“Nar kentinde bir incir buldum Narı da inciri de, övmek isterim. Anam her kışın en karanlık noktasında, eve gererken bir nar atardı yere, bütün gücüyle; parçalanıp iyice dağılsın diye., Evin beti bereketi niyetine… Ardından hızla süpürüp silerdi ortalağı. Bir iki gün sonra, naırn patladığı yerden çok uzakta incecik bir çıtırtı duyduğum olurdu ayağımın altınada. Ne kadar dağılmışsa nar taneleri, o kadar iyiydi. Topladıktan sonra söylerdim Anneme, sevinsin, diye.”
Giriş, s. 9-11
Sonun, başın, ortanın biribirine karıştığını, anlamını yitirdiğini, tersinmez zamanın boyunduruğundan kurtulduğunuzu duyduğunuz bir gün gelir.
Bir kitabınızdan aldığınız parçayı bir başka kitapta kullanabileceğinize karar verdiğiniz bir gün, örneğin. Günü gelince, bu kitabın tümünü öbür ki-taba aktarabileceğinizi de düşünürsünüz. Gereç kıtlığında kitap üretmek için değil, yaşamın benzeri olabilecek bir iş yaptığınızı, neden sonra, kavrayabildiğiniz için…
Yaşlanmışsınızdır, yaşamınız artık sizin malınızdır. Malınızı istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Yeterince güçlü, yerini bulan bir fiskenin —ister içinizden gelsin, ister dışarıdan— sizi nasıl dağıtabileceğini, elinizden her şeyi —bir kırıntısını bile bırakmamacasına— bir anda nasıl alabileceğini öğrenmiş olduğunuz ölçüde yaşamınıza egemensinizdir artık. Ölümünüz, çalamayacağınız ilk fotoğraf olacaktır.
Bir ömür boyu, göğsünüze asılı bir fotoğraf makinesi gibi kullanmağı öğrendiğiniz, ilginç (yok yok, “ilginç” de değil, “güzel” de değil, açık sözlü olmalı), gövdenizi tepeden tırnağa ürperten, ürpertebilen birtakım bireşimleri ossaat seçip donduran gözlerinizle çekip, bencilce, başka hiç kimsenin göremeyeceği, sizin de eski bir kutuya atar gibi, üzerinde bir daha durmayacakmışçasına içinizin bir gözüne atıp unuttuğunuz, yıllar sonra bir anda bulup çıkarabildiğiniz, o günkü gibi pırıl pırıl, ama kim bilir ne kadar değişik, çalıntı fotoğraflar…
Sevdiğinizin, özellikle uyurken, ama düşünür, yürür, okur, denize bakarken de, bol bol çaldığınız fotoğrafları öğretir bunu size.
Fotoğraflar biriktikçe, öncelik-sonralık dediğimiz bir bağıntının, önemini yitirdiğini, zamanla yok olduğunu görürüz. Anlatmağa değer gördüklerimizin kavranabilmesi, niye bir sıraya uyulmasına bağlıymışçasına düşünüp eyleriz ki?
Seni, lavanta kokulu bir sabunda; bir kavun diliminde, açık, uçuk gümüş rengi bir çorapta; bir yasemin dalında; adını bilmediğim, bilmemekten utanç duyduğum halde öğrenmek istemediğim
tek bildiğim, görünüşüne bakılırsa tatulayla bir hısımlığı olması gerektiği
sabun kokulu, el büyüklüğünde, fildişi rengi bir çiçeğin açışında; yıkık kemerlerde uyuklayan kedilerde; gecenin soğumuş kumunu döven, patlayan dalgaların sesinde; günün ilk ağartısında —karanlık saatler boyunca dağıtıp durduğun yatağında sabahın serinliği çıplaklığına işlemeğe başlarken— uyanmaksızın, omuzlarına doğru çektiğin, örtündüğün bir çarşafın ılık, ak mutluluğunda bulacağım; dirim içimden çekilesiye…
Kokularım, seslerim, görüntülerim, anılarımsın sen benim. Dokunduğum, okşadığım, en gizli tadını tattığımsın. Kahvaltının üçüncü çayı bittiğinde “Uyanamadın mı daha?” dediğim zaman “Ne gereği var?” diyen ilk insansın bana.
Yıllardır, yaz gelince bir denize, belli bir denizin belli bir noktacığına gitmekten, orada birkaç gün geçirmekten umduğumuz, bu birkaç günde bulduğumuz nedir? Ödünç bir genlik mi? Bir bolartı tansığı mı? Bir çocukluk uçmağına uğramanın vazgeçilemez olmazlığı mı? Yoksa, bir özgürlük düşü ardında gizlenmiş mutluluk, sürünün içinde kalıp kurda nanik demenin çocuksu böbürtüsü mü?
Nar kentinde bir incir buldum. Narı da inciri de, övmek isterim. Anam her kışın en karanlık noktasında, eve girerken bir nar atardı yere, bütün gücüyle; parçalanıp iyice dağılsın diye. Evin beti bereketi niyetine… Ardından hızla süpürüp silerdi ortalığı. Bir iki gün sonra, narın patladığı yerden çok uzakta incecik bir çıtırtı duyduğum olurdu ayağımın altında. Ne kadar dağılmışsa nar taneleri, o kadar iyiydi. Topladıktan sonra söylerdim anneme, sevinsin diye.
Dişi narla erkek incir. İncirin dişiyle ilişkili resmî söylencesi, erkekliğe ilişkin gizli edebiyatı, Akdeniz’in her yerine dağılmış, ayıplık bir sözcük olmağa varmış. Erzurumlu manav bile, benim “incir” diye sormam karşısında, bastıra bastıra “yemiş”in fiyatını söylediydi… İyidir öyle oluşu. Her serüven düşü, incirin altında başlar, incirin altında biter. Deniz, incir, güneş, kumsal, yaşamak istediğimiz, yaşayalım yaşamayalım gönlümüzden geçirdiğimiz her birolumun, her hazzın bir imi değil midir? En azından, “yaşamak sevişmektir” diyenler, diyebilenler için?…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıNarla İncire Gazel
- Sayfa Sayısı132
- YazarBilge Karasu
- ISBN9789753420686
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviMetis Yayınları / 2016
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Altı Ay Bir Güz ~ Bilge Karasu
Altı Ay Bir Güz
Bilge Karasu
“İstediğim, denizi yazmak. Zümrütlerin, gökyakutların sabrını; ağaçların tarihsizliğini…Bir tek kıyısını kavrayabildiğimiz, anlamını ancak bir tek kıyısıyla kurduğumuz denizin öyküleri yoktur bir kara adamı için....
- Muamma ~ Sema Karabıyık
Muamma
Sema Karabıyık
Kendi küçük hikayeleri dışında büyük bir hikayenin parçası, 3 genç insan. Yiğit ile Berker’in hayat hikayesinin kesişme noktası: Cenan. YİĞİT; 3 günlük bir bebekken...
- Gelibolu – Uzun Beyaz Bulut ~ Buket Uzuner
Gelibolu – Uzun Beyaz Bulut
Buket Uzuner
Çanakkale 2000 Çanakkale Savaşları’nda ölen büyük dedesinin kayıp mezarını aramak için Gelibolu’ya gelen Yeni Zelandalı genç bir kadın ve Çanakkale Milli Parkı’nda bastonuyla dolaşan...