalıştım. Yazarın, geçmiş olayların aktarımında genel olarak şimdiki zaman ve geniş zaman kullanımı -birkaç nokta dışında- korundu; bunun anlatımın canlılığını ve doğrudanlığını, yazarın genel tarzını ve bazı vurgularını daha iyi yansıttığına inanıyorum.
Keyifli okumalar dilerim.
ÖNSÖZ
En Kötü Doğum Günüm
WOLVERHAMPTON/ 5 NİSAN 1988
İşte ben, on üçüncü doğum günüm. Koşuyorum. Serseri tayfasından kaçıyorum.
“Erkek Fatma!”
“Çingene!”
“Erkek Fatma!”
Evimizin yakınındaki çocuk parkında, serseri tayfasından kaçıyorum. Burası, seksenlerin sonunda, İngiltere’de sıradan bir çocuk parkı. Yere döşenmiş koruyucu yüzey, ergonomik tasarım, hatta bankların ahşabı bile yok. Her şey beton, kırık Corona şişeleri ve yabani otlardan yapılmış.
Koşarken tamamen yalnızım. Soluğumun hastaymışım gibi boğazımda tıkanıp kaldığını hissedebiliyorum. Daha önce buna benzer doğa belgeselleri izlemiştim. Burada neler olduğunu anlayabiliyorum. Benim rolümün “sürüden ayrılmış güçsüz antilop” olduğu besbelli. Serseri tayfası ise “aslanlar.” Bunun antilop için hiçbir zaman iyi sonlanmadığım biliyorum. Yakında yeni bir role bürüneceğim: “Öğle yemeği.”
“Hey, Çingene!”
Ayağımda uzun lastik çizmeler, gözümde beni Alan Bennett gibi gösteren kemik çerçeveli gözlük ve üzerimde babamın yerleri süpüren asker paltosu var. Kabul etmeliyim, çok kadınsı görünmüyorum. Prenses Diana kadınsı. Kylie Minogue kadınsı. Ben… kadınsı olmayanım. Bu yüzden serseri tayfasının neden kafasının karıştığını anlıyorum, a) Karşı kültür ikonografisi ya da b) radikal travesti görünümüne aşina olduklarını sanmıyorum. Bence Annie Lennox>ı ve Boy George’u Top of the Pops programında gördükten sonra kafaları karıştı.
Eğer beni kovalamakla bu kadar meşgul olmasalardı, büyük olasılıkla bu konuda bir şeyler söylerdim. Belki onlara, kumaş pantolon giyen ünlü lezbiyen Radclyffe Hall’ın romanı The Well of Loneliness’ı okuduğumu söylerdim ya da alternatif giyim tarzlarına karşı açık fikirli olmaları gerektiğini. Belki Chrissie Hynde’dan da söz ederdim. O, erkek kıyafetleri giyiyor. Ayrıca The Clothes Show programındaki Caryn Franklin de -üstelik harika görünüyor!
“Hey, sen! Çingene!”
Serseri tayfası bir an için duruyor; aralarında konuşuyor gibiler. Ben de koşar adım bir yürüyüş tutturuyorum, bir ağaca yaslanıp derin ve hızlı bir şekilde nefes alıyorum. Bittim. 82 kiloyum ve gerçekten de sıcak takibe uygun değilim. Zola Budd’dan çok Elmer Fudd’um. Bir yandan soluklanırken bir yandan durumumu gözden geçiriyorum.
Bir evcil köpeğim olsaydı, harika olurdu, diye düşünüyorum. Bu delikanlılara neredeyse vahşice saldıracak, iyi eğitimli bir Alman kurdu. Sahibinin korkusunu ve endişesini hissedebilecek bir hayvan.
Alman kurt köpeğim Saffron’a bakıyorum, yaklaşık 183 metre kadar ötede. Bir tilki bokunun içinde keyifle yuvarlanıyor; bacaklarını havaya dikmiş, neşeyle sallıyor. Çok mutlu görünüyor. Bugün onun için gerçekten güzel geçiyor. Bu, her zamankinden çok daha uzun ve hızlı bir yürüyüş.
