“Ey hükümdar, şunu bil ki bu ağacın on kökü ve on dalı vardır. Kökü, kalbin inancıdır, dalı ise bedenin eylemleridir.”
Kimyâ-yı Saʿâdet, İhyâʾü ʿulûmi’d-dîn, Tehâfütü’l-felâsife gibi klasikleşmiş çok sayıda eseriyle İslam düşünce dünyasını şekillendiren en önemli düşünürlerden biri olan Gazzâlî’nin siyasetname niteliğindeki eseri Nasîhatü’l-mülûk Farsça aslından Türkçeye ilk defa tercüme ediliyor.
Araştırmacılar, Gazzâlî’ye atfedilen bazı eserlerin ona ait olmadığını iddia etseler de Nasîhatü’l-mülûk’ün Gazzâlî tarafından Farsça yazılmış ve daha sonra Arapçaya çevrilmiş bir eser olduğunu kabul etmişlerdir. İçeriğinden anlaşıldığı üzere Nasîhatü’l-mülûk, Gazzâlî’nin Tus’ta inzivada yaşadığı hicri 500-505 yılları arasında yazılmıştır.
İmam Gazzâlî manevi dönüşümüne neden olan on yıllık manevi yolculuğunun başında şunun için söz vermiştir; hiçbir hükümdardan hediye kabul etmemek, hiçbir hükümdarla görüşmemek ve münazara yapmamak. Nasîhatü’l-mülûk bir bakıma bu sözün tutulmasının bir semeresidir.
Gazzâlî, Sultana Öğütler başlığıyla sunduğumuz bu eserde devlet yönetimiyle ilgili konuları belirli kısımlara ayırdıktan sonra çeşitli hikâyeler ve olaylarla örneklendirir. Fars ve Arap kökenli birçok devlet adamı ile ilgili anekdotlara yer vermesi, kitabı tarihî açıdan da değerli kılar.
ÖNSÖZ
Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminin en önemli İslam düşünürlerinden Gazzâlî, Kimyâ-yı Saʿâdet, İhyâʾü ʿulûmi’d-dîn gibi birçok önemli dinî, ahlâkî, felsefî ve tasavvufî eserlerinin yanı sıra hem ahlak hem de bir siyaset kitabı niteliğinde tasavvufî bir bakış açısıyla Nasîhatü’l-mülûk’ü de kaleme almıştır. Araştırmacılar, Gazzâlî’ye atfedilen bazı eserlerin ona ait olmadığını iddia etseler de Nasîhatü’l-mülûk’ün Gazzâlî tarafından Farsça yazılmış ve daha sonra Arapçaya çevrilmiş bir eser olduğunu kabul etmişlerdir. İçeriğinden anlaşıldığı üzere Nasîhatü’l-mülûk, Gazzâlî’nin Tus’ta inzivada yaşadığı hicri 500-505 yılları arasında yazılmıştır. Siyasetname türünün en güzel örneklerinden olan bu kitap, devlet yönetiminde önemli hususları bablara ayırdıktan sonra bu konuları çeşitli hikayeler ve olaylarla örneklendirmektedir. Fars ve Arap kökenli birçok devlet adamı ile ilgili olaylara yer vermesi, kitabın tarihi açıdan da değerli bir eser olduğunu ortaya koymaktadır. Gazzâlî, eserinde sufî bakış açısıyla hükümdarlara nasıl yöneticiler olmaları gerektiğine dair öğütler vermiş, bunu yaparken eski hükümdarların, peygamberlerin ve halifelerin yaşadığı olaylardan örnekler göstermiştir. Ona göre bir hükümdarın sahip olması gereken en önemli özellik adaletli olmasıdır. Özellikle eserinde bu konuya en uzun bölümü ayırmıştır. Eserine ağaca benzettiği iman konusundan bahsederek giriş yapmıştır. Kitabın hazırlanmasında Celâleddin Hümâî’nin Nasîhatü’l-mülûk’ü geniş bir mukaddime ve notlarla birlikte hazırladığı neşri esas alınmıştır. Kitapta sözü geçen devlet adamları, filozoflar, önemli şahsiyetler ve ayetler dipnotlarda açıklanmıştır. Ayrıca metin içerisinde geçen şiirler de kime ait oldukları tespit edildiği durumlarda dipnot olarak verilmiştir. Kitabın giriş kısmında yine Hümâî’nin geniş mukaddimesi ve F. R. C. Bagley’in Gazālī’s Book of Counsel for Kings Nasīhat al-mulūk çevirisinin giriş kısmından faydalanılmıştır. Çeviri yapılırken, Hümâî’den faydalanılan nüshada parantez içinde verilen ifadeleri biz de yuvarlak parantez içine alarak tercüme ettik ayrıca onların dışında çevirinin daha iyi anlaşılabilmesi için gerekli gördüğümüz yerlerde köşeli parantez içinde bazı ifadelere yer verdik.