Benim içinse bugün pek de güzel geçmiyor, bu çok açık, ama aralarındaki sohbeti bitiren iki serserinin bir an durduktan sonra beni taş yağmuruna tutmasına yine de o kadar şaşırmıyorum. Bu biraz aşırıya kaçtı sanırım. Yeniden koşmaya başlıyorum.
Bana eziyet etmek için bunca zahmete girmenize gerek yok! Öfkeyle düşünüyorum. Zaten son derece ezilmiştim! Doğru söylüyorum: “Çingene”yle hakkımdan geldiniz.
Taşlardan yalnızca birkaç tanesi bana isabet ediyor ve pek de acıtmıyor: Bu palto bir, belki de iki savaş gördü. Çakıltaşları ne ki? Bu palto, el bombaları için yapılıyor.
Fakat önemli olan fikir. Önemli olan; tiner çekmek, gerçekten kız gibi giyinmiş kızları parmaklamak gibi, çok daha dişe dokunur uğraşlarla değerlendirebilecekleri bunca zamanı benim için harcamaları.
Sanki zihnimi okumuşçasma, bir iki dakika sonra serseriler bana karşı ilgilerini kaybetmeye başlıyorlar. Şimdi dünün antilobuymuşum gibi görünüyor. Hâlâ koşuyorum, ama onlar öylece dikiliyor. Bana doğru, ta ki menzil dışına çıkana kadar sakin bir şekilde rastgele birkaç taş daha fırlatıyorlar. Yine de haykırmaya devam ediyorlar.
“Seni özürlü!” diye bağırıyor serserilerin en büyüğü; uzaklaşırken kulağıma gelen son şey. “Seni… göt!”
Eve varınca basamaklarda ağlıyorum. Ev, içeride ağlamak için gerçekten fazlasıyla kalabalık. Daha önce evin içinde ağladığım oldu. Hıçkırıklara boğularak birine neden ağladığını anlatıyorsun ve sonra henüz yarısını anlatmadan başka biri daha geliyor. Eee, onun da öyküyü baştan dinlemesi gerek ve ne olduğunu anlamadan, en kötü kısmı altı kez anlatmış oluyorsun. Kendini o denli yaralıyor, öylesi isterik bir duruma sokuyorsun ki günün kalanında hıçkırıklardan kurtulamıyorsun.
Minik bir evde beş küçük kardeşle yaşayınca, yalnız başına ağlamak çok daha mantıklı ve hızlı oluyor.
Köpeğe bakıyorum.
Eğer iyi ve sadık bir köpek olsaydm, gözyaşlarımı yalardm, diye düşünüyorum.
Saffron bunun yerine, şapırdata şapırdata bacak arasını yalıyor.
Saffron yeni köpeğimiz, “yeni aptal köpeğimiz.” Aynı zamanda “arıza” bir köpek. Babam onu, Hollybush Bar’da belirli aralıklarla yaptığı işlerden birinde “buldu.” Bunlar, iki saat boyunca kamyonette oturmamızın gerektiği ve bu esnada babamın bize ara sıra patates cipsi ya da kola getirdiği işler. Bazen elinde bir torba çakıl ya da başsız bir tilki heykeli gibi tuhaf bir şeyle hızlı adımlarla dışarı fırlar.
Kafası güzel bir şekilde gaza basmadan önce, “İçeride işler biraz ciddileşti,” der.
Bir seferinde dışarıya taşıdığı tuhaf şey Saffron’ydu, bir yaşında bir Alman kurdu.
“Eskiden polis köpeğiymiş’ dedi gururla ve onu kamyonetin arkasına, yanımıza koydu. Saffron hiç zaman kaybetmeden her yere pisledi. Daha sonraki araştırmalarımızın açığa çıkardığı üzere, polis köpeğiyken yalnızca bir hafta içinde polis köpeği eğiticileri ciddi psikolojik rahatsızlıkları ve korkuları olduğunu anlamıştı:
1) Yüksek ses
2) karanlık
3) tüm insanlar
4) ve tüm diğer köpekler
5) gerilim durumlarında tuvaletini tutamama
Yine de o benim köpeğim ve teknik olarak kan bağımın olmadığı tek arkadaşım.
“Yanıma gel eski dostum!” diyorum ona kol yenime sümkürerek, yeniden neşelenmeye kararlıyım. “Bugün gerçekten de önemli bir gün!”