Gazzâlî
XI. yüzyılın ikinci yarısında İran’ın Horasan bölgesinde bulunan Tus şehrinde dünyaya gelen Gazzâlî, küçük yaşta babasını kaybetmiş, ancak yakınlarının koruyuculuğu sayesinde Tus ve Gürgan’daki alimlerden iyi bir eğitim almıştır. 473/1080 civarında Nişabur’daki Nizamiye Medresesi’ne girerek dönemin en tanınmış kelâm âlimi olan İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’nin öğrencisi olma şansını elde etmiştir. Kısa sürede bütün arkadaşlarını geride bırakan Gazzâlî, öğretim faaliyetlerinde hocasına yardım ederek telif eser verecek düzeye ulaşmıştır. Bu başarı kendisini 484/1091’de Bağdat Nizâmiye Medresesi müderrisliğine ulaştırmıştır. Burada kariyerinin temellerini atan Gazzâlî, hiç şüphesiz, fıkıh, hadis ve Kur’an tefsirinde olduğu kadar felsefe, kelam, tasavvuf ve diğer İslami bilimlerde de mutlak görüş sahibi bilgelerden biri olmuştur. Onun fetvaları, İslam hukukçuları için fıkhî ve esaslı görüşleri sağlam bir belge ve güvenilir bir kaynak olduğu gibi, felsefi, kelamî ve tasavvufî düşünceleri de mutasavvıflar, filozoflar ve İslam alimleri arasında kabul görmüştür.
İmam Gazzâlî’nin manevi bir dönüşümünr neden olan on yıllık uyanıklık ve manevi yolculuk [H. 488’den 498’e kadar] Cezire, Şam, Kudüs ve Hicaz rotasında gerçekleşmiştir. Bu yolculuğun başında Allah’a şunun için söz vermiştir: hiçbir hükümdardan hediye kabul etmemek, hiçbir hükümdarla görüşmemek ve münazara yapmamak. Şam’da Dımaşk Camii’nin batı minaresinde riyazete çekilmiştir. İki yıl boyunca Suriye’de, münzevi bir hayat yaşayan Gazzâlî, sufilerin öğrettiği gibi manevi arınmayı incelemiş ve uygulamıştır. Daha sonra Mekke’ye hacca gitmiş, Medine’yi ziyaret etmiş ve Şam’a geri dönmüştür. Bu yıllar boyunca dini ilimlerin yeniden canlandırılması için İhyâʾü ʿulûmi’d-dîn’i yazmıştır. Bağdat’ta bir süre daha ders verdikten sonra 493/1099 yılları civarında Tus’a geri dönmüştür. Burada, inzivaya çekilmesine rağmen çeşitli alanlarda telif eserlerini yazmaya devam etmiştir. Gazzâlî’nin eserleri şu şunlardır:
Fıkıh alanında, el-Menhûl fi’l-usûl, el-Basît fi’l-fürûʿ, el-Vasît, el-Vecîz, elFetâvâ, el-Müstaṣfâ fî ʿilmi’l-usûl, Gāyetü’l-gavr fî dirâyeti’d-devr, et-Taʿlîka fî fürûʿi’l-mezheb, Meʾâhhzü’l-hilâf, Tehzîbü’l-usûl adlı eserler yazmıştır. Mantık alanında, Miʿyârü’l-ʿilm, Mihakkü’n-nazar fî ʿilmi’l-mantık, Şifâʾü’l-galîl, el-Kıstâsü’l-müstakīm, Lübâbü’n-nazar, Tahsînü’l-meʾâhiz, el-Mebâdî ve’l-gāyât adlı eserler yazmıştır. Kelâm alanında, Fedâʾihu’l-Bâtıniyye, el-İktisâd fi’l-iʿtikād, el-Maksadü’l-esnâ fî şerhi