Ağlamama son verip çitten atlayarak arka kapıdan içeri giriyorum. Annem mutfakta, “parti için hazırlık yapıyor.”
“Salona git!” diyor. “Orada bekle! Ve SAKIN PASTAYA BAKMA! Sürpriz!”
Salon kardeşlerimle dolu. Evin her köşesinden fırlıyorlar. Yıl 1988, altı çocuğuz ki 90lara gelmeden sekiz olacağız. Annem saat gibi düzenli bir şekilde, ta ki ev patlama noktasına gelene dek her iki yılda bir minik, tombul bir bebek üreten bir tür Ford araba üretim merkezi gibi.
Benden iki yaş küçük, kızıl saçlı, nihilist kardeşim Caz, kanepeye boylu boyunca uzanıyor. İçeri girdiğimde kıpırdamıyor bile. Oturabileceğim başka yer yok.
“ÖHÖM ÖHÖM!” Yakamdaki kartı gösteriyorum. Kartta, “Bu benim DOĞUM GÜNÜM!” yazıyor. Ağlama faslını tamamen unutuyorum. Yoluma devam etmeliyim.
“Altı saat içinde doğum günün bitecek,” diyor gevrek gevrek; kılını kıpırdatmıyor. “Neden bu saçmalığa hemen şimdi bir son vermiyoruz?”
“EĞLENMEK için yalnızca altı saat kaldı!” diyorum. “DOĞUM GÜNÜ EĞLENCESİ için altı saat! Neler olabileceğini KİM BİLİR! Ne de olsa burası DELİLER EVİ!”
Genellikle iflah olmaz bir iyimserim. Dengesiz birinin tüm neşeli taşkınlığı bende mevcut. Günlüğüme dün yazdığım şey şuydu: “Fritözü diğer tezgâha koyduk, HARİKA görünüyor!”
Dünyada en sevdiğim yer Aberystwyth, güney plajı ki kanalizasyon tahliye borusunun olduğu plaj.
Yeni, aptal köpeğimizin ruh göçüyle geri dönen eski köpeğimiz olduğuna ciddi ciddi inanıyorum; yeni köpeğimiz, eski köpeğimiz ölmeden iki yıl önce doğmuş olsa da.
“Ama onda Sparky’nin gözlerini görebilirsin!” diyorum yeni aptal köpeğimize bakarak. “Sparky BİZİ ASLA TERK ETMEDİ!”
Küçümseyerek gözlerini deviren Caz bana tebrik kartım veriyor. Üzerinde benim resmim var; burnumu o kadar kocaman çizmiş ki kafamın neredeyse dörtte üçü burundan oluşuyor.
“Unutma: On sekizinci yaş gününde evden taşınacağına söz verdin. Böylece senin yatak odana geçebileceğim,” yazıyor kartın içinde. “Gitmene yalnızca beş yıl kaldı. Tabii daha önce ölmezsen! Sevgiler, Caz.”
Weena dokuz yaşında. Onun kartı da evden taşınmam ve yatak odamı ona bırakmam çerçevesinde şekillenmiş. Gerçi o, bunu robotlara söyletmiş ki bu da durumu daha az “kişisel” kılıyor.
Mekân, evimizde gerçekten de rağbette; hâlâ oturacak bir yer bulamamış olduğum gerçeği de bunu kanıtlıyor. Tam erkek kardeşim Eddie’nin üzerine oturacağım sırada, annem elinde bir tabak yanan mumla içeri giriyor.
“Mutlu yıllar SANA!” Herkes şarkı söylüyor. “HAYVANAT BAHÇESİNE gittim. ŞİŞMAN bir maymun gördüm. NASIL DA BENZİYOR SANA!”
Annem, olduğum yere gelerek çömelip tabağı önüme uzatıyor.
“Üfle ve bir dilek tut!” diyor neşeli neşeli.
“Bu bir pasta değil,” diyorum. “Bu, baget ekmeği.”
“İçi krem peynirle dolu!” diyor annem keyifle.
“Bu baget ekmeği,’ diye tekrarlıyorum. “Ayrıca yalnızca yedi mum var.”
“Doğum günü pastası için çok büyüdün,” diyor annem mumlara kendisi üfleyerek. “Ve her mum iki yılı gösteriyor!”
“O zaman da 14 oluyor.”
“Mızmızlığı bırak!”
Doğum günü bagetimi yiyorum. Harika. Krem peynire bayılıyorum. Canım krem peynir! Çok lezzetlisin! Çok güzelsin!
O gece üç yaşındaki kız kardeşim Prinnie’yle paylaştığım yatakta günlüğüme yazıyorum.
“On üçüncü doğum günüm,” diye yazıyorum. “Kahvaltıda yulaf lapası, öğle yemeğinde sosis ve patates kızartması, akşam çayındaysa baget. Toplamda elime 20 £ geçti. Dört tebrik kartı ve iki mektup. Yarın kütüphaneden yeşil giriş kartı (gençler için) alacağım. Yandaki evde yaşayan adam atmak üzere olduğu birkaç sandalyeyi isteyip istemediğimizi sordu. EVET dedik!!!”
Bir an için yazdıklarıma bakıyorum. Sanırım her şeyi yazmalıyım. Kötü şeyleri es geçmek olmaz.
“Birkaç delikanlı parkta bana kaba sösler* [metinde böyle] söylüyordu,” diye yazıyorum yavaş yavaş. “Bunun sebebi penislerinin büyüyor olması.”
Buluğ çağı hakkında yeterince okudum; filizlenen cinsel arzuların, bazen delikanlıların kızlara zalimce davranmasına yol açabildiğim biliyorum.
Şunu da biliyorum ki bu durumda, yukarı koştuğum sırada delikanlıların bana taş atmasına sebep olan aslında bastırılmış arzular değildi. Ama günlüğümün bana acımasını istemem. Günlüğümün, felsefi üstünlüğe sahip olduğumu bilmesi yeterli. Bu günlük yalnızca zaferler için.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Mektup Monoğrafi-Otobiyoğrafi Öykü
- Kitap AdıNasıl Kadın Olunur?
- Sayfa Sayısı344
- YazarCaitlin Moran
- ISBN9786056370816
- Boyutlar, Kapak14x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYabancı Yayınevi / 2013
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Işıklı Kaplumbağa Adası ~ Levent Turhan Gümüş
Işıklı Kaplumbağa Adası
Levent Turhan Gümüş
Yorgun yıldızların gittiği yerIşıklı Kaplumbağa Adası, kâinatın uzak mı uzak bir yerinde yaşayan minik bir yıldızın, o yıldızın kulağına büyümenin sırrını fısıldayan bir masal...
- Kar İzleri Örttü ~ Aslı E. Perker, Ayşegül Çelik, Barış Müstecaplıoğlu, Cem Selcen, Doğu Yücel, Yekta Kopan,Ece Erdoğuş,Elif Tanrıyar,Gül İrepoğlu,Yazgülü Aldoğan,Gülşah Elikbank,Hacer Yeni, Hakan Günday, İlknur Özdemir, Levent Mete, Menekşe Toprak, Mine G. Kırıkkanat, Nermin Yıldırım, Sibel Oral, Tuna Kiremitçi
Kar İzleri Örttü
Aslı E. Perker, Ayşegül Çelik, Barış Müstecaplıoğlu, Cem Selcen, Doğu Yücel, Yekta Kopan,Ece Erdoğuş,Elif Tanrıyar,Gül İrepoğlu,Yazgülü Aldoğan,Gülşah Elikbank,Hacer Yeni, Hakan Günday, İlknur Özdemir, Levent Mete, Menekşe Toprak, Mine G. Kırıkkanat, Nermin Yıldırım, Sibel Oral, Tuna Kiremitçi
Lapa lapa yağan kar, yaklaşan Yılbaşı'nın telaşı ve bir cinayet ya da birkaç cinayet. Bu kitabı elinize aldığınızda karşılaşacağınız üç öğe bunlar. Bu üç öğe etrafında örülmüş tam yirmi öykü, yirmi farklı hikâye.
- Kırmızı Han ~ Honore de Balzac
Kırmızı Han
Honore de Balzac
Balzac “İnsanlık Komedyası” isimli devasa yapıtının “Felsefi İncelemeler” bölümünde yer alan Kırmızı Han’ı arkadaşını haksız bir idam cezası nedeniyle kaybeden eski bir ordu cerrahından...