esmâʾillâhi’l-hüsnâ, Faysalü’t-tefrika beyne’l-İslâm ve’z-zendaka, el-Kānûnü’l-küllî fi’t-teʾvîl, Risâle ilâ Ebi’l-Feth Ahmed b. Selâme (er-Risâletü’l-vaʿzıyye), ed-Dürretü’l-fâhire fî keşfi ʿulûmi’l-âhire, İlcâmü’l-ʿavâm ʿan ʿilmi’l-kelâm, Kavâʿidü’l-ʿakāʾid, Hüccetü’l-hak, Mufassılü’l-hilâf, ed-Dürcü (ed-Dercü)’l-merkūm bi’l-cedâvil, el-Müntehal (el-Menḫûl) fî ʿilmi’l-cedel adlı eserler yazmıştır. Felsefe alanında, Makāsıdü’l-felâsife, Tehâfütü’l-felâsife, el-Madnûn bih ʿalâ gayri ehlih, el-Madnûn bih ʿalâ ehlih, er-Risâletü’l-ledünniyye, Mişkâtü’l-envâr, el-Münkız mine’d-dalâl adlı eserler yazmıştır. Tasavvuf ve ahlak alanında, Mîzânü’l-ʿamel, el-Maʿârifü’l-ʿakliyye, İhyâʾü ʿulûmi’d-dîn, Bidâyetü’l-hidâye, Cevâhirü’l-Kurʾân, Kimyâ-yı Saʿâdet, Eyyühe’l-veled, Nasîhatü’l-mülûk, el-İmlâʾ ʿalâ müşkilâti’l-İhyâʾ, Sırrü’l-ʿâlemîn, Minhâcü’l-ʿâbidîn adlı eserler yazmıştır. 14 Cemâziyelâhir 505 (18 Aralık 1111) tarihinde vefat eden Gazzâlî’nin Tûs’ta ünlü şair Firdevsî’nin mezarının yakınına defnedildiği bilinse de çini ve alçı tezyinatı harap olmakla birlikte tuğladan âbidevî bir eser halinde ayakta duran bir yapının Yâkūt el-Hamevî ve İbn Battûta gibi müelliflerce ziyaret edilmesi buranın Gazzâlî’nin türbesi olduğu gerçeğini güçlendirmektedir. Yapının Sultan Sencer’in Merv’deki türbesiyle aynı planda olması ve Selçuklu mimari özelliklerini taşıması da bunu desteklemektedir.
Nasîhatü’l-mülûk ve Nüshaları
Gazzâlî, Nasîhatü’l-mülûk adlı Farsça didaktik eserini kendi çağdaşları olan Selçuklu hükümdarlarından Sultan Muhammed b. Melikşah veya Sultan Sencer için telif etmiştir. Araştırmacılara göre nüshaların başında yazan unvanlara ve kitabın telif tarihine bakıldığında Nasîhatü’l-mülûk’ün Sultan Sencer’e ithaf edilme oranı yüksektir. Kitabın dikkat çekici özelliklerinden bir diğeri de bu kitabın iki kısma ayrılmış olmasıdır. Kitabın ilk kısmını, mukaddime ve yedi bölümü özetleyen müstakil bir risale oluştururken ikinci kısım söz konusu yedi bölümle şekillenmiştir. Bu durum kitabın bir kısmının Sultan Muhammed b. Melikşah için diğer kısmının ise Sultan Sencer için yazılmış olma ihtimallerini doğurmaktadır. Gazzâlî, bu eseri ömrünün sonlarına doğru hicri 500-505 yılları arasında İhyâʾü ʿulûmi’d-dîn ve Kimyâ-yi Saâdet’ten sonra telif ettiği tahmin edilmektedir. İsviçreli şarkiyatçı Fritz Meier’in İstanbul’da bulduğu “Fezâyîl-i Enâm” adlı bir el yazmasına göre Gazzâlî’nin Nişabur’daki öğretim faaliyetini bıraktıktan ve 53 yaşına geldikten sonra (yani 503/1109-10’dan sonra) Tus’ta Nasîhatü’l-mülûk’ü yazdığı iddia edilmektedir.
Nasîhatü’l-mülûk, yedi babdan yani yedi bölümden oluşmaktadır. “Hükümdarların Adaleti, Siyaseti, Ahlakı ve Önceki Hükümdarların Hal Tercümesi ve Her Birinin Tarihi” başlıklı birinci bölümde, hükümdarların Allah tarafından bahşedilen, yani önceden belirlenmiş bir armağan olduğu ve bir yöneticinin kıyamet gününde Allah’a karşı bu görevinden sorumlu olacağı; yöneticinin gücünü diğer insanlara (tebaa, ordu, ‘ulema’ veya hatta Halifeler) borçlu olmadığı ve dolayısıyla bundan sorumlu olmadığı anlatılır. “Vezirlik Siyaseti ve Vezirlerin Karakterleri” başlıklı ikinci bölümde Müslüman devletlerde sivil bürokrasinin temel direkleri olan vezirlerde aranan nitelikler verilir. Alıntılanan özdeyişlerin neredeyse hepsi Sasani dönemine aittir. Farsça metinde “روتسد/destur” terimi Arapça “ریزو/vezir” teriminden daha sık kullanılır. Vezirlerde aranan nitelikler arasında, diplomasi ve savaştan kaçınma becerisi büyük önem arz eder. “Katipler ve Onların Sanatkarlıkları” başlıklı üçüncü bölümde, katiplerin nitelikleri ve onlara olan ihtiyaç benzer şekilde Kur’an ve özlü sözlerle doğrulanır. Vergi değerlendirmelerini ve gelirlerini kaydetme ve resmi yazışmaları düzenleme gibi görevleri yerine getiren katiplerde doğruluk, açıklık ve netlik ayrıca kalem sanatı gibi nitelikler aranır. “Hükümdarların Yüce Gönüllülüğü ve Büyük Çabaları” başlıklı dördüncü bölümde, hükümdarların cömertlik veya yüce gönüllülüğünün, kendini kısıtlama ve kendini bilmeden türetilen cesaret ve öz saygı olarak tanımlanmasıyla başlar. Yüce gönüllülerin, basit davranışlardan ve değersiz kişilerle olmaktan kendilerini alıkoyduğu söylenir; ancak cesaret ve yüce gönüllülüğün hükümdarlarda ve soylularda doğuştan olduğu ve başkaları tarafından kolayca edinilemeyeceği de belirtilir. “Bilgelerin Hikmeti ve Hikmetin Zikri” başlıklı beşinci bölümde birçoğu isimsiz olan bazı bilgelerin hikmetleri anlatılır. Herhangi bir sistematik şekilde düzenlenmemiş bu hikmetler etik ve tecrübe gibi çeşitli konularda öğütler sunar. Bilgelik, bilgi ve tevazu övülür ve açgözlülük ve cimrilik kınanır.
“Aklın Üstünlüğü ve Akıllı İnsanlar” başlık altıncı bölümde, akıl konusu yüzeysel bir şekilde ele alınır. Akıl sahibi kişilere hitap eden hadislerden ve ayetlerden alıntı yapılarak aklın tevazu ve cesaret gibi erdemlerin kaynağı olduğu belirtilir. “Kadınların İyi ve Kötü Sıfatları” başlıklı yedinci bölümde kadınlar, evlilikte, siyasette ve dindeki genel konumları ile ele alınır. İyi kadın ve kötü kadının sebep vereceği durumlar hikayelerle anlatılır.
Nüshalar
Çeviri kısmında esas alınan kaynakta on nüsha kullanılmıştır. Bunlar şöyledir: “خ “nüshası, Seyyid Abdul Rahim Halilî’ye ait, Receb, 1267 kamerî yılı nüshasına atıfta bulunmaktadır ve “وص “ve “وی “nüshaları gibi yedi bölüm içerir. Ama yazım hataları ve eksikler de mevcuttur. “وی “ve “رم “nüshaları ile benzerliği diğer nüshalara göre daha fazladır. Dipnot şeklinde verilen “چ “ harfi “خ “nüshasıyla aynı nüshayı ifade eder. “وص “nüshası, Abdullah b. Abdurrahman Kebir’e ait, Sefer, 862 hicrî yılı tarihli Ayasofya nüshasıdır. En tam nüshalardandır. “وی “nüshası, Üsküp Kütüphanesi’nde bulunan, hicrî 1008 yılına ait yedi nüshalık bir mecmuada yer alır. Bir mukaddime ve yedi bölüm içerir. “اف “nüshası, Fatih Kütüphanesi’nde bulunan, Rebiülahir 709 hicrî yılına ait dört mecmualık bir nüshadır. Mukaddime kısmından babların başlangıcına kadardır. “ون “nüshası, Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde bulunan, Rebiülevvel 853 hicrî yılına ait Nasîhatü’l-mülûk ve Gülşen-i Râz’ı içeren iki mecmualık bir nüshadır. Bu nüshada sadece mukaddime vardır ve Sencer’e ithaf edildiği yazılıdır. “صم “nüshası, Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye Kütüphanesi’nde bulunan, hicrî 8-9 yüzyıllarına ait bir nüshadır. Nüshada sadece mukaddime kısmı mevcuttur. “رم “nüshası, Tahran Üniversitesi Merkezi Kütüphanesi’nde bulunan, 4945 numaralı, 140 varaklı nestalik hatlı, hicrî 13. yüzyıllarına ait bir nüshadır. Mukaddime ve yedi bab mevcuttur.
NASÎHATÜ’L-MÜLÛK
Bismillahirrahmanirrahim
Alemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun ve Allah’ın selamı Hz. Muhammed ve soyundan gelenlerin ve herkesin üzerine olsun. Şeyh İmam Dinin Süsü Hüccetü’l-İslâm, insanların mürekkebi, ümmetin şereflisi Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed Gazzâlî Allah ruhunu mübarek kılsın şöyle dedi:
Ey Azze ve Celle Allah’ın çokça nimetler verdiği doğunun hükümdarı, bunlara şükretmek yaraşır sana. Kim Azze ve Celle Allah’ın nimetlerine şükretmezse nimeti elinden gider, kıyamet gününde suçundan dolayı utanç ve rezillik çeker. Her nimet ölüm anında biter, akıllı adamlara göre o nimet çok kıymetli değildir. Çünkü ömür ne kadar uzun olursa olsun bitince uzunluğunun bir faydası olmaz. Allah’ın selamı üzerine olsun Nuh Peygamber bin yıl yaşadı, ölümünden beş bin yıl geçtikten sonra (Ona sordular: Dünyayı nasıl buldun? Şöyle dedi: Bir kapıdan girip diğer kapıdan çıktığım bir saray gibi. O halde) kalıcı ve ebedi olan bir nimet var, o da ebedi saadetin tohumu olan imandır. Allahu Teâlâ bu nimeti sana vermiş, imanın tohumunu senin temiz sinene ve yüce gönlüne bırakmıştır, o tohumu yetiştirmeyi sana bırakmış, onun kökü toprağın derinliklerine inene ve dalları gökyüzündeki bulutlara ulaşan bir ağaç oluncaya kadar bu kökü sana ibadet suyuyla besle diye emretmiştir. Nitekim Hak sübhânehu ve teâlâ [Her türlü kusur ve eksiklikten uzak ve yüce olan Allah] şöyle buyurdu:
اِۙء ْ ُُعََه ِ ا ِفي ال ََّسَٓم َ ِاِب ٌٌت َوََفَْر ُ ََها َث ٍٍة َاَْص َْاَْصُل َ َِب ٍٍة َ َطِّي ًَةًَة َكَ ََش ََرََجََرَ َِب َلًاً َك َِلَِمًَة ًَِلَِمًَة َ َطِّي ََث ّٰلُُه َم ٰ ْ ََف ََرَ َضََرَ ََب ال ْ َتََرَ َكَْي َاََلَْم
“Allah’ın nasıl bir misal getirdiğini görmedin mi? Güzel sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti.” Fakat iman ağacının kökü ve dalları tam olarak yetişmemişse ölüm rüzgârının gelip de son nefeste iman ağacını yıkıp yere atma tehlikesi olur ve o zaman Allah korusun kul Allah’ın karşısına imansız gider.
Ey hükümdar şunu bil ki bu ağacın on kökü ve on dalı vardır, kökü kalbin inancıdır, dalı ise bedenin eylemleridir. En yüce meclisten kabul ve talih bulan Hakkın bu duacısı, İslam’ın hükümdarı bu ağacı yetiştirmekle meşgul olsun diye bu on kök ve on dalı açıklayacak. Bunun doğru şekilde yapılması için haftanın bir günü ahiret işiyle ilgilenmen ve Allahu Teâlâ ile meşgul olman doğrudur, o gün müminlerin bayramı olan cuma günüdür. Cuma gününde öyle bir saat vardır ki kim gönülden Allahu Teâlâ ile olursa duası kabul olur. Ne olur yedi günden bir günde Azze ve Celle Allah’a hizmet etsen. Mesela senin bir kölen olsa ve ona haftada bir gün benim hizmetimle ilgilen, geri kalan altı gün günahlarını bağışlayacağım desen, o bunu yapmazsa onun durumu sana göre nasıl olur? Oysa o senin yarattığın [bir varlık] değil ve sadece mecazi anlamda kölendir. Sen ey hükümdar her şeyden münezzeh ve yüce Allah’ın yarattığısın ve gerçekte O’nun kölesisin. Niçin kölenizin kabul etmemesine razı olmuyorsunuz?
Cuma gecesi oruca niyetlen, eğer perşembe gününü de ona eklersen daha iyi olur. Cuma günü sabahleyin gün doğmadan önce kalk, gusül abdesti al ve şu üç özelliği olan bir elbise giyin: helal olsun, namaza uygun olsun ve ipek olmasın. Yazın Dâbık2 ipeği, ince dokumalı keten, çok ince yazlık elbise ve keten, kışın ise ipek giysi, pamuk ve Anadolu yünü. Bu özelliklere sahip olmayan her elbise Hak Teâlâ tarafından kabul edilmez. Sabahleyin namazı cemaatle kıl, güneş doğuncaya kadar konuşma, yüzünü kıbleden çevirme, tesbihi elinde tut ve bin defa “La ilahe illallah muhammeden resulullah” de.
Güneş doğduğu zaman birine bu kitabı sana okumasını söyle. Her cuma günü hafızanda kalana kadar oku. Kitabı okuduğunda kuşluk vaktine kadar dört rekât namaz kıl, bu namazın sevabı büyüktür özellikle de cuma günleri. Ondan sonra ister tahta otur ister yalnız kal. Sürekli “Allahümme salli ala Muhammed ve ala âli Muhammed”3 de. (Ondan sonra da “estağfirullah, estağfirullah el-azîm ve etûbu ileyh”4 de.) Bugün verebildiğin kadar sadaka ver. Haftada bu bir günü Allah’ın işiyle geçir ki Allahu Teâlâ da haftanın diğer günleri senin işinle ilgilensin.
Esasların Başlangıcı: İmanın Kökü Olan İtikad
Bil ki, ey hükümdar, sen bir yaratılmışsın, senin yaratıcın bütün alemin ve alemdeki her şeyin yaratıcısıdır, tektir çünkü O’nun ortağı yoktur ve benzersizdir çünkü O’nun benzeri yoktur. Daima vardı O’nun varlığının ezeli yoktur ve daima var olacaktır O’nun varlığının sonu yoktur. Hiçbir nedene ihtiyacı yoktur, ancak O’na ihtiyaç duymayan hiçbir şey yoktur. O’nun varlığı kendiliğindendir ve her şeyin varlığı O’ndandır.
İkinci Esas: Allah’ın Temizliği (el-Kuddûs5)
Bil ki, Allah’ın yüzü, bedeni ve şekli yoktur. O hiçbir şekle girmez. Nicelik ve nitelik, nasıl ve nedenden münezzehtir. Zira O hiçbir şeye benzemez hiçbir şey de O’na benzemez. O, nitelik, nedensellik, nicelik ve keyfiyet yönünden insanoğlunun endişe, vehim, fikir ve düşüncesine gelen her şeyden temiz ve münezzehtir.
Nitekim bütün sıfatları O yaratmıştır ve O hiçbir sıfatla yaratılmamıştır. Aynı şekilde [Allah] herhangi bir yerin içinde veya üstünde değildir. Alemdeki her şey O’nun arşı altındadır. Arş, O’nun kudreti altındadır, arş O’nun taşıyıcısı değildir. Aksine arş ve arşın taşıdıklarının hepsini O’nun lütfu ve kudreti taşır. O arşı yaratmadan önce mekândan münezzeh ve müstağni6 dir. Arş yaratıldığında o sıfatla birlikte vardı. O’nun sıfatlarının değişmesi ve dönüşmesine bir yol yoktur. O yaratılmışların sıfatlarından münezzeh ve uzaktır. Bu dünyada bilinecek, o dünyada [ahirette] görülecektir. Nitekim O’nu bu dünyada nasılsız nedensiz bilenler o dünyada da [ahirette de] nasılsız nedensiz görürler. O görme bu dünyanın görmesine benzemez.
Üçüncü Esas: Güç ve Kudret
O’na benzeyen hiçbir şey olmamakla birlikte her şeye kadir ve muktedirdir. O’nun gücü ve kudreti tamdır. O’nda eksiklik, zayıflık ve acizlik olmaz. Aksine her ne istediyse yaptı ve her ne isterse yapar. Yedi gök, yedi yeryüzü, arş ve kürsi7 (her ne varsa) hepsi O’nun gücünün pençesinde yenilmiş ve itaatkârdır. O’ndan başka hiç kimsenin elinde hiçbir şey yoktur.
Dördüncü Esas: İlim
(Bil ki) O bilinecek her şeyi bilendir. İlmi her şeyi kuşatmıştır. Yükseklerden yeryüzündeki toprağa kadar hiçbir şey O’nun bilgisi dışında değildir. Çünkü her şey O’dan gelir ve O’nun kudretiyle meydana gelir. Hatta çöldeki kum taneciklerinin, yağmur damlalarının, ağaç yapraklarının, gönüllerdeki düşünceler ve havadaki zerrelerin sayısı, tıpkı gökyüzündeki [yıldızların] sayısı gibi O’nun ilminde aşikardır.
Beşinci Esas: İrade
Alemdeki her şey O’nun dilemesi ve iradesiyledir. Azdan çoğa, küçükten büyüğe, hayırdan şerre, faydadan zarara, fazlalıktan noksanlığa, sıkıntıdan rahatlığa, hastalıktan sağlığa hiçbir şey O’nun takdiri, iradesi, yargısı, hükmü dışında olmaz.
Eğer alemdeki bir zerreyi hareket ettirmek, bir yere taşımak, arttırmak ya da azaltmak için insanlar, cinler, şeytanlar, melekler bütün alem bir araya gelseler O’nun isteği olmadan aciz kalırlar yapamazlar. O’nun istediğinin aksi meydana gelmez, O ne isterse olur. Hiç kimse ve hiçbir şey ona engel olamaz. Her ne vardıysa ne varsa ve ne var olacaksa (hepsi) O’nun tedbiri ve takdiriyledir.
Altıncı Esas: İşitme ve Görme
Bilinecek her şeyi bildiği gibi görülecek ve duyulacak her şeyi gören ve duyandır. Uzak ve yakın O’nun işitmesinde aynıdır. Aydınlık ve karanlık O’nun görmesinde aynıdır. Karanlık gecede yürüyen karıncanın ayak sesi O’nun duymasının dışında değildir. Toprağın altındaki kurdun (rengi) ve şekli O’nun görmesinin dışında değildir. O’nun görmesi gözle değil ve O’nun
…..
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Siyasal Düşünce Siyaset
- Kitap AdıNasihatül Mülûk / Sultana Öğütler
- Sayfa Sayısı144
- Yazarİmam Gazali
- ISBN9786256582132
- Boyutlar, Kapak16,5x24 cm, Karton Kapak
- YayıneviTimaş Akademi / 